« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Eki

2015

Faşizmin ayak sesleri

Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970

Ahmet Hakan saldırıya uğradı. Bu olaya “Birkaç çapulcunun işi” süsü vermeye çalışanlar çıkabilir. Muhtemelen AK Parti’den de kınamalar gelecektir. Ama tablo meydanda. Gelişmelerin sorumlusu, sürekli “nefret dilini” kullanan Tayyip Erdoğan, havuz medyası ve AK Parti’nin kurduğu AKTroller örgütüdür.

Cumhurbaşkanı bağırıp çağırınca, bu öfke dalga dalga tabana yansıyor ve meselâ Mehmet Metiner çıkıp şöyle konuşabiliyor: “Aydın Doğan kimi kandırıyor? Edep sınırlarını aşıyor. Haddini bilecek Aydın Doğan. Onun tırnaklarını da, dişlerini de sökmesini biliriz. Haddini bilecek. Saygılı olacak, edepli olacak.”

Ya da Abdurrahim Boynukalın Hürriyet Gazetesi’ni basıyor, yanındakiler ana avrat sövüyor; ağza alınmayacak küfürler ediyor. Bu olaydan sonra Boynukalın’ın bir “dost” meclisinde söylediklerine bakın: “Ahmet Hakan'ın damağı filan düşmüş sinirden. Acayip korkaktır Ahmet Hakan. Ben bugün Nişantaşı'nda evinin önüne gitmeyi düşünüyordum. Gidecektim böyle bekleyecektim ‘Gel bakalım buraya’ filan diye. İkinci şeyde de aynı şekilde. Sedat Ergin terliyor, merliyor. Bunlar dayak yememişler hiç. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş. Dayak yeselerdi...”

En ufak bir pişmanlık emaresi yok. Üstelik AK Parti de bu milletvekilinden hesap sormadı.

Havuz medyasının şeyleri, “terörist” diye Ahmet Hakan ile Aydın Doğan’ı hedef göstermedi mi? Köşe yazarları, en ağır hakaretleri, tehditleri savurmadı mı?

Hatta küçük tetikçi işi ölüm tehdidine kadar vardırdı: “7 Haziran seçimleri öncesi PKK’nın baş propagandisti Ahmet Hakan’dı. Bunu bilmeyen yok. Türk milleti Coşkun’un tüm ihanetlerini kaydetti ve elbette bedelini ağır ödetecek. Şizofreni hastaları gibi hâlâ kendini Hürriyet’in Türkiye’yi yönettiği günlerde zannediyorsun. İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hâlâ hayatta kalabiliyorsun.”

Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesi, halkı birbirine karşı kin ve düşmanlığa sevk etmeyi yasaklıyor. Halkı bir ya da birkaç kişiden veya bir gruptan böylesine nefret etmeye doğru yönlendirirseniz, hadiselerin nasıl gelişeceği belli olmaz. Allah korusun Hakan’ın canına da kıyabilirlerdi. Ve bu insanlar kendilerini gene “davaya hizmet ediyor” sanırdı.

Zaten faşizm böyle bir şey. Şiddet, fiilen, baştakilerin açık talimatıyla kullanılabilir ya da nefret söylemiyle öfke, halka aktarılır; onlar eyleme sürüklenir. Baskıyla, sindirerek, yıldırarak, giderek suskun bir Türkiye yaratılır. Bunu ancak seçimle gelen iktidarlar yapabilir. Bu yüzden “Seçimle geldik” mazereti geçerli değildir. Zaten demokrasilerde seçimin dışında hiçbir sivil yönetim iktidara gelemez. Devlet idaresini ele aldıktan sonra hukuk tanımazsanız, yasama ve yargıyı ele geçirerek, bu organların mutlak egemeni olursanız, medyanın büyük bir bölümünü kontrol ederseniz, İttihat Terakki döneminde olduğu gibi “Yok kanun, yap kanun” derseniz, hiç kimse Türkiye’ye artık “demokrasi” gözüyle bakmaz. Dikta rejiminin hüküm sürdüğü, boynu bükük bir ülkeye dönüşürüz. Dönüştük de.

Dink cinayeti ve Cemaat

Hürriyet’ten Toygun Atilla, “Hrant Dink cinayetinde sırlar çözülüyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Haberde, farklı görüşlere yer verilmiş olmakla birlikte, cinayeti Cemaat’le ilişkilendirecek bir üslûp mevcut. Nitekim iktidara yakın yayın mecraları, Toygun Atilla’nın yazısını “Hrant Dink cinayetinde delilleri Cemaatçi polisler saklamış” başlığıyla okurlarına aktardı. Önceki bir tarihte, eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Ramazan Akyürek ile Ali Fuat Yılmazer’in, Dink cinayetinin sorumlusu olduğunu ileri sürmüştü. Uzun’un iddiasına göre cinayet, Ali Fuat Yılmazer’in İstanbul İstihbaratı’nın başına gelmesi için işlenmiş, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in görevden alınmasıyla birlikte, Yılmazer’in İstanbul’a tayininin çıkması mümkün olmuştu. Bir başka ifadeyle, Cemaatçi polisler cinayete yol vermişlerdi. Havuz medyası iddiayı takviye eder mahiyette birçok yayın yaptı:

Sabah: “Paralel gizlemese Hrant ölmezdi.”

