« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Ağu

2022

Ülke, insan, kumaş ve kapatılan bir gazete arşivi üzerine…

Murat Sevinç 01 Ocak 1970

Bugün faşizmi anlatan klasikleşmiş eserlerden alıntıların yer alacağı bir yazı vardı aklımda, sonraya bıraktım. İki gün önce okuduğum bir haber nedeniyle. Radikal’in dijital arşivi de kapatılmış. Bir-iki yerde konu edildi.

Aynı sorular üzerine düşünmenin yararına inanıyorum: Böyle bir parti, hangi niteliklere sahip bir toplumu yirmi küsur yıl yönetebilir? Bir partinin seçmeni, yandaşı şusu busu değil, milyonlarca insanı, toplum adı verilen kalabalığımızı kastediyorum. Nasıl insanlarız, ne yapıp ediyoruz ve ne düşünüyoruz biz, nasıl bir yer burası, her şey nasıl olabildi ve oluyor?


Bir parti seçmenini ya da irili ufaklı yurttaş kümelerini itham etmek işin kolay ve kestirme yanı. Hiçbir parti yalnızca aldığı oy sayesinde yönetmez, rıza üretmek zorunda, kendisine karşı olanın da asgari rızasını. Sened-i İttifak’tan bugüne, Osmanlı-Türk modernleşmesi başlığı altında anlatılan onca kurum ve tarihsel birikim, ne oldu da gözümüzün önünde bu hale getirilebildi? Güçlü olan yanında, güçsüz yanımız ve zaaflarımız hangileri?

Tarih, sınıf mücadelesi, sistemler, anayasalar, kurumlar, yerleşik gelenekler ve hâkim inanç, inanışlar… Bir araya geldiklerinde ortalama bir insan çıkarıyor ortaya, kendi koşullarının sonucu olan insanı. Değişmesi için, öncelikle o koşulların değişmesi gerekiyor. Bu nedenle, verili unsurlardan birini heybeden çıkarıp yerine diğerini koymak, örneğin yeni bir anayasayla başka bir hükümet sistemi benimsemek, hemen hiçbir zaman umulan sonucu doğurmuyor. Önce koşulların, ardından koşulların ürünü olan insanın ve insanlar arasında kurulan her düzeydeki ilişkinin göz önünde bulundurulması gerek.

Osmanlı-Türk modernleşmesinin iki yüz yıllık tarihinin ve eğitim gördüğümüz kurumların hem müfredatı hem de ideolojisinin bize öğrettiği, klasik/liberal demokrasilerin işleyişi, kurumları ve bizim o ‘muasır medeniyete’ ulaşma konusundaki azmimizin gerekliliği, oldu. Üzerine kütüphaneler dolusu çalışma yapılmış böyle bir konuda gevezeliğe gerek yok, karmakarışık tarihsel örüntü ve türlü mücadeleler sonucunda, imparatorluk bakiyesi bir cumhuriyette bazı konularda başarıya ulaşıldı, bazıları olmadı, bir de yarım yamalak tutan işler var. İnsan faktörü, burada, hem belirleyen hem belirlenen durumunda.

Şimdiki yaşımda ülke manzarasına baktığımda, yıllarca öğrendiğim ve anlattığım, mütemadiyen gelişen, ucu bucağı olmayan, varacağı yer bilinmeyen ve başına ‘gelişmiş’ sıfatını ekleyerek aktardığımız ‘demokratik siyasal sistemin’ Türkiye’de hiçbir zaman muadilleri ölçüsünde yerleşmeyeceğini düşünüyorum. Bu düşünce, umuttan, umutsuzluktan, geçici hezeyandan ya da ‘bizden bir şey olmaz’ zevzekliğinden kaynaklanmıyor tahmin edilebileceği gibi, toprağın ve insanın özgül sınırları var, yapılabileceğin sınırı.

