« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

HARBİDEN

      Efendi BARUTCU

10 Mar

2016

ÇAĞLAYANLAR*

10 Mart 2016

Efendi Barutcu
Çağlayanlar’ı bendeniz de 1972’de ilk okuduğumda bütün gençler gibi bizim ruhumuzda da ne fırtınalar kopardığını tahmin edebilirsiniz. Bu ve benzeri eserler Türklüğün son 150 yılının macerasıdır.
Devlet-i Aliyye’nin çöküş yılları, Balkan Harbi, Birinci Cihan Harbi, Çanakkale Destanı, Sarıkamış felaketi ve bir milletin varlık-yokluk kavgası olan Millî Mücadele yılları… O yıllarda yaşanan muhacerat, yokluklar, mezalimler, arka arkaya gelen askerî mağlubiyetler, bunun milletin ve fertlerin ruhunda açtığı derin yaralar… Cepheye gidip de dönmeyenler, dönemeyenler, döndüklerinde sevdiklerini bulamayanlar… Haritada yerini bile bulmakta zorlandığımız coğrafyalarda kaybolan esirlerimiz, uzun esaret yılları… Cephe gerisinde yaşanan aile faciaları, bitmeyen hasretler, dinmeyen gözyaşları, derin teessürler…
Gülmeyi, sevinmeyi unutmuş, mutluluğu hatırına bile getiremeyen, acılarını -bulabildikleri takdirde- kuru ekmeklerine katık eyleyen insanlar… İman ve sabır abidesi ak pürçekli nineler, aksakallı dedeler, namus ve iffet abidesi gencecik gelinler, dullar ve benzi soluk yetimler…
İşte Çağlayanlar ve benzeri kitapların iç dünyamızdaki tedaileri…
Bizlerde de 1970’li yıllarda Türk gençleri olarak “Milliyetçi Büyük Türkiye”yi kurma mücadelesi verirken yapılan bütün fedakârlıkların, çekilen acıların temelinde de Çağlayanlar ve benzeri millî edebiyat türlerinin, ruhlarımızda kopardığı fırtınalarla hizmet ve mücadele azmimizi bilemesi vardı.
Bu ve benzeri kitaplarda milletimizin yeniden yakın geçmişteki yoksulluklara, maddi manevi kayıplara, emperyalist yabancı güçler karşısında mağlubiyetlere düşmemesi için gayretlerimizin itici gücünü oluşturuyordu.
Çağlayanlar’ın “Türk Eli Zeybeklerine” hitabıyla yazılan önsözü ve “Turhan Nasıl Çıldırdı?” ile sonundaki “yakarış” bile yalnız başlarına kitaptaki hikâyelerin özünü anlatmaya yeter de artar.
Türk eli zeybeklerine:
“Bu kitabı size düşünerek, sizin için yazdım. Bla gecelerinde, yaşım sızarak, yüreğim sızlayarak yazdım. Ey Türk! Bu satırlarda mâzînin destanlarını, halinin hicrânlarını söylemek ve inlemek istedim. Bir keman gibi… Bu kemanı anavatanın sinesinden yonttum. Tellerini kalbinin damarlarından çıkardım. İstedim ki bu sazın ahengini yalnız sen duyasın. Bu acıklı ilintiler yalnız sana dokunsun. Cihanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmağa hak kazanamamıştır. Bu vatan ya senindir ya kimsenin.
Asırlardır, dinin, milletin aşkına başına yağan sonu gelmez bir beladır… Yurdun nihayetsiz bir kerbela’dır… Memleketin, içinde cenaze namazı kılınan, cenaze duası okunan bir mabet halini aldı. Ne yoncan ne yongan kaldı. Bir Allah’ın bir de Muhammed’in kaldı.
Çile çekmeyen varlığını duyamaz… Bundan sonar duy ve anlaki medeniyet denilen büyük gürültünün manası makinedir. Ve makineyi Avrupa’nın elinden aldığın zaman, senin ruhunun onunkinden daha asil, senin kalbinin onunkinden daha temiz olduğunu meydana koyacaksın…
…Tükenmez düşmanları, tükenmez savaşları, tükenmez kanları düşün. Ve bu çilelerin sebepleri kalbinde, dimağında coşsun… Ve durulsun. İnsan gibi yaşamağa, efendi gibi yaşamağa, ataların gibi yaşamağa azmet…
…İşte o zaman Hazret-i Muhammed’in feyzinden gönlünde de bir sönmez çırağ, Yavuz’un damarından sende de bir damla kan, Alparslan’ın yelesinden sende de bir tutam saç olduğunu hatırla ve evladını ona göre hazırla!...
…Bu masallar ile arzu ettim ki senin firuze ruhuna tatlı bir renk, altın kalbine parlak bir cila vereyim. Görüyorum o renk siyah oldu, o cila donuk… Matem günlerinin taksiratı…”
“Alparslan Masalları” Türk destanlarından birisi. Yaratılış ve Türeyiş gibi, Ergenekon’dan Çıkış gibi, Göç gibi…
Hemen şu satırları hatırlatıyor:
“Ergenekon yurdun adı
Börteçine kurdun adı
Dört yüz sene durdun hadi
Çık ey yüz bin mızrağımız…”
“Yarayı Kanatan” hikâyesi kendi kültürüne, kendi medeniyetine bigâne bir aydının düştüğü gülünçlükler ve sonunda kısmen de olsa hakikati kavraması.
“Padişahım Alınız Menekşemi Veriniz Gülümü” babası ve sözlüsü cepheye gitmiş bir genç kızın duyduğu derin hasretler, gözyaşları ve gördüğü rüyanın gerçeğe dönüşmüş olmasından dolayı yaşadığı büyük kayıplar ve acılar.
“Altınordu” yine bir göç destanı, Türk’ün cihangirliğinin adeta bir özeti. Oğuz Han’ın evlatlarına hitaben:
-Gökyüzü çadırınız olsun, güneş bayrağınız, buyruğu hemen akla geliveriyor ve aynı zamanda ihtişamlı mazi ile yaşanan günlerin mukayesesi.
“Üzümcü” hikâyesindeki tunçtan heykel gibi duran üzümcü, bana nedense Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı” adlı şiirinde tasvir ettiği neferi hatırlattı:

“…Taa Malazgirt ovasında yürüyen Türkoğlu “…Her zaman varlığımız, hem kanımız, hem etimiz;
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu…” Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o…”

Sen gürbüz ninenin, gür ve temiz sütünü daha emerken azamet-i nefs, sebat ve tahammül, itaat ve tahakküm gibi amir olmak için yaratılmış bir cinsin faziletlerine malik olmuşsun… Sana bu meziyetleri ninenin iri siyah bakışı, babanın kükreyen dik sesi, Kuranın esrarengiz ahengi öğretmiş. Büyüklere karşı saygın bizzat sayılmayı sevdiğindendir. Muti olman, mutâ olmak istemendendir…
Safsın; seni çekemeyenler böbürlenmekle değil ekseri sana yaltaklanmakla seni ızrar ederler…
…Maddi menfaate ehemmiyet vermezsin. Para denilen maden parçasına i’tibar etmezsin. Suçun budur. Müsrifliği asalet icabı sayarsın.
Vakarın benliğine galebe eder. Cananını canına tercih edersin. Ekseri başkaları için yaşar; başkaları için çalışır; başkaları uğruna ölürsün…
…Bir ulu çınarsın ki kırılır, eğilmezsin; ölür inlemezsin… Kanınla çorak kumlukları sularken, ekmeğini alnının terine batırır yer, yine düşman karşısına yaralarınla beraber her yerde bir istihkâm gibi çıkarsın…
…Dul analarla dolu olan şu Anadolu bir üvey nine kadar sana cefakârdır… Sen Şarkın kınına giremeyen bir kılıcısın; dövüle dövüle tavlanır, vurula, vurula kırılırsın. Yine her parçandan bir kıvılcım, her kıvılcımdan bir şimşek çıkar. İlahi bir kuvvetin ebedi bir feyzin var, ey Türk!...”
“Turhan Nasıl Çıldırdı?” başlı başına bir destan. Yüreği Türklük sevgisi ve İslam aşkı, Allah inancı ve Peygamber sevgisiyle dopdolu bir Türk gencinin Türk İslam Dünyasının izzet ve şerefinin yerlerde süründüğü bir zamandaki Türklüğü yeniden ayağa kaldırmak çabaları esnasında yaşadığı buhranlar, çırpınışlar, isyanlar ve hazin bir son. Siz ister İsmail Bey Gaspıralı deyin, ister Ziya Gökalp deyin, ister devrin aydınlarına mektup yazan 190 askeri tıbbiye öğrencisini hatırlayın.
Turhan bugün yaşasaydı. Dildeki, mimarideki, kültür ve sanat hayatındaki, karmaşalardan, toplumun yaşadığı ahlaki çöküntüden, cemiyetimizi pençesine alan ruhsuzluktan, taklitçilikten, yabancı hayranlığından, eğitimdeki kalitesizlikten, mesleksizlikten, üretimsizlikten, yabancıya avuç açmaktan dolayı kaç defa kahrolur, Türk dünyasının ve yakın coğrafyamızdaki Müslümanların içinde bulunduğu mezalim ve yaşadığı kan deryasından dolayı kaç kere çıldırırdı.
Ama esas olan Turhan’ın yaptığı gibi intihar etmek değil, yaşamak, mücadele etmek ve yaşatmaktır.
“Ayşe Kız’la Vato” Türk halı sanatıyla Batı resminin mukayesesi ve Türk sanatının üstünlüğü anlatıyor.
“Yatağan” hikâyesi, bize savaşmanın, gaziliğin, şehit olmanın manevi rütbelerinin büyüklüğünün unutulduğunu ve bunun neticesinde her türlü zillete düşmeyi hak ettiğimizi hatırlatıyor. Ve bendenizdeki tedaisi önce Ziya Gökalp merhumun “Durma Vur” şiiri:

Durma Yunan, durma, kibrini artır! …Zannetme yaptığın hoşa gitmiyor
Türklüğün başına hakaret yağdır! Terakkimiz koşa koşa gitmiyor
Uyuyan bir kavme bu zillet azdır, Emin ol, emeğin boşa gitmiyor;
Vur eski kölesi, utandır onu; Vur, eski kölesi utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu… Bırakma uyusun uyandır onu!
ve arkasından Anadolu’daki yaygın deyimle:
“…Cihâdı terk ettiğinizde Allâh (c.c.) size öyle bir zilleti musallat kılar ki, dîninize dönünceye kadar sizi ondan kurtarmaz.”
Günümüzde de cemiyet hayatında ki bu rahatsız edici uyuşukluk ve tembellik akla rahmetli Galip Erdem Ağabey’in 1963’te yazdığı “Uyuyanlara Ağıt” yazısını getiriyor.
“Rahat Döşeği” arka arkaya gelen mağlubiyetler serisinin, geri çekilişin verdiği derin utancı ve bunu asla kabullenmeyen bir yiğidin isyanı:
“Bak beyefendi! Bak şuna! Artık din bitti. Millet bitti diyor. Barî Taâlâdan ümidini kesiyor.”
Aklıma Akif’in mısraları geliveriyor. Aynı ruh, aynı ümit dolu iman:
“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”

İsterseniz, Merhum Remzi Oğuz Arık’ın Türk Sözü Dergisinde 1930’da yayınladığı “İnmeyen Bayrak” yazısını bulup bir daha okuyunuz.
Burada, Ziya Nur’un “Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi” kitabındaki Türkmen Arfe’sinin (âdet ve ananeleri iyi bilen) söylediklerini hatırlamamak mümkün mü?
“Bana önce:
-Türk’ün cihangir olacağına (yani dünyayı fethedeceğine) imanın var mı, diye sordu.
-Elbette var, dedim.
-Şu uşaklar bana inanmıyor diye birkaç yeni yetme ve okumakta olan genci gösterdi. Sonra da:
-Bunun “Kitap”ta da yeri vardır; inanmayan kâfir olur ha, dedi.”
Ve merhum şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun bir şiirinden birkaç mısra:
“Önkuzu Hey! Önkuzu
Önde gider Önkuzu
Bu bayrak düşmez yere
Ölmeyince son kuzu”
Ruhi Kılıçkıran’dan Dursun Önkuzu’ya, Mustafa Yıldırım’dan Bekir Yücel’e, Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na kadar binlerce ülkücü şehidin ve günümüzde de al bayrağa sarılı tabutlarını taşımaya devam ettiğimiz şehitlerimizin taşıdığı ruh; bu destanlardaki kahramanların ve kendi kültürüne yabancılaşanlara hayretle bakan, milliyetçi büyük Türkiye’yi inşa azim ve kararlılığında imanlı ve vatansever Türk gençlerinin taşıdığı ruhtur. Ne bu ruh ölecek ne de “Çağlayanlar”ın gür sesi susacaktır.
Çağlayanlar o gün çağladığı gibi, bugün de çağlıyor, yarında çağlayacaktır.

Not:Kitabı 1971’de yeniden yayına hazırlayarak devlet kitaplarının bin temel eser serisinden yayınlanmasını sağlayan merhum Dr. Fethi Tevetoğlu kitapla ilgili ön sözünde: …”Her sahifesini, cümlesini; ihtiyarlarımızın, gençlerimizin, çocuklarımızın ezberlemekle milli terbiye sahasında muvaffakiyet kazanacakları Çağlayanlar, bir kere değil, her gün , her gece bir aile muhitinde okunmaya layık olan milli bir edebiyat kitabı bir millet tarihidir… Ve bu eseri anne babaların yavrularına; öğretmenlerin öğrencilerine ve kahraman subaylarımızın yiğit Mehmetçiklerimize daima ve daima okumalarını, okutmalarını diliyorum. Çankaya, 5 Ocak 1971”
Evet bizde aynı duygularla “Çağlayanlar”ı özellikle gençlerimize okumalarını tavsiye ediyoruz.
Efendi Barutcu
*Çağlayanlar, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ötüken Yayınevi, 17. Baskı (2013)

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,68 M - Bugn : 18827

ulkucudunya@ulkucudunya.com