« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Ağu

2006

GELDİ, KURTARDI VE GİTTİ

GARİP KAFKASLI 01 Ocak 1970

O, Elçibey'di. Beyimiz, Büyük Bey'imizdi. Azerbaycan'ın mutlak bağımsızlığı için gönderilmiş "bağımsızlık" elçisiydi. Geldi, kurtardı ve gitti

DR. Ebülfez Elçibey'le gıyaben 1988 yılında Washington'dan Amerika'nın Sesi Radyosu (VOA) Azerbaycan Bölümünde radyo yazarı, muhabir, prodüktör ve spiker olarak çalıştığımda Sovyetler Birliği'nde başlayan çatırtının Azerbaycan'a nasıl yansıyacağı konusunda yaptığım radyo sohbeti sırasında tanışmıştım.

Onun kurtarıcı bir lider şahsiyetine o zaman inanmış ve yakın takipçisi olmuştum.

Saçlarım genç yaşımda, Amerika'nın Sesi Radyosu'nda çalıştığım yıllarda ağardı. Orada çalıştığım on yıllık sürede yirmi yıl kocaldım. Çektiğim sıkıntı ve acının haddi-hududu yoktu. Başından and içip yola çıkmıştım. Geriye dönüşüm yoktu. Azerbaycan'ın kurtuluş gününü görünceye kadar burada çalışmak azim ve kararındaydım. "Burada her hangi bir sebeple ölürsem, görev şehidi olurum, herhalde." diye düşünerek kendime cesaret veriyordum. Türklük ve insanlık düşmanı savaş artığı, Amerikan vatandaşı olmuş Rus ve Ermeni Taşnakların emrinde çalıştım. Her sabah, işe başlamadan önce, saçlarımı taramak bahanesiyle aynanın karşısına geçer ve kendi kendime, "Merhaba... Savaşçı...", akşam eve dönerken "Bu gün de bitti... Savaşçı"

Azerbaycan, Özbekistan, Gürcistan, Ukrayna ve Afganistan bölümlerinde çalışanlara "Freedom Fighters" (Azatlık Savaşçıları) diyorlardı. Bizi böyle çağırmaları hoşuma gidiyordu. Bu kadar ağır şartlarda çalıştığımı, hayatımın hiçbir döneminde ne gördüm ne de yaşadım. Pamir'de Han Tengri Dağının zirvesine çıktım ve Ağrı Dağının tepesine elli defa tırmandım , ama bunların hiç birisi beni Azerbaycan'ın tam bağımsızlığı zirvesine çıkmak için verdiğim mücadelede yorgunluğu kadar yormadı.

Azerbaycan'ın bağımsızlığı için verdiğim savaşta, kendimi bîr adsız kahraman gibi görüyor, adımın Dr. Ebülfez Aliyev (Elçibey) ile bir listede yer almasından büyük gurur duyuyordum. Azerbaycan bağımsızlığına karar verip Moskova'dan emir almayacağını açıkladığı gün, Amerika'nın Sesi Radyosu'nun koridorlarında sevinçten haykırarak dolaşıyor, dostlarımla kucaklaşıyordum. "Artık Azerbaycan hür... Gidiyorum!" diyordum. "Nereye?" diye soranlara, "Üyge taba.. Eve doğru... Baba doğma topraklara gidiyorum... Azerbaycan Azad oldu" şeklinde haykırarak, yılların yüreğimde biriktirdiği eziklik ve uşak gibi yaşamanın sıkıntısını, sözlerim ve şarkılarımla ağzımdan volkan gibi dışarı atıyordum.

Azerbaycan'ın bağımsızlığını alması, benî de Amerika'nın Sesi Radyosundaki köleliğimden kurtarmıştı. Gamdan ve sıkıntıdan kurtulmuştum. Saçlarımdaki kır saçlar artık beni rahatsız etmiyordu.Bebek gibi sakinleşmiştim.

Koridorda bu ruh yüksekliği ile göklerde uçarken, bir dost eli arkadan omzuma dokundu. Geriye dönüp baktım, bu Amerika'nın Sesi Radyosunda yaptığı jazz programlarıyla devleşmiş Willies Connover'du. Yakasındaki altın "mikrofon" rozetini çıkardı ve benim yakama taktı. Ve "Kazandın savaşçı... Yolun açık olsun... Dualarım seninledîr", dedi. Elçibey ve silah arkadaşları, dava arkadaşları ve taraftarlarının, Bakü'den selam getirenlerin Amerika'nın Sesi Radyosundan yayınlanan programlarını yaparken, sanki Elçibey'le sırt sırta verip, Azerbaycan'la birlikte dünyayı da kurtaracağımıza inanıyordum.