Demokrasinin en ileri örnekleri gibi olmayacak burası ve bunu düşünüp moral bozmaya gerek yok. Önemli olan, o düzeyi hedef almak. Bir bakıma 1839 Tanzimat Fermanı’nın gerisine düşmüş, diğer yandan 2022’nin toplumsal hareketlerinin tüm canlılığıyla yaşandığı, karmaşık bir ülke burası. Önümüzdeki yıllarda da dört başı mamur bir demokrasinin kurulamayacağını, ancak şu ankinden çok daha iyi ve insanca yaşama ihtimalinin mümkün olduğunu düşünmek ve bunun için çaba harcamak, fena bir yol mu? Bilmiyorum, buna mukabil çok daha gerçekçi görünüyor.

Batı demokrasileri çok mu dertsiz, tasasız, nereden çıktı, olur mu hiç… Koskoca ABD demokrasisinde yetmiş küsur milyon seçmen Trump gibi birine oy verdi, bakın en gelişmişlerin haline, üç-beş göçmen kabul etmemek için atmayacakları takla yok, tüm demokrasiler ‘kendi ölçülerinde’ bir kriz yaşıyor, kapitalizmin krizi yönetim sistemlerini de çıkmaza soktu, ırkçılık yükseliyor. Ancak, işte o ‘farklı ölçü’ meselesi çok önemli. Doğru ABD’de Trump gibi feci bir tip az buz oy almadı ve taraftarları az kalsın Kongre’yi yakıp yıkacaktı, ancak olmadı, Trump gitti ve bir süredir o sistem, o akşam Kongre’ye saldıran ahalinin/destekçilerinin bir daha bunu aklına dahi getirmemesi için büyük ciddiyetle bir soruşturma yürütüyor. Ne zaman oluyor bu, Türkiye’de ‘darbe soruşturması raporu nereye kayboldu, eksik parçalar nerede,’ gibi zırvalar konuşulurken.

Gelelim Radikal’in kapatılan dijital arşivine…

Bir kez daha: Nasıl bir ülkede olur böyle bir şey, hangi toplumsal niteliklere sahip bir ülkenin, ne tip burjuvası yapar bunu? Gerçi, her ne kadar Luis Bunuel zamanında, ‘Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’ adlı filminde bu sınıfın nasıl süflileşebileceğini eşsiz güzellikte betimlemiş olsa da, diyelim bir gazete arşivini çöpe atacak kadar acayipleşmek, hakikaten nasıl bir iş, anlaması kolay değil ve bu anlaşılabildiği ölçüde Türkiye’nin geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine kafa yormak, belki biraz kolaylaşır.

Her durumda, üzerinde düşünülmesi gereken temel sorulardan birinin, ‘Nasıl yapılabildi?’ olduğu kanısındayım. Nasıl bu denli kolay olabildi, olabiliyor? Örneğin, çok insan ve siyasetçi tepki gösterse de, Gezi tutukluları şu anda cezaevinde. İkna edici tek bir delil olmadan, nasıl müebbet verilebildi, nasıl 18 yıla hükmedilebildi? Kaç gündür içerideler? Hangi iplikle dokunmuş bir toplumda bu denli kolay olur bu işler? Yıllardır, akıl almaz dediğimiz her şey, tüm adaletsizlikler gözümüzün önünde gerçekleşmedi mi, nasıl olabildi peki? Şimdi, hemen iki saat içinde, bu satırların yazarı dahil alternatif medyada yazan herkesi gözaltına alsalar, iki güne tutuklasalar ve üç-dört yıl bir iddianame dahi olmaksızın içeride tutsalar, ne olur? Muhtemelen hepiniz, ‘yapabilirler ve pek bir şey değişmez, yaprak kıpırdamaz ülkede,’ diyeceksiniz. Haklısınız.

Radikal ve Radikal 2, özellikle uzun AKP’li yılların siyasi-kültürel vs. tartışmasını da içeren hayli zengin bir kaynak. Beğenilir beğenilmez, ancak bir dönem kimin ne yazıp çizdiğini merak edip bu konularda çalışma yapacakların oraya bakmadan geçmesi mümkün değil. Özellikle Radikal 2’ye. Geçmişte başka yayın organlarının da başına geldi aynı şey, muhtemelen gelecekte de olur. Neden? Nasıl bir yerde, emek, nitelik ve hafıza bu denli önemsizdir? Nasıl bir toprağın yerlisi, iki gün önce ne olup bittiğiyle ilgilenme ihtiyacı hissetmez?

