« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 May

2012

ORHAN KEMAL’İN MURTAZA ROMANINDA YAPI

01 Ocak 1970

Ülkü ELİUZ
ÖZET
1914-1970 yılları arasında yaşamış olan Orhan Kemal,
özündeki insan sevgisini edebi dünyanın kavrayış sistemi ile
sentezleyerek yansıtan bir sanatkardır. O, asgari şartlarda yaşama
mücadelesi veren ‘küçük adam’ın tarihi ve sosyal perspektif içerisinde
‘yer edinme’ sorunsalını, dil aracılığıyla varlık bulmuş gerçeğimsi bir
dünya içinde ele alır.
93 şiir, 265 öykü, 24 roman ve 5 tiyatro eseri olan Orhan
Kemal’in Murtaza romanı, öznel değerler ile sınırlarını çizdiği
doğrulara kayıtsız şartsız bağlılığın simgesi olan bir bireyin, yaşadığı
çatışmaların ve ruhsal parçalanışın trajikomik öyküsüdür. Eserde,
yaşama “görev anlayışı” doğrultusunda tek boyutlu bakan bir ‘küçük
adam’ olan başkişi, evrensel bir kimlik kazanır.
Yazar ve eser bağlamında edebi metin çözümlemesinin
hedeflendiği bu incelemede, isim-içerik ilişkisi, olay örgüsü, bakış
açısı ve anlatıcı, zaman, mekan, kişiler gibi yapı unsurları bakımından
tahliller yapıldı.

Giriş: Orhan Kemal ve Romanları
Yaşadığı dönem itibariyle Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay,
Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık gibi tecrübeleri
hazır bulan Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve Samim
Kocagöz çizgisinin bir devamı niteliğindedir. Biçim olarak Ömer
Seyfettin, konu olarak Sabahattin Ali geleneğini romanlarında
sürdüren ve geliştiren Orhan Kemal’in 1949-1970 yılları arasında
yazdığı eserleri, sosyal gerçekçi ve eleştirel sosyal gerçekçi nitelikler
taşır.
Orhan Kemal’i kendinden önce yaşamış ve kendi devrinde
yaşayan sanatkârlardan ayıran en önemli farklılık; gerçeği, ‘tasarım’,
‘gözlem’ ve ‘yaşanmış’ olma nitelikleri ile bir bütün halinde
algılamasıdır. Eserlerinde anlattığı kişilerin, ekonomik sıkıntılar içinde
birtakım açmazlar yaşaması ve bunlardan kurtulmaya çalışması,
yazarın da bütün yaşamı boyunca en büyük sorunu olur.
Maddi kaygılar ve “kalemiyle geçinme”sinin bir sonucu olarak
çok fazla ve çok hızlı yazmak zorunluluğunu yaşayan Orhan Kemal,
sabahın çok erken saatlerinde yazmaya başlar; öğleden sonra yazdığı
eserlerini satabilmek için Babıali’de yayınevlerini dolaşır. Yaşadığı
maddi sıkıntılar onu, zaman zaman umutsuzluğa sürükler. Her şeye
rağmen “romancılık mesleğine duyduğu deli gibi sevgi”nin etkisi
altında ilk zamanların heyecanı ile ömrünün sonuna kadar yazmaya
devam eder. 93 şiir, 265 öykü, 24 roman ve 5 tiyatro eseriyle Orhan
Kemal, “ekmek kavgası”ndan hep yenik çıkar ve bunu bir türlü
çözüme kavuşturamaz.
Orhan Kemal, romanlarını kaleme aldığı 1949-1970 yılları
arasındaki 21 yıllık sürede; sosyal gerçekçilikten, eleştirel sosyal
gerçekçiliğe aşamalı olarak dönüşüm yaşar. Yaşadığı mekanları,
tanıdığı kişileri ve bizzat duyumsadığı olayları zamansal düzeyde
metne taşırken, üslubunun belirleyicisi, gerçekçilik duygusu olur.
Eserlerinde sosyal gerçekçilik ve eleştirel sosyal gerçekçilikle,
romantik-psikolojik gerçekçilik unsurları iç içedir. Bu tavır, bütün
sanat hayatını kapsayan sürekli ve belirgin bir çizgi halinde devam
eder.
Murtaza Romanında Yapı
Murtaza Romanında Yapı
Orhan Kemal’in Murtaza romanı, öznel değerler ile sınırlarını
çizdiği doğrulara kayıtsız şartsız bağlılığın simgesi olan bir bireyin,
yaşadığı çatışmaların ve ruhsal parçalanışın trajikomik öyküsüdür.
Eserde, yaşama “görev anlayışı” doğrultusunda tek boyutlu
bakan başkişi, evrensel bir kimlik kazanır. Başkişi Murtaza, “insan
değerlerinden kopmuş olan kof buyrukları ile kurulmuş bir hoş
görmezliği simgelediği için zorba; bu hoş görmezlikte saçmalığa
varan bir inatla direndiği içinde gülünç”(Yavuz 1974: 57) bir tiptir.
Eserin arka planında ise, fakir işçi mahallesinin tüketen yaşamı ve
sömürülen kişilerin varlık mücadelesinin yansımaları anlatılır. Orhan
Kemal, eseri ve tipleşen karakteri için şu değerlendirmeyi yapar:
“Murtaza, komik bir tip olmakla birlikte, örneğin, bir soytarımıdır?
Kendi kendimi hemen yanıtlamışımdır: Hayır! Peki, nedir Murtaza?
Murtaza bence, elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya
başlamış bir toplum, belki de bir dünyada, ayakları üzerinde yürüyen,
bakışlarını da böyle yürümeye zorlayan, kendi kendine inanmış bir
kişidir...Dçinde yaşadığı toplumla her an zıtlaşan, bitmez tükenmez
çelişmelere düşen bir adam için, toplum kalın bir çizgiyle kabaca ikiye
ayrılmıştır: varlıklılar, yoksullar..”(Uğurlu 1973: 200)
Murtaza romanı ,1952 yılında önce Vatan gazetesinde tefrika
edilir. Aynı yıl Varlık Yayınları arasında yayımlanan eserin ikinci
baskısı Varlık Yayınları arasında 1957, üçüncü baskısı ise Cem
Yayınları arasında 1964 yılında yayımlanır. Eserin 1. ve 3. bölümleri
genişletilerek yayımlanan dördüncü baskısı ise, 1969 yılında Cem
Yayınları arasında yayımlanır. Son baskısı, 2000 yılında Tekin
Yayınları arasında yayımlanan eserin toplam 14 baskısı vardır.