İlk önce sesiyle uzaktan uzağa mikrofonda tanıştığım Elçibey'le Bakü'de 1991'de şahsen tanıştığımda, kendimi Türkçülük Okulunda, Dr. Ebülfez Elçibey'in bir talebesi gibi hissettim. Kurtardığımızı zannettiğim Azerbaycan gaflet uykusundaydı. Ne benim, ne on kardeşimin , ne annemin, ne babamın ne yedi sülalemin ve ne de Türkiye ve dünyanın dört bir yanına serpilmiş Azerbaycan Türklerinin tam bağımsızlık uğrunda verdiği mücadelenin farkındaydılar. Kölelik ruhu, Ölü toprağı gibi Azerbaycan Türkünün üzerine serpilmişti. Derviş görünümünde, bîr ulu kişi ve bir serdengeçti, ölüm uykusuna yatmış yavrularını kaybetmekten korkarcasına kaygılı bir ata gayretiyle onları uyandırmağa çalışıyordu. Dr. Ebülfez Aliyev'i böyle bir ortamda tanıdım.Sonra milleti ona layık olduğu adı verdi. Türklük aleminin Elçibey'i ve benim Beyim, Büyük Beyim oldu.

Elçibey'le ilk defa görüşmemiz Dr. Feridun Celil Ağasıoğlu temin etmiştir. Beni, Azerbaycan Halk Cephesi'ne ilk defa, Prof. Dr. Dlara Aliyeva ile Dr. Feridun bey götürdüler. Hiç unutmam , Inturist Otelinde, asistanı, şimdiki Dışişleri Bakanı Dr. Vilayet Guliyev'in doçentlik unvanını almasının şerefine tertip ettiği yemekte biraz yubanmış ve görüşmeye vaktinde gidememiştik. Dilara Hanım defalarca Elçibey'den özür diledi ve kabahatin kendisinde olduğunu söyleyerek beni Elçibey karşısında zor durumda kalmaktan kurtardı.

Elçibey'in çalışma odasını,toplantı odası ve dava arkadaşlarının çalıştıkları odaları görünce, hayalimden, okul sıralarında öğrendiğim ve Atatürk'ün Kurtuluş Savaşımızda kullandığı mütevazi çalışma ortamı gelip geçti.

Atatürk'ün verdiği milli mücadele İle Elçibey'in verdiği mücadele arasında hep benzerlikleri ve ortak yönleri arayıp bulmağa çalışırdım. Ama orasını düşünemedim ki, Eiçibey'in Savunma Bakanı Rahim Gaziyev, Rusların adamı olacak ve Kremlin'le işbirliği içinde olacak. Milli bir şair olarak zuhur eden, Azerbaycan'ın suyunu içip, tuz-ekmeğinî yiyen ve bir makam verilmediği için Elçibey'i arkadan hançerleyerek bedbahtların çıkacağını rüyamda görsem inanmazdım. Ama oldu. Böyle bedbaht ve namertler çıktı.Sonra da gelip, Elçibey'in cenazesinde "timsah gözyaşı" döktüler. Bir de, onu hesap edemedim ki, Elçibey, adamdır diye, "kağıttan kaplan" ve adamcıklarla "dava arkadaşımdır" diye yola çıktı.

Elçibey'e, "iyi bir Atatürkçüydü, Atatürk hayranıydı, Atatürk'ün neferiydi, Atatürk'ün askeriydi" diyebiliriz.Onu Atatürk'le asla mukayese edemeyiz.Düşünün bir kere, Kazım Karabekir Paşa veya Mareşal Fevzi Çakmak düşmanla işbirliği yapacak, Atatürk de bunu kesin delilleri ile yakalayacak ve affedecek... Hiç böyle bir şey olabilir miydi?.. Böyle bir şeyi düşünmek, Türk olan bir insanın kanını dondurmaya yeter ve artar bile.

Elçibey'in vefatından önce Ankara Hastanesinde kaleme aldığı vasiyet ve itirafları arasında yer alan "hatalarım oldu" dediği konulardan bir tanesi bu idî. Vatan hainlerinin affetmesinin hata olduğunu çok geç anladı ve itiraf etti.

