« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Ara

2017

ÖRNEK BİR İLİM ADAMI MUHAMMED HAMÎDULLAH

Rabia Yanar 01 Ocak 1970

A. Giriş: Hayatı ve İlmî Geçmişi

Modern dönemin çok yönlü ilmî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere İslâm toplumu, yaşam tarzı, dünya görüşü, ilimlere bütüncül bakışı açısından İslâm bilimi araştırmalarında örnek alabileceği, İslâm âlimlerine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı karşılamak üzere yaklaşık bir asır ömür sürmüş, muhtelif çalışmaları, araştırma yöntemi ve ulaştığı sonuçları itibariyle vefatından önce de sonra da adından sıkça söz ettiren, XX. yüzyılın tanıklarından biri olan, derin ve kapsamlı araştırmalarıyla ‘XX. yüzyılın Taberî’si’[1] diye tavsif edilen modernlik ve geleneğin bir kompozisyonu olarak görülebilen çağdaş İslâm âlimi Muhammed Hamîdullah ilmî kişiliği ve yaşayış tarzıyla karşımıza çıkmaktadır.

Hindistan’ın Haydarâbad şehrinde 1908 Ocağında doğan çok yönlü bir ilim adamı olan Muhammed Hamîdullah hiç şüphesiz ilim sevdasını, ilme ve araştırmaya olan merakını ilk olarak yüksek ilmî birikime sahip ailesinden, daha sonra klasik ve modern eğitim kurumlarında görmüş olduğu tahsilinden alır.

Ailesinin, içerisinde pek çok sayıda yazma eseri muhafaza ettikleri özel bir kütüphanesinin bulunması, Hamîdullah’taki yazma eserlere düşkünlüğün ailesinden ileri geldiğini gösterir.[2]

Hamîdullah, Doğu ve Batı bilgisinin temelini, lisans ve yüksek lisans eğitimini gördüğü Osmaniye Üniversitesi’nden almış, doktora çalışması için Almanya’ya gitmiştir. Doktora teziyle ilgili olarak Avrupa ve Kuzey Afrika kütüphanelerinde yazma eserler ve özellikle Fransız Şarkiyatçısı M. Gaudefroy-Demombynes’in yanında İslâm’ın ilk dönemine ait siyasi belgeler üzerinde çalışmıştır.

Hukuk tahsili görmüş olmasına rağmen Hamîdullah çok geniş bir ilgi alanına sahiptir. Ona belli bir ilim alanı tahsis etmek ve sadece o çerçevede değerlendirmek, onu eksik bir şekilde anlatmaktır. Çünkü o İslâm tarihi, hadis, tefsir gibi İslâmî ilimlerde araştırmalar yapmış ve eserler ortaya koymuştur. Bu çalışmalarını yaparken günümüz sosyal bilimlerinin sunduğu imkânları da kullanmış, ilimler arası duvarların yıkılması hususunda önemli rol oynamıştır. Ona göre, ilimler arasında bir kopukluk olmamalı, ilimlerin uyumlu birlikteliği sağlanmalıdır. İlimler bir bütünlük içinde ele alınmalı ve bu bütünlük içerisinde anlatılmalıdır.[3] O bizzat bu düşüncesini akademik faaliyetlerinde de pratiğe dökmüş, ideal bir İslâm araştırmacısında olması gereken bütüncüllük anlayışını canlı bir örnek olarak ortaya koymuştur.

