« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Nurullah KAPLAN

16 Tem

2008

GİDENLERİN ARDINDAN

16 Temmuz 2008

Her şeyin zıddı ile kaim olduğu bu dünyada hayat da ölüm ile kendisini anlatıyor. Güzeli güzel kılan çirkinlikse, iyiye kıymet veren kötüyse, hayatı da anlamlandıran ölüm değil midir? Ölümden sonra başlayacak olan yeni hayat olmasaydı.. hayat bu dünyadan ibaret olsaydı eğer, insan ruhunun hasretlerini dindirecek ya da, insan bedeninin hudutsuz arzularını kandırarak tatmin edecek bir iklim.. dünyevi bir cennet olabilir miydi?

Ölüm, hayata hakiki manasını kazandırsa da, soğukluğunu hissettirmekten de arî değil. Bu sınırlı-sonlu hayatın bitip, sonsuz hayatın başlayacağı köşe başının adı olsa da ölüm… "Şah damarımızdan yakın" olmasına rağmen bize çok uzakmışçasına bigane kalsak da; çok uzaklardan.. uzun yıllar sonra gelecek bir misafir hissiyatıyla beklediğimiz, (daha doğrusu beklemediğimiz) ölüm hayatın bütün gerçekliklerinden daha sahih değil mi?

Eski şehir yapısında çoğu kez, yerleşim merkezinde bir tepenin üstünde kurulu camii yanında tanzim olunmuş ve servilerle donanmış kabristanlar her an ölümü, hayatın sınırlı, dünyanın fani olduğunu ihtar eder, imanı zayıflamış olanlara "küllü nefsün zaikatül mevt" emrini hatırlatırdı. Şehir merkezinin rantiyesi yüksek alanlarına çok katlı binalar yapmak varken, mezarlık olarak bırakmak günümüz insanı / "homo economicus"lar için anlaşılır şeyler olmadığından yeni kurulan semtlerde, yenilenen şehirlerde ölümü ihtar edecek kabristanlar şehir dışına sürgüne gönderilmiş durumdalar. "Yeni Kent Düzeni"nde onlara ancak şehrin varoşlarında yer bulunabilir.

Kabristanlar günlük hayatımızdan sürülüp çıkarılmış olsa da, belediye hoparlörlerinden ölenlerin künyesini okuyan anonslara son verilmiş olsa da ,cami minarelerinden okunan sâlâlar korna seslerine-müzik cümbüşlerine yenik düşmüş olsa da ölümü hatırlatacak ikazlar hayatımızdan tamamen silinip gitmiş değiller, elhamdülillah.

İlerleyen yaşımızdan olmalı ki, geçmişte bir vazife ifası olarak katıldığımız cenaze merasimleri ve taziye ziyaretlerinin yerini içten ve samimi dileklerin takdim edildiği hasbi katılımlar almakta. Uzunca zamandır selamlaşmadığımız bir dost ile bütün kırgınlıkları bir yana bırakarak "son selamlaşma" ve "vedalaşma" için veya, yakın bir dostun-ahbabın acı ve elemini, üzüntü ve kederini paylaşmak için cami avlusunda, musalla başında, kabristan kapısında bir lahza musafaha için seğirtmekteyiz. Çok uzak zannettiğimiz ölümün yakınlığını hissederek... İdrakimizin unuttuğunu hissiyatımızla hatırlayarak.


Hissiyat yoğunluğu bizim gibi insanlara nazaran çok daha yüksek olan sanatkârlar ölümü bizlerden daha fazla hisseder, anlamaya ve anlatmaya çabalarlar. Sanatkârane kabiliyetleri ile bize ölümü haber verirler. Özellikle şairler ölüm üzerine belki de filozoflardan daha fazla ve daha anlamlı mahsullerle ölümü bize kâh sevdirmiş, kâh yakınlaştırmışlardır. Hangi önemli şaire bakarsak bakalım en güzel şiirleri arasında mutlaka "ölüm" yer alır. Yunus Emre, Fuzulî, Taşlıcalı Yahya.. ya da Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nihal Atsız'ın en güzel şiirlerini seçecek olsak mutlaka birkaç ölüm şiiri yer alacaktır.

Ölüm üzerine güzel şiirleri ile tanınan son dönem şairlerinden Erdem Beyazıt da geçtiğimiz hafta ölümüm güzelliğini aynel yakin yaşayarak, Hakk'ın rahmetine kavuştu. Rasim ve Alaaddin özdenören, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan gibi şair dostları ile birlikte çıkardığı Mavera Dergisi 70'li yılların Türkiyesinde fikir ve sanat alanında kendine has bir yer edinmiştir. Maraşlı bir beyzade olan Beyazıt belki de ailesinden gelen, genlerinde var olan bir yiğitlik, tok seslilik, dik duruşluk sahibi