Atatürk'ün başarılarından örnek alarak, hep büyük hedeflere yöneldi. Büyük düşünmesini biliyordu. Rahmetli Turgut Özal'ı çok beğenirdi ve en az onun kadar pratikti, işleri sürüncemede bırakmazdı ve nefret ederdi. Düşündüklerinden bazılarını başarabildi. Hiçbir liderin bugün bile başaramadığı bir olayı gerçekleştirdi ve Rusları Azerbaycan topraklarından ebedi olarak kovdu. Üniversitelere girişi, Türkiye'deki gibi Merkezi Yerleştirme Sistemine bağladı ve bu konuda kronikleşmiş rüşvetin kökünü kesti. Azerbaycan kadınlarının yerlerde sürünmeye değil, başa taç olması gerektiğine inandı ve tatbik etti. "Cennetin anahtarı anaların ayağının altındadır" sözüne yürekten inandı ve Azerbaycan kadınlarının teşkilatlanarak kendi hak ve hukuklarını aramasına fırsat verdi. Hür basın, onun zamanında doğdu, gelişti ve bugünkü olgunluğuna erişti. Siyasi Partiler, Elçibey zamanında doğdu. O olmasaydı, bugün Azerbaycan'da, siyasi partilerin durumu Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan'dan farklı olmayacaktı. O kendi makamını ve geleceğini feda edip Keleki'ye gitmeseydi, bugün doya doya seyrettiğimiz Bakü'nün bu güzellikleri olmayacak, Grozni gibi bir harabeye dönecekti.

Bunları düşündüğümüzde , ömründe demokrasi ve bağımsızlık görmemiş bir insanın milletinin önüne düşerek , onu zulmetten ışıklı dünyaya çıkarırken karşılaştığı zorluklan, saygıyla ayakta alkışlamak mecburiyetini hissediyorum.

Türklüğe, Türkçülüğe ve Türk'ün büyüklüğüne, onun şanlı tarihine toz kondurmazdı ve kondurmadı.

Bana, dünyanın en büyük şeref belgesini verdi ve beni şereflendirdi, Rus tanklarının Bakü'yü işgal etmesinin birinci yıl dönümü için Washington'dan başlayarak , Azerbaycan'a Rusya'nın çeşitli şehirlerini dolaşarak Baku'ye vaktinde varan ilk "Batı"lı gazeteci ben olmuştum. Yüzlerce fotoğraf çekmiş ve bir o kadar insanla röportaj yapmıştım. Hazırladığım rapor, çalıştığım gazetede "Tankların Altında Geçen Bir Yıl" başlığıyla 15 gün arka arkaya tefrika edildi.

Dr. Hanım Halilova ile Elçibey'in o zamanki Halk Cephesi binasındaki makam odasına gittik. Elçibey, benden varsa bir vesikalık fotoğrafımı istedi ve yardımcısı Oktay Kasımov'u çağırdı, ona verdi ve bîr şeyler söyledi.

Elçibey'le beraber toplantı salonuna indik.Orada bulunanların huzurunda, "Garip Kafkaslı, Azerbaycan'a yaptıklarınızın karşılığında size altından bir şeref madalyası vermek isterdim. Halkımızın durumunu biliyorsun. Seni Azerbaycan Halk Cephesi'nin Amerika Temsilcisi olarak görevlendiriyorum. Bu vesikayı, Altından bir şeref madalyası olarak kabul et" dedi. Hayatta, çocuklarıma bırakacağım en büyük şeref vesikasının sahibi oldum.

Bugüne kadar bu vesikayı şerefle taşıdım. Gereken yerlerde kullandım. Samimi olarak itiraf etmek istiyorum, bu vesika gösterdiğim her makamda itibar gördü, itibar gören, vesika değil, onun üzerinde yer alan Dr. Ebülfez Elçibey'in imzasıydı. Bu temsilcilik belgesiyle, Amerika'da Senatoya, Temsilciler Meclisine, Dışişleri Bakanlığına ve muhtelif siyasi mahfillere Elçibey'i temsilen gittim.
Ankara'ya tedavi olmak için geldiğinde, yanına kimseyi sokmuyorlardı. Ana giriş kapısında, katlarda ve yattığı katta güvenlik ve polisler vardı. Bu noktalardan hep, Bey'in itibarlı imzasını taşıyan bu Temsilcilik belgesiyle geçtim.