Araştırma yapmak üzere Fransa’ya gittiğinde İngilizlerin Haydarâbad’ı işgalini protesto eden yazılar yazmış ve İngilizlerin baskısıyla Hint hükümeti pasaportunu iptal etmiştir. Bu nedenle Paris’te heimatlos/vatansız statüsünde yaşamak zorunda kalmıştır.[4]

Hamîdullah, Doğu ve Batı dillerinden olmak üzere onu aşkın dili, eser verebilecek seviyede bilmektedir. 1924 yılında başlayıp yaklaşık yarım asırdan fazla devam eden yayın hayatına kırka yakın eser ve yedi yüzden fazla makale sığdırmıştır. Bunların bir kısmı telif eser bir kısmı da tercümedir.[5] Yirmi beş yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Yüksek İslâm Enstitüsü’nde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. Onun derslerini takip edip daha sonra İslâmî ilimlerde akademik çalışma yapanlar arasında Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Suat Yıldırım, Yusuf Ziya Kavakçı ve İhsan Süreyya Sırma da bulunmaktadır.[6]

Hamîdullah, çalışmaları için önem arz eden İslâmî el yazmalarını barındırması ve İstanbul’da tanışıp, meclisinde bulunduğu müteahhir âlimler dolayısıyla Türkiye’ye ayrı bir muhabbet beslemiş ve bu muhabbetini “Bu kardeş ülke benim ikinci ilim yurdum olmuştur.” diyerek ifade etmiştir.[7]

B. Hamîdullah’ın Kişiliği

Hamîdullah, ilmî kişiliğinin yanında yaşantısı ile de örnek alınacak, ender İslâm âlimlerinden biridir. Mütevazı bir kişiliğe sahiptir. Kılletü’t-teâm, kılletü’l-menâm ve kılletü’l-kelâm düsturu ile hareket etmiş, zamanının çoğunu ilmî çalışmalara adamıştır. İslâm dünyası için son derece önemli çalışmaları miras bırakması, tüm uğraşısını ilme hasretmiş olması, haftanın günlerini ve günün her saatini planlayıp, bu plana harfiyen riayet etmesi sebebiyledir..

Son derece sade bir hayat yaşayan Hamîdullah, kendisini çalışmalarından alıkoyacak her türlü faktörden uzak tutmuş, ancak haftanın bir gününü İslâm’a yeni giren veya girmek isteyenlere İslâm’ı tanıtmak, talebeleri ile sohbet halkaları oluşturmak, onlara bilgi ve tecrübelerini aktarmak için tahsis etmiştir.

Alçak gönüllü ve nezaket sahibi Hamîdullah, mektuplarında da kibar bir üslup kullanmıştır. Karşı taraf kendisine hangi dille mektup yazmışsa, o dilde cevap yazmıştır.

Ömrünün büyük bir kısmını Batı’da geçirmesi, müsteşriklerle çalışması, çalışmalarında aklı öne çıkarması ve bu nedenle eserlerinde doğrudan mucizelere yer vermeyip, onları reddeder tarzda gözükmesi sebebi ile bazı çevreler tarafından oldukça ciddi ithamlara maruz kamlaştır. Kendisine bir müsteşrik gibi muamele edilmesine rağmen Hamîdullah, edindiği birikim ve tecrübe sayesinde kendisini eleştirenlere son derece iyi niyetle yaklaşmış, serinkanlı ve ilmî cevaplar vermiş, kendisini eleştirenlerin üslubunu hiç takınmamış, bunları “yanlış anlaşılmalardan kaynaklanan tenkitler” olarak görmüştür. Bu tutumun bir gereği olarak öğrencilerine “İnanlara karşı kalbimize kin koyma”[8] ayetini hatırlatarak, hatalı da olsa bir mü’mine karşı nasıl davranmaları gerektiğini öğütlemiştir. İşte bütün bunlar, O’nun ilmî nezaketinin bir göstergesidir.

Mezun olup kendisinden ilmî hayatlarında düstur edinecekleri bir öğüt isteyen öğrencilerine tavsiyesi “Ne olursanız olun, olduğunuz şeyin en iyisi olun.” şeklindedir.[9]

C. Muhammed Hamîdullah ve İlmî Metodu

Hamîdullah, gerçeğe uygun bir ilk dönem tasavvuru için İslâmî ya da İslâmî olmayan kaynaklı tüm malzemeyi kullanmıştır.[10] Aynı zamanda bir tarihçinin tarihî vesika olarak sayabileceği yazılı ve yazısız (papirüsler, taş üzerindeki kitabeler, Hz. Peygamber’e isnat edilen mektuplar, dirhem ve dinar gibi paralar, folklorik kalıntılar, arkeolojik kazılar…) her türlü buluntuyu kaynak kabul etmiştir.[11] Diğer ilimlerle ilgili pek çok çalışmasında da tarihî metodu kullanmıştır.

