Geçmişten geleceğe
Mahir KAYNAK 10 Ekim 2007
Kürt sorunu ile ilk temasım 1972 de oldu. Bazı Avrupa ülkeleri Güneydoğu ile ilgileniyor ve bunun ilk kıpırdanmaları sezilmeye başlanıyordu. Bizim doğal tepkimizin bölgeye cumhuriyetin temel ilkelerini anlatacak insanlar göndermek, eğitime öncelik vermek, gazete ve kitap göndermek olduğunu söylememe gerek yok. Sorunları çözmenin yolu önce gerçekleri anlatmaya çalışmak olmazsa zor kullanmaktı. Yapılmak istenenlerin tek kelimesiyle bile mutabık değildim.
Bana göre bölgede uluslararası bir güç mücadelesi başlamıştı ve Kürtler bir araya getirilecek, Avrupa bunun dış desteğini sağlarken bölgesel planda Irak ya da İran bu oluşumu himaye edecekti.
Bölgedeki sorunun etnik ve kültürel yanları vardı ama bunun ön plana çıkması ancak bir dış gücün müdahalesiyle mümkün olabilirdi. Alınacak önlemler yüzeysel değil sorunu kökünden çözecek nitelikte olmalıydı.
Bölge ekonomik açıdan Türkiye ile bütünleşmemişti. Yan yana yaşayan ama iç bağlantıları son derce zayıf iki farklı yapıyı temsil ediyorlardı. İlk iş bölgeyi ekonomik açıdan genel ekonominin bir parçası haline getirmek olmalıydı. Bu yapılırken bölgedeki feodal yapının çözülmesi, aşiret içinde tanımlanabilen insanların birey haline gelmesi de mümkün olabilirdi.
Bölgedeki egemenler Kürt kültürünü savunurken aslında kendi meşruiyetlerini sağlayan örf ve adetlerin devamını istiyorlardı. Ekonomik özgürlüğü olan, birey haline gelmiş bir Kürt onlar açısından kabul edilemezdi. Ülkeyi yönetenler yapılması gerekenin tam tersini yaptılar ve kültürün bireysel yönünü, yani dili, baskı altına aldılar ama bölge egemenlerinin gücünü azaltmak bir yana bunu daha da güçlendirecek her tedbiri aldılar. Ülkeyi yönetenlerle bölge egemenleri arasında bir ittifak oluşmuş gibiydi. Devlet onların egemenliklerini sürdürmesine destek olacak onlar da siyasal güçleriyle iktidarı destekleyeceklerdi.
1990 da şartlar ansızın değişti, yeni ve güçlü bir aktör, ABD tüm hesapları alt üst etti. Avrupa’nın kontrol etmek istediği ve böylece enerji güvenliğini sağlamayı düşündüğü Irak ve İran ABD’nin boy hedefi haline geldi. Kürt sorunu da bu iki gücün hesaplarının bir parçası haline dönüşmüştü ama bizim olaya bakışımız aynı sadelikte devam ediyordu. Kürt sorunu yok, terör sorunu var diyor ve tüm dünyanın bizi desteklemesini bekliyorduk.
Şaşkınlık içindeydik. Stratejik müttefikimiz saydığımız ABD’nin PKK liderini niçin teslim ettiğini zamanın başbakanımız bile bilmiyordu. Avrupa ülkeleri zaten teröristler için bir sığınma yerine dönüşmüştü. Sonunda dört dörtlük bir analizle olayları çözdük. Batı iki yüzlüydü hem terörden şikayet ediyor hem de onları destekliyordu. Ortada siyasi değil ahlaki bir sorun vardı.
O yıllarda Türkmenlerin tek başına desteklenmelerinin yanlış olacağını, Kuzey Irak’ta farklı sayıp Türkiye’de bütünlük sağlanmasının mümkün olamayacağını söylüyordum. Kuzey Irak’ta Kürt ve Türkmenlerin ortak siyaset yapmaları teşvik edilmeli, ekonomik ortaklıklar için fon sağlanmalı diyordum. Sonunda Türkmenler siyasi bir aktör olma şansını da yitirdiler.
Sözlerimin bir anlamı olmadığını biliyorum. Bir televizyon programında benzer sözler söyleyince birisi ağzımın payını verdi ve masa başına ahkam kesmek kolay git de cephede savaş dedi. İçinde karaman ve hainleri olmadığı bir mücadele olmaz.