Büyük Bey, Ankara'da yattığı günlerden bir gündü. Başbakanlık idareyi Geliştirme Başkanı ömürlük ülküdaşım, Bilecik'te Devlet kurmuş yörüklerden Prof. Dr. Gürol Banger ile, önemli bir projeyi takdim için Başbakanın Müsteşarına gidiyorduk. Normal olarak güvenlikten geçmemiz gerekiyordu ve geçtik. Ana kattaki kontrol noktasına geldiğimizde, Prof. Banger, elini ceketinin mendil cebine attı ve oradan ay-yıldızlı görkemli Başbakanlık kimlik kartını çıkarıp gösterdi. Yetkili güvenlik elemanı "Buyurun geçin, efendim" dedi. Sıra bana geldi Prof. Banger beni bekliyordu. Elimi büyük bir güvenle ben de onun gibi ceketimin mendil cebine attım ve oradan aynen onun yaptığı gibi Türk mavisi, üzerinde AHC harfleri bulunan Azerbaycan Halk Cephesi'nin temsilcilik belgesini çıkardım ve görevliye uzattım. Açtı, baktı, inceledi. Sonra bana belgeyi sol eliyle uzatırken, selama durdu ve "Buyurun geçin, efendim", dedi. Prof. Banger bu hareketin ardından polisin yanına geldi ve "Neler oluyor? Neden selama durdun?" diye sordu. Polis gayet sakin bir sekide, "O belgede bulunan Ebulfez Elçibey'in imzasının aşkına selam durdum, efendim" dedi.
Savuşup gittik. Müsteşarın odasına g i koridoru Prof. Banger ile boydan boya yürürken, savaş cephesinden dönmüş bir kurtuluş savaşçısının edasıyla, başım dik ve hep Elçibey gibi ileriye bakarak yürüdüm. Başımı tutarak yürümeme sebep olan şeyin verdiği zevkle mest oldum.

Bey, çok diriydi. Diri sözlüydü. Kıvraktı , kıvrak bir zekası vardı. Aptal gibi, başına güneş yemiş Arap gibi , miskin, pısırık yürüyen , mızmız, her şeyden şikayet edenlerden hoşlanmazdı. O problemlerden değil, problemlerden korkardı. Sözünü esirgemez, anında Oğuzca ve açıkça söylerdi. Gıybet etmezdi, ettiğine şahit olmadım. Buna teşebbüs edenleri sustururdu. O, dostuna da dost, düşmanına da dosttu. Paçasından tutup geriye çekenlere aldırmaz, onlarla muhatap olmazdı. "Bey, müdahale etsenize, neden çekmiyorsunuz," diyeni "Şair Se'di ile Kuduz it" hikayesini anlatırdı.

Tarihi hem yaratır hem de yaşardı. O hamuru hastı ve mensup olduğu milletin toprağından yoğrulmuştu. Eline, diline, beline sahip çıkan ve bunları yaşayan bir Türk Atasıydı.

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Elçibey'i Baku'de makamında ziyaret ettik. Türkiye'den giden 100 kişilik bir "deliler" grubuydu. Kimler yoktu ki, Mustafa ve Sevgi Kafalı hocalar , Turan Yazgan , Rıfat ve Sevinç Çokum , Rahmetli Necdet Sancar'ın eşi, Aslıyüce Erdoğan ve Yağmur Tunalı. Her kesimden temsile vardı grubumuzda. Akşam, E'tibar Memedov bizim grubun şerefine bir akşam yemeği " Elçibey , yemekte "Masa Beyi" seçildi ve sırasıyla söz veriyordu. Sonra bana döndü, "Şimdi Garipkafkaslı'yı dinleyeceğiz.Bize yürek sözünü söyleyecek" dedi.

Yüreğimde, yılların biriktirdiği dağlar söz vardı. Nereden başlasam diye düşünüyordum. Bilmiyorum hangi şeytan aklıma soktu , gayri ihtiyari ağzımdan, "Efendim, Batılı alimler, Azerbaycan'la ilgili yazdıkları eserlerde Azerbaycan Şarkın Fransa'sıdır. Aydın ve ilerici fikirler Şarkta hep Azerbaycan topraklarından kaynaklanmıştır..." dememe kalmadı. Elçibey sözümü kesti. "Orada dur... Azerbaycan'ın Batıyı taklit ettiğini kim söylemeğe cesaret edebilir. Azerbaycan Türkünün güzel fikirler üretmeye ve yaratıcı olmaya kudreti yok mudur?" dedi. Daha sonra bütün davetlilerin huzurunda bana, "Senin Garip Kafkaslı adının sonundaki "Kafkaslı" kısmını geri aldım, kal şimdi Garib.. istersen bundan sonra sana Garip Fransalı desinler," diyerek beni ağzımı açıp açacağıma pişman etti. Bey'in bu sözleri, sağlı-sollu ciğerlerime değen iki top güllesi gibi, soluğumu kesti. Yavaşça yerime oturdum. Tabaktaki yemek, bana yedi başlı ejderha gibi görünmeğe başladı. Kendimi zorladım, yiyemedim. Lokmalarım ağzımda büyüdü, yutamadım.