Hamîdullah yüksek lisans çalışması süresince yedi farklı ülkeye[12] ilmî seyahatlerde bulunmuş ve buralardaki kütüphanelerde bulunan el yazmaları üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu da onun, eserlerinde ilk kaynağa ulaşma konusunda ne kadar meraklı ve kararlı olduğunu gösterir. Çalışmaları için hep el yazmalarına sahip kütüphaneleri olan ülkelere rıhlelerde bulunması ve kütüphanelerin altını üstüne getirmesi sebebiyle Araplar kendisini “Halede fi’l mektebe/Kütüphanelerin Köstebeği” diye isimlendirmiştir.[13]

Ayrıca Hamîdullah ilk kaynağa ulaşmaya önem verdiği gibi olayların vuku bulduğu rivayet edilen mekânları da bizzat yerinde incelemeye, yerel kültürün kaynaklarından ve bölge sakinlerinin gözlemlerinden istifade etmeye ve daha sonra kendi değerlendirme ve yorumlarını ortaya koymaya önem vermiş, böylece şahsî gözlem metodunu geliştirmiştir. Bu anlayışını, bütün belgelerin yararlı olduğu ancak hiç bir şeyin kişisel gözlemin yerini tutmadığı şeklinde ifade etmiştir.[14]

Hamîdullah’ın kaleme aldığı eserlerde göze çarpan bir diğer özellik de akılcı ve gerçekçi bir tutum izlemesidir. Kendisi bir hukukçu olarak aklın verileriyle ispatlanamayan bilgiye itimat etmediğinden, o bilgiyi eserlerinde kullanmaktan kaçınmıştır. Birbiriyle çelişen iki veriyle karşılaştığı zaman, aklına müracaat etmiş, toplumun gerçeklerine ve ihtiyaçlarına aykırı olsa da mantığının doğruladığı bilgiyi kabul etmiştir. Böylece orijinal tespitlerde bulunmuş ve müphemleri ortadan kaldırmıştır. Mitolojik bir anlatım yerine günümüz insanının daha kolay anlayıp kavrayabileceği hayalci olmayan, gerçekçi bir anlatımı tercih etmiştir. O, eserlerinde kuru bir akılcılığın peşine düşmemiş, eserlerini yazma amacına ve zihnindeki Peygamber tasavvuruna uygun olarak verilerin taklit edilebilirliği hususunda aklını tam bir Müslüman gibi kullanmış, akıl ve samimiyeti birlikte uyum içinde sunmayı başarmıştır.

Yaşamış olduğu çevre gereği onun üslubu, pek çok Müslüman müelliften farklıdır. Her ne kadar Fransız entelektüel kesime hitap ettiği söylense de onun hedef kitlesi orta seviyedeki kesimdir. Bu nedenle o eserlerini herkesin anlayabileceği şekilde sade ve anlaşılır bir dilde yazmıştır. “ ‘Mutlak kötü insan’ gibi ‘mutlak iyi insan’, beşer toplumunda ancak nadir istisnalardır ve ekseriyet ‘vasat insan’ tabakasında toplanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisini, insanlar arasındaki ‘melek’ tabiatlılarla sınırlandırmamıştır: O’nun tebliği esas itibariyle insanlığın büyük ekseriyetiyle teşkil eden vasat, ortalama insana hitap etmektedir…”[15] sözleriyle bu tutumunda üsve-i hasene (en güzel numûme) olan Peygamber Efendimiz’i örnek aldığını ifade etmiştir.

Muhammed Hamîdullah eserlerinde konuya bütüncül yaklaşmış, her alanın yöntem ve bilgisini kullanmaya özen göstermiştir. İslâm ilimleri kendi içinde bir bütündür. Bu nedenle bir alanda yürütülmekte olan bir çalışma diğer alanlarla desteklenmemiş ise eksik kalır. Uzmanlaşmanın çok yaygın olduğu Batı’da çalışmalarını sürdürmesine rağmen, bütüncüllük prensibini bozacak olan uzmanlaşmadan uzak durmuştur.[16]

Hamîdullah’ın bütüncüllük anlayışı sadece ilimler arası kuşatıcılığı değil, aynı zamanda gelenek ile modernizmin birlikteliğini içerir. Ona göre eski ile yeninin mukayeseli bir etüdü yapılmalı, böylece mazi ile istikbal arasında kurulması istenen köprü inşa edilmeli ve cemiyetin selameti eski ile yeninin cem’ edilmesinde aranmalıdır.[17] Onun bu yaklaşımı diğer ilim adamlarına da örnek olmuştur.

Hamîdullah, çalışmalarında sadece tarihi bilgileri aktarmakla kalmamış, olayların gerçek sebeplerini araştırmaya ve bunların sonuçlarını göstermeye gayret etmiş, yani eserlerinde sebep-sonuç ilişkisini gözetmiştir.[18]

Kaleme aldığı eserleri rafa kaldırmayıp üzerinde araştırmalarını sürdüren Hamîdullah, bulduğu her yeni veriyi kitabının yeni baskısına eklemiş, eserleri üzerinde gerekli düzeltmeleri yapmıştır. Bu nedenle aynı eserin son baskısı öncekilerden daha ihatalı, dili daha anlaşılırdır. Yani eserleri statik değil dinamiktir.

Hamîdullah yeterince bilgi edinmediği noktalarda kesin ifadeler kullanmaktan kaçınmış, son derece ihtiyatlı davranmıştır. Vardığı sonuç lehte ya da aleyhte de olsa her delili gün yüzüne çıkarmış, eserlerini bunlara göre düzenlemiş, eğer bir hata varsa düzeltmekten çekinmemiştir. Çünkü tek doğrunun kendisi olmadığının, bilakis şahsının da yanılabileceğinin bilincindedir.

Hamîdullah çalışmalarını önce makale formunda yazmış, daha sonra detaylandırıp kitap haline getirmiş ya da aynı konuyu ihtiva eden makaleleri bir araya getirip kitaplaştırmıştır.

Hamîdullah’a göre ilmin ve araştırmanın sınırı yoktur. O, temel kaynakların hemen hepsini okumuş, yeni karşılaştığı bilgileri ve ilgisini çeken yerleri fişlemiştir. Yani onun eserlerine malzeme toplarken kullandığı yöntemlerden biri de fişlemedir.[19]

D. Hadis ve Sünnete Bakışı

Çalışmalarının çoğunu Batı’da gerçekleştirmiş ilmî bir şahsiyet olan Hamîdullah, pek çok ilim adamından farklı olarak sünnetin fonksiyonelliği konusunda geleneksel bir tavır takınır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde kendisine itaatin ardından Resûlü’ne itaati emretmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber’in bir emri ile Allah (c.c.) Teâlâ’nın emri bağlayıcılık açısından eşittir. Sünnetin Kur’an karşısında tebyîn, tafsîl, tefsîr, takyîd, te’kîd, teşrî gibi fonksiyonları vardır. Bu nedenle sünnet olmadan kâmil bir Müslümanlık düşünülemez.

Hamîdullah’a göre Allah Teâlâ’nın Nebî’sine vahyi, sadece Kur’an’la sınırlı değildir. Kur’an’ın dâhiline girmeyen bir takım kutsî bilgiyi de O’na ilham etmiştir. Sünnetin dindeki bu konumunun farkında olan sahabe ve sonraki neslin, peygamberin ağzından çıkan sözleri, kayıt altına almaması ve onları gelecek nesle şifahen nakletmesi aklen mümkün değildir. Bu nedenle sahabe Allah Resûlü’nün ağzından çıkan sözleri ezberleyerek, mütâlaa ve müzakere ederek, kayıt altına alarak muhafaza etmiş, hem şifahî hem de kitâbî olarak gelecek nesillere rivayet etmiştir. Nitekim o asra ait bir takım sahîfeler ve el yazmaları keşfedilip gün yüzüne çıkartılmıştır. Bu sahîfelerden biri olan, Hamîdullah’ın eşsiz keşfi Sahîfe-i Hemmâm b. Münebbih, eleştirilerini hadisin kitabeti ve peygambere aidiyeti üzerinde yoğunlaştıran, özelde Goldziher’e, genelde tüm Batılı müsteşriklere cevap olur niteliktedir.

Hamîdullah, rivayetlerin ne sadece şifahî, ne de sadece kitâbî olarak nakledildiğini ifade eder. Ona göre hadisler tıpkı rivayete dayalı Kur’an gibi uygulama-ezber-yazı üçlüsü ile muhafaza edilmiş ve güvenilir olarak gelecek nesillere aktarılmıştır. Yani uygulama ve yazı hafızayı destekler niteliktedir.[20] Hadisin tedvini de yöntem açısından Kur’an ile benzerlik arz ettiğinden manen rivayet yaygın olmasaydı, sünnetin de sübûtu kat’i olurdu. Hadisin güvenirliliğini tespit için, kaynaklardaki bilgilerin mukayeseli tetkiki de, arz yöntemine benzer şekilde uygulanabilir bir yöntemdir. Hamîdullah’a göre bilgi, yer aldığı kaynaktan çok eldeki daha sağlam verilere uygun olup olmamakla anlam kazanır.[21]

İlk dönem muhaddisler, hadisleri belirli bir kronolojik sıradan mahrum bir şekilde topluyorlardı. Hangi konuyla ilgileniyorlarsa, o konuyla ilgili hadisler dikkatlerini çekiyor, buldukları hadisin sadece o kısmını alıyor, diğer kısmını önemsemiyorlardı. Oysaki hadislerin iyi bir şekilde değerlendirilmesi; hadis ve ayetin hangi olay bağlamında vârid olduğunu tespit için gerekli iyi bir tarih bilgisi ve aynı mevzu üzerinde birbirine zıt iki veriden en mühim unsuru seçebilmek için gerekli mantık bilgisi ile mümkündür.[22] Bu sebeple Hamîdullah, metot itibariyle ilimlere karşı bütüncül bakışını, hadislere karşı da uygulamıştır. Ona göre hadisçinin görevi, hadisleri tek tek ele alıp, sahih olup olmadıklarını tespit etmek ya da bir fıkıhçı gibi sadece istidlal için kullanmak değil, toplu halde göz önünde bulundurarak, sahih verilerden hareketle zihinlerde birbiri ile irtibatlı, gerçek bir ilk dönem tasavvuru geliştirmektir.

Hamîdullah’ın önemli keşiflerinden biri de Saîd b. Mansûr’un ‘Sünen’idir. Böyle önemli keşifler, sadece uzun ve yorucu bir çalışmanın ve araştırmanın ürünü değil, aynı zamanda ihlâslı ve sabırlı bir bekleyişin semeresidir. Çünkü Yüce Allah ihlâsla yapılan hiçbir ameli karşılıksız bırakmaz. Hamîdullah gibi yakînî iman sahibi bir araştırmacının da buna itimadı sonsuzdur.

Hamîdullah’ın üzerinde çalıştığı ve bitirmeden Azrail ile karşılaşmamak için dua ettiği, hadis alanında önemli çalışmalarından biri de Buhari’nin Fransızca çevirisini, Arapça aslı ile mukayese edip, hataları tesbit etmektir.[23]

Müsteşriklerce hazırlanan Concordance ihtimamlı bir çalışmanın ürünü olmayıp, bir takım kasıtlı eksiklikleri içermektedir. Bu nedenle Hamîdullah’ın bir tasavvuru da okuyucuları arasından, gerekli ehliyete sahip bir araştırmacının, basılmış ve basılamamış eserlerde, yer alan hadislerin tam indeksini çıkarması ve her bir hadis için fiş koleksiyonları meydana getirmesidir. Böylece araştırma yapmak kolaylaşacak, hadis ile ilgili birçok mesele halledilecek, hadislerin başı ve sonu arasındaki tutarlılık sağlanacak ve bu fiş koleksiyonları sayesinde, Siretü’n-nebî’nin coğrafyası hazırlanacak ve harita üzerinden sadece kasaba, dağ, deniz değil, belki de Hz. Peygamber zamanında adı geçen kabilelerin yaşadıkları yerleri görmek mümkün olacaktır.[24]

E. Sonuç

İlmî birikimini tek bir alana hasretmeyip, İslâm ilimlerinin her alanında kendisinden sonrakilere örnek olacak eserler bırakan Hamîdullah, ilmî çalışma metodu, ilimlere bakışı, çalışmalarındaki sabır ve kararlılığı, tarihin derinliklerinde saklı kalmış belgeleri keşif konusundaki merakı, araştırmalarında kılı kırk yaran titizliği, XX. yüzyılda yeniden ihya ettiği rıhleleri, mütevazı kişiliği, vefası, nezaketi ve tasavvufî yönüyle alanında uzmanlaşmış ilim adamlarına ve bu yolun yeni yolcuları biz genç nesle çok önemli bir modeldir.

İşaret edilen hususlar doğrultusunda, özellikle düşünce ve eğitim krizinin yaşandığı modernleşme dönemlerinde Türkiye’de dışarıdan gelen ve ülkemizin entelektüel birikimine katkısı bulunan kişiler arasına Muhammed Hamîdullah da girmiştir. O, İslâmî ilimlerin her bir alanında yazdığı eserleri ve makaleleri yanında verdiği konferanslarıyla da bu birikime, özellikle yeterli ilmî etütlerin bulunmadığı geçiş dönemlerinde çok önemli katkılar sağlamıştır. Bugün İslâmî ilimler sahasında söz sahibi olan pek çok kişi onun işaret edilen etkinlikleri sayesinde/vesîlesiyle dinî düşüncesini şekillendirerek, toplumun ihtiyaçlarını karşılama konusunda önemli sorumluluklar üstlenmiş ve üstlenmektedirler. Bu yöneyle Muhammed Hamîdullah’ı Türkiye’deki ilmî çalışmaların en önemli muharriklerinden birisi saymak da mümkündür.

——————————————————————————————————————————-



[1] Ramazan Altınay, ”Örnek Bir Çağdaş İslâm Bilimleri Araştırmacısı: Muhammed Hamîdullah” Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, 3, s. 263.

[2] Altınay, “Örnek bir Çağdaş İslâm Bilimleri Araştırmacısı: Muhammed Hamîdullah”, s. 264.

[3] Muhammed Hamîdullah, “Usul al-fıqh’ın Tarihi” (çev. Fuat Sezgin), İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, II, sayı 1, 1956–1957, İstanbul 1957, s. 2–4.

[4] İsmail Yakıt, “Tanıdığım Çağdaş Bir İslâm Düşünürü ve Türk Dostu: Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah”, Türk Yurdu, XXIII/192(2003), s. 44.

[5] Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi (çev. Salih Tuğ), II, s. 1159–1169 (Prof. Dr. Salih Tuğ’un ilavesi).

[6] M. Kamil Yaşaroğlu, “Muhammed Hamîdullah’ın Hayatı ve Eserleri”, Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleri ile Muhammed Hamîdullah, Kasım, 2005, s. 44–45.

[7] İsmail Kara, “Dini Düşünce Tarihimiz Açısından Hamîdullah’ın Eserlerinin Türkçeye/Türkiye’ye İntikali ve Tesirleri”, Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleri ile Muhammed Hamîdullah, Kasım 2005, s. 74.

[8] el-Haşr 59/10.

[9] Yakıt, “Tanıdığım Çağdaş Bir İslâm Düşünürü ve Türk Dostu: Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah” Türk Yurdu, XXIII/192(2003), s. 44–48; Salih Tuğ, A. Osman Koçkuzu, Mustafa Fayda, Şerafettin Gölcük, Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, “Hatıralarla Hamîdullah”, Hayatı, Kişiliği ve Düşünceleri ili Muhammed Hamîdullah, Kasım, 2005, s. 224–258.

[10] İbrahim Hatiboğlu, “Bir İslâm Araştırmacısı ve Hadisçi olarak Muhammed Hamîdullah”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleri ile Muhammed Hamîdullah Sempozyumu, Kasım 2005, s. 128.

[11] Muhammed Hamîdullah, “Hz. Peygamber Devrinde Kitabet Sanatı”, İslâm Medeniyeti, III, sayı 1, 20 Ekim 1972, s. 10.

[12] “İslâm Devletler hukuku üzerine bir mastır çalışması aldı ve bunun malzemelerini sağlamak üzere, otuzlu yıllarda, Mekke, Medine, Sana, Şam, Kudüs, Kahire ve İstanbul kütüphanelerinde araştırmalarda bulundu.” Ramazan Altınay “Örnek Bir Çağdaş İslâm Bilimleri Araştırmacısı: Muhammed Hamîdullah”, sayı 3, yıl 2000, s. 264.

[13] Altınay, “Örnek bir Çağdaş İslâm Bilimleri Araştırmacısı: Muhammed Hamîdullah”, s. 267.

[14] Adem Apak, “Bir Siyer Alimi olarak Muhammed Hamîdullah”, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleri ile Muhammed Hamîdullah Sempozyumu, Kasım 2005, s. 187–189.

[15] Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, s. 5.

[16] Altınay, “Örnek Bir Çağdaş İslâm Bilimleri Araştırmacısı: Muhammed Hamîdullah”, s. 268.

[17] Muhammed Hamîdullah, “Usûl al-fıqh’ın Tarihi”, (çev. Fuat Sezgin) İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, II, sayı 1, İstanbul 1957, s. 17–18.

[18] Salih Tuğ-M. Kamil Yaşaroğlu, “Muhammed Hamîdullah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Ankara, 2005, XXX, s. 535.

[19] Yakıt, “Tanıdığım Çağdaş Bir İslâm Düşünürü ve Türk Dostu Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah”, Türk Yurdu, XXIII, 192(2003) s. 45–46.

[20] Hatiboğlu, “Bir İslâm Araştırmacısı ve Hadisçi olarak Muhammed Hamîdullah”, s. 131.

[21] Hatiboğlu, “Bir İslâm Araştırmacısı ve Hadisçi olarak Muhammed Hamîdullah”, s. 130.

[22] Muhammed Hamîdullah, “Usûl al-fıqh’ın Tarihi” (çev. Fuat Sezgin), İslâm Tetkikleri Enstitüsü, Dergisi, II, sayı 1, İstanbul 1957, s. 4.

[23] Yakıt, “Tanıdığım Çağdaş Bir İslâm Düşünürü ve Türk Dostu Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah”, Türk Yurdu, XXIII, 192(2003) s. 46.

[24] Muhammed Hamîdullah, Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahîfe-i Hemmâm ibn Münebbih, (çev. Kemal Kuşçu) 2004, s. 13.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,81 M - Bugn : 9463

ulkucudunya@ulkucudunya.com