« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

02 Ağu

2006

YİNE MUHSİN YAZICIOĞLU’NA DAİR

02 Ağustos 2006

“Kabak tadı verdi, artık” demezseniz, bugün de, son defa olarak Muhsin Yazıcıoğlu’na dair yazmak istiyorum... Bir gün Burçak’ta otururken; - bilmeyenler için açıklayayım; Burçak, açılışını rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in yaptığı, üç ortaklı Burçak Kitap-Kırtasiye’dir. Ahmet Lütfi Birinci, Nazif Güngör ve ben, üçümüz ortak olarak kurmuştuk. Bugün, Nazif hâlâ işletiyor- bir grup üniversiteli ülkücü ziyaretime geldi. Moralleri çok bozuktu. Aralarında, bir sonuca ulaşmamış müthiş bir tartışma olmuştu… Konuyla alâkalı olarak, görüşlerime müracaat etmek için gelmişlerdi.

Çaylar geldi, içildi. Sigaralar yakıldı, tüttürüldü. Konu açıldı… İçlerinden medenî cesareti üst seviyede olduğu için kendiliğinden sözcü konumuna geçmiş biri, ders kitaplarının arasından Bizim Ocak Dergisi’ni çıkardı. “Burada, birbiri ile çelişkili iki beyanat var, dedi… Hangisinin doğru olduğuna, aramızda hayli tartıştığımız halde bir türlü karar veremedik.”

“Verin, dedim, bir de ben bakayım.”

Genç ülkücü, iki yazının başlıklarını parmağıyla işaret ederek, Dergi’yi uzattı. Birinci yazının başlığında rahmetli Başbuğumuz; “İdeolojimiz, Türk Milliyetçiliğidir” diyor… İkinci yazının başlığında ise Muhsin Yazıcıoğlu; “İdeolojimiz, İslâmiyet’tir” diyordu… Başlıkları hızla okuduğumu gören genç ülkücü, “Hangisi doğru, bunların?” dedi.

“Sizce, hangisi doğru?”

“Bana kalırsa, Başbuğ’un söylediği doğru! Ama bazı arkadaşlarımız, Muhsin Başkan haklı diyorlar… Bir türlü içinden çıkamadık. Bu yüzden, size geldik.”

“İyi yaptınız… Hep beraber düşünür, inşallah doğru bir karara varırız.”

“İyi olur, yoksa, bu çelişki Teşkilâta büyük sıkıntı verecek.”

Genç ülkücü haklıydı, bu dehşet bir fitneydi… Biri, Hareket’in kurucu genel başkanı, lideri ve Başbuğ’u, diğeri Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanı iki çok değerli ülkücü bir birine taban tabana zıt iki beyanat vermişlerdi… Büyük ihtimalle, ben ne dersem diyeyim, sonuç katiyen değişmeyecekti… Fitne, ateşlenmişti bir kere, çünkü… Söylediklerime, açıkça olmasa bile, bir taraf mutlaka karşı çıkacaktı. Ne yapmalıydım?

Genç ülkücülerin ideolojik eğitimleri yetersizdi… Asıl mesele de buydu, zaten… Bu yüzden, konuya ideolojik ve mantıkla yaklaşacakları yerde duygularıyla yaklaşıyorlardı… Ancak kabahat genç ülkücülerin değildi. Kabahat; bu iki yazıyı, aralarındaki tezadı fark etmeden neşreden Dergi yöneticilerinindi… Dahası genç ülkücüleri yeteri kadar eğitmeyen Teşkilât’ın idi.

Genç ülkücüler eğitimli olsalardı, gerçeği rahatça bulurlar ve bu tehlikeli tartışma çıkmazdı… O iki yazı, en azından aynı sayıda yayınlanmasaydı, belki de hiç kimsenin dikkatini bile çekmezdi… Ama olan olmuştu bir kere ve bana geldiklerine göre, çareyi benim bulmam gerekiyordu. Ne yapmalıydım? Ne demeliydim? Esasen her şey ayan beyan ortadaydı. Kimin haklı olduğu açıkça belliydi. Ancak bunu öyle bir üslupla, öyle usturuplu söylemeliydim ki, herkes memnun olsun ve fitne etrafa yayılmadan sönsün, yok olup gitsin.

“Ulu ve yüce Allah’ın, âyetleriyle sabittir ki, İslâmiyet bir dünya görüşü, bir doktrin ve ideoloji değildir, sadece ve yalnızca bir dindir” dedim. Genç ülkücülerin bazıları, biraz şaşkın biraz da inanmaz gözlerle yüzüme bakıyorlardı. Anladım ki, söylediğimi ispatlamazsam, faydası olmayacak… “Nazif Hoca, şuradan bir Mealli Kur’ân verir misin?” Nazif, durumun vehâmetini kavramıştı, “hemen vereyim, ağbi” dedi. Raftan çekti, Diyanet’in Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli’ni verdi.

Genç ülkücülerin meraklı bakışları altında, Kur’ân’ı besmeleyle açıp, Al-i İmran sûresini buldum, 19. âyetinin meâlini okumaya başladım. “Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.”

Genç ülkücülerin çoğu rahatladı, ama bazılarında hâlâ bazı tereddüt kırıntıları kalmıştı… Hemen Maide sûresi, 3. âyeti buldum ve ilgili bölümün meâlini okudum: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”

Bütün ülkücüler gözle görülecek şekilde rahatlamıştı. Ben de bu rahatlığın sağladığı avantajla ara vermeksizin devam ettim: “Bunlar gibi daha onlarca âyet var… Görüyorsunuz, İslâmiyet sadece ve yalnızca bir dindir. İdeoloji değildir, dedim… Öyle ise, Muhsin Başkan’ın söylediği doğru sayılamaz. Demek ki Başbuğ’un söylediği doğrudur.”

“Kaldı ki, bu âyetler olmasaydı bile, sırf Ülkücü Hareket’i Başbuğun kurduğunu hatırlayarak dahi Alparslan TÜRKEŞ’in haklı olduğunu anlayabilirdik! Hiç kimse, konumu, statüsü, mevkii, makamı ne olursa olsun hiç kimse, Ülkücü Dünya Görüşü’nü Başbuğ TÜRKEŞ’ten daha iyi ve doğru bilemez, ifade edemez!”

Allah yardım etmiş, genç ülkücüler ikna olmuşlardı. Birer çay daha içtikten sonra, arkadaşları selâmetledim… Ama aldı beni bir düşünce… Ne yapmalıydım? Durumu, Başbuğ’a nasıl intikal ettirmeliydim? Konuyu, Başbuğa aktarmak doğru olur muydu? O zaman ispiyon-muhbir durumuna düşmez miydim?

Lâfı uzatmayayım… Durumu, yorumsuz olarak, olduğu gibi Başbuğa arz etmeye karar verdim. Ancak bu, telefonla yapılamazdı, -o zaman, Başbuğa istediğim zaman telefonla ulaşma imkânım vardı. Her aradığımda, merhum lütfeder telefona mutlaka çıkardı. Çok büyük bir adam ve liderdi. Allah rahmet eylesin- yüz yüze görüşmeliydim. Lâkin konu Ankara’ya gidecek kadar acil de değildi… Başbuğ, başka kanallardan, muhakkak vaziyete muttali olmuştu. O, öyle bir liderdi ki, her şeyi mutlaka bilirdi… Netice olarak, müsait bir zaman kollamağa başladım.

Nitekim birkaç ay sonra Başbuğ Bursa’ya geldi… Avukat İbrahim Kurt il başkanıydı. Parti, Haşim İşcan caddesindeki bildik yerindeydi… Yanıma, o zaman ki Ocak Başkanı Nafiz Kaşıkçı’yı da alarak, il başkanlığı binasına gittik. Başbuğ Türkeş ile baş başa görüştük… Dergi’yi masanın üzerine koyarak, genç ülkücülerin bana sorduğu soruyu yorumsuz olarak kendisine sordum… Nafiz Kaşıkçı da şahittir, rahmetli öyle bir gürledi ve öyle şeyler söyledi ki ben onları burada tekrarlamaktan hicap ederim… Bu görüşmeden sonra, çok geçmedi Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları Parti’den istifa ettiler. Malum gelişmeler yaşandı.

Sonuç olarak, Muhsin Yazıcıoğlu Parti’den istifa etmesi konusunda doğruları söylemedi, söylemiyor… Gerçekleri bildiğim kadar ve bildiğim gibi arz ettim. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun bunlara vereceği bir cevap varsa, onu da yazacağıma şimdiden söz veririm.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,10 M - Bugn : 20259

ulkucudunya@ulkucudunya.com