Murtaza romanının yapı bakımından inceleneceği bu çalışma, şu
başlıklardan oluşacaktır:
1.Dsim-Dçerik Dlişkisi
2. Olay Örgüsü
3. Bakış Açısı ve Anlatıcı
4. Zaman
5. Mekan
6. Kişiler
1.Dsim-Dçerik Dlişkisi
Dçerik Dlişkisi
Dçerik Dlişkisi
Eser, ismini roman başkişisi Murtaza’dan alır. Murtaza ismi,
sözlük anlamıyla örtüşen ironik bir kullanımla karşımıza çıkar.
Murtaza, “irtiza edilmiş, beğenilmiş, seçilmiş” (Develioğlu 1996: 685)
demektir. Yazar başkişiyi toplumsal yozlaşmayı ilişkiler düzeyinde ve
insan sorunsalında irdelemek üzere seçer. Aynı bağlamda Murtaza da
kendisinin insanları “disipline etmek” üzere seçildiğine inanır.
Psiko-sosyolojik bir bakış açısıyla insan ilişkilerini ve insanın
öznel çıkmazlarını metne taşıyan yazar, Murtaza tipi ile mizahi
zalimliğin süreçlerini de yansıtır. Murtaza, bireysel varoluş çatışmaları
ile sosyal bozulmuşluğun simgesi konumundadır. Onun kimliğinde
yazar, sosyal yaşamın tükettiği/ yok ettiği unutulmuş bireylerin
öyküsü aktarır: “Değişim hatta yıkım süreci yaşayan bir ülkenin tufan
gibi geçip giden zaman içinde bir yanda unutulan” (Su 2000: 122) bu
bireyler trajedisi, Murtaza ile tokat gibi benliklere çarpar.
Eserin ismi, içeriği hakkında ipuçları taşır. Başkişi Murtaza
kendi bireysel trajedisini yaşarken arka planında sosyal adaletsizliği
de netleştirir. Yönetenlerin bağnaz bir savunucusu halinde, kendisinin
de dahil olduğu yönetilenlere zulmeden Murtaza, despot, sabit fikirli,
önyargılı, anlayışsız, inatçı kişilik nitelikleri ile sınırlarını çizdiği
dünyayı oluşturmak için çırpınır durur. Onun doğruları, değerleri
geçmiş ve bugün bağlamında yozlaşan düzenin kişi düzeyinde
yansıtımıdır. Komik ve dramatik bir öykünün “seçilmiş” kişisi
Murtaza, hoşgörüsüz, tek boyutlu bir perspektiften dünyaya bakar.
Amacı bütün insanları kendine benzetmek, değiştirmek; kendince
doğru olana dönüştürmektir.
2.Olay örgüsü
2.Olay örgüsü
Orhan Kemal ilk romanından son romanına kadar, eserlerini
‘küçük adam’ın bireyleşme serüveni çerçevesinde düzenler ve sosyal
yaşamın olumsuz getirilerinin kişideki tahribatını metne yansıtır.
Yazarın romanlarında, klasik vaka düzeni hakimdir. Her romanın bir
konusu vardır; her konu bir olaya dayanır; her olay belli bir zaman ve
mekan diliminde cereyan eder. Her romanın olay örgüsü, çekirdek
olay çevresinde, neden-sonuç ilişkisi bağlamında olay birimleri
kurgulandırılışından ibarettir.
Murtaza romanı, başkişi Murtaza’nın geçmiş ve bugün
düzleminde yaşadığı dönüşümsel sürecin nedensellik bağı içerisinde
tutarlı anlatımıdır. Orhan Kemal tarafından ayrıldığı gibi başkişinin
trajıkomik öyküsü üç bölüm halinde inceleyebiliriz:
I.Bölüm
- Gece bekçiliği görevi yapan Murtaza’nın, yaşadığı çevre
şartları ve insanlarla uyumsuzluk yaşaması
- Annesi ve kardeşi ile birlikte 1927 yılındaki mübadelede
Türkiye’ye göç etmiş olan Murtaza’nın aşırı dürüstlüğü
yüzünden annesinin yokluk içinde ölmesi ve erkek kardeşinin
kendisini terk etmesi
- Murtaza’nın karısı ve çocukları ile gecekondu mahallesinde
yaşam mücadelesi vermesi
- Gece bekçiliği yapan Murtaza’nın hem gecekondu evlerinin
hem de apartmanların bulunduğu caddeden sorumlu olması
II.Bölüm
- Gece bekçiliği görevindeki aşırı ve gülünç tavırları ile dikkat
çeken Murtaza’nın çevresindeki insanlarla ve ailesiyle çatışma
içinde olması
- Murtaza’nın baskıya dönüşen görev anlayışı dolayısıyla işten
çıkarılması ve Fen Müdürü tarafından fabrikaya kontrol
memuru olarak işe alınması
- Murtaza’nın görev anlayışı yüzünden fabrikada işçilerin ve
diğer memurların rahatsız olması
- Murtaza’nın, küçük oğlu Hasan’ın iyi bir eğitim alarak dayısı
Kolağası Hasan Bey gibi olmasını istemesi
- Murtaza’nın fabrikada çalışırken yorgunluktan uyuyan
kızlarını dövmesi; küçük kızı Firdevs’in ağır yaralanması ve
ölmesi
III. Bölüm
- Murtaza’nın tavırlarından bıkan işçilerin fabrikada, “Murtaza
istifa!” sözleriyle isyan çıkması; Fen müdürünün olayları
bastırarak Murtaza’yı koruması
-Murtaza’nın büyük oğlunun da dahil olduğu isyana karşı tek
başına direnmeye çalışması
- Fabrikanın diğer kontrol memuru Nuh’un, Murtaza’nın Fen
müdürü tarafından korunması üzerine işten ayrılması ve
Demokrat Parti’ye giderek aday olması
- Murtaza’nın büyük umutlar bağladığı küçük oğlunun, mahalle
bakkalından çeyrek ekmek çalarken yakalanması
- Bakkal’ın davasından vazgeçmek isteğine, Murtaza’nın tepki
göstermesi ve oğlunun cezalandırılmasını istemesi
3.Bakış Açısı ve Anlatıcı
3.Bakış Açısı ve Anlatıcı
Murtaza romanı, Tanrısal bakış açısı ve anlatıcı ile kurgulanır.
