« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Mar

2015

Türkiye’nin geleceğini karartan geriye gidiş!

Erhan Başyurt 01 Ocak 1970

Yasama, yürütme ve yargı güçleri ayrı ise bir ülkede demokrasiden bahsedilebilir.

Üç kuvvet, halkın yararına birbirleri üzerinde “denge ve kontrol”mekanizması kurarlar.

“Dördüncü kuvvet” olarak da özgür medya kabul edilir.

Medya, kamu yararına “bekçi” gibi davranır.

Yürütme, yasama ve yargı kuvvetleri faaliyetlerinin, kamu yararına olup olmadığını gözetlerler.

Türkiye’de bu dört kuvvet son dönem uygulamalar ve yasal değişikliklerle denge ve kontrol yeteneğini kaybetmiş durumda.

Güçler birliğine doğru endişe verici kayış söz konusu…

Sistemin tıkanması ve giderek daha fazla otoriterleşmesi, yürütmenin hatta Ak Saray’ın tüm kuvvetleri tekeline geçirmesinden kaynaklanıyor.

Demokrasinin temel direkleri yok ediliyor.

Türkiye gibi parlamenter sistemlerde, yürütmeyi esas itibarıyla hükümet temsil eder.

İcra yetkisi, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndadır.

Anayasamıza göre de bakanlar sadece Başbakan’a karşı sorumludur.

Ancak uygulamada, Cumhurbaşkanı hükümetin şekillenmesinde ve icrasında tek yetkili gibi davranıyor.

Partiler üstü olması gereken ve tarafsızlık yemini etmesine rağmen Cumhurbaşkanı, seçim stratejilerine müdahil oluyor, muhalefet liderlerine sert sözler sarf ediyor, ekonomi politikalarına bile yön veriyor.

O kadar ki, Kanal İstanbul Projesi’ni Ak Saray yürütüyor.

“Özerk kurum” Merkez Bankası’nın faiz oranlarını belirlemesine hükümet bile talimat veremezken, Cumhurbaşkanı piyasaları tedirgin edecek şekilde açıktan yön vermeye çalışıyor…

Vekiller bağımsız değil

Yasama, yani Meclis’in yasa yapma yetkisi de yürütmenin emrinde.

Bakanlar, “Yüce Divan’a gönderilmesin” deniyor, gönderilmiyor.

İç Güvenlik Yasası, yargı paketleri, eğitim paketleri Meclis’e hazır olarak geliyor.

Noktasına virgülüne dokunulmadan, Meclis’te çoğunluğu bulunan iktidar tarafından hayata geçiriliyor.

Milletvekilleri, ön seçim ile belirlenmediği, liderler tarafından liyakat değil sadakat esaslı aday gösterildikleri için bağımsız davranamıyorlar.

Siyasi partiler kanunu değişmediği ve dar bölge seçim sistemine geçilmediği için lider merkezli bir yasama ortaya çıkıyor, lider performansına dayalı bir seçim yarışı yaşanıyor.

Bu da partileri “disiplin partisi”, liderlerini de “tek adam” haline getiriyor.

Böylece, iktidar Meclis’i yani yasamayı “tekeline” alıyor.

Aslında sembolik bir makam olmasına karşın Cumhurbaşkanı, iktidar partisinin kurucu başkanı olmasından kaynaklanan bir güç ile esas belirleyici konumuna yükseliyor.

Yüksek yargıya müdahale

Yürütme, yasama üzerinde etkin olunca, yargı üzerinde de belirleyici hale geliyor.

Yargının uygulayacağı yasalar, yürütmenin siyasi ihtiyaçlarına göre yasama organında çıkarılıyor.

Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organları da çıkarılan yasalar sonrası yürütme tarafından yapılan atamalarla tercihlerine göre şekillendirildi.

12 yılda içerisinde DGM’ler önce Ağır Ceza Mahkemeleri’ne, sonra Özel Yetkili Mahkemeler’e dönüştürüldü.

