« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

01 Tem

2011

MHP NE YAPMALI?

01 Temmuz 2011

Yazının konusunu tam olarak ifade edebilmesi için başlığın ‘MHP NE YAPMALI?’ yerine ‘MHP NE YAPMALI YAHUT AKP %50 OYU NASIL ALDI?’ olmalıydı. Ancak o zaman da başlık çok uzun olacaktı, bu mahzuru ortadan kaldırmak için kısaca “MHP NE YAPMALI?” dedim geçtim. Ne ise, konuya döneyim.

Bir sual ile başlayayım; “12 Haziran seçimlerinde MHP başarılı bir sonuç mu aldı?” Hayır, aksine başarısız bir sonuç aldı!

“Ama başta Sayın Genel Başkan olmak üzere bütün MHP üst yöneticileri %13’ü başarılı bir sonuç kabul ediyorlar?” Edebilirler, ama MHP, 12 Haziran Genel Seçimlerinde başarılı olamamıştır! Hem nasıl başarı ki bu? 22 Temmuz 2007 seçimlerinde aldığı oy oranı % 14,27 iken bu seçimde yuvarlak hesap % 13’e düşmüş. 2007 seçimlerinde çıkardığı milletvekili sayısı 70 iken, bu seçim milletvekili sayısı 53’e inmiş… Bu sonuç nasıl başarılı sayılabilir? Yahu 14,27 mi, 13 mü büyük? 70 mi, 53 mü büyük? Allah aşkınıza, bu adamlar matematik bilmiyorlar mı? Kim ne derse desin, bal gibi bir başarısızlık, bu!

“Başta emperyalizm olmak üzere bütün dünya karşısında olduğu halde MHP seçim barajını rahatça aştı, başarı sayılmaz mı bu?” Sayılmaz! MHP’ye bütün dünya zaten her zaman karşıydı, bu, bugünün olayı değil ki bu duruma bakarak, sonucu başarı sayalım. Hem seçim barajına takılmamak ne zamandan beri başarı sayılıyor? Böyle bir başarı krıteri olur mu? MHP nevzuhur bir parti mi ki seçim barajını aşmak başarı sayılıyor?

“Bilirsiniz MHP, Alparslan Türkeş’in sağlığında da yani 1995 genel seçimleri’nde de seçim barajına takılmıştı. Demek ki seçim barajını aşmak hiç de kolay bir iş değil.” Doğru, ama o seçim sonuçlarını başta rahmetli Başbuğ olmak üzere hiç kimse başarı saymamıştı ki. MHP 1995 seçimlerinde de 2011 seçimlerinde de başarılı olamamıştır!

Daha fazla tartışmak lüzumsuz, 2011 seçimlerinde MHP başarısız olmuştur! Bunu kabul edelim ve ‘MHP bundan sonra ne yapmalı’ diyerek, önümüze bakalım.

MHP ne yapmalı? Bu suale Devlet Bahçeli’ye muhalefet edenler şevkle, Devlet Bahçeli’yi destekliyenlerse sitemle ‘Sayın Devlet Bahçeli istifa etmeli, yerine yeni bir genel başkan seçilmelidir’ diyeceklerdir. Ancak ben aynı kanaatte değilim. Bu aşamada Devlet Bahçeli istifa etse ve genel başkan değişse de yerine yine yeni bir Devlet Bahçeli geleceği için MHP’de hiçbir şey değişmiş olmayacaktır… O sebeple MHP evvelâ ve bilhassa seçim başarısızlığının sebeplerini tespit etmeli ve işe bu sebepleri ortadan kaldırmakla başlamalıdır!

Bana göre bu sebeplerin başında “Ülkücü Dünya Görüşü’nden ayrılma/sapma” geliyor. Eğer başta Sayın Genel Başkan olmak üzere MHP’nin yönetim mevkilerinde bulunanlar “Ülkücü Dünya Görüşü”ne tam olarak uysalardı, bu kötü neticeyle karşılaşılmazdı. “Ülkücü Dünya Görüşü” birlik, beraberlik ve bütünlüğü emrettiği halde ülkücüler birbirleriyle ihtilâfa düşmüşlerdir; “Ülkücü Dünya Görüşü” ilmi teşvik ve “Dokuz Işık” ilmi emrettiği halde ülkücüler bir nevi cehalet içinde kalmışlardır; “Ülkücü Dünya Görüşü” adaleti emrettiği halde ülkücüler birbirlerine zulm ve haksızlık etmişlerdir; “Ülkücü Dünya Görüşü” ve “Dokuz Işık” ahlâkı emrettiği halde ülkücüler ahlâksızlığa meyletmişlerdir vb. Kısacası MHP, “Ülkücü Dünya Görüşü”nden uzaklaşmıştır!

O halde MHP’nin yapması gereken şey, tekrar “Ülkücü Dünya Görüşü”ne dönmek ve “Ülkücü Dünya Görüşü”ne sıkı sıkıya sarılmaktır! Bu, MHP’de bir “tutum” değişikliği demektir ki bu, er Ra’d Sûresi’nin 11. Âyeti’nin tecelli etmesini sağlayacağı için her şeyi değiştirecektir! Çünkü ulu ve yüce Allah er Ra’d Suresi’nin 11. Âyeti’nde şöyle buyurmaktadır: “Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.”



Öyle ise MHP “devlet”e olan “tutum”unu da değiştirmeli ve eski haline dönüştürmelidir! “Bu cümle izaha muhtaç… Açmak gerek,” denilebilir. Aklımın erdiğince izah etmeye çalışayım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yazık ki Müslüman Türklerin elinde değil, gayrı Müslim ve gayrı Türklerin elindedir! Üstelik bu, sırf bugünün meselesi de değildir, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri böyledir! “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi,” o, bugüne kadar geldi!

Şöyle oldu: TBMM, 23 Nisan 1920’de 115 milletvekiliyle açıldı. (I. Meclis; Meclis-i Mebusan’dan gelen 92 kişi ve Müdafaa-ı Hukuk Hareketi’nin belirleyip gönderdiği 232 kişi olmak üzere toplam 324 kişiden müteşekkildi, ama açılışa gelebilen 115 kişiydi.) Devlet kurulmaya başlandı… Görüldüğü gibi I. Meclis demokratik bir yollarla belirlenmişti ve millîydi… 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılırken, TBMM’de öyle bir muhalefet gelişti ki Gazi M. Kemal 1923 Nisan’ında seçim kararı aldı. I. Meclis fesh edildi.

II. Meclis’in milletvekillerinin bir kısmı Ankara’da masa başında belirlendi. Kalanları da Vilayetlerde valiler tarafından gene masa başında tespit edildi. Gerek Ankara gerekse Vilayet kimleri, nasıl milletvekili seçti? Ankara da vilayetler de yeni milletvekillerini okumuş yazmış, ekonomik durumu iyi ve temsil kabiliyeti olan kişiler arasından seçtiler. Bu şartları haiz Müslüman Türk var mıydı? Yok denecek kadar azdı. Çünkü Müslüman Türk milletinin hemen hemen bütün okumuş yazmışları Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ile Çanakkale Savaşları’nda şehit düşmüştü. Hayatta kalanlarınsa ne temsil kabiliyetleri vardı, ne de ekonomik durumları iyiydi… O sebeple II. Meclisi teşkil eden milletvekillerinin çoğu mecburen gizli gayrı Müslim ve gizli gayrı Türklerden seçilmek durumunda kalındı. Çünkü aranan şartlar sırf gayrı Müslim ve gayrı Türk vatandaşlarda vardı. Netice olarak II. Meclis demokratik yolla seçilmediği için “demokratik” olmadığı gibi milletvekillerinin çoğunun Müslüman da Türk de olmamasından “ötürü” millî de değildi. Müslüman Türk Milleti “yasama”yı kaybetti!

Hükümet “yasama”nın içinden belirleniyor/seçiliyordu. O yüzden Müslüman Türk Milleti otomatik olarak “yürütme”yi de kaybetmiş oldu! “Yargı”dan bahsetmeye dahi lüzum yok, çünkü “yargı” erkinde yer almak için yüksek tahsil gerekti. Ancak yüksek tahsilli hemen hemen hiç Müslüman Türk yoktu!

II. Meclis 29 Ekim 1923’de Cumhuriyeti ilân etti. Böylece 23 Nisan 1920’de fiilen kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen ilân edilmiş oldu. Devlet bürokrat demek, bürokratla cisimleşir/vücutbulur, devlet. Cumhuriyet bürokratlarını nereden buldu? Bir kısmını Osmanlı’dan devr aldı, diğerlerini ise kendi tayin etti. Osmanlıdan gelenler, genellikle devşirmelerden oluşmuştu yani gayrı Türk’tü… Geriye kalanlarsa yukarıda açıklanan sebepten ötürü Müslüman Türklerden okur-yazar kalmadığı için genellikle okur-yazar olan gayrı Müslim ve gayr Türklerle asker kaçağı Müslüman Türklerden temin edilmişti. Müslüman Türk Milleti “sivil bürokrasi”yi de kaybetti.

Ne kaldı geriye? “Askerî bürokrasi!” Askerî bürokrasi Müslüman Türklerdeydi, çünkü gayrı Müslim ve gayrı Türkler hem askerlik yapmıyorlar, hem de “yedi göbek” Müslüman Türk olmayanlar subay yapılmıyordu! Nitekim 3 Nisan 1921 ila 12 Ocak 1944 tarihleri arasında Genelkurmay Karargâhı’nda beş vakit namaz kılan ve vakit buldukça Kur’ân-ı Kerîm okuyan bir Genelkurmay Başkanı vardı: Fevzi Çakmak! Ancak bu, bugüne kadar böylece gelmedi/gelemedi. Çünkü TSK’daki Müslüman Türk subaylar 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta komünist, faşist, mürteci gibi çeşitli bahaneler gerekçe gösterilerek, hep kıyıma uğradılar. Müslüman Türk Milleti böylece “askerî bürokrasi”yi de kaybetti!

Müslüman Türk Milleti “yasama”da yok, “yürütme”de yok, “yargı”da yok, “sivil ve asker bürokrasi”de yok. “Devlet”te Müslüman Türklere ne kaldı? Sadece iki şey; Türkiye Cumhuriyeti Devleti isminde bulunan “Türkiye” ile ayyıldızlı albayrakta sembolik olarak ifade edlmiş olan “kelime-i tevhid!” Varın hayrını görün!

Müslüman Türk Milletinin içinde ve hatta hiçbir yerinde; önünde, arkasında, yanında ve yakınında bile bulunmadığı/bulunamadığı bu kültürel, sosyal, siyasî ve ekonomik “düzen” elinde bulunan“yasama”dan, “yürütme”den ve “yargı”dan aldığı kuvvetle 1950 yılına kadar “devlet” içinde güçlenerek ve kökleşerek geldi. 1950 yılında yapılan ilk demokratik seçimler sonunda, “demokrasi”nin nimetlerinden az da olsa yararlanan Müslüman Türkler “yasama” içinde ve dolayısıyla da “yürütme” içinde kısmen yer aldılar. Ancak 27 Mayıs bunları, buralardan söküp attı! Ve hatta yapılan ve yürülüğe giren 1961 Anayasa’sı ile “düzen” kendini iyice tahkim etti. Müslüman Türkler “demokrasi” vasıtasıyla “düzen”de ne zaman küçücük bir gedik açmayı başardıysalar, bir askerî darbe yapıldı/yaptırıldı ve “düzen” yapılan/yaptırılan yeni anayasal yahut yasal düzenlemelerle iyice sağlamlaştırıldı. 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın hep ihmal edilen yahut gözden kaçan/kaçırılan bir de bu yönleri/fonksiyonları vardır!

Bugün MHP böyle bir şey yokmuş, hiç böyle bir şey olmamış ve her şey çok normalmiş gibi ve “düzen” Müslüman Türklerin düzeniymiş gibi davransa da Müslüman Türk Milleti şaşmaz ve yanılmaz ferasetiyle bu “olay”ın farkındadır… O yüzden MHP, devlet’in; hangi dinden, mezhepten, tarikattan, meşrepten olursa olsun; hangi millete, ırka, soya, boya mensup olursa olsun; hangi dünya görüşüne, felsefeye, ideolojiye, doktrine inanırsa inansın; Türkiye’yi sevenler ile Türkiye’yi korumak, yükseltmek ve yüceltmek için çalışacak olanların eline geçmesi gerektiğini açıkça ilân ederek. Bu gayenin gerçekleşmesi için gayret etmelidir! MHP, Müslüman Türk Milleti ile ancak ve sadece bunu yapmak suretiyle bütünleşebilir. Nitekim hiç de böyle bir maksadı ve gayreti olmamasına rağmen sırf “millî irade”yi hâkim kılmaya çalışıyor, “yargı”yı millîleştiriyor, “askerî darbe”lerle ve “darbeciler”le hesaplaşıyor görüntüsü vermeyi başardığı için Müslüman Türk Milleti AKP’ye 2010 referandumunda %58 ve 20011 genel seçimlerinde % 50 oranında oy vermiştir!

“Devletin Müslüman Türklerin elinde olmadığını da nereden çıkardın/uydurdun?” diye soranlar olacaktır, suali hemen cevaplıyayım: Rahmetli Alparslan Türkeş 23 Mart 1963 günü Hindistan’daki sürgünden Türkiye’ye döndüğünde, kendisini Edirne’de karşılayanlar arasında AP’liler de vardı. Bu kişiler Başbuğ’a, daha o gün ve orada AP’ye genel başkan olmasını teklif ettiler. Kabul etmedi!

Rahmetli Başbuğ, 450 üyeli TBMM’de 158 milletvekilliği ile 150 üyeli Cumhuriyet Senatosu’nda 70 senatörlüğe sahip, Hükümet ortağı ve % 34,8 oy oranıyla Türkiye’nin -o gün için- ikinci büyük partisinin genel başkanlığını niye kabul etmedi? Siyaset yapmayı mı düşünmüyordu? Siyaset yapmaya niyeti yok idiyse “Huzur ve Yükseliş Derneği”ni niçin kurmuştu? “Huzur ve Yükseliş Derneği”nin nihaî amacı, dernek vasıtasıyla bir kadro oluşturarak, partileşmek değil miydi? Ve yine siyaset yapmayı istemiyor idiyse 31 Mart 1964’te CKMP’ye niçin üye olmuştu?

Merhum Alparslan Türkeş’in Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, gerçek sahibi olan Müslüman Türkler’e “vermek” gibi bir amacı yok idiyse, “Dernek” vasıtasıyla hangi kadroyu, niçin oluşturmaya çalışıyordu? 1 Ağustos 1965’te CKMP’ye genel başkan seçilmesinden itibaren on yıllar boyunca “Milliyetçi Türkiye”yi kurmak için niye çırpınmıştı? “Milliyetçi Türkiye,” Müslüman Türklerin “devlet”lerini gayrı Müslim ve gayrı Türklerden geri alması anlamına gelmiyor muydu?

Başbuğ’un vefat edinceye kadar 32 yıl boyunca savunduğu, hedeflediği “Millî Devlet” ne anlama geliyordu? “Millî devlet” bir bakıma da milletin devleti demek değil midir? Türkiye Cumhuriyeti “millî” idi ise rahmetli Başbuğ, niye “Millî Devlet”i hedefliyordu? Millî olan bir devleti “millî devlet” haline getirmek için çalışmak mantıksız değil miydi? Alparslan Türkeş mantıksız bir adam mıydı?

Ülkücüler olarak hepimiz, 12 Eylül’e kadar belki yüzbinlerce kere “Yaşasın Devlet, Kahrolsun Düzen” diye niye slogan attık? Kahrolması gereken, kahrolması için canla başla çabaladığımız “düzen” neydi? Ne anlama geliyordu? “Düzen” Müslüman Türklerin düzeni miydi? “Düzen” Müslüman Türklerin “düzeni” idi ise niye kahrolmalıydı? İnsan hiç kendi “düzen”inin kahrolması için çabalar mıydı? Bunun için çabalamak akıllı işi midir? Biraz deli dolu olsak da biz ülkücüler akılsız adamlar mıydık?

12 Eylül 1980’e kadar belki yüzbinlerce kez “Ne ABD, ne Rusya, ne Çin her şey Türklük için” ve “Her şey Türk için, Türke göre, Türk tarafından” diye niye haykırdık? (Bu sloganlarda Müslümanlık nerede denilebilir, Türklerin tamamı Müslüman olduğu için Türklükte mündemiçtir!) Türkiye’deki “düzen” Türklük için idiyse, Türke göre işliyor idiyse ve Türk tarafından işletiliyor idiyse bu sloganları atmak, saçma sapan bir davranış değil miydi? Biz ülkücüler abuk sabuk davranışları olan kaba saba, cahil cühela adamlar mıydık?

Rahmetli Başbuğumuz bütün ömrünü kuru bir iktidar mücadelesi uğruna harcamıştı? Türkeş’in hedefi sırf iktidar olmak, ne şekilde olursa olsun iktidar olmak idiyse kendisine enaz iki defa teklif edilen AP Genel Başkanlığını neden kabul etmemişti? Ülkücü Hareket iki bin küsur şehidi, on bir bin gaziyi Alparslan Türkeş’in kuru bir iktidar kavgası için mi feda etmişti? Biz ülkücüler bu kadar aptal mı, yoksa geri zekâlı mıydık?

Uzun sözün kısası: Başta merhum Başbuğ Alparslan Türkeş olmak üzere Ülkücü Hareket bütün mücadelesini Müslüman Türk Milletinin “devlet”ini gayrı Müslimlerden, gayrı Türklerden ve gayrı Müslimler ve gayrı Türkler kadar İslâmiyet’le Türklükten uzaklamış olanlardan geri alması ve Müslüman Türk Milletine göre bir “düzen” kurmak gayesi üzerine bina etmiştir! Bugün MHP, bu amacını ihya etmelidir!

“İyi de bütün bunların MHP’nin “Ülkücü Dünya Görüşü”ne yeniden dönmesiyle ve bunun dahi er Ra’d Sûresi’nin 11. Âyetiyle ne ilgisi var? Konuyu er Ra’d Sûresi’nin 11. Âyetiyle ilişkilendirmek hayli zorlama bir izah çabası değil mi?”

Değil! Çünkü Sosyal Psikoloji ilmi “Dünya görüşü tutumu, tutum tavırı, tavır davranışı belirler!” diyor. Er Ra’d Sûresi’nin 11. Âyeti ise “Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez” buyuruyor. Demek ki neymiş? MHP, “konum”unu değiştirmek istiyorsa “tutum”unu değiştirmek zorundaymış! “Tutum”unu değiştirmekse “dünya görüşü”nü değiştirmekle mümkünmüş! Öyle ise “konum”unu değiştirmek isteyen MHP’nin “dünya görüşü”nü değiştirmesi lâzımdır!

Bütün bunlar doğru ise bunlardan iki sonuç çıkar: Bir. MHP, “Ülkücü Dünya Görüşü”nden uzaklaştığı/saptığı için başarısız olmuştur! İki. MHP bundan sonra başarılı olmak istiyorsa “Ülkücü Dünya Görüşü”ne geri dönmelidir! Ki bu, MHP’nin “tutum”unu değiştirecek ve bu da er Ra’d Sûresi’nin 11. Âyeti’nin tecelli etmesine sebep olacak ve bu dahi MHP’nin bugünkü kötü “konum”unun iyi “konum”a evrilmesini sağlayacaktır!

Sonuç: MHP, 12 Haziran seçimlerinde başarılı olamamıştır! Bunun temel sebebi ise MHP’nin “Ülkücü Dünya Görüşü”nden uzaklaşması/sapmasıdır! Ve MHP, bundan sonra başarılı olmak istiyorsa “Ülkücü Dünya Görüşü” geri dönmelidir!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,07 M - Bugn : 28817

ulkucudunya@ulkucudunya.com