Tanrısal anlatıcı, olay ve kişiler dünyası ile geçmişe ve geleceğe ait
her şeyi ayrıntılı olarak bilir. Olayların ve kişilerin hem içinde hem
dışında bir niteliğe sahip oluşu, onun perspektifinin sınırlarını
belirlemektedir:
“Hasan, babasının gelmesini hiç istemezdi. Korktuğundan değil,
alay konusu olan babanın oğlu olmak durumuna onu sık sık
düşürdüğü için. “Soytarı”ydı be! Arkadaşları zaman zaman
‘öyle babamız olsa evlatlıktan istifa ederiz şerefsizim’ derlerdi.”
(M, s.73)
Tanrısal anlatıcı “bakan bir ruh” (Stanzel 1997: 21) tavrıyla,
roman kişilerinin görünen yüzü ile iç yüzünü aynı düzlemde aktarır.
O, roman kişilerinin yaşama bakış açılarını, geçmişlerini ve
bugünlerini bilmektedir. Öyküleme zamanına ve öykü zamanına ait
bilgilere hakimdir:
“1946-47’lerde yurdun her yanı demokrasi nağralarıyla köpük
köpük çalkalandığı günlerde fabrika da kendini bu sarhoşluğa
kaptırmış, Murtaza unutulmuştu.”
(M, s.279)
Olay birimleri, geçmiş ve bugün düzleminde tanrısal anlatıcının
görme/ bilme gücü ile doğru orantılı olarak ayrıntılı biçimde metne
yansır. Eserde, geçmiş ve bugün, iç içe anlatılarak; kişilerin psikolojik
ve sosyolojik boyutları da ifade edilir. Tanrısal anlatıcı, geriye
dönüşlerle geçmişi öykü zamanına taşır:
“Murtaza bekçilik görevinde Halk fırkası- Serbest fırka
çekişmelerine kadar kaldı. Fırkacılığın iyice kızıştığı Alasonya
mübadillerini çan seslerinden kurtaran Dsmet Paşa’ya bile dil
uzatıldığı günler Murtaza deli divane, sağa koşuyor, sola
koşuyor, şimdi artık iyice palazlanmış. Serbest fırkalı
hemşehrileriyle yaka paça oluyordu. Bir gün bu yüzden
kafasına yediği bir iskemleyle kan içinde yere yuvarlandı.
Bayılmıştı. Gözlerini hastanede açtı.”
(M, s.19)
Öykü zamanından geriye dönüşlerle başkişinin geçmişine ait
bilgiler veren bu ifadeler, anlatıcının perspektifini netleştirir. Geçmiş
zaman dilimi, roman kişilerinin bugünlerini hazırlayan arka plan
değerlerine sahiptir.
4. Zaman
Orhan Kemal’in romanlarında, öykü ve öyküleme zamanının
aynı nesnel zamanda birleştiği görülür. Kullanılan fiillerin zamanı ve
kipler de, öykü ve öyküleme zamanındaki mesafeyi ortadan kaldıran
niteliklere sahiptir. Tanrısal bakış açısını kullanması, toplumcu bir
sanat anlayışına bağlı olmasının bir sonucudur
Murtaza romanında öykü ve öyküleme zamanı, aynı nesnel
zamanda birleşir ve sıradizimsel olarak kurgulandırılır. Hakim anlatıcı
başkişinin öyküsünü, geçmiş ve bugün düzleminde aktarırken bireysel
ve sosyal zamana ait ayrıntıları da yansıtır.
Öykü zamanı 1941-1947 yılları arasıdır. Başkişi Murtaza’nın
1928 yılında doğan kızı Firdevs öykü zamanının başlangıcında 13
yaşındadır. Bu da bize yılın 1941 olduğunu gösterir. Küçük oğlu
Hasan ise, öykü zamanının başında kundaktadır; yeni doğmuştur.
Eserin üçüncü bölümünde “1946-47’lerde” (M, s.279) olarak belirtilen
zaman ve küçük oğlu Hasan’ın “ilkokula gidip gelmesi” (M, s.325)
öykü zamanının bitiş zamanını belirler. Öykü zamanı eserde, kişi-
mekan-olay üçlüsünün “değişimlerinin belirli düzeni” (Denkel 1998:
19) çerçevesinde şekillenen organik bir süreç halinde üçlü zaman
teorisi bağlamında yansıtılır. Böylece öykü zamanın 6-7 yıllık bir
zaman dilimi olduğunu tespit etmiş oluruz.
Eserde bireysel zaman, sıradizimsel olarak aktarılır. Başkişi
Murtaza’nın geçmişi, ailesi, yaşamı, düşünceleri ve bugününü
belirleyen niteliklerinin arka planı geriye dönüşlerle ifade edilir.
Murtaza, geçmiş değerlerine bağlıdır; göçmen olmanın ayrıcalıklarını
maddi anlamda lehine çevirememiştir; dürüstlük ve doğruluk uğruna
her şeyi feda eder. Örnek aldığı dayısı Şehit Kolağası Hasan Bey ise,
onun geçmiş zaman diliminde yaşayan yönüdür:
“Var idi arslan yavrusu arslan dayım Hasan Bey Kolağası.
Hatırlamam ben, anlatır büyüklerim, dökmüş mübarek kanını
kutsal vatan topraklarına Balkan Harbinde. Yeter bu şeref hem
de şan bana, ne lazım tarla? (..) Dolaşır benim de damarlarımda
şükür dayım Hasan Beyin mübarek kanı!”
(M, s.14)
Murtaza, kendi varoluşsal sürecinin ve değerler dizgesinin en
temel unsuru olan dayısını kendisine anlatıldığı kadar tanır. Onun
geçmiş zaman diliminde yaptığı kahramanlık ve şehit oluşu,
Murtaza’nın övünç nedenidir. Belleğine yerleştirdiği ve yaşamının
merkezi haline getirdiği “kahraman dayı” figürü, Murtaza’yı sık sık
belleğe yolculuğa yöneltir: “Bellek bir terzidir (..) iğnesini bir içeri bir
dışarı, bir aşağı bir yukarı, bir oraya bir buraya götürür. (..) en
önemsiz gibi görünen davranışlarımız kanat çırpışları ve titreyişlerine,
yükselen ve yokolan ışıklara dönüşebilir.” (Parla 2000: 248) O,
kendine anlatılan, bizzat yaşamadığı bu önemli geçmiş zaman anını ve
kişisini daima bugüne taşıyarak bireysel zamanının sınırlarını belirler.
Kısa bir ana (dayısının kahramanlığının anlatıldığı çocukluk
dönemine), bütün bir yaşamını sığdırmayı başarmak ister. Bu
yönelimi, geçmiş ve şimdi arasında asla kapatılamayacak farkı
tamamlamak içindir.