Star: “Dink cinayetine paralel sümen altı.”

Sanırsınız, İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne Yılmazer’i tayin eden Pensilvanya’daki Fethullah Gülen!
Bu tezde o kadar büyük boşluklar var ki:

1) Hrant Dink suikastında dönemin İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve arkadaşlarının, genelde İstanbul Emniyeti’nin büyük sorumluluğu var. Trabzon’dan gelen ihbara rağmen, Koruma Komisyonu’na talepte bulunmuyorlar; Hrant’a koruma vermiyorlar. Cinayetin azmettiricisi Yasin Hayal’in, amcası Osman’ın yanına geleceği ihbarı alınmış olmasına rağmen, ikamet bölgesinde bir araştırma yaptırmıyorlar ama cinayet işlendikten sonra yapılmış gibi rapor tanzim ediyorlar; Yasin Hayal’in ve amcasının telefonlarının teknik takibi yoluna da gidilmiyor. Eğer bunca ihmal olmasaydı, Ahmet İlhan Güler görevinden alınıp nasıl Ali Fuat Yılmazer onun yerine atanacaktı?

2) Bu atamayı, eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu (ANAP kökenli) yaptı. Talimatı Fethullah Gülen’den mi aldı? Ali Fuat Yılmazer’in İstanbul’a getirilmesinin sebebi, C Şubesi’ndeyken gösterdiği başarılardı. Özellikle Ergenekon’a çıkan yolun başlangıcı olan Danıştay cinayetinin aydınlatılmasında önemli bir rolü olmuştu. Herkes “İrtica hortladı” yaygarasını koparıp, Akit’i hedef gösterirken Yılmazer, Ulusalcı Kemalist yapı içindeki bağlantıları kurmuş, Alparslan Arslan ile Muzaffer Tekin ilişkisini tespit etmişti. Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasında etkili olabilir diye İstanbul’a gönderildi. Zira Ahmet İlhan Güler’in pasif tutumundan şikâyet vardı.

İnternete yansıyan haberlerde, “Delilleri Cemaatçi polisler sakladı” deniliyor. Oysa Toygun Atilla’nın haberinde Ali Fuat Yılmazer’in ne dediği ortada. Savcıya verdiği ifadesinde, Yılmazer tavrını şu şekilde izah etmiş: “Erhan Tuncel’e polis istihbarat elemanı diye sahip çıkmayın dedim. Zira bizimle elemanlık ilişkisi çoktan kesilmiş. Bize gelişmeleri doğru aktarmamış. Cinayetle ilgili son gelişmelerden bilgisi olmasına rağmen bunları bizden gizlemiş bir insanın elemanlığından söz edilemez. Kaldı ki cinayete karışmış, suça bulaşmış bir insanın, temize çıkartılması apaçık bir suçtur. Hukuken gereği neyse o yapılsın.”

Erhan Tuncel’in, daha sonra “polisin haber elemanı” gerekçesiyle salıverildiğini hatırlarsak, belki o zaman Ali Fuat Yılmazer’in düşüncesini daha iyi anlayabiliriz. Belli ki, Erhan Tuncel’e “Bizim elemanımız” diye sahip çıkıp, yargılanmasını engellemek isteyenlere mâni olmaya çalışıyordu.

Halbuki MİT’in uygulamaları suça bulaşmış dahi olsa elemanlarını koruyup kollama istikametinde. KCK içine yerleştirdiği, suçu sabit olmuş birçok muhbirin serbest kalmasını sağlamadı mı? “7 Şubat darbesi” dedikleri hadise de bundan ibaret. Savcı Sadrettin Sarıkaya, bir otobüse atılan molotofkokteylinde hayatını kaybeden Serap da dahil, diğer eylemlere karışan veya yardımcı olan çok sayıda MİT elemanının teşkilât tarafından yasal bir zeminde kullanılıp kullanılmadığını öğrenmek istemiş ama “casus” ve “darbeci” ilân edilerek dosyadan el çektirilmiştir.

TIR’la yurtdışına silâh kaçıran MİT elemanları da aynı şekilde korunup kollandı. Takibini yapan savcılar ise cezaevinde.

Özetle ifade etmek gerekirse Yılmazer, delil saklamayı değil aksine yargıdan kaçırılmak istenen Erhan Tuncel hakkında gereğinin yapılmasını arzu ediyordu.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,56 M - Bugn : 42173

ulkucudunya@ulkucudunya.com