Kabul, bir gazetenin dijital arşivi kapatıldı diye insanlar çıkıp yürüyüş yapacak değil, buna mukabil olup biteni karikatürleştirmeye de gerek yok, mesele, bunun bu kadar kolay ve umursamazca yapılabiliyor oluşunda, memleket okumuşunun pek dert etmeyişinde, diğer açmazlarımızın nedenleri ile arşiv yok eden hoyratlık/hödüklük arasında bir bağ olmasında. Boşverin Radikal arşivini, daha eski ve köklü bir gazetenin başına da aynısı gelse, hatta bir gün birileri o gazeteleri alıp bir meydanda yaksa, ne kadar dert edilir?

Konudan biraz sapmayı göze alarak: Mülkiye kütüphanesinde (ki belli tarihler arasında çok zengindir) yer alan eski ve güncel gazete ve dergilerin, önemli günlere denk gelen sayfaları yoktur, doğranmıştır. Üstelik bir kısmının müsebbibinin, belgesel çalışması yapan adı sanı bilinen gazetecilerin yamakları olduğu da bilinir.

Hocam Cem Eroğul’un odasında ciltli ve eksiksiz YÖN sayıları vardı. Bir gün, herkesin yararlanabilmesi için kütüphaneye verdi (karşı çıkmıştım aslında ama hocanın kamuculuğu ağır bastı!). Bir yıl sonra raflara bakınca, çoğunun yırtıldığını ve sayfaların kesildiğini acı içinde fark ettik.

Böyle bir yer burası. Savcı yok mu savcı, bu kadar yolsuzluk nasıl olur, çeteciler birbiriyle yazışıyor, herkesin kaseti mi var… Ne bekleniyor, İskandinav demokrasisi ölçütleri mi? Okumuş insanların kütüphaneye falçata ile girip dergilerden sayfa kestiği bir yerde, hödük burjuvazi de gazete arşivini çöpe atar, atabilir.

İletişim’in faşizm klasikleri serisinden çıkan, Sebastian Haffner, ‘Bir Alman’ın Hikâyesi- Hatırladıklarım (1914-33)’ (çeviren Hulki Demirel) başlıklı kitabının bir yerinde, ‘Nasıl oldu da sıradan Almanlar bir tımarhanenin parçası haline geldi?’ sorusunun yanıtını ararken şunları söylüyor:

“Tarih bir düzine insan arasındaki satranç turnuvası mı? ‘…gerçekten kıymetiharbiyesi olan tarihi hadiseler biz isimsizler arasında vuku bulur ve önemli kararlar, yine biz isimsizlerin arasında, sıradan münferit şahısların sinesinde verilir… Siyaset sahnesinde dev dürbünlerle nafile aranan mücadele bugün en şahsi alanlarda vuku buluyor Almanya’da. Birisinin ne yediği ne içtiği, kime âşık olduğu, boş zamanlarında ne yaptığı, kimlerle sohbet ettiği, gülümsüyor ya da surat asıyor olması, ne okuduğu ya da evinin duvarlarına nasıl resimler astığı. Bugün Almanya’da siyasi mücadelenin yapılış şekli bu.”

‘Tüm bunlar nasıl olabiliyor?’ sorusunun yanıtı, ‘Biz nasıl insanlarız, neden böyle olduk ve ahalinin yaygın-ortak nitelikleri neler?’ soruları üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Son çeyrek yüzyılın tartışmalarını anlayabilmek için çok önemli bir kaynak gazetenin dijital arşivi kapatıldı, yarın, geriye kalan gazete ve dergilerin arşivleri de sahiplerince kapatılabilir, olabilir, olabiliyor çünkü. Sıkıntı yok!

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,86 M - Bugn : 33128

ulkucudunya@ulkucudunya.com