Ayrıca Murtaza ve ailesinin yaşadığı olaylar da sıradizimsel
olarak aktarılır: Ailesi ile birlikte 1927’de Türkiye’ye göç etmesi,
küçük kardeşinin kendisini yalnız bırakması, şehre taşınması, bekçilik
görevi, evlenmesi, çocuklarının olması, fabrikada kontrol memuru
olarak göreve başlaması, bu görev sırasında yaşananlar, Firdevs’in
ölümü, küçük Hasan’ın ekmek çalması… Roman kişilerinin zamansal
süreç içerisindeki bireysel ve sosyal gelişme düzeyleri aktarılır.
Murtaza romanında zaman, başkişinin geçmişi ve öyküleme
zamanı içerisindeki olay birimlerine göre şekillenir. Başkişi, günün
bütün zamanlarında aktif haldedir. Çalışkan, özverili kişiliğiyle o,
düşük ücrete rağmen uzun zaman çalışır. Onun gece, gündüz demeden
koşuşturması zaman zarflarının metnin kurgusundaki rolü dikkate
alınarak kullanılır.
“Makine dairesinin kirli camından saate baktılar. Dokuz buçuğa
geliyordu. Öğlenin on ikisinden beri işbaşındaydılar, paydosa
daha iki buçuk saatleri vardı.”
(M, s.230)
Aynı şekilde olay birimlerinin gelişimindeki sosyal zamanda
belirtilir. Murtaza romanı bu yönüyle sosyal yaşamın siyasi yapısını
aksettiren bir eser niteliğindedir. Yazar, Tanrısal anlatıcının bakış
açısıyla bu ayrıntıyı eserin entrik kurgusu içine yerleştirir:
“1946-47’lerde yurdun her yanı “demokrasi” nağralarıyla
köpük köpük çalkalandığı günlerde fabrikada kendini bu
sarhoşluğa kaptırmış, Murtaza unutulmuştu.”
(M, s.279)
Eserde, bütün yaşananlar anlatma olanağına sahip olmadığından
zaman, özetlemeler şeklinde yansır. “O gün, ertesi gün, birkaç gün
sonra, günün birinde, gece yarısını geçiyordu.. vs.” gibi zaman zarfları
ile, olay birimlerinin sıradizimsel akışı olağanlaştırılır.
Öykü ve sosyal zamanın iç içe geçmiş yapısı, eserin arka
planındaki dünyasını yansıtır. Başkişinin öyküsü ile paralel bir şekilde
anlatılan sosyal zaman, Murtaza romanının zamansal boyutunu
derinleştirir.
5. Mekan
Murtaza romanında mekan, içinde yaşayan bireylerin ruhsal ve
fiziksel kimliğiyle örtüşen nitelikleri ile işlevsel olarak kurgulandırılır.
Fiziksel olarak iç ve dış mekanlar ile işlevsel olarak açık ve kapalı
mekanlar arasında yaşanan olaylar, mekanın insan üzerindeki etkisi
ve insanın mekana bakışı ile şekillenir.
Eserin fiziksel geniş mekanı, Adana şehridir. Adana’nın fakir
işçi mahallesi ise, olay birimlerinin geçtiği merkezdir. Kahveleri,
lokantaları, sokakları, evleri, çay haneleri ile işçi mahallesi, orada
yaşamaya çalışan tükenmiş bireylerin sığınağıdır. Bu mekan içinde
yaşayan kişilerin “hüzünlerini, kırgınlıklarını, zaman zaman çökmüş
omuzlarını, sağdan soldan çekiştirildiklerini, acı çeken yüzlerini,
derinliksiz ve geçici aşkların, vefasızlıkların, sağlıksız ilişkilerin,
bilinçsiz inanış, bağlanış ve eylemlerin sonundaki boylukların umutla
umutsuzluk arasındaki gelgitlerini” (Su, 2000: 172) nitelikleri ile canlı
bir varlık halindedir. Yıkık, çürük, paslı duvarların hem birbirinden
hem de sokaktan ayırdığı avlu evleri için, özel yaşam ve düşler
yasaklanmıştır. Dşçi mahallesi fiziksel görünümü ile içinde barındırdığı
kişilere benzer:
“Yan yatmış, bağdaş kurmuş, çömelmiş yada tam
yuvarlanacakken bir yana tutunuvermişe benzeyen harap evler
kalabalığından ibaret mahallenin birbirini kesen, çamur içindeki
sokaklarından birinde dehşetli bir sarhoş nağrası karanlıkları
ürpertti.”
(M, s.7)
Mekan da insanlar gibi yaşam karşısında yenik, çaresizdir: “yan
yatmış”, “bağdaş kurmuş”, “çömelmiş”, “tam yuvarlanacakken bir
yana tutunuvermiş” evler, içinde barınan insanlar gibi “harap”tır.
Fiziksel şartlar, ruhsal varoluş büyüsünü yok etmiştir. Ev, bireysel özü
kuran niteliğinden uzaklaşarak kişisel yıkımı yansıtan bir kimliğe
bürünerek kapalı/ dar işlev kazanmıştır. Dçinde barınan kişiler gibi
yaşam karşısında yenik ve acizdir. Dçsel çöküntü mekanın çözülüşü
ile birleşmiştir. Dşçiler, yoğun çalışma saatlerinden “arta” kalan zaman
diliminde barınakları olan kendilerin ile özdeşleşen mekanlarda
yaşarlar. Dşçiler, “teneke evlerde” (Muallimoğlu 1976: 11) yaşar ve
maddi olarak fabrikaya bağımlı olarak yaşamlarını sürdürmeye
çalışırlar. “Sınıf istismarının sembol ve vasıtası” (Muallimoğlu 1976:
33) halindeki fabrika, mahallenin ve mahalle insanlarını varlığının
üzerinde yükselen bir korku nesnesidir. Sağlam, güçlü, dimdik
fabrika, çalışanları/ “diz çökmüş”, “kapaklanmış” işçileri sömürerek
güçlenir. Bir sel enkazı halindeki işçi mahallesi, “labirent temalı
mekan”(Korkmaz 1997: 170) niteliğindedir. Sel yatağının enkazındaki
yığında, yığınlaşan insanlar yaşamaya çalışmaktadır.
