« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

13 Nis

2011

BİR ANI

13 Nisan 2011

Bu yazıyı, 2010 yılında yapılan Kamu Personel Seçme Sınavı’nın (KPSS-Lisans) Eğitim Bilimleri Testi, sınav sürecinde bazı usulsüzlüklerin meydana geldiği kanaatine varıldığından iptal edildiğinde yazmayı düşünmüştüm... Ancak bazı itirafları da ihtiva edeceği için ‘boş ver, belki bazı dostlarım alınırlar, değmez’ diyerek yazmamıştım… Fakat ÖSYM tarafından geçenlerde yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda (YGS) kopya çekildiği iddiası, sınavın iptalini gündeme getirince, konuyu yazma isteğim bir kere daha depreşti. Ve Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan, “Biz ÖSYM Başkanının açıklamalarından tatmin olduk. Şifreleme de kopya da yok” dediklerinde ise ‘artık şart oldu, yazmazsam olmaz’ diyerek, yazmaya karar verdim. Yazıyorum.

Bu ‘olay’ları duyunca, daha doğrusu KPSS ‘olayı’nı duyunca zihnimde hemen beni yıllar öncesine götüren bir hatıra canlandı… YGS ‘olayı’nı duyuncaysa o hatıra âdeta film gibi tekrar tekrar gözümün önüne gelmeye başladı ve ne yaparsam yapayım gitmez oldu. ‘Gençler hayalleriyle, yaşlılar hatıralarıyla yaşarlar’ derler, ya. O hesap… Sözün doğruluğu tecrübeyle sabit… Bu ‘tecrübeyle sabit’in hikâyesini bilir misiniz? Eminim ki bilenler de bilmeyenler de vardır… Bilenler bilmezden gelsinler, ben, bilmeyenler için arz edeyim.

Vakti zamanında adamın biri, bir kitapta “Sakalı bir avuçtan uzun olanlar, ahmaktır” diye, bir cümle okumuş… Kendisi de sakallıymış, benim sakal acaba ne durumda diye merak etmiş… Sakalını sıvazlamış olmamış, avuçlamış olmamış, sakalının bir avuçtan uzun mu yoksa kısa mı olduğunu bir türlü anlayamamış… Hikâye bu ya yanında ayna da yokmuş… Nihayet aklına bir fikir gelmiş: ‘Sakalımı avuçlayayım, altında çakmağımı yakayım, eğer uzunsa yanar, değilse yanmaz. Ben de durumu anlarım’ demiş… Düşündüğünü yapmış, tabii sakal tutuşmuş. Ve sakalı da yüzü de yanmış… Adam da kitabın kenarına not düşmüş: Hamiş: Tecrübe ile sabit!

Eh işte, tecrübeyle sabit ki ben de yaşlı bir adamım. O yüzden hatıralarla yaşıyorum… Gerçi bir dostum, ‘Biz yaşlı değiliz, yalnızca erken doğmuşuz’ diyor, ama sonuç nasılsa asla değişmiyor… Aslında yaşlandığımı, ilk olarak 5-6 yıl evvel hiç tanımadığım genç bir adam bir hiç yüzünden burnumu kırdığı zaman anlamıştım. Çünkü ben eskiden çok iyi döğüşen biriydim. İki yıldan fazla teakvando, bir yılı aşın bir zaman da boksla uğraşmıştım, hatta boksta Üniversitelerarası Türkiye dördüncüsü olmuştum. Üstelik birçok burun da kırmıştım. Ama bu defa benim burnum kırılmıştı. Hem de nasıl ve neden olduğunu bile anlayamadığım bir şekilde… Oysa adamın bana vuracağını hemen anlamalı ve daha o bana vurmadan ben onun işini bitirmeliydim. Eskiden olsa böyle yapardım. Ancak yaşlanmışım dedim a… Başka söze ne gerek? Kendime konduramadığım için yaşlandığımı hep inkâr yoluna gittim… Lâkin başka birçok şey yaşlandığımı kabul etmemi sağladı... Artık hiç yüksünmeden yaşlandığımı kabul ettiğim gibi bunu işte böyle itiraf bile edebiliyorum. Ne ise. Asıl konuya döneyim.

Babam okuma yazmayı askerde öğrenmişti, ama benim üniversite tahsili yapmamı çok istiyordu, bu yüzden 1973 yılında Üniversite Hazırlık Kursu’na devam etmem için beni İstanbul’a gönderdi… Bilmeyenler için söyleyeyim; üniversiteye hazırlık kursları o zamanlar sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de vardı. Hazırlık kursu için herkes bu üç şehirden birine gitmek zorundaydı… Velhasıl İstabul’a gittim. Önce kalacak yer temin etmem lâzımdı. O zaman İl Özel İdarelerine bağlı şehir yurtları vardı. Bafra’lı olduğum için Samsun Yurdu’na müracaat ettim. Müdürü emekli bir albaydı, ‘iki gün sonra gel sonucu öğren’ dedi… İki gün hemşehrilerimde kaldım ve yurda gittim. Müdür, ‘anarşistmişsin seni alamayız’ dedi, beni âdeta kovdu.

Müdürün anarşi dediği, lisedeyken 5-6 kişiyle yaptığımız bir okul işgaliydi… Lise ikideyken bir komünist kimya hocamız vardı. Kimya dersinde bile komünizm propagandası yapardı. Biz de 5-6 ülkücü birleştik, diğer arkadaşları bir şekilde ikna(!) ederek ‘sınıfı’ işgal ettik, hocayı sınıfa sokmadık. Bir sürü tantana oldu. Filan falan… Samsun Yurdu müdürü nasıl olduysa işte bunu öğrenmiş, beni bu yüzden yurda kabul etmedi. Açıkta kaldım.

Zorda kalan ülkücü ne yapar? Teşkilâta gider. Ben de MHP İstanbul İl Başkanlığı’na gittim. İlin bir odası Ülkü Ocakları için ayrılmıştı, 12 Mart’ta bütün dernekler kapatıldığı için, Ülkü Ocakları gayrı resmi olarak burada faaliyet yapıyordu… Şimdi kim olduklarını tam olarak hatırlamıyorum, birileriyle görüştüm. Sıkıntımı anlattım. İlgilendiler. ‘Karışık bir yurt var, kavgadan gürültüden çekinmezsen oraya yerleştirelim’ dediler. Kabul ettim. Beni Trabzon Öğrenci Yurdu’na yerleştirdiler.

Trabzon Yurdu, Fındıkzade’de… Fındıkzade yurtlar bölgesi gibi, semtte bir sürü yurt var. Kocaeli, Trabzon, Sakarya, Niğde, Maraş, Tekirdağ yurtları hep burada… Bunlardan Niğde komünistlerin kontrolünde, Maraş bizde (ülkücülerde) diğerleri ise ortada, bazılarındaysa mücadele devam ediyor. Çekişmenin sürdüğü yurtllardan biri de Trabzon Yurdu, bizimkilerin burada desteğe ihtiyaçları varmış, o yüzden beni misafir öğrenci kontenjanından oraya yerleştirdiler.

Ben 12 kişilik bir odada kalıyordum, ama çok rahattım. Sabah kahavaltısı ve akşam yemeği veriliyordu, buna karşılık -hiç unutmam- aylık 350 lira ödüyorduk… Yurt’ta bir de liseden sınıf arkadaşım vardı; Neşet Uygun. O Aksaray Akademi’ye devam ediyordu. Ülkücüydü… Bir hayli ülkücü daha vardı, ama çok seneler geçti şimdi sadece bir kaçının adını hatırlıyorum; Zeki Vardar (99’da MHP Trabzon İl Başkanı), Necmi Erol Kumandaş (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu üst düzey yöneticisi) ve Fazlı Solmaz (Öğretmen)... Rahmetli Erkan Ocaklı da Yurda sık sık gelirdi, Karadeniz türkülerini sazla söyler, bizi şad ederdi… Konuyu gene dağıttım, hızla toparlamaya çalışayım.

Cağaloğlu’nda MTTB’nin üniversiteye hazırlık kursu’na kaydoldum… Tek otobüsle gidip, gelebiliyordum… İstanbul’a birlikte geldiğimiz ülküdaşım Bekir Turhan ise Beşiktaş’taki Gökşen Dershanesi’ne kaydolmuştu. Akrabalarının yanında kalıyor, ama hergün bana uğruyor. Kursu gece olduğu için, günü bizim yurdun mütalaa odasında ders çalışarak geçiriyor. Ben de zaman zaman ona eşlik ediyordum… Ancak vaktimin çoğunu ders çalışmaktan ziyade -kendimce- ülkücülük yaparak geçiyordum.

O zamanlar sınavın adı yanlış hatırlamıyorsam ‘Üniversiteye Giriş Sınavı’ idi… -Üstelik tam merkezî de değildi. Zira Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Eğitim Enstitüleri ve İktisadi ve Ticari İlimler Akademileri sınavlarını kendileri yapıyorlardı-… Sınava giriyordunuz, aldığınız puan adresinize geliyordu. Sonrası tam bir koşturmaca; radyo hangi okulun kaç puanla önkayıt yapacağını ayrı ayrı ilân ediyordu. Öğrenciler buna göre okullar arasında koşturup duruyor… Sonunda bir okula kesin kayıt yaptırıyordu. Tabii puanı yüksek olduğu halde gerektiği kadar koşturamayanlar, ya da yanlış tercih yapanlar açıkta da kalabiliyordu… Ne ise… O arada sınav tecrübesi edinelim diye Bekir Turhan Bursa Eğitim Enstitüsü’nün, ben de Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin sınavlarına girdik. İkimiz de sınavına girdiğimiz okullara girmeye hak kazandık… Böylece, Üniversiteye Giriş Sınavı günü geldi çattı.

Sınavdan bir gün önce –herhalde zaman aşımı dolmuştur, o sebeple rahatça söyleyebiliyorum-bize (ülkücülere) sınav sorularının cevap anahtarı geldi... Ben Bekir Turhan’a da verdim… Sınava girdik. Anahtar gerçekti. Yaptık çıktık… Fakat çok zaman geçmedi, ‘iş patladı’ sınav iptal edildi. (Türkiye’de ilk defa…) Daha sonra yeniden yapıldı… Aynı yolla cevap anahtarı gene geldi… Ben Bekir Turhan’a da verdim… Sınava girdik, ben anahtarı kontrol ettim, gerçek olmadığını fark ettim. Kullanmadım… Bekir Turhan ise kontrol etmeden olduğu gibi yazmış… Sonunda ben iyi bir puan aldım, Bekir Turhan ise taban puanda kaldı… O Bursa Eğitime bense Bursa Akademi’ye girdik. ( O hikâye de çok enteresan, belki bir gün anlatırım). Bizler (ülkücüler) tuzağa düşürülmüştük… Şimdi, düşünüyorum da iyi de olmuştu.

Nitekim II. MC Hükümeti döneminde; hafızam beni yanıltmıyorsa Ali Naili Erdem Milli Eğitim Bakanı ve Ayvaz Gökdemir Öğretmen Okulları Genel Müdürü iken Eğitim Enstitüleri’ne girmek için sınavda başarılı olmak değil, ülkücü olmak yeterli olmuş. Eğitim Enstitülerine Ülkü Ocakları’ndan referans getirenler alınmıştı... Da Ülkücü Hareket olarak bunun bir hayrını görmediğimiz gibi bu patalojik büyümenin şimdi burada sayamayacağım kadar çok zararlarını çekmiştik. Hâlâ da çekmeye devam ediyoruz. Çünkü masum insanların haklarını çiğnemiştik!

Biz (Ülkücü Hareket) bunları niye yapmıştık? Ülkücüleri üniversitelere sokmak suretiyle önce üniversitelere komünistlerin hâkim olmalarına engel olmak, sonra üniversitelere ve nihayet bürokrasiye hâkim olmak için! Bunu, niye istiyorduk? Türkiye’ye hizmet etmek ve bu suretle devleti güçlü ve milleti mutlu etmek için!

Bizim (ülkücülerin) geçmişte; yani 1973’te Üniversiteye Giriş Sınavı’nda, 1977 de ise Eğitim Enstitüleri’ne giriş sınavlarında yaptıklarımızı, şimdi başka bir ‘grup, cemaat ya da örgüt’ aynen bizim gibi hem üniversitelerde ve hem de bürokraside hâkimiyet kurmak adına hem KPSS de hem de YGS de yapıyorlar. Bazen böyle yakalanıyorlar, bazen de yakalanmıyorlar. Ancak emin olun ki yakalanmasalar dahi aynen bizim gibi onlar da bunun hiçbir hayrını görmeyecekler!

Çünkü “Kem âletle, kemalât olmaz!” Ve çünkü “Ahlâk iledir kemâl-i âdem / Ahlâk iledir nizam-ı âlem!”

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,58 M - Bugn : 17528

ulkucudunya@ulkucudunya.com