« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 May

2012

MEMDUH ŞEVKET ESENDAL'IN İLK ROMANI

01 Ocak 1970

MİRAS / Prof. Dr. Olcay ÖNERTOY
Miras, Cumhuriyet döneminin 1930-1940 yılları arası gerçekçi
yazarlarından biri olan Memduh Şevket Esendal'm kitap olarak yayım-
lanan üçüncü romanıdır. Ayaşlı İle Kiracıları (1934, 1983) ve Vassaf
Bey (1983) kitap olarak daha önce yayımlanmış olmakla birlikte Miras'-
ın, tefrika ediliş tarihine göre yazarın ilk romanı olduğu anlaşılıyor.
Ayaşlı İle Kiracıları ve Vassaf Bey'' de Cumhuriyet'in ilânından sonra
başkent olan Ankara'da yeni bir yaşama geçişe, kendi deyişiyle, "ayna
tutan" Esendal, bu romanında II. Abdülhamit dönemini veriyor. Ancak,
bu yıllardaki düşünce çatışmaları, yeni kurulan dernekler, yönetim
aleyhindeki çalışmalar gibi, İstanbul'daki çalkantılar ikinci plânda
kalıyor.
Romanda, İstanbul'un bir mahalle kurulacak büyüklükteki kona-
ğında yaşayan Silahtar Ali Paşa ailesindeki çözülme, miras yüzünden
aile bireyleri arasında ortaya çıkan düşmanlık verilmektedir. Ayrıca
eserde, o yıllardaki günlük yaşayıştan kesitler de buluyoruz.
Roman başlarken bu ailenin torunlarından biri olan Şefik Bey'i
tanıyoruz. Sadaret Evrak Mümeyyizi olan Şefik Bey, Faika Hanım'la
evlidir ve iki çocukları vardır. Ancak, Şefik Bey'in, eşini gittikçe küçüm-
semeye başlaması, para işlerinde hasis davranması, aralarını açmaya,
huzursuzluk yaratmaya başlamıştır. Bu huzursuzluklara karşın ay-
rılmayı, evlerini dağıtmayı düşünmezler. Silahtar Ali Paşa ailesinin
geçmişini Şefik Bey'den öğreniyoruz. Aileyi bir arada tutan büyük-
annedir.
"Büyük anası, bu Silahtar Ali Paşa'nın gelini Defterdar Halil
Efendi'nin kızı imiş. Pek çocukluk hatıratı içinde onun şal hırkasını,
bağdaş kurup setli odamn köşesinde oturduğunu, dirseğini dizine
dayayıp çubuk içtiğini, başında fesini, dökme püskülünü, daha üstüne
1 Meslek Gazetesi, S. 1-38, 15 Aralık 1924-1 Eylül 1925;Memduh Şevket Esendal, Bütün
Eserleri 13, Bilgi Yayınevi, Ankara 1988.
her sabah ihtimam ile bağlanan oyalı dildadesini hatırlıyordu. Kendisi
ufak tefek bir hanımdı. Kocasından, babasından kalan bütün servet,
hanlar, hamamlar, çiftlikler, dükkanlar, her ne varsa bu hanımın üze-
rindeydi. Kâhyasını çağırıp emirler verir ve bütün mallarını, bütün
konağın işlerini kendisi idare eder. Kızarsa bağırır ve konakta herkes
onu hiddetlendirmekten korkardı."2
Görüldüğü gibi büyükanne tam bir Osmanlı kadınıdır. Genellikle
büyük ailelerde olduğu gibi büyükannenin ölümüyle ailede dağılma
başlar. Miras davaları ortaya çıkar. Bir arada yaşayan dört kardeş,
önce dairelerini ayırırlar. Daha sonra da konaktan ayrılmaya başlarlar.
Şefik Bey'in babasının ölmesi, iki kız kardeşinin evlenip ayrılmasından
sonra, konakta yalnızca Şefik Bey, ağabeyi ve annesi kalırlar. Gittikçe
yıkılan konağa en son Rus istilası ve Balkan bozgunu sırasında, Rus
ordusunun önüne katıp sürüklediği göçmenlerden sığabilenler yerleş-
tirilir. Göçmenler, konağın daha da yıkılmasına neden olurlar. Bu
durumda Şefik Bey'le annesi de konaktan çıkmak zorunda kahrlar.