Fabrikayı ayakta tutan, fiziksel varlığını güçlendiren; diz
çökmüş, kapaklanmış, tutunuvermiş haldeki çürük, paslı, teneke işçi
evleridir. Fabrika, çaresizlik içinde umutlarını kendisinde arayanları
hem fiziksel hem ruhsal olarak yutan bir korku nesnesidir. Fabrika,
işçilerin ellerindeki ekmekten hayallerin kadar bütün varlıklarına göz
diker. Fabrika ile işçiler ve fabrika ile mahalle, hep yan yana iç içe;
ama hep uzak, hep yabancı, hep düşman durumdadır. Dnsanlar, aç
kalma endişesi içinde fabrikaya karşı olumsuz bir tavır sergilemekten
çekinirler. Fabrika, sahiplerini ve zenginleri güçlendirirken
makinelerinin dişlileri arasında ise yoksul yaşamları öğütür. Dşçilerin
öyküsü, labirente dönüşen kapalı/ dar mekanlarla bütünleştirilerek
anlatılır. Gücünü de sağlamlığını da insanları tehdit ederek, ezerek
yükselişten alan fabrika, maddi gücün değerleri yok ediş simgesi olur.
Tanrısal anlatıcı, işçi mahallesinin paralelinde uzanan
zenginlerin yaşadığı mekanı da yine aynı bakış açısıyla aktarır. Zengin
mahallesi, ışıltılı, güçlü, dimdik ve ayaktadır. Maddi güç, zengin
evlerin fiziksel görünümleri ile birleşmiştir:
“Caddenin iki yanı kırmızı kiremitli evler, ağaçlarla çiçeklere
gömülü köşkler, yada toprağa bir eski zaman derebeyi
heybetiyle bağdaş kurmuş apartmanlar. Evler, köşklerle
apartmanlardan pek çoğunun pencereleri bol ışıklarla
apaydınlıktı.”
(M, s.22)
Harap-heybet,
çamur-ağaçlar/çiçekler,
karanlık-aydınlık
kavramları arasındaki çatışma, eserin entrik kurgusunun üzerine
kurulduğu sosyal adaletsizliğin mekana yansıyan yönüdür. Fiziksel
şartlar ile bireylerin varoluş olanakları arasındaki uçurum sosyal
yaşamın kopuk, yalıtık ilişkiler ağını da imlemektedir. Birbirine
paralel iki mahalle arasında hem fiziksel hem yaşantısal kopukluk
vardır. Yaşam karşısında yenik düşenler ile yaşamı yönetenler
arasındaki çatışmanın belirginleştiği betimlemelerle, mekan işlevsel
bir kimlik kazanmaktadır. Mekan-birey bütünleşmesi, eserin yapısal
boyutunu da netleştirir.
Dşçi mahallesi kişileri ile fabrika müdürünün yaşadığı ev
arasındaki fiziksel/ görüntüsel şartlar bakımından çatışma vardır:
“Fen Müdürünün evi şehrin dışında, yüksek, sağlam demir
parmaklıklarla çevrili, limon, portakal ağaçlarına gömülmüş,
tahta saçaklarıyla panjurları tahin renkte boyalı, bembeyaz bir
köşktü. (..) Bahçesinde yan yatmış kocaman bir arslan heykeli
bulunduğu için halk, “Arslanlı Köşk” adını takmıştı.”
(M, s.248)
Bir yanda lüks hayat ve heybet; diğer yanda sadece biyolojik
varlığını sürdürmek uğruna yokluğa sürüklenenlerin dramı görülür.
Ayakta duran ile ayakta duramayıp çöken arasındaki güç çatışması,
bireysel ve sosyal çözülüşle metne yansır. Başkişi Murtaza ve onun
gibi “ev”i sadece barınak olarak kullananların mekanları kendileriyle
özdeşleşmiş, bütünleşmiştir.
Fabrikanın içi de dışı da, kargaşa mekanıdır. Her şey, fabrikanın
varlığını temin için vardır: “Dnsan gitgide işlettiği makinenin
egemenliği altına giriyor. Özünü, benliğini, bilincini, kişiliğini günden
güne yitiriyor. (..) Dönen çarkın bir vidası haline geliyor,
nesneleşiyor.” (Sartre 1999: 10) Her gün on iki saat ayaküstü çalışan
işçilerin, sayıca en yoğun bulunduğu, en kalabalık bölümü olan
Dplikhane, umutların acıyla dokunduğu bir tükeniş, bireysel sömürü
mekanıdır. Dişlileri arasında bireyleri öğüten ve onları ruhsal çözülüşe
sürükleyen bu mekan, yaşam karşısındaki tek dayanak oluşu ile de
vazgeçilmezdir. Kişiler, makinelerin düzeni arasında içsel kaosu
yaşarlar. Fakat bu düzeni değiştirmeye güçleri yoktur. Yutulan
insanlıklarını, fiziksel varlıklarını sürdürmek için feda ederler:
“Ilık vınıltılı havasıyla iplikhaneyi, öğürtücü kokular sararak
fokur fokur kaynayan kola kazanlarını (..) sanki demirden atlar,
beton döşeme üzerinde alabildiğine koşarlarken, öfkeli
şakırtıları ile dokuma tezgahları, döşeme, tozlu putreller,
tezgahları başında elleri boyuna işleyen dokumacıları (..)
sarsılıyordu.”
(M, s.156)
Fabrika içindeki maddi gücün simgesel yansıması olan
“demirden atlar” sürekli çalışır; çalışırken birey yaşamını da ezer
geçer, yok eder. Dşçiler, fabrikalardaki makinelerle aynı düzen
içerisinde aralıksız çalışırlar. Dş ve işin sürekliliği, ruhsal varlığı
sindiren bir baskı unsurudur. Bedensel yorgunluk, ruhsal tükeniş ile
sonuçlanır. Bu nedenle eserde, fabrika çalışanları için kapalı/ dar
mekan işleviyle yer alır.
Fabrikada işin ağırlığı, mahallede ise fiziksel şartların
uygunsuzluğu arasına sıkışan bireyler, kendilerini farklı mekanlara
atarlar. Huzur ve rahatlık arayışı içinde gidilen bu mekanlar,
kahvehanelerdir. Eserde işçilerin, buluşma noktası olan
kahvehanelerde geçici bir huzur ve rahatlık bulunur. Kahvehaneye
gelen birbirine yabancı kişiler, farklı dünyaların kapısını açar ve
varoluşsal değerlerin sorgulanmasına neden olur. Birliğin,
bütünleşmenin mekanı olan kahvehaneler, işlevsel olarak açık/ geniş
niteliklidir:
“Küçük topluluklar halinde, ceketleri omuzlarında, gülüp
söyleyen yada saat ücretleriyle kaba denilen götürü ücretleri ve
fabrikaca verilen ekmek, yemek, çalışmak sırasında yuttukları
pamuk tozundan yakınan bir kalabalık.”
