« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Kas

2006

FAHRETTİN DİYE BİRİ VAR ANKARA'DA...

03 Kasım 2006

16 Ekim 2004 Cumartesi iftar sonrası Ülkücü gazimiz Fahrettin’i ziyarete gittim.. Aslan Ağa Camii’nin önünde oturmuş bizi bekliyordu bu Ülkü beyi.. O bir kahraman .. İliklerine kadar ülkücüydü. İzmir Hatay’da, Bornova’da otobüs durağında kendisini komünist ihtilale engel gören hainler tarafından otomatik silahlarla taranmış… Sakat kalmıştı.. Ayağını kesmişler.. sarıldık hasretle .. Kucaklaştık, can kardaşımla.. Beş on basamağı olan derme çatma evine 6 dakikada ancak girebildi.. Önce çay ikram etti yengemiz.. Sonra Fahrettin “izin” dedi.. “İzin verin de ayağımı çıkarayım.. Sızı veriyor.. dayanamıyorum bazen…” Gözlerim doldu.. Ama belli etmemeye çalıştım. “Ne demek kardaşım izin Allah’tan... Ben buraya yoluna kurbanım dediğim Allah yolunun yılmaz bekçileri.. çileli yolcuları gönül meclislerinin muhabbet bülbülleri YUSUFİYELİLER adına geldim. Sana onlardan selam getirdim..“ deyince.. “.. Ahh kardaşım ah… ben hastanelerde asker nezaretinde bekleşirken.. onlar da ölümü her an enselerinde hissettiler.. İşte onlar peygamberin övdüğü Türkler.. İşte onlar Hz. Yezdan’a gerçek kul olanlar… Ashabı Kiram’ın çektiği çileye talip olanlar..” dedi. O bunları öyle bir tevazu ile söylüyordu ki içimden Yusufiyelileri unutanlara, unutturmaya çalışanlara yazıklar olsun.. dedim...

Önce Buca C-5 le tanışmış… Selçuk ÖZDAĞ’la gelmişler Buca C-5 e… 57 gün işkence görmüş İzmir siyasi şube’de. Tam 57 gün… Dile kolay… Can mı dayanır buna.. Kendisinden dinleyelim… “Bir gün ne olduğunu bile anlamadan, sivil polislerce gözaltına alındım.. Benim bu halimle suç işlemem mümkün mü? Zaten sakatım, yürüyemiyorum.. Kaçacak halim yok, adım atmadan yakalarlar.. Tabii beni ülkücüyüm diye içeriye aldılar.. Evet ülkücü olmanın bir bedelini vatanı sevmenin diyetini ödettireceklerdi… Sözüm ona devletin polisliğini yapanlar, aldıkları maaşı hak etmek için ülkücülere işkence yapıyorlardı... Yüreklerinde zerre kadar Allah korkusu olmadığı gibi vatan sevgisi de yoktu bunların... Kimi ülküdaşlarım canlarını, kimileri sağlıklarını ama hepsi istikballerini kaybettiler...

Ayaklarıma o kadar çok vurulmuştu ki; artık acıyı hissetmiyordum. Ama yalandan bağırıyordum.. “Yandım anam,, öldüm anam… sizde hiç mi Allah korkusu yok.. Allahsızlar.. “ diye.. Çünkü, acıyı hissetmediğimi anlarlarsa bu defa başka türlü işkenceye başlayacaklar diye korkuyordum. 57 gün sürdü bu işkence .. Evet sonrası mı… önce topuğum çürüdü düştü.. Sonra ayağım bakımsızlıktan kurtlandı..

Baktılar durumum vahim.Tedavi için İzmir’den çıktık. 3 reo.. (askeri araç), 1 gayzer (askeri araç), bir kapalı cezaevi aracı (askeri), bir yarbay… iki teğmen, üç astsubay… 15- 20 erattan oluşan konvoyla.. Ankara’ya hareket edildi.. İçimden kendi kendime. “Fahrettin sen neymişsin be..” diyordum. Sakat bir adamı.. sakat bir zihniyet işte böyle (Ankara GATA) hastahaneye sevk etti. Hastanede, dizim düştü.. Sonra ayağımı kestiler.. Hastanede tek ülkücüydüm. Benden başka ülkücü hasta yok.. Dua ediyorum ki ülküdaşlarımdan biri hastalanıp, ne bileyim başı ağrıyıp buraya gelsin… Gelsin de insan göreyim..

Ben ilk gözaltına alındığımda üç günlük evliydim. Daha hanımımın eli kınalıydı.. Ayrılırken “Kınalım kaderimiz buymuş ne yapalım.. Ben bu vatanı sevmenin bedelini öderken sen de çile yudumlayacaksın.”. demişim.. Ankara’da yatarken eşim ziyaret için hastaneye geldi. Selçuk Özdağ da anasına telgraf çekmiş “Arkadaşlarımızdan Fahrettin Güran GATA’ya getiriliyor.. n’olur git onu gör demiş.. Anamız da kalkıp gelmiş. “Ben Fahrettin’in halasıyım diyerek müracaat etmiş. Eşimle kapıda karşılaşmışlar. Nöbetçi asker eşime sormuş.. “Yenge Fahrettin’in böyle bir halası var mı?.. O da yok öyle biri deyince.. Selçuk’un anası başlamış ağlayarak bağırmaya.. “Ben bu yaşta yalan mı söyleyeceğim.. ben bütün ülkücülerin halasıyım” Bakmışlar çare yok.. “gel” demişler, “gel de gör ülkücünün halini”
Ayağımı kestiler.. Kaldığım koğuşta 20-25 kadar komünist var.. İdareye yalvarıyorum ki.. beni ya eski yerime götürün veya ülkücülerin olduğu bir yere verin diye.. Bir gün Mevki Hastanesine sevk ettiler ilk defa dünya varmış dedim kendi kendime. Ülkücülerin burada iki koğuşu vardı ve hergün Başbuğumu görme fırsatım oldu orada..

Üç - dört kere tutuklanıp serbest bırakıldım.. Epey bir ceza yattım.. Bir defasında yavrum henüz 3 aylık bebekti.. Bir akşam yemek masasında vurdular koluma kelepçeyi. Üzerime ceketimi giymeme bile izin vermediler. Eşime “merak etme hemen geri gelecek” diyorlardı. Dayanamadım “Ben bu hemen gelmeleri çok iyi bilirim komutan. Bu hemen gelmeler en az bir yıl sürer.. izin verin de yavrumu bir öpeyim...” dedim. “Yok, yok!!!.... Hadi hemen gidiyoruz” dediler.. O zaman isyan ettim “Sizin evladınız yok mu be... Bu vatanı sevmek bu kadar suç mu?.. Size ne yaptık biz... Bırakın bizim yakamızı... Düşün, düşün artık yakamızdan“ diye bağırdım. Ama bu isyan, benim geri dönüş süremin epey gecikmesine sebep oldu.. Ankara Kapalı Cezaevi’nin 8. Koğuş’a tıkıldım ve yeniden hasret ektim yüreğime.. Yeniden çile biçtim.. Orada yiğit ülküdaşlarımızdan Ercan Koç’la tanıştım...

Gün geldi ve benim cezaevi dönemim bitti. Bitti ama ben de tek ayakla ortada kaldım. Ben bu ayağımı kimse için değil davam için verdim.. Kimseye ne kırgınım ne de küskün .. Benim mücadelemde Allah rızası vardı.. Böyle bir kutlu yolda çileli yolcu olmayı Yaratan her kuluna nasip etmez, diyordum. Çünkü, Allah yolunun yolcuları çileye talip olurlar... Evet “hürriyet, hürriyet diye inlediği günler” bitmişti ama sevinemiyordu. Kendisini bekleyen eşi ve bir evladı vardı... onların karnı doyacaktı.. Ve şimdi hayatla mücadele başlıyordu..

Rüzgarlı Sokağın bir kenarına seyyar çakmak tamir tezgahı koyuyor. Günde beş - on çakmağa gaz doldursam evime ekmek görürüm diyor, Fahrettin.. Kış kıyamet demeden başlıyor çalışmaya.. Samanpazarında kirası ucuz eski döküntü bir eve taşınıyorlar... Sonra da bir - iki kap kacak alıyor.. üç de kaşık.. Dışkapı’daki pazardan aldığı bir battaniyenin altına sığınıyor üç can.. Artık bit pazarı onların alışveriş merkezi oluyor. İlk kazancıyla kendine bir gömlek alıyor.. hanımına da bir etek, bir ayakkabı.. Çocuklar gibi seviniyorlar... Sonra çakmaktan kazandığı parayla oğlunu okutuyor.. O oturduğu derme çatma evi satın alıyor.. bir de sakat arabası..

Derken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek… O kör olası gözlerini dikiyor Ülküdaşımızın ekmeğine... Fahrettin’in çakmak tamir ettiği minik kulübe için “derhal orayı yıkın” talimatını veriyordu… “Orayı yıkın!!!” Biz bu talimatları kara Eylül`de de duymuştuk ”Bunları asın!!!”… diyordu. “asmayıp da besleyelim mi” diyordu, netekim paşalar. Evet, Fahrettin birinin talimatıyla ayağından diğerinin talimatıyla da ekmeğinden oldu...
Önceleri hazırı yiyorlar.. Hazıra dağ mı dayanır... Eldeki avuçtaki bitiyor, çaresizlik başlamış... Ne yapsın.. Oğlan okuyacak Orta, lise üniversite derken oğlu üniversitenin son sınıfına gelmiş... Bitirmeye iki ay kalmış... Eve ekmek gidecek.. Ev ise zaten harabe bir vaziyette. Merdivenleri çıkarken tahtalar yıkılacak gibi gıcırdıyor..

Gelelim eve… Mutfakta üç beş kap kaçak… bir kaç çatal, üç beş bardak var... Bir çay tepsisi bile yok. Üstüne çektiği lime lime yorganı, oturduğumuz onbeş yıllık şiltesi, üstelik perdesiz pencereleri bu devirde bir ayıpsa, sanırım bu ayıp bütün ülkücülerindir... “Şehitlerimiz Gururumuz, Gazilerimiz Onurumuzdur.” diyoruz. Fahrettin’le de onur duyanlar onun halinden de sorumludurlar.

Bu zamana kadar kimseye derdini anlatamayan kardaşımıza….. Fak Fun Fon’un başında bulunan biri “Sana iki öküz parası verelim...” deyince Fahrettin şaşırır. “Ben bunu eşime bir danışayım…“ der ve evde söylenenleri hanımına anlatınca “SEN ÖKÜZ MÜ ALACAKSIN O PARAYLA... BAŞKASININ ÖKÜZÜ İÇİN AYRILAN ÖDENEĞİ ALIRSAN ONUN HESABINI ALLAH SENDEN DE BENDE DE SORAR...” cevabını alır.

Ama yemeden de durulmaz ki; eve ekmek gerek.. Hanımı bir hastanenin önünde mendil, çorap satmaya başlar.. Kış demez, sıcak demez, yağmur demez, gider... Çoğu gün akşama kadar bir simit parası bile kazanamadan evinin yolunu tutar... Bir gün baldızı iftar sofrasında ruhunu teslim eder, eli öpülesi hanımı ölüsüne ağlayamadan cenazenin defin işleminden sonra eve ekmek parası getirmek için geri döner. Bu durum Fahrettin’i çok yaralar... Kahrolur. Hanımına da bir şey söyleyemez. Neden ben ekmeğimi kazanamıyorum ki; diye hayıflanır için için...

Bir gün MHP genel merkezine gider. Özel kalem müdürü Ömer bey’e Genel Başkanla görüşmek istediğini söyler... Ömer bey not alır.. Bir ay sonra telefonla Fahrettin’i çağırırlar.. Oğlu da Fahrettin’le birlikte gelip genel başkanın elini öper. Devlet Bahçeli, onları çok güzel karşılar, gerekli alakayı gösterir. Ve “okulu bitirene kadar oğlunun bursunu ben vereceğim..” der.. Aslında gidiş nedeni Gökçek’in elinden aldığı ekmeğini geri almaktır.. Bu konuda yardım istemektir..
Bir ara oğluna işaret eder.. Oğlu dışarı çıkınca “Sayın genel başkanım bütün vücudum yara bere içinde der ve ayağını çıkarır... Genel başkan…” Fahrettin tamam canım ülküdaşım tamam .. anladım kardeşim...” diyerek bu konu ile ilgileneceğini söyler.. Okulunu bitirmesine iki ay kalan oğlunun bursunu sayın Bahçeli verir…
Bir gün yine çaresizlik içinde Genel merkezin yolunu tutar Fahrettin.. Danışmadaki görevliler “şu an görüşebileceğiniz Şevket bey var” derler.. “Tamam...” deyip odasına gider. Derdini anlatır Fahrettin “Benim bir çakmak tamir yerim vardı.. Melih beyin talimatıyla yıktılar.. Şimdi eşim hastahane önlerinde mendil satıyor... Bu zoruma gidiyor... Ne olur bana yardımcı olun…” der. Dikkatle anlatılanları dinleyen Yahnici’nin ilk sorusu “Niye buraya geldin”... olur. Fahrettin.. “Burası Ülkücülerin baba ocağı. Ben de zamanında bu dava için şereflice mücedele verdim. Daha sonra da namusumla çalışıp evime baktım.. Bu zamana kadar da kimseye muhtaç olmadım ama şimdi naçar kaldım başka nereye, kime gideyim?” der

Konudan rahatsız olduğu belli olan Şevket bey biraz sıkıntılı vaziyette “Neden biz iktidarda iken buları talep etmedin kardeşim” diye sorar Fahrettin’e... Kızarıp bozararak odadan çıkarken, “Fahrettin kardeşim kızma... Tabii ki derdine derman olmaya çalışacağız…“ diyerek Büyükşehir belediyesi MHP grup başkanlığını arar… Telefona çıkana, Fahrettin’i yanlarına gönderdiğini ve yardımcı olunmasını söyler. Fahrettin oradan doğruca Güven parka gider. MHP’li üç meclis üyesi oturmaktadırlar.. Durumunu anlatır onlara... “Senin işin çok zor...” derler. Ve Fahrettin’in işi çözülmez…

Melih Gökçek, sadece ekmek kazanmak derdinde olan bu sakat gazimize bir metre karelik yeri vermez... Mübarek Ramazan da rahat mıdır acaba Gökçek..? 1986’dan bu yana aynı yerde çakmak tamir eden Fahrettin’e hiç bir belediye başkanı ilişmez de AKP ile seçilen Gökçek’e dert olur Fahrettin... Yıktırdığı yer uygun değilse bir başka yer verdirtebileceği halde bunu yapmaz.

Bir kaç vefalı insan Fahrettin’i ziyarete gelirler bu arada. Aylar sonra evinde sıcak yemek pişer Fahrettin’in. Gazi Üniversitesi Mezunları Vakfı Başkanı Yunus bey, Fahrettin’e ve oğluna iş bulabilmek için uğraşır. Ve geçtiğimiz gün tekrar ziyaretine gittiğimde Fahrettin seviniyordu: ”bir iş bulma umudu doğmuş,, inşallah olur…
O gün Fahrettin bana "Kardeşim benden daha zor durumda olanlar var.. Mesela, Sebahattin GECE kardeşimin felç olduğunu duydum.. ya şimdi o ve çocukları ne yapıyordur acaba?” deyince gözlerim doldu.. Kendi halini unutmuş Sebahahttin’i soruyordu.. İşte Ülkücüler bu sahabe tavrını sürdürdükleri sürece bu dava hep ayakta kalacaktır.. “ÖLMEZ BU HAREKET ÖLMEZ BU DAVA“ derken gazilerimiz ve şehitlerimizin ailelerini ihmal etmeyelim... Ozan Arif de telefonla aramış Fahrettin’i “mutluluktan uçuyorum, hatırımı sordular” derken, gözlerinin içi gülüyordu. Evet hepimiz hatırı sormaktan mutlu olan Ülkü beyleriyiz... Hatırının sayılmasını isteyenler hatır sormayı unutmasınlar...

Fahrettin’in kendi halini unutup "Benden daha zor durumda olanlar var.. Sebahattin GECE kardeşimin felç olduğunu duydum.. Ya şimdi o ve çocukları ne yapıyordur acaba?” deyişi var ya... İşte gerçek Ülkücülük, işte mükemmel insan… Evet ben bu asil davranış karşısında saygı ile eğiliyorum ve bütün Ülküdaşlarıma bu mübarek Ramazan ayında bu ülkü beyinin evini ziyaret edip bu örnek ülkücü aileyi tanımalarını tavsiye ediyorum.
Fahrettin’in yanından ayrılırken sarfettiği iç dünyasını ayna gibi bize yansıtan bir ifadesini aktarıyorum:
"Hiç bir mağdur ülkücü dilenci değildir.. Çünkü ülkücü hakkı olmayanı talep etmez…mağrurdur kimseye el açmaz. Ben de bir ülkücüyüm… onurum da gururumda buradan geliyor... Ben her halimde Allah’a şükrettim.. Tezgahım yıkılarak mahrum bırakıldığım ekmeğimin geri alınmasını istiyorum, Beni temsil ettiklerine inandığım insanlara gittiğimde de hep bu konuda yardım istedim. Ama artık gitmeyeceğim... Halim de, yüreğimdekiler de belli… Allah’tan başkasına asla boyu eğmedim… asla da eğmeyeceğim.. çünkü ben ülkücüyüm.“

Kadir Durak / www.yusufiye.net

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,81 M - Bugn : 13306

ulkucudunya@ulkucudunya.com