Sonunda konak yıktırılıp, önce yıkıntılar, daha sonra da arsa, parça
parça satılır. Artık konağın yerinde kırk beş evlik bir mahalle vardır.
Şefik Bey'in ölen ağabeyi Şevki Bey de Sarayköy'deki çiftliği elden ka-
çırmamak için oraya gidence ana oğul İstanbul'da büsbütün yalnız
kalmışlardır.
Sabah, pencereden dışarıya bakarken Şefik Bey'in anımsadıkları
olarak verilen Silahtar Ali Paşa ailesiyle ilgili bu bilgilerden sonra, Şevki
Bey'in ölümüyle üç kardeş kalan Şefik Bey, Fitnat Hanım ve Atiye
Hanjm'ların birbirinden kopuk yaşayışlarına geçiliyor.
Birbirleriyle ilgilenmeyen kardeş ailelerinin yaşayışlarını Şevki
Bey'in oğlu Asım aracılığıyla izliyoruz. Asım İstanbul'a, Sarayköy'-
deki, aileden kalma ve başkalarına kiralanan değirmeni kendi üzerine
geçirmek amacıyla gelir.
Önce amcasına giden Asım'ın, yengesiyle konuşmasından, Şefik
Bey'le aralarındaki huzursuzluğun bir başka yanı ortaya çıkar. Şefik
Bey komşuları Zekeriya Bey'den mesnevi dersleri alma bahanesiyle,
onun karısıyla ilişki kurmaya çalışmaktadır. Bu durum, iki çocuk an-
nesi olmasına karşın gençliğini, tazeliğini yitirmeyen Faika Hanım'ı
çok üzer.
Yine Asım'ın, halası Atiye Hanım'ın yalısına girmesiyle de onu ve
yanındakileri tanıyoruz. Atiye Hanım iki evlilik yapmıştır. İkinci evli-
2 Miras, Ankara 1988, 8. 16. Alıntılar bıı baskıdan yapılmıştır.
liğinden Canip adında bir oğlu vardır. Annelerinin, üzerindeki malları
çocuklarına paylaştırdıktan sonra ölmesi üzerine kardeşler arasında
geçimsizlik başlamıştır. Bu geçimsizlik, onların birbirleriyle görüşme-
melerine değin vardığı gibi, Canip de yine miras yüzünden, At;ye Hanım'-
dan ayrı, eşi öldükten sonra kızı Salime ve hizmetçilerle birlikte yaşa-
maya başlamıştır. Atiye Hanım ilk evliliğinde mutlu olamamıştır. Aile-
sine, kendisini kocasından ayırmaları için yaptığı başvuruları kabul
edilmeyince, evden kaçıp hamamcı Turra'nın yanına sığınır. Onun bu
davranışı, Turra'yı sevdiği için eşinden ayrıldığı söylentilerinin ortaya
çıkmasına yol açar. ikinci evliliğinde onu da yanma alır. Turra'nın
ölümünden sonra onun aracılığıyla tanıdığı Fahriye yalıya gelir. Atiye
Hanım, bu eşini de yitirince, Fahriye ve hizmetindekilerle birlikte ya-
şamını sürdürmeye başlar.
Anne ve babasından ilgi görmeden büyüyen Canip Bey ise yete-
neksiz,' bir işi olmayan, yalnızca avlanmakla vakit geçiren o zamanki
alafrangalardan biridir. Yazar onu şöyle canlandırıyor:
"Canip Bey onu beraber alıp gezdirmekten zevkyâb oluyor ve
sokakta kızıyla Fransızca konuşuyordu. Beraber Beyoğlu'na çıkıp
öteberi alıyordu. Trende, tünelde, sokakta ve mağazalarda Fransızca
konuşuyorlardı. Canip Beyce bu onları muhitlerinden ayıran bir müm-
taziyet idi ve kendisi de şimdi kır düşmüş olan sakahnı Fransızlar gibi,
elbisesini, kundurasını İngilizlerin kunduralarına ve elbiselerine muva-
fık şek'llerden intihap ederdi. Başkalarının yanında bütün tavırları,
bütün sözleri, hatta Türkçe konuşsa bile Fransızvari oluyordu"3.