(M, s.128)
Fabrika ve fabrikadaki yaşam, işçi mahallesindeki yaşamın
merkezi, nabzıdır. Dnsanların varlığı da tükenişi de, fabrikaya bağlıdır.
Fabrika, her bölümünde yaşanan ezen- ezilen arasındaki daimi
çatışmadan dolayı kapalı/ dar bir mekandır. Gerçekle birebir örtüşen
ayrıntılı fabrika betimlemeleri, fotoğraf objektifinden yansır gibidir.
Fiziksel şartlarındaki olumsuzlanan görüntüler, işçilerin
bulundukları bütün mekanlarda da vardır. Temizlik, düzen, lüks
yoktur; kir, kargaşa, sıradanlık hakimdir:
“Dşçi lokantası ensiz, uzun bir salondu. Örtüsüz tahta masalar kir
içindeydi. Yerlere saçılan talaşlara portakal kabukları, cıgara
izmaritleri, kağıt parçaları karışmıştı. Badanalı duvarlarda ise
tifüs, verem ve daha başka hastalıkların başı olan pislikten
korunma öğütleri veren renk renk afişler asılıydı.”
(M., s.196)
Bireysel öze ait değerler, hem fiziksel hem de psikolojik tehdit
altındadır. Çürüme içten dışa, dıştan içe doğru girginleşerek, kişileri
kuşatır. Mekan, içinde yaşamaya çalışan kişilerin özelliklerini
yansıtan bir değer konumundadır. Bocalama içindeki bireylerin
barınakları da bu tükenişi yaşar. Çözülüş, öznel ve nesnel anlamda
yaşamın bütün unsurlarına sinmiştir. Dşlevsel nitelikli bu yaklaşım,
mekan ile bireyi aynı düzleme yerleştirir.
6.Kişiler dünyası
er dünyası
er dünyası
6.1.Başkişi
6.1.Başkişi
Fiziksel ve ruhsal kimliğinin birbirini bütünlediği Murtaza,
trajikomik bir öykünün başkişisidir. Onun varlığı, raslantısal ve
sıradan bir oluşum süreci ile karşımıza çıkmaz. Bizzat tanımadığı/
görmediği dayısı Kolağası Şehit Hasan Bey’in kahramanlık/
fedakarlık öyküleri ile büyür. Düşmanını üzerine korkusuz ve
tedbirsiz bir şekilde tek başına saldıran dayısını örnek alan Murtaza,
doğruluk ve dürüstlükten taviz vermeyen sabit fikirli bir kişi olarak
yetişir. Onun geçmişini de geleceğini de bugününü de belirleyen bütün
ayrıntılarda bu tek yönlü bakışının etkisi vardır. Sosyal düzen
içerisinde bu keskin tavrıyla o, aykırı ve farklı bir tip haline gelir.
Murtaza kimdir? Murtaza, bireysel kaygıların şekillendirdiği
“küçük insan”lardan biridir. Onun öyküsü Don Kişot’un öyküsü gibi
“göndermeler mozaiği” (Parla 2000: 26) halindedir. O, komik
görüntüsünün arkasında kendini kurma sancılarının acılarını saklar.
Farklı olmak ve farklı olduğuna/ seçilmiş olduğuna inanmak, onun en
büyük handikapı olur. Seçilmiş/ görevlendirilmiş olduğuna yürekten
inanır. Dnsanların “disiplin”e ihtiyacı vardır ve o, devlet/ yönetenler/
zenginler tarafından bu görev için uygun görülmüştür. Çünkü o,
dürüsttür, çalışkandır ve de onun dayısı Kolağası Şehit Hasan Bey’dir.
Bu ayrıcalıkları, onun yaşamını da tavırlarını da eğilimlerini de
şekillendirir.
Ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç ettiklerinde dürüstlükten ödün
vermez ve diğer hemşehrileri gibi davranmayıp memleketlerindeki
gerçek mal varlıklarını söyler; vurguncu/ düzenbaz/ yalancı olup da
zengin olmak istemez. Bu tavrı başta ailesi olmak üzere herkes
tarafından yadırgansa, anlaşılmasa, aşağılansa ve alay edilse ve “sırf
gerçeklikleri dile getirdiği için toplumdan aforoz edilmek istense”
(Doğan 1998: 194) de o, doğrulukta ısrarcıdır. Murtaza, “tarihsel bir
dönemin insan ve topluma değin tüm özelliklerinin toplanması”
(Gürsel1981: 10) ile varlık bulur. Maddi kaygıları yoktur; sınırlarını
kendi belirlediği doğruları ile doğru sözlülüğe, dürüstlüğe,
çalışkanlığa sıkıca tutunur. Bu yönüyle o, yozlaşan düzen ve bozulan
kişiler içerisinde yalnız kalır, sivrilir, dışlanır ve itilir.
Murtaza, çevresinin eleştirileri ve yadırgayıcı tavırları
karşısında tepkisiz, pasif kalır. O, fildişi kulesinde bunlara bakar, ama
görmez/ duymaz. Kendi iç dünyasında ve kendi kendiyle eylemlerinin
yönünü belirler. Murtaza “fille belirtilen bir eylemin basit bir öznesi”
ve silik/ adsız herhangi bir kimse” (Grillet 1989: 62) olmamak için
uğraşır. Ödev bilinci ve görev ahlakına bağlılığı ile kaosun içerisinde,
aydınlık bir çehre olma çabası içerisinde çırpınır. Her şeyden ve
herkesten sorumlu olduğu düşüncesindedir; dış görünüşünden
yaşantısına ailesinden yaşadığı mekana kadar çalıştığı işten giydiği
giysiye kadar her şeyde “disipline etme” eğilimi ile hareket eder.
Çalıştığı işi temsil eden giysilerin, kutsal olduğuna ve kendisine
saygınlık/ ayrıcalık kazandırdığına inandığından dış görünüşe önem
verir. Mahalle bekçiliği görevinde de fabrikada kontrol memurluğu
yaparken de resmi giysilerle dolaşır:
“‘Mübarek kanını kutsal vatan topraklarına dökmüş Kolağası
Hasan Bey’ dayısı gibi subay olamayacaksa da, subay
urbalarına benzeyen bir üniforma tutkusu içinde” (M, s.17)
Farklı olma tutkusunun, farklı görünme arzusu ile bütünleştiği
bu tavrı, Murtaza’nın bireysel çıkmazlarının boyutunu gösterir. O,
içsel dünyasında kurduğu düşü şeklen de dışa yansıtmak ister.
Edimleriyle kendini gerçekleştiren Murtaza, tasarılarına, seçmelerine,
eylemlerine göre varlığına bir öz kazandırır. Murtaza’nın olaylara ve
dünyaya bakışını şekillendiren bu eğilim, “görev anlayışı” ve
“disipline etme” gayreti ile birleşir:
“Yukarıda Allah, Ankara’da Devlet hem de Hükümet, burada da
oydu! Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti onu buraya
sarhoşlardan korksun, hırsızlardan avanta alsın, gece
yarılarından sonra da tam siper horlasın diye bekçi tayin
etmemişti. (..) Bir an bile dalga geçemezdi. Aksi halde aksardı
işler, bozulurdu memleketin disiplini!”
(M, s.9)
Murtaza’nın eser boyunca tekrarladığı leit motif halindeki bu
sözleri, “bir figürün çeşitli derinliklerdeki tabakalarını birbiriyle ilişki
haline sokmak, ruhu içgüdüyle, ihtişamı gülünçlükle, medeni olanı
ham tabiat gücü (demonik)” (Aytaç 1999: 172) ile anlatma gayesine
yönelik ironik üslubun bir aracıdır. Kişisel kimlik arayışını görev
tutkusu ile açımlamaya çalışırken komik ve dramatik olayların ve
durumların merkezinde bocalayan Murtaza, “disipline etme”
anlayışına bağlı kalır ve ödün vermez. Özel yaşantısında da iş
yaşantısında da hep bu doğrultu da hareket eder. Karısına,
çocuklarına, mahalleliye, amirlerine, kedilere, çöp bidonlarına bile
“disipline etme” arzusu ve baskısı ile yaklaşır. Onun bu gayreti,
gülünç, abartılı, hatta acınacak durumunun hazırlayıcısı ve nedeni
olur. Eserin birinci bölümünde, ölüm döşeğindeki annesinin vefatı
karşısında da, son bölümdeki kızını döverek ölümüne sebep olurken
de aynı anlayışa sahiptir:
“Acımam rahat döşeğinde ölene. Olsun isterse annem. Çünkü
akıttı mübarek kanını dayımız kutsal vatan topraklarına,
boğuşarak düşmanla. Ölmedi yatağında rahat rahat!”
(M, s.16)
Mücadeleci ruhu ve kararlı tavrı ile Murtaza, eğilimini doğru ve
etkili/ kalıcı bir mecraya yönlendiremez ve yozlaşmış düzene hizmet
eder, bu da onun açmazlarda sıkışmasına neden olur. Dnsana özgü
duyarlılıktan arınmaya çalışır ve hoşgörüden/ anlayıştan uzaklaşır. Bu
da onun, hem kendisine, hem de kendisinin de dahil olduğu insan
topluluğuna zararlı olmasına neden olur :
“Herkes uyuyabilir, velakin uyuyamaz Mürteza’nın kızları.
Vazife sırasında uyumak ha? (..) Öl be Mürteza, gebber be
Mürteza. Gel kurşunlara be Mürteza.”
(M, s.236)
Murtaza, ne mahallesinde ne de hizmet etmek için çırpındığı
zengin/ yöneten kesimde tutunamaz. Yalnız kalır; dışlanır.
Eylemlerinde duygularına yer vermeyişi, onu katı, ön yargılı yapar.
Dış dünyanın alaylarını da eleştirilerini de uyarılarını da duymaz.
Kendi bildiği yolda yürür. Maddi hiçbir kaygı taşımaması, sadece
“hizmet” anlayışı ile çırpınması yozlaşan ve kolektif bilincini
kaybeden toplum tarafından anlaşılmaz ve onaylanmaz. Murtaza’nın
eser boyunca, bütün kişilerle ve kaosun değerler dünyasıyla
çatışmasının temel noktası budur. Dayısı gibi faydalı olmak ve bu
uğurda bireysel olan bütün varlığını feda etmek, onun için önemsizdir.
O, her şeyden bir şey için vazgeçer: “disipline etmek”. Düşünsel
boyuttaki dünyasını, gerçeğe dönüştürme sevdası her şeyin önüne
geçer. Böylece Murtaza, varoluşsal kaynakların tüketildiği bir
toplumda değerlere tutunmaya çalışan kişilerin gülünç, abartılı bir
temsilcisi olur.
6.2. Norm karakter/ler
6.2. Norm karakter/ler
Romanda başkişiyi tamamlayan veya eksiklerini netleştiren
kişiler olarak norm karakterler yoktur.
6.3. Kart Karakter/ler
6.3. Kart Karakter/ler
Romanda kart karakterlerin başında Murtaza’nın dayısı
Kolağası Şehit Hasan Bey gelir. Varlığını Murtaza’nın sözleri
anlattıkları ile öğrendiğimiz Kolağası Hasan Bey, kahramanlığı ile ün
kazanmış, bu uğurda şehit düşmüştür. Murtaza, onun bu kutsal tavrını
kendine örnek almıştır. Murtaza’nın kişiliği, bizzat tanımadığı fakat
onunla ilgili anlatılanlarla büyülendiği bu yüce kişinin varlığından güç
ve örnek alır:
“Hatırlamam ben, anlatır büyüklerim, dökmüş kanını kutsal
vatan topraklarına Balkan Harbinde.”
(M, s.14)
Kolağası Hasan Bey, fiziksel varlığı olmasa da eser boyunca
Murtaza’nın şahsında hep yaşar. Murtaza’nın her adımında, her
eyleminde, her sözünde onu tanır; onu görürüz.
Fabrikanın Fen Müdürü de kart karakterlerdendir. Maddi varlığa
sahip, işçilerin dünyasına uzak olan Fen Müdürü, emrinde çalışanları
sömürür, kullanır. Dkiyüzlü tavırları ile o yozlaşmış bir tiptir. Murtaza
ile Nuh arasındaki gerginlikte her ikisine de hak verir; çünkü ikisinden
de çıkarları vardır:
“-Diyesiymişsin ki.. ben fabrikamı babama bile güvenmem. Sen
babamdan bile ilerisin.Nuh’a muha kulag asma
diyesiymişsin...Fen Müdürü tıpa tıp böyle değilse bile buna
yakın, buna benzer şeyler söylemişti. Hatırlayınca bozuldu,
bozukluğunu kaşlarını çatarak örtmek istedi, parladı.”
(M, s.168)
Fen Müdürü, maddi çıkarlarını her şeyin üstünde tutmuş tek
boyutlu bir kişidir. Para tutkusu, onu sarmalar; değerlerden
uzaklaştırır. Dnsana da, onun duygularına da önem vermez.
Fabrika kontrol memurlarından Nuh da kart karakterdir. O,
fabrikadaki gücünün Murtaza’nın gelişiyle sarsıldığını düşünür.
Fabrika Fen Müdürü ve işçilerle olan samimi ilişkilerinin bozulacağı
endişesi içinde tedirgin olur. Fabrikadaki ustabaşılar ile birlikte
Murtaza’nın açığını bulmaya çalışır. Böylece, yeniden eskisi gibi sözü
geçecek; saygınlığını geri kazanacaktır. Eserin sonunda ise, Fen
Müdürü ve Murtaza ile tartışır ve kendini birden siyasi bir ortamın
içinde bulur. Nuh, yozlaşmış sosyal yaşamın tek boyutlu
kişilerindendir.
Murtaza’nın gece bekçiliği sırasındaki dürüst, titiz, sorumlu
tavırlarından rahatsız olan Azgın Ağa, küçük kız çocuklarından cinsel
olarak yararlanan yozlaşmış bir kart karakterdir. Tek boyutlu
kişiliğiyle karşıdeğerlerin temsilcisi olan Azgın Ağa, ismiyle
yaptıkları arasında uyum gösteren karakterlerdendi. Cinsel sapmaları
ile o, mahalleli tarafından bilinir; buna rağmen kimse eylemsel bir
tavır takınmaz. Sadece Murtaza, ona karşı durur. Onun küçük kız
çocuklarını kullanmasına engel olur. Çıkarcı ve ben merkezli düşünen
Azgın Ağa, mahallede de fabrikada da herkesi Murtaza’ya karşı
kışkırtır.
6.4. Fon Karakter/ler
6.4. Fon Karakter/ler
Murtaza romanında fon karakterler oldukça geniştir. Dşçi
mahallesinde yaşayanlar, işçiler genel anlamıyla entrik kurgunun
tamamlayıcı kişileridir. Murtaza’nın şahsında yansıtılan sosyal
adaletsizliğin dekoratif değeri olan fon karakterler olarak, Murtaza’nın
görev bilincini destekler görünüp, aslında dalga geçen Emniyet
Müdürü ve komiser; parayı insan yaşamından önemli gören fabrika
doktoru; Murtaza’nın tek akrabası Akile Hala; fiziksel ve ruhsal
tükeniş içinde fabrikada sömürülen Murtaza’nın karısı ve kızları
Firdevs’le Cemile; Murtaza’nın beklentileri doğrultusunda hareket
etmeyen ve babasının tavırlarından utanan Hasan; Murtaza’nın
enstitüde okuyan ve erkeklere yüz vermeyen büyük kızı Emine;
fabrika içindeki çıkara endeksli düzenin devamlılığını sağlayan
katipler, şefler, ustabaşılar; insanların duygusal etkilenimlerini siyasi
çıkarlar doğrultusunda kullanan Demokrat Parti Dl Başkanı görülür.
Sonuç
Orhan Kemal, “tek bir eser” (Aktaş 1990: 43) yazar; diğer bütün
eserleri bu büyük eserin bölümleri halindedir. Küçük adam’ın yaşadığı
çatışmalar, farklı kahramanlar aracılığıyla aynı teknikle
kurgulandırılır. Bu kahramanlardan biri olan ve tipe dönüşen Murtaza
da , trajik bir öykünün “küçük adam”ıdır. Murtaza’nın öyküsü, kendi
gerçekleri ile yaşamın gerçekleri arasında sıkışan bireyin yaşadığı iç
ve dış yansımalarının metne aktarımıdır. Dçinde yaşadığı topluma ve
aynı yaşamı paylaştığı insanlara yabancılaşmış olan Murtaza,
hayalleri, hedefleri ve eylemleri ile zalim ama aynı zamanda komik
bir kimliğe sahiptir. Bütün insanları kendi belirlediği ve sıkı sıkıya
bağlı olduğu “vazife” anlayışı çerçevesinde düzene sokmak ister.
Yazar, “Küçük Adam”ın yaşadığı bireysel çatışmaların sosyal
değişimlerle bütünlenmiş psikolojik çözümlemelerini ve Anadolu
insanının günlük paradigmalarını, klasik vaka düzeni içinde
kurgulandırır. Kendi ve dünya ile yüzleşirken yenik çıkan ve
yitikleşen Orhan Kemal kişileri, yok olma korkusu içinde
sürüklenirler, olayların akışına kapılıp giderler ve onların edimleri,
yaşadıkları farkedişler dizgesinin yansımasıdır.
KAYNAKÇA
AYTAÇ Gürsel, Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yayınları, Dstanbul
1999.
DENKEL Arda, Nesne ve Doğası, Göçebe Yayınları, Dstanbul 1998.
Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın
Kitabevi, Ankara 1996.
DOĞAN Mehmet H., Estetik, Dokuz Eylül Yayınları, Dstanbul 1998.
GRDLLET Alain Robbe, Yeni Roman (Çev. Asım Bezirci), Ara
Yayınları, Dstanbul 1989.
GÜRSEL Nedim, “Yazın Akımlarının Oluşumunda Toplumsal/
Ddeolojik Yapının Yeri”, Türk Dili, Ocak 1981, S.349, s.3-18.
KORKMAZ Ramazan, Sabahattin Ali- Dnsan ve Eser, Yapı Kredi
Yayınları, Dstanbul 1997.
MUALLDMOĞLU Nejat, Bütün Yönleri Dle Komünizm, Sermet
Matbaası, Dstanbul 1976.
Orhan Kemal, Murtaza, Tekin Yayınları, XIV. Baskı, Dstanbul 2000.
PARLA Jale, Don Kişot’tan Bugüne Roman, Dletişim Yayınları,
Dstanbul 2000.
SARTRE Jean Paul, Varoluşçuluk (Çev. Asım Bezirci), Say
Yayınları, Dstanbul 1999.
STANZEL Franz K., Roman Biçimleri (Çev. Fatih Tepebaşılı),
Çizgi Yayınları, Dstanbul 1997.
SU Hüseyin, Öykümüzün Hikayesi, Hece Yayınları, Ankara 2000.
UĞURLU Nurer, Orhan Kemal’in Dkbal Kahvesi, Cem Yayınları,
Dstanbul 1973.
YAVUZ Hilmi, “Murtaza ve Ödev Ahlakı”, Yeni Ufuklar, 1974,
C.22, S.249, s.23-26.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,77 M - Bugn : 12167

ulkucudunya@ulkucudunya.com