Bu kadar nezih bir Türk Dünyası aydınları grubu karşısında yüreğimdeki sözümü söyleme hakkımı, hiç tanımadığım bir "Garb"lı bilim adamının sözlerinden dolayı kaybetmiştim. En acısı, bir ömür boyu şerefle, itinayla, dikkatle, tozdan, lekeden, çirkeflerden ve çirkinliklerden koruduğum, Garipkafkaslı olarak bilinen adımın en has ve görkemli kısmı olan "Kafkaslı" tarafını kaybetmiştim. Dertlerimle Türk Ellerinde bir "abdal" gibi gezen Gariblerden biri oluvermiştim. Ne taraftan baksanız, "perişanlık", "yalnızlık", "itilmişlik", "kakılmıştık", "zelillik" ve "zebunluk" arz eden "Garib" adıyla ortada kalakalmıştım.

Aradan altı ay geçti. Bey'in "makaslamasıyla" adımın yarısını kaybetmiştim. Dengem bozulmuştu. Yazamıyordum. Çizemiyordum. Dostlara Amerika'dan telefon ederken eskiden olduğu gibi, "Ben Garipkafkaslı..." diyemiyordum. Telefon ederken, "Ben Ahmet Ali..." demeye başladım. Karşı taraftaki sesin, "Kim?.. Affedersiniz çıkaramadım.."sözünü dostlarımdan duymam ağırıma gitmeye başlamıştı. Kuyruğu kökünden kesilmiş yarış atına benziyordum. Dengem bozulmuştu.

Amerika'da, Virginia'daki evimizde, eşim Müşerref, kızım Aybike ve oğlum Murat Han ile akşam yemeğindeydik. Telefon çaldı. Eşim kaldırdı ve bana, "Garib... telefon sana, Keleki'den arıyorlar" dedi. Telefondaki Oktay Kasımov'du, "Bey sizinle görüşmek istiyor," dedi. Bey telefonda, "ilk önce sana adının "Kafkaslı" hissesini sana geri verdiğimi belirtmek istiyorum, ikincisi, sana fakslayacağım mektubu tercüme et ve Dışişleri Bakanı Albright'a benim yerime ilet" dedi. Bey'in sesini yeniden duymam ve adımın tamamına yeniden kavuşmam beni ziyadesiyle mutlu etmişti.

Elçibey, kimseye karşı kin tutmazdı. Elçibey'in yanlışlıkları veya doğruluklarını irdelemek bana düşmez. Ama bildiğim bir şey var, o, dostuna dost, bu arada düşmanına da dosttu. Sebebini sorduğumda, "Belki onu bu şekilde hareket etmeye zorlayan zahiri kuvvetler veya sebepler vardır" der geçerdi.

Elçibey'in gerçek dostlarından ona zarar gelmedi. Onun merhamet ettiği ve bağışladığı insanlardan zarar görmesi, tahammülü mümkün olmayan tarihi birer hadise olarak gelecek nesillere kalacaktır.

Elçibey'i arkadan vuranlar, kendi çıkarları, dünyevi hazları için, gerçek manada, Azerbaycan'ın kaderini ve geleceğini katledenler, bugün olmasa bile, yarın tarih önünde hesap vereceklerdir. Bunu yetişmekte olan, Elçibey fikirleriyle teçhiz olmuş genç Azerbaycan alimleri delilleri ile bulup ortaya çıkaracaklardır. "Mene bir vazife de tapşırmadı.. men onun Şeki'de yüksek rey almasına kömek ettim.." diyen ucuz, "milli kahramanlar" bu sözlerinin altında ebediyete kadar acı ve ızdırab çekeceklerdir.

Elçibey, her zaman, "içimizden hainler çıkmasa,düşman bize galip gelemez" derdi. Bey'e, karşıdan gelen mert düşman zarar veremedi, Ruslar buna bir defa teşebbüs ettiler, ebediyen, Azerbaycan'dan Elçibey zamanında sökülüp atıldılar.

Eğer Tanrı nasip etseydi,Türk Dünyası bir Bayrak altında birleşebilseydi ve Büyük Turan elini kurmuş olsaydı. Demokratik yolla Turan Hakanını seçmek için sandık başına gidilseydi. Elçibey, o sandıktan Turan Hakanı olarak çıkardı.

O, Elçibey'di. Bey'imiz, Büyük Bey'imizdi. Azerbaycan'ın mutlak bağımsızlığı için gönderilmiş "bağımsızlık" elçisiydi. Geldi, kurtardı ve gitti.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,96 M - Bugn : 23520

ulkucudunya@ulkucudunya.com