Evlendiğini nikahlandıktan sonra annesine haber veren Canip
Bey, onbeş onaltı yaşma gelen kızj Salime'nin, büyükannesiyle kal-
masına, onun mallarının kendilerine kalacağı garantisi olarak bak-
maktadır. Bu hesapların peşindeyken Asım'ın ortaya çıkması, Canip
Bey'i rahatsız eder. Asım hiçbir açıklama yapmamakla birlikte, Canip
Bey ve Fahriye Hanım, onun değirmen için geldiği düşüncesine kapı-
lırlar. Dahası Asım'ın Atiye Hanım'la kalması, Fahriye'nin yalıdan
uzaklaşmasına yol açar. Çünkü, Atiye Hanım hastayken ona bakan
Fahriye, kendisine bir şeyler kalacağını umar. Bu arada Salime ile
Asım arasında bir yakınlaşma olur. Ancak ikisi de birbirlerine bu konuda
bir açıklamada bulunmazlar. Halasının kendisine olan yakınlığı Asım'ı
değirmen konusunu açmaktan caydırır.
3 a.g.e., s. 87.
Asım'ın, baba dostu avukat Ethem Efendi'nin yazıhanesinde
Ferruh Bey'le karşılaşması ise küçük halası Fitnat Hanım'la tanış-
masını sağlar. Ferruh Bey, halasının damadıdır. Aynı zamanda Asım'ı
politikayla ilgilenmeye yöneltir.
Fitnat Hanım'la eşi Enver Bey'in iki kızı bir oğlu vardır: Mesrure
ve Müeddep Hanım'larla Cavit Bey. Eşini kaybeden Mesrure Hanım,
genç kız yaşma gelen kızı Nermiye, Müeddep Hanım'la Ferruh Bey,
Cavit Bey'le Saide konakta anne babalarıyla bir arada otururlar. Cavit
Bey, lise öğrenimini bile tamamlayamamış, bir kaleme yerleştirilmiş-
tir. işine bağlı olmakla birlikte kumar düşkünüdür.
Asım, halası ile eniştesi üzerinde iyi bir izlenim bırakır. Ferruh
Bey'le zaten iyi ilişki kurmuşlardır. Asım'ın orada kaldığı gece konuk
gelen Hüsrev Bey'le o günlerde başlayan padişaha karşı hareketlere
geçib'yor. İstanbul'da bomba atılmıştır. Hüsrev Bey padişaha karşı
olanlardan görünerek düşüncelerini ve hıncını şu sözlerle belirtiyor:
ı
"-Ben, dedi. Bunlar bir şey değil, bunlar hiç... Göreceksiniz.
Şu şevketmeabı bakalım o etrafındaki hergeleler kurtarabilir mi?
Efendimizin hüdema-yı hassaları. Onların her parçalarını ayrı dallara
astıracağım."4
Hüsrev Bey öç alma duygusu taşıdığını belirtmekle birlikte iki
taraflı çalışmaktadır. Bir yandan Avrupa'ya kaçanlarla ilişki kurarken
sarayda tanıdıkları vardıı. Evine hafiyeler gelip gider. Avrupa'dan
veliahta, şehzadelere yazılan mektuplardan kimileri Hüsrev aracılı-
ğıyla gelir. Bunlara karşın padişaha karşı olduğunu savunur. Yalnız
kendisi değil; eşi ve kızları da politikanın içindediı.
Asım bilinçsiz olarak Ferruh Bey tarafından politikaya sokur-
mâktadır. Padişah niçin istenmiyor, meşrutiyet nedir? Bunun bilin-
cinde değildir. Asım'ın düşünceleri, bu konuların İstanbul dışındaki -
leri pek ilgilendirmediğini gösterir.
" . . . Padişahı istemeyenler ve isteyenler vardı. Asım da istemeyen-
ler tarafına yazılmış bulunuyordu. Neden? Bu ciheti, o kadar düşü-
nülmüş, o kadar ince hesaplanmış bir şey değildi. Niçin istemiyordu;
Meşrutiyeti istiyor muydu? Meşrutiyet nedir? Hiç düşünmemişti.