17/25 Aralık süreci sonrasında da önce Sulh Ceza Mahkemeleri, şimdi de İç Güvenlik Mahkemeleri olarak bilinen İhtisas Mahkemeleri kuruldu.

Hâkim ve savcıların atama ve terfi işlemlerine bakan HSYK’ya da çoğunluğu elinde bulunduran yürütme, hâkim ve savcıları istediği davaya ve mahkemeye atayarak yargıyı da siyasallaştırıyor.

O kadar ki, son kurulan İhtisas Mahkemeleri’ne, yeni kadrolaştırdıkları 2 aylık hâkimleri atayarak, istedikleri davalardan istedikleri siyasi sonuçları elde etme imkânı buldular.

Yasama ve yargı üzerinde otorite kuran iktidar kolaylıkla sıkıyönetim yasaları çıkarıyor, İstiklal Mahkemeleri’ni yeniden hayata geçiriyor…

Özgür medyaya baskılar

Tüm bunlar olurken, medyanın kamu yararına özgür yayın yapma yeteneği de yok edildi.

İfade ve yayın hürriyeti yasal ve yasal olmayan yöntemlerle sınırlandırıldı.

Tweet atmak bile tutuklanma gerekçesi haline getirildi.

İnternet medyası, mahkeme kararı olmadan kapatılmaya başlandı.

“Yandaş” ve “zift” medya havuzu oluşturuldu.

Güçlü medya grupları önce kamulaştırıldı, ardından “yandaş” iş adamlarına devredildi.

Kamu ilanları ve ihaleleri ile bu gruplar beslendi ve bağımlı hale getirildi.

Tamamen teslim alınamayan medya grupları ve sahipleri üzerinde, yargı ve Maliye eliyle baskı kuruldu ve özgür yayın yapması engellendi.

Bine varan muhalif yazar ve gazeteci siyasi baskı ile işten atıldı.

Mümkün olan mecralara “hükümet komiseri” , “hükümet temsilcisi yazar” ya da “hükümet sözcüsü yorumcu” atandı.

Özgür yayın yapan kanallar kamu elindeki uydu yayınlar ve dijital platformlarda daha az izlenmeleri için keyfi ve hiçbir ölçüte dayanmadan gerilere kaydırıldı.

İktidarın atadığı isimlerin çoğunlukta olduğu RTÜK, özgür yayın yapan kanallara tarihi nitelikte yanlı cezalar kesti.

Özgür yayın yapan gazetelerin THY gibi kamu kurumları tarafından dağıtılması engellendi.

Tüm bu uygulamalar şu an devam ediyor.

Sonuçta, yalan ve iftiraları her gün haber yapan, siyasi algı operasyonları için kullanılan ucube bir medya ortaya çıkıyor.

Refah ve huzur olmaz

Gelinen noktada, Türkiye’nin yeniden ileri demokratik standartlara dönebilmesi için ciddi bir restorasyona ve reform sürecine ihtiyaç var.

Yürütme, yasama ve yargının yeniden ayrıştırılmasına, Cumhurbaşkanı ile hükümetin yetki sınırlarının net olarak belirlenmesine ve medya özgürlüğünün tesisine ihtiyaç var.

Hukukun üstünlüğünün yeniden ihya edilmesi, ifade ve fikir özgürlüğünün sağlanması gerekiyor.

Unutulmamalı ki, ekonomik istikrar ve sürdürülebilir kalkınma ancak ileri demokrasi ile mümkün.

Kişi başına milli geliri en yüksek, askeri ve diplomatik olarak en güçlü ülkeler, özgürlüklerin en geniş uygulandığı ileri demokrasiler.

Hukuka dayanmayan otoriter hiçbir ülke ekonomik refaha sahip olamadığı gibi, küçük bir azınlık dışında halkı da hiçbir zaman mutlu olamıyor ve huzur bulamıyor.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,00 M - Bugn : 27597

ulkucudunya@ulkucudunya.com