Bu cümle, geçenlerde çıkan bir gazetedeki, bir haberin başlığıdır… Çok sayıda Türkçe hatası bulunan haberin devamı şöyle: “Hizbullah'a yönelik Beykoz baskınında ele geçirilen hasarlı 24 bilgisayar hard diski, ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından çözüldü. FBI laboratuvarlarında çözülen hasarlı hard disklerde, MİT'in örgütteki faaliyetine ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. PKK'ya karşı devlet tarafından desteklendiği iddialarıyla da gündeme gelen Hizbullah'a yönelik ilk vurucu darbe, 17 Ocak 2000'de örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun da öldürüldüğü Beykoz operasyonuyla vurulmuştu. Bu operasyon sırasında, Hizbullah'ın kayıtlarının bulunduğu 41 bilgisayar hard diskinden 24'ü Emniyet güçlerinin eline geçmemesi için örgüt militanlarınca tahrip edilmişti. Türkiye'de çözülemeyen 24 hard disk ABD'ye gönderilmişti.”
Haberi okudunuz… Hizbullah’ın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkili “birim”leri tarafından çözülemeyen bozuk hard diskleri, ABD’de FBI tarafından çözülmüş… Bu suretle içlerindeki bilgilere ulaşılabilmiş… Siz, buna ne dersiniz bilmem ama, ben iyi “halt” edilmiş diyorum.
Yahu, böyle bir şey olabilir mi? Gizli kalması ve sır gibi saklanması gereken bilgileri, Devlet, bizim devletimiz ABD’nin federal polis teşkilâtı (FBI)’na, al istediğin gibi tepe tep kullan dermişçesine eliyle teslim ediyor… Allah, Allah! Bu, nasıl olur yahu? Hadi, bir şekilde oldu diyelim… Bu, kamuoyuna nasıl duyurulur? Bu, ne cehalettir? Bu, ne gaflettir? Bu, ne şuursuzluktur?
Bunda, ne var ki demeyin… Sakın kimse, böyle bir şey söylemesin! Bu, çok tehlikeli bir şey! Biliyorum, bazılarınız amma abarttın, diyorsunuzdur… Olsun, siz öyle düşünebilirsiniz, buna saygı duyarım. Lâkin ben bu fikre katılmıyorum… Hattâ ben bunun, böyle bir şeyin ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu yeteri gibi anlatamamaktan, yeteri kadar ifade edememekten korkuyorum.
Konuyu bir misalle açayım; olabildiğince somut bir hale getirmeye çalışayım… Belki bu suretle daha kolay ve anlaşılır bir şekilde anlatabilirim.
Akranlarım ve benim yaşıtlarımdan biraz daha yaşlı olanlar bilirler; 1962 ila 1972 yılları arasında Türkiye’de, Amerikan “Barış Gönüllüleri” vardı… Bunlar, ya öğretmen olarak okullarda veya sağlık görevlisi olarak, sağlık ocaklarında çalışırlardı. 1962 yılında iki devlet; ABD ile TC’nin yaptıkları bir antlaşmaya dayanarak Türkiye’ye gelmişlerdi… Sayıları 1585 idi… Daha çok geri kalmış veya az gelişmiş illerimiz, ilçelerimiz ve bunların köylerinde ortalama olarak on (10) yıl görev yapmışlardı.
Bunlar; Barış Gönüllüleri ülkelerine döndüler, gerekli yerlere on yıl boyunca tuttukları raporları verdiler ve aradan bir yıl bile geçmeden Türkiye’de -daha önce pek az rastlanan- Kürtçülük ve Mezhepçilik olayları başladı… Ve her geçen gün büyüdükçe büyüdü… En sonunda, bugün, Türkiye ne yazık ki bölünme senaryolarının ciddi ciddi konuşulup tartışıldığı bir ülke haline geldi.
Bu nasıl olmuştu? Bir düşünün… Siz düşünmeye devam ederken, ben bilebildiğim kadarını arz edeyim.
CIA, Barış Gönüllüleri vasıtasıyla, Türk vatandaşlarını aile düzeyinde fişleme imkânına kavuşmuştu… Bütün hassas bölgeyi, kim Türk veya Kürt, kim Sünnî veya Alevî, kim sağcı veya solcu, kim Türkiye’nin birliğinden yana veya bölünmesinden taraf bir bir tespit imkânına kavuşmuştu… Bu, bir istihbarat örgütü için ne büyük bir şanstır, bir bilseniz.
Siz ister inanın, ister inanmayın, sonra CIA, elindeki bu dökümana dayanarak, en uygun insanlara bir bir ulaştı, bunları bir bir seçti… Tahrik ve teşvik etti… Yönlendirdi ve yöneltti… Organize edip, örgütlendirdi… Hatta yönetti… Ve Türkiye bugünlere geldi!
Şimdi de korkarım ki aynı şey, söz konusu hard disklerden elde ettikleri bilgilerle yeniden yapılacak… Nasıl mı olacak? Çok basit!
Hizbullah’ın bilgisayarlarında yahut çözülen söz konusu hard disklerde hangi bilgiler vardı?
Bunu bilmeyecek ne var? Tabii ki, Hizbullah militanlarının isim ve adresleriyle kendi verdikleri bilgilerden oluşan birer özgeçmişleri vardı… Sonra… Sonra, Hizbullah’ın “bölgeden” derlediği istihbarat raporları vardı… Başka… Bir de, Hizbullah’ın sorguladığı insanların ifadeleri vardı… Yani bölgede yaşayan on binlerce kişinin en mahrem bilgileri bu hard disklerde yüklüydü… İşte bizim devletimiz; Türkiye Cumhuriyeti söz konusu hard diskleri FBI’ye çözdürmek suretiyle, bütün bu bilgileri ABD’ye ve dolayısıyla CIA’ya vermiş oldu.
Ne olur, verdiyse? Neler olmaz ki? Ne çok şey olur, bir bilseniz.
Meselâ CIA, MOSSAD’ın Lübnan’da yaptırdığı gibi, Türkiye’de bir suikast tertipleyecek olsa, elinde olan bu Hizbullah listesinden uygun bir militanı seçer… Bunu, “bir şekilde ikna eder” suikastı işletir… Daha sonra, bunu Türkiye’ye ispiyonlayarak hem Türkiye’ye ne kadar iyi bir müttefik olduğunu bir kere daha göstermiş olur, hem de Türkiye’nin İran ile arasına bir kere daha kara kedi sokmuş olur. “Bir taşla kaç kuş?” Bu, az bir şey mi?
Yahut, ellerindeki isim listesini değerlendirerek, bu insanlara PKK’nın sözde İslâmî bir versiyonunu kurdurtur… Böylelikle, PKK eliyle ulaşamadığı birçok aşirete ve insana ulaşmış olur. Bu suretle, Müslümanlık gayreti ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bir nebze de olsa bağlı olan vatandaşlarımızı da, bölücü/ayrılıkçı cepheye katmış olur. Bu, az bir şey mi?
Ve dahi, nice başka şeylerde kullanır, bu bilgileri!
Ah! Ah! Boşuna dememişler; “aptal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun”, diye!
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.