Nereden bulmuşsa hatırasında, sultan tarafından boğdurulmuş bir
Mithat Paşa vardı. Ali Suavi vakası diye bir vaka işitmişti. Sultan Aziz'-
a.g.e., s.
in hal'ine dair bazı şeyler biliyordu. Padişahı yıkayan, karnında büyük
bir yara olduğunu söylemiş. Padişahı iki pehlivana öldürtmüşler.
Bunların hepsi niçindir? Bu hususta sarih bir fikre malik bulun-
muyordu."5
Ferruh, Asım'ı kendisine çok yakın bulduğu için onu da politikaya
sokmak, kendileriyle çalışan bir kişi daha bulmuş olmak ister. Asım'ın
bütün aileyi üzen ağır hastalığı bu çalışmalara ara verirse de iyileştik-
ten sonra, olaylar yeniden zihnini kurcalamaya başlar. Özellikle İstan-
bul'da açıkça gözlemlediği, Batıhlar karşısında kendimizi küçümse-
memiz, Kanun-ı Esasî'nin de buna bir çözüm getiremeyişi, Kanun-
Esasî'nin ilânından sonra Rusya ile aramızda çıkan savaş, padişahın
Kanun-ı Esasî'yi uygulamaması ve Meclis-i Mebusan'ı kapatması,
Asım'ın, bütün bunların niçin olduğunu kavrayamadığı olaylar olarak
kahyor. Ayrıca, Çerkeş Hasan'ın Hüseyin Avni Paşa'yı öldürmesi,
Mithat Paşa'nm Taif'e sürdürülüp orada boğularak öldürülmesi, Ali
Suavi olayı da onun için ne zaman ve niçin olduğu bilinmeyen olay-
lardandır.
Asım'ı sürekli olarak düşündüren bu olaylar arasında bir sapta-
ması dikkati çekiyor: "İslâmlar artık korkunç olmaktan, zavallı ve
gülünç olmak mevkilerine düşmüş bulunuyorlardı ve Islâmlarm oku-
muşları, münevverleri, Hıristiyanların hele Avrupahların yanında
âdeta kendi milliyetlerini inkâr edecek derecede zayıf ve bozulmuş
bir halde bulunuyoılardı. Herkes mensup olduğu cemaati müdafaa
kaydında olduğu halde bizde bu vazifeyi ancak az okumuş veya hiç
okumamış adamlar yapıyorlardı."6
Asım, zihnindeki düşüncelere, yanıt bulamadığı sorulara karşın,
bu işi Ferruh'la birlikte bildirge hazırlayıp geceleri gizlice dağıtmaya
kadar götürür. Bu arada Salime ile olan ilişkilerinde bir gelişme olması
beklenirken, Canip Bey'in, Asım'ı kendi payına düşen mallan elinden
alacak bir rakip olarak görmesi, bu yüzden ondan hoşlanmaması,
malların kendisine bırakılması koşuluyla bu evliliği kabul edeceğini
söylemesi, Salime'yi kesin bir karar vermekten uzaklaştırır. Asım,
ona evlenmek istediği haberini gönderdiği halde karşıhk vermez. Kısa
bir süre sonra da Salime'nin bir başkasıyla nişanlandığı haberi duyulur.
Bu haber Asım'da zaman zaman beliren işsiz, zengin bir halaya dayalı
boş yaşamdan duyduğu üzüntüyü güçlendirir. Ne yapacağını bilemez
5 a.g.e., s. 152.
6 a.g.e., s. 212.
bir durumdadır. Devlet memuru olmak da doyurucu, güvenilir bir iş
değildir.
Sonunda bir gün istasyonda karşılaştıklarında Salime'nin dav-
ranışlarından ve konuşmalarından da onun bir evliliğin eşiğinde ol-
duğunu anlar. Bu üzüntü, onu yeniden "değirmen" konusuna dön-
dürür.
"Asım bir kaç adım yürüdükten sonra bir daha durdu. Kendi
hayatını düşündü. Bu hayat da böyle hiç zevkli bir şey değildi ya!
Yalının masraflarını gör, halayı ziyaret et, onunla konuş, Ferruh Bey'le
neticesi meşkûk bir işte sürüklen... Bunlarda ne mana var? Ben
bunları yapmakla ne yapmış oluyorum. Halası zengin olduğu için
istediği gibi yaşayan bir adam.
