« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Haz

2018

Meslekdaşım Cemil Meriç

Dücane Cündioğlu 01 Ocak 1970

Paris'in fevkalâde soğuk geçen 2005-2006 kışında kapanıp kaldığım 15-20 m2'lik küçük stüdyoda, şayet oda arkadaşımınkütüphanesinde bulabildiğim birkaç Fransız romanıyla ısınmak durumunda kalmasaydım, BİR MABED BEKÇİSİ: CEMİLMERİÇ adlı kitap, hiç kuşkusuzyazılmış olmayacaktı.Mart 2006'da İstanbul'a döndüğümde, bilhassa Balzac'a ait ne kadar roman varsa teker teker kitapçılardan toplayıppeşisıra okumaya başlamıştım ki Balzac mütehassısı bir dostum, hemen şu ihtarda bulundu:

- "Balzac okuyacaksan, bari Cemil Meriç'in tercümelerinden oku!"

Dostumun, tavsiyesinin zorunlu bedeli olarak istifademe sunduğu tercümeleri kısa zamanda okumuş ve hiç beklemediğimbir süprizle karşılaşmıştım: dipnotlar...Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir dil ve çeviri sorunlarıylayakından ilgilenmiş, sayısız çeviri eleştirisi yazmış bir "dilsevdalısı",-söylemekten niçin utanayım-bir "dil delisi" olarak, meslekdaşım genç Meriç'in âdeta kutsal bir metniçevirircesine gösterdiği o muazzam titizlik ve dikkat karşısında büyülenmiş, takdir hislerimi nasıl ifade edeceğimi bilemezhâle gelmiştim: birkaç-sayfada-bir okurunu selâmlayan perestişkârâne açıklamalar... genç mütercimin kendi yetersizliğini
ifşa sadedinde yaptığı sevimli ve samimi itiraflar... ve Fransızca tabirleri kılı kırk yararak Türkçeleştirme azminin yol açtığısözde başarısızlıkların mahcubiyetiyle düşülmüş onlarca dipnot...

Önce Balzac, sonra Hugo çevirileri...

Kısacası, ilginç bir tesadüfler zincirinin sonunda Mütercim Cemil Meriç'i keşfetmiştim; sadece bendenizin değil,Türkiye'nin de meçhulü kalmış bir Cemil Meriç'ti bu. Çünkü şimdiye değin, bu çeviri ustasının tercümelerini ele alan,inceleyen bir tek makalecik bile yazılmamıştı. Nisan 2006'da Kültür Bakanlığı'nca yayımlanan "Cemil Meriç" kitabı (dahadoğrusu: albümü), sözkonusu ilgi ve bilgi fukaralığının en yetkin belgelerinden birini temsil etmek iddiasıyla okurunhuzuruna çıkınca, esasen üzerime vazife olmasa da Mütercim Cemil Meriç'e, Meriç okurları kadar Türkçe sevdalılarının dadikkatini çekmenin yararlı olacağını düşündüm. Ne var ki niyetimi gerçekleştirmeden önce, pek tabii ki kendisinin oyıllarda kaleme almış olduğunu bildiğim çeviri eleştirilerine de âcilen göz atmam gerekiyordu.Uzun ve yorucu yolculuk, gerçekte, bu adımla birlikte başlamış oldu. Meğer göz atılması gereken ne çok şey varmış!Taramaların alanı genişledikçe, kenardan köşeden günyüzü görmemiş yazılar, eleştiriler, eleştirilere verilmiş cevaplarçıkmaya başladı.Bu sefer Meriç'in yine hiç bilmediğim bir tarafını keşfetmiştim: Münekkid CemilMeriç. Lütfen müsaade ediniz de bir kez
daha keyfini çıkarayım: sadece bendenizin değil, Türkiye'nin de meçhulü kalmış bir Cemil Meriç'ti bu. Çünkü Meriç'inkimleri ve niçin eleştirdiği, nasıl eleştirdiği, bu eleştirilerin o yıllarda ve eleştiriye maruz kalanlarca nasıl karşılandığıhakkında bir tek, evet bir tek makalecik bile yayımlanmış değildi. Hâsılı, eldeki malzemeyi dikkatle gözden geçirincehemen hiç şüphem kalmadı: Cemil Meriç benim meslekdaşımdı.Mütercim Cemil Meriç'ten sonra, şimdi de Münekkid Cemil Meriç... Tam anlamıyla bir cangılın ortasına düşmüştüm. Veçaresiz, ne yapıp edip işin sonunu getirmek zorundaydım. "Şu makaleyi de görelim, şu derginin veya gazetenin filansayılarını da tarayalım" derken, kısa zamanda 40'a yakın dergi ve gazeteden toplanmış yüzlerce makaleden müteşekkilkoca bir kolleksiyon piramidi yükseliverdi masamın üzerinde...Meriç'in matbu telif ve tercümelerine ulaşmak da başka bir sorun olarak karşımda duruyordu; zira birer derleme olmalarısebebiyle eklemelere, çıkarmalara maruz kalmış bu kitapların ilk, daha doğrusu tüm baskılarını bulmak, tek tek hepsinikarşılaştırmak, hangi yazının daha önce nerede neşredildiğini ve daha sonra hangi baskıya dahil edilip hangi baskıdançıkarıldığını sabırla ve titizlikle tesbit etmek lâzım geliyordu. Sağolsunlar, sadık dostlarım ve vefakâr talebelerim, herzaman olduğu gibi yine imdadıma yetiştiler ve onların biraz da kerhen (!) verdikleri destek sayesinde bir-iki ay içerisindebütün baskıları biraraya getirmeyi başarabildim.Bu arada yayım tarihi itibariyle tüm makalelerini derleyip sıralamış olduğum devâsa Cemil Meriç Haritası da birkaçeksiğiyle tamamlanmış gibi görünüyordu.

Keşifler, fetihler hiç biter mi? Bitmiş görünür sadece, ve birgün bir yerlerden sessiz sedasız birkaç yazı daha başınıuzatıverir. Ne gam! 4-5 aylık çabaların neticesinde, iyi kötü koca bir külliyat ortaya çıkmış, toplanan yüzlerce makaleninyanında Meriç'in matbu kitapları bile neredeyse tüm ehemmiyetini kaybeder gibi olmuştu.Bir yandan Balzac ve Hugo dosyalarının eksiklerini ikmal ediyor, kenarda köşede kalmış küçük ayrıntıları bir arayagetiriyor, her geçen gün yeni ve farklı bilgilerle elimdekilerini karşılaştırarak bir sonuca varmaya çalışıyordum; diğeryandan, yolun başındayken müdahil olmayı pek düşünmediğim bazı konularla ilgilenmek zorunda kalıyordum.Herkes kadar benim de az çok bildiğim/tanıdığım fikir tarafı, Cemil Meriç'in, gerçekte, konuşmaktan, değerlendirmeyapmaktan en çok kaçındığım tarafıydı: Mütefekkir Cemil Meriç.Bir mütercim ve münekkid olarak takdir ettiğim bu fikir işçisinin tezatlarla dolu mütefekkir yönüne temas etmem halinde,fincancı katırlarını ürkütmek hadi bir yana, Meriç'ten, Meriç'in zengin ve çok yönlü dünyasından, hele hele o muhteşemTürkçesinden istifade eden/edecek olan genç okurlarını ister istemez hayal kırıklığına uğratmak gibi sevimsiz bir durumasebep olmak da sözkonusuydu. Çünkü bilinen, tanınan Meriç, 70'li, 80'li yılların Meriç'iydi. Bu Meriç hem yâra, hem ağyarahoş görünmek ihtiyacı hisseden, inişlerle-çıkışlarla dolu hâlet -i ruhiyesinin imkân verdiği nisbette itidali arayan, nadirende olsa sonunda bu itidali bulan bir Meriç'ti.Hâl böyleyken, bu süre içeri
sinde yayımladığım tedkiklerin tamamı Meriç'in münekkid ve mütercim yönüyle değil,mütefekkir yönüyle alâkalı yazılardan teşekkül etmiş oldu. Çünkü önce, 70'li, 80'li yılların Meriç'iyle ilgili kemikleşmişvahim kavrayışları silkeleyip sarsmak ve vıcık vıcık müdahane kokan yıllanmış gevezeliklerin bir an evvel son bulmasıamacıyla, çürüme emareleri gösteren bu yaraya hiç beklemeden neşter vurmak, bana, daha sağlıklı ve daha ahlâklı birtutum gibi görünmüştü.Yıllar önce benzer bir çalışma yapmış ve Bir Kur'an Şairi: Mehmed Akif (İstanbul, 2000) adıyla yayımlamıştım. Buncauğraşın içerisinde şimdi de Bir Mâbed Bekçisi: Cemil Meriç adıyla son bir monografi daha kaleme alıp neredeyse altı ayboyunca nefes almadan ve üstelik tenezzülen hazırladığım evrak-ı perişanımın, zaten can çekişmekte olan ilim-irfandünyamızın melül melül bakan o aşksız, şevksiz, heyecansız bakışlarıyla bir kez daha kirlenmesine izin vermeli miydim?

Tereddüd içindeydim, ve daha da kötüsü, ne dostlar, ne de ehibba cihetinden destek görüyordum. Mizacımı bilenler, elattığım bir konuyu yarım bırakmayacağımı da bildiklerinden, ister istemez vaktimi ziyan edeceğimden, uzun süredirhazırlıklarıyla meşgul olduğum-kendilerince malum-dosyaların rafa kalkacağından endişe ediyorlardı. Tamamen dehaksız sayılmazlardı. Çaresiz, kendimi ikna etmek için dostlarımı da ikna etmeye çalıştım. Sonuçta ben de, onlar da pekikna olmadı ama, yola düşmüştüm bir kere, bari yolda olsun düşmemeliydim.İlk yazılar günyüzüne çıkmaya başladıkça, çevremdeki tereddüt ve tedirginliklerin azalmaya başladığını farkettim; birkaçdostum yazılarımı yayımlanmadan önce okumak ve önerilerde bulunmak nezaketini gösterdiler.

Kadim Meriç okurları dasaha dışından konuşan bu davetsiz misafirin çalışmaları karşısındaki ilk tedirginliklerinden zaman içinde sıyrılıp iltifat veteşviklerinden bu fakiri mahrum etmediler.Her şey iyiye giderken yine de son bir monografi deyişim boşuna değil. Akif hakkında yazdığım monografi tam bir vazifehissiyle ve fevkalâde güç koşullarda kaleme alınmıştı; zira cehaletin ilim ve irfan hayatımıza bu denli acımasızca fermandinletiyor olmasından fevkalâde incinmiştim ve memleketimizin yetiştirdiği değerli bir insana atılan ucuz iftiralarkarşısında bile bile kulaklarımı tıkamaya gönlüm razı olmamıştı.

Hazırlıklarını deruhde ettiğim Meriç monografisi de-yukarıda kısaca izah ettiğim üzere bir tesadüfler zincirininsonucudur. Kendi aslî meşguliyetlerimi kısa bir süreliğine ertelemeyi göze aldıysam, bu, hayatta hiçbir tesadüfün anlamsızolmadığına inandığımdandır. Vazifelerimizi, zannedildiği gibi, tercihlerimiz değil, bilâkis tesadüfler belirler; belki garipgelecek ama, o tesadüfleri de sözümona tercihlerimiz tayin eder. (İtirazı ve dahî vakti olanlar varsa, hiç durmasınlar, tamda bu noktada seçmek ile seçilmek arasındaki o ince farkı soruşturmaya başlasınlar!)Evet, son bir monografi... Tercihlerim itibariyle değil, niyetlerim itibariyle son...

O halde:
Yâr için ağyara minnet ettiğim ta'n etmen
Bağıban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,04 M - Bugn : 32935

ulkucudunya@ulkucudunya.com