Yusuf AKÇURA
01 Ocak 1970
(1876-1935) Türk siyaset adamı, tarihçi ve yazar.
Kazan'm Simbir şehrinde doğdu. Ba¬bası Hasan Akçurin, annesi Bîbî Kamer Bânû'dur. Ailenin hayatta kalan tek ço¬cuğu olan Yusuf, babasının ölümü üze¬rine annesi ile Kazan'dan ayrılıp İstan¬bul'a göc etmek lorunda kaldı (1883) İlk öğrenimini Mahmud Paşa ve Kara Ha¬fız ibtidâîlerinde yaptıktan sonra Koca Mustafa Paşa Rüşdiyesi'ne yazıldı (1885). Bir ara tahsilini yarım bırakarak Kazan'a gitti. Bir yıl sonra tekrar İstanbul'a dön¬dü ve rüşdiyeye devam etti (1890!. Dör¬düncü sınıfı bitirince Harbiye'ye kabul edildi (1892). Ancak ikinci sınıfta iken tutuklandı. Çalışkan bir talebe olması dolayısıyla cezasını çektikten sonra ye¬niden Harbiye'ye döndü. Okuldan me¬zun olunca erkânıharp sınıfına ayrıldıysa da Jön Türkler'le ilgisi bulunduğu ge¬rekçesiyle tekrar tevkif edildi (1896) Hâ¬tıralarında, o yıllarda Jön Türkler'le ilgisi olmamakla beraber Türkçülüğünün şuurlu bir şekilde bu devrede başladı¬ğını anlatmaktadır. Tevkifinin ardından arkadaşları ile Fizan'a sürülmek üzere Trablusgarp'a gönderildi (1897): ancak daha sonra orada serbest bırakılarak rütbesi iade edildi. Bir müddet burada Erkân-ı Harbiyye Kalemi'nde çalışıp öğ-retmenlik yaptı ise de tahsiline Avru¬pa'da devam etmek maksadıyla Tunus'a kaçtı 11899) Aynı yıl Paris'e geçerek Eco-le Libre des Sciences Politiques'e kay¬doldu. Burada önce Sadri Maksudi ile. daha sonra Jön Türk hareketinin liderle¬rinden Ahmed Rızâ ile tanışarak onun çı¬kardığı Şürd-yj Ümmet gazetesinde ya¬zılar yazmaya başladı. 1903 yılında tahsi¬lini tamamladıktan sonra Kazan'a döndü; burada meşhur Üç Tarz-ı Siyâset maka¬lesini kaleme aldı ve yayımlanmak üze¬re Kahire'de çıkan Türk gazetesine gön¬derdi (Nisan-Mayıs 1904). II. Meşruti¬yetin ilânına kadar Kazan'da kalarak çeşitli gazetelerde çıkan yazılarıyla Rus¬ya Türklerinin mücadelelerine iştirak et¬tiği gibi. oradaki bazı siyasî ve kültürel hareketlere katılarak “Cedîdciler” ara¬sında yer aldı. “Rusya Müslümanları” adlı siyasî harekete de fiilen katıldı (1905). Bir taraftan öğretmenlik yaparken di¬ğer taraftan Kazan Muhbiri isimli ga¬zeteyi çıkardı (1905). Ulûm ve Târih ad¬lı kitabını yayımladı (19061 Rus hükü¬meti Akçura'nın Duma'ya seçilmesini ön¬lemek maksadıyla 8 Mart 1906 tarihin¬de evine baskın yaparak onu seçim so¬nuna kadar kırk üç gün hapsetti. Ha¬pishane hâtıralarını Mevkufiyet Hâtı¬raları adıyla yayımladı (1907). Kırım'da çıkan Tercüman gazetesinde çalışırken Üç Haziran Vak'a-i Müessifesi isimli eseri sebebiyle hakkında takibata geçil¬di. Bu sırada II. Meşrutiyet ilân edilince İstanbul'a hareket etti (Ekim 1908). Bir süre sonra Rusya ve Almanya'ya gitti, ancak umduklarını bulamadığı için tek¬rar İstanbul'a döndü (1910).
Akçura'nın İstanbul'daki çalışmaları¬nın başlıcalan, bu yıllarda faaliyete ge¬çen Türkçülükle ilgili derneklerin hemen hepsinin kurucuları içinde yer almasıdır. Bilhassa Türk Yurdu Cemiyeti'nin yayın organı olan ve 1911-1917 yılları arasın¬da müdürlüğünü yaptığı Türk Yurdu dergisindeki faaliyetleri dikkati çeker. Bu arada Harbiye'de, Medresetü'1-Vâizîn'de, İstanbul Darülfünunu ile Deniz Lisesi'nde öğretmenlik de yaptı; Rusya'daki Müslüman Türk-Tatar Halkları¬nı Koruma Komitesi üyesi sıfatıyla İs¬viçre'deki Milletler Konferansına katıl¬dı. 1917-1919 yılları arasında Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti murahhası ola¬rak Batı Avrupa ülkeleriyle Rusya'da bu¬lundu: 1919 yılı sonlarında İstanbul'da İngilizler tarafından tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra evlendi (1920) Millî Mücadele'ye katılmak üzere aynı yılın martında İstanbul'dan ayrılarak Ana¬dolu'ya geçti. Önce Maarif Vekâletinde, daha sonra da yedek kurmay yüzbaşı sıfatıyla Kâzım Karabekir'in karargâhın¬da çalıştı. Cumhuriyetin ilânından son ra Atatürk'ün yakın çevresinde yer aldı. Hariciye Vekâleti'ndeki görevinden son¬ra İstanbul mebusu olarak meclise gir¬di (1924) ve ölünceye kadar meclisteki yerini korudu. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nde çalıştı; 1932 yılında cemiyetin (Türk Tarih Kurumu) başkanlığına seçildi ve ömrünün sonuna kadar bu görevde kaldı. İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kuruluşunda Yakınçağ siyasî tarihi pro¬fesörü olarak İstanbul'a gitti (1934). 11 Mart 1935'te öldü ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.
Yusuf Akçura gençliğinde bilhassa am¬cası İbrahim Akçura'dan etkilenmiş, onun zengin kütüphanesi ile geniş çevresin¬den faydalanmıştır. Türk kültürü ve ta¬rihine dair eserlerle Avrupa'daki tahsi¬li sırasında elde ettiği bilgiler sayesin¬de siyasî ve fikrî sahada milliyetçiliği ve Türkçülüğü benimsemiştir. Genel ola¬rak Türk tarihi ve Türkçülük, Osmanlı tarihi ve Yakınçağ Avrupa tarihinin si¬yasî, sosyal ve ekonomik meseleleriyle ilgilenmiş, bu konularda pek çok maka¬leden başka Üç Tarz-ı Siyâset [206] Muasır Avrupa'da Siyasî ve İç¬timaî Fikirler ve Fikrî Cereyanlar [207] ve Siyâset ve İktisat Hak¬kında Birkaç Hitabe ve Makale [208] gibi kitaplarıyla görüşlerini or¬taya koymuştur. Bilhassa Üç Tarz-ı Siydsefteki düşünceleri ve daha sonra bu doğrultuda yazdıkları, onu “Pantür-kisf veya “Pantürkizmin babası” olarak tanıtmıştır. Türkçülük hakkındaki fikir¬leri, gençliğinde Rusya Türkleri arasın¬da yaşarken daha çok hissî ağırlıklı iken bir süre sonra Paris'te hoca ve arka¬daşlarının tesiriyle gelişip olgunlaşmış ve asıl hüviyetini orada kazanmıştır. Şerafeddin Mağmûmf nin tesiriyle Osmanlılık fikrinin sağlam dayanaktan mah¬rum bulunduğu, halk içindeki çeşitli ırk ve topluluklarla uzlaşma imkânı olmadı¬ğı, Türk milliyetçiliği dışında hiçbir kur¬tarıcı fikir bulunmadığı gibi düşüncele¬rin etkisi altında kaldı. Nitekim Paris'te Siyasî İlimler Okülu'ndan mezun olur-ken hazırladığı “Osmanlı Devleti Teşki¬lâtı Tarihi Üzerine Bir Deneme” adlı tezinde Jön Türkler'in uğrunda çalıştıkları bir Osmanlı milleti oluşturma hareketi¬nin neticesiz kalmaya mahkûm bir te¬şebbüs .olduğu, devleti kurtarmak için milliyetçilikten başka çıkar yol bulun¬madığı sonucuna vardı. Üç Tarz-ı Siyâset'te ise bu fikirlerini daha da gelişti¬rerek görüşlerinde haklı olduğunu ispat etmeye çalıştı. Ona göre Osmanlı Devleti'nin dağılmaması için Osmanlıcılık ve İslamcılık çıkar yol değildir. Eser yayım¬landığı zaman Ali Kemal ve Ahmed Ferid (Tek) tarafından ağır bir dille tenkit edildi. Bu eserin neşrinden çok sonrala¬rı yine Türkçülük görüşünden hareketle yazdığı Osmanlı tarihine ait tenkidi fi¬kirler dolayısıyla Osmanlıcılar'ın, Türk Yurdu nda neşrettiği “Cengiz Han” vb. yazılarıyla ise İslâmcılar'in şiddetli ten¬kidine uğradı. Alaycı ve eleştirici bir ka¬raktere sahip bulunan Akçura'nın fi¬kirleri “Cumhuriyet Türkiyesi'nin fikrî” kuruluşunda da etkili olmuş görünmek¬tedir.
Diğer önemli eserleri şunlardır: Ulûm ve Târih [209]; Öç Haziran Vak'a-i Müessifesi [210]; Eski Şûrâ-yı Ümmette Çıkan Maka¬lelerimden [211]; Osmanlı Saltanatı Müessesâtı Târihine Duir Bir Tecrübe [212]; Mevkufiyet Hâtıraları [213]; Rusya'daki Türk-Tatar Müslümanlarının Şimdiki Vaziyeti ve Emelleri [214]; Şark Meselesine Ait Târîh-i Si¬yâsî Notları [215]; Türk Yı¬lı 1928 [216]; Târîh-i Siyâsî Dersleri [217]; Os¬manlı Devletinin Dağılma Devri [218]; Ta Kendim yahut Defter-i Amalim