Herkes nasıl oluyor da kendisine bir iş, nir ticaret buluyor, bu
kadar para nerden çıkıyor? Herkes akşam olunca evinde yemek, içmek
buluyor, halkta ne çok para var?
Şehrin gündüz hali gözünün önüne geldi ve "Şehirlerde bana iş
yok" diye düşündü. Değirmen ne kadar iyiydi. Değirmen onun olsaydı,
bu endişelerden hiçbiri olmayacaktı... " 7
Salime'nin kendisini sevdiğini belli etmekle birlikte evlenmeyi
kabul etmeyişi Asım'ı çok üzer. Yalıya geldiği zaman halasına ve yalı-
dakilere durumu anlattığında onlar da Salime'nin davranışına bir anlam
veremezler. Roman tamamlanmadığı için daha sonra ne olduğunu tah-
min etmek okuyanlara kalmaktadır.
Olaylar, sadece Asım'ı mutsuzluğa sürükleyecek biçimde geliş-
miyor. Şefik Bey'le Faika Hanım arasındaki gerginlik kavgaya dönü-
şüyor. Çocuklar bile babalarının ve annelerinin durumundan büyük
üzüntü duyuyorlar.
Cavit Bey'le Saide birbirlerine düşkün evli bir çift oldukları halde
Alemdağ'a yazlığa gidildiğinde Cavit Bey önce bir Ermeni kızıyla,
daha sonra da evli bir Rum kadınıyla ilişki kuruyor. Bu durum Saide'-
nin üzülmesine ve Asım'a yaklaşmasına yol açacak bir huzursuzluk
yaratıyor. Canip Bey'in evdeki hizmetçi Toksi ile ilişkisi olduğunun
ortaya çıkması ise baba-kızın arasının açılmasına yol açar. Atiye Hanım,
Asım'ın iyileşmesinden ve yanında kalmasından mutlu olmakla birlikte
Asım'la Salime'yi evlendirememekten, Canip Bey'in, bütün mallarım
7 a.g.e., s. 229-250.
kendi üzerne yapılması isteğini sık sık yinelemesinden üzüntü duyar.
Ferruh Bey üzerinde durmamakla birlikte, Müeddep Hanım çocuğu
olmadığı için çok huzursuzdur. Böylece aile bireylerinin ortak yanı,
huzursuzlukları ve birbirlerinden kopuklukları olarak karşımıza çık-
maktadır. Bu kopuklüğun ve sevgisizliğin nedeni de genelde romana
ad olan mirastır. Bu bakımdan roman, konusu ile güncelliğini sürdür-
mektedir.
Romanda gözleme dayalı, bugün bizler için çok yabancı olan da-
dıh, kalfalı, hizmetçili konak yaşantısı; oda döşenişi, içinde oturanların
giyimleri, günlük yaşayışlarında birbirleriyle olan ilişkileriyle birlikte
gözümüzün önünde canlanıyor. Örneğin, Atiye halasına gittiğinde
kabul edildiği oda Asım'ın ilgisini çektiği gibi, bizim için de günümüzde
rastlayamayacağımız bir oda örneği oluyor.
"Bu oda b;r eski zaman odasıydı. Pencerelerin önünde boy min-
derleri, iki yanda erkân minderleri, köşelerde ayrıca ince pamuk minder-
ler, çifte yan yastıkları, onların üstünde ayrıca yine pamuk bir yastık
... Gece, koyu fesrengi gibi görünen bir kumaşla döşenmişti; yan per-
deleri ipekli idi ve yastıkların üzerinde katlanıyordu."8
Bu odalarda yaşayan hanımlar da beyaz uzun giysilerinin üzerine
ince el dikişli koyu renkli hırkalar giyer, başlarında hep hotozlar taşır-
lar. Konaklar haremlik ve selamlık olarak bölünmüştür. Fıtnat Hanım-
larınkinde olduğu gibi konaklarda genellikle bir kaç halayık, hizmetçi,
sofracı, uşak, seyis, aşçı ve bahçıvan bulunur. Çalışanlar, evdekilere
karşı her zaman saygılıdırlar Ancak bu saygının, kimileri için yalnızca
görünüşte olduğunu, aşçı Mahmut'un, Asım'a köşktekilerle ilgili düşün-
celerini aktarışında görüyoruz:
"Mahmut'un köşte bir tek beğendiği, takdir ettiği adam yoktu;
hanımefendiyi, vekilharç Ali'ye itimat etmekle, hiç bir şeyin hesabını
bilmemekle itham ediyor Enver Bey, Mahmut'un nazarında milletin,
devletin parasını haksız yere alan, on paralık iş görmeyen bir adamdı.
Mesrure Hanım, babası, anası ölürse şımarık kızının yanında halayık
olur diyor; Müeddep Hanım'm çocuk yapmaya uğraştığını söyleyip
kocasıyla eğleniyor, kalfaların her birisine birer şey uydurup söylüyor.
Hulasa, köşkte hiç kimseyi beğenmiyor; hiç kimsenin on paralık aklı
olmadığına kail olduğunu anlatıyordu."9
8 a.g.e., s. 60.
9 a.g.e., s. 197.
Aynı ailenin dağılan bireyleri dışındaki bir kaç aile de onların
aracılığıyla romana girer ve kişi sayısını çoğaltır. Bu ailelerde de bir-
takım huzursuzluklar olduğunu gözlemliyoruz.
Romanın başında kayınvalide ve görümce yüzünden bozulduğu
belirtilen bir evliliğin üzüntüsünü çeken Şükriye ile Şükrü'yü görüyoruz.
Evin gelini olan Şükriye eşinden, ayrı bir ev tutmasını isterken, bir
arada oturan geniş ailelerde huzursuzluklar çıkabileceğine dikkatleri
çekiyor.
Fitnat Hanımların komşusu Kasım Bey'in köşkü basılıp, tutuk-
lanıyor. Ertesi gün serbest bırakılırsa da kendisi ve ailesi artık huzur-
suzdur. Bu tutuklanmanın, kızının seccadecibaşının oğluna verilme-
mesinden ötürü olduğu söylentisinin ortaya çıkması o yıllarda insanların
tutuklanması için nelerin bahane edildiğini bir ölçüde ortaya koymak-
tadır.
Avukat Ethem Efendi'nin ailesi de parasızlık yüzünden geçim sı-
kıntısı çeker. Ethem Efendi herkesin parasını aldığı halde davaları
kendisi yerine, tanıdıklarına izletip kendisi politikayla uğraştığı için
herkese borçlanmıştır. Aile harap yalının bir yanında oturup öbür
yanlarını söküp yakarak ısınmaya çalışır. Dokuz çocuklu aile ekmek
almakta bile zorluk çeker. Yiyecek, aydınlanmak için petrol, çocuklara
giyecek alabilmek ise büyük bir sorundur. Asım, Ethem Efendi'nin
bu duıuma düşmesini onun düzensizliğine, dikkatsizliğine ve başladığı
bir işi sonuna değin sürdürmemesine bağlar. Aynı yalıda Ethem Efendi'-
nin kardeşi Ahmet Bey oturur. Maddî sıkıntısı olmadığı anlaşılan Ahmet
Bey, felçli olduğu için yalıdan çıkmaz ve günlerini satranç oynayarak
geçirir.
Sarayköy'deki otel sahibi Yerasımo ile kâtip Evrepidi de Asım'da
Rumların taşıdıkları güçlü ulusçuluk düşüncesiyle yeniden oraları ele
geçirecekleri korkusunu uyandırır.
"Asım bunu pek güzel biliyordu; onların emellerine ihtimal ver-
memekle beraber, kalbinde bir korku hissediyordu. Onların ümid
etmeğe hakları vardı: bütün işler onların ellerindeydi, servet, itibar!
En büyük şeylerden en küçüklerine kadar hepsini onlar yapıyorlardı.
Onlara muhtaç olmayarak buralarda yaşamağa imkân yoktu. Buna
mukabil Müslümanlar günden güne kuvvetlerini kaybediyorlardı.
Hükümet feci bir surette bozuk ve gülünçtü."10
a.g.e., s. 9.
Görülüyor ki yazar romanda kişilere ağırlık vermiş, o yıllarda
yönetimle ilgili olarak duyulan kaygıları yans'tmaya çalışmış. Roman-
daki çok sayıda kişiyi tanıtırken, yalnızca adlarını vermekle yetin-
meyip onları tanıtıcı ayrıntılı bilgiler vermiş ve yaptığı çözümlemelerle
psikolojik durumlarını yansıtabilmiştir. Ayrıca kişilerle ilgili olay-
ları da birbirine karıştırmadan yürütebilmiştir. Bu bakımdan yazarı
olayları düzenleyiş ve kişileri verişte, başarılı buluyoruz.
Romanın konusuyla ilgili olarak dar çevre seçilip, konak ve yalı
dışına pek çıkılmamıştır. Şefik Bey ailesi dışmda herkes eskimeye yüz
tutmuş da olsa konakta ya da yahda oturur. Bunda, gözleme dayalı
bir roman ve öykü yazarı olan Esendal'm, içinde yetiştiği, yaşadığı
çevrenin konak ve yalı olmasının etkisi düşünülebilir.
Sürükleyici bir roman sayılabilecek Miras'ta dile ve anlatıma özen
gösterilmemiş olduğu dikkati çekiyor. Romanda, Servet-i Fünun dönemi
yazarlarında görülen yabancı dilden çeviri izlenimi uyandıran cümle-
lere rastlanıyor. Örneğin, "Evde herkes ondan korkuyorlardı."11;
"Pek çok kadınlar arkasından koşmuş... "12; "Fahriye bin fikir ya-
pıyor."13; "Ne kadar köylüler varsa gülecekler ayıplayacaklar."14;
"Asım dikkat ediyordu ki Toksi bu evde bir hizmetçi gibi değil, Sal'ime'-
nin refikası gibi idi."15 gibi Türkçeye uymayan cümle kuruluşlarını
ve kelime kullanışlarını göstermek olasıdır. Yazdıklarında duru
bir dil ve yalın bir anlatımdan yana olduğunu, kendisiyle yapılan bir
söyleşide alçak gönüllülük göstererek "... Edebiyatı bilmediğimden,
marifetsizliğimden sade yazmışımdır. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıy-
dım hiç?"16 biçiminde dile getiren Esendal, gerçekten Ayaşlı İle Kira-
cıları ve Vassaf Bey'de duru bir dil ve rahat bir anlatım kullanmıştır.
Miras'ta dile özen gösterilmediği izleniminin uyanmasında, gazetede
tefrika edilen romanın, baskıya yetiştirilmek için gözden geçirilmeden
yazılmasının etkili olduğu anlaşılıyor. Anlatımda ise daha sonraki
romanlarında da dikkati çeken, kısa cümlelerle anlatımı yeğlediğini
görüyoruz.
"Asım, hâlâ üşüyordu; kendi kendine: "Ne yapmalı?" diye düşün-
dü. Bu akşam Şefik Bey'e gitmeli mi? Halasına ne çare bulmah? Sa-
lı a.g.e., s. 16.
12 a.g.e., s. 38.
13 a.g.e., s. 69.
14 a.g.e., s.~51.
15 a.g.e., e. 98.
V
16 Varlık, Haziran 1952, s. 7-8.
bahleyin otelde kalmak istemiyordu. Şimdi otel, onun için sanki bir
mezardı. Sarayköyünü istiyordu. Ev gözünün önüne geldi. Önü sundur-
mak, tek pencereli odalarını düşündü. Ocağı, masası, minderi gözünün
önüne geldi..."17
Romana sürekleyicilik kazandıran da anlatımı oluyor. Miras'ı,
Ayaşlı İle Kiracıları ve Vassaf Bey'le birlikte değerlendirdiğimizde,
kapsadığı zaman dilimi bakımından onların başlangıcı olduğunu görü-
rüz. Miras''taki konak ve yalı yaşantısı, iki romanda yerini apartman
yaşantısına bırakmıştır. Yine bu romanlarda, Miras'ta özlenen meş-
rutiyet yönetimi aşılarak Cumhuriyet dönemine geçilmiştir. Yazarın,
romanlardaki kişilerle ilgili ayrıntılı bilgileri ve onların birbirleriyle
olan ilişkilerini vermekteki başarısı da bu romanla başlıyor diyebiliriz.
17 Miras, s. 47.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,06 M - Bugn : 10802

ulkucudunya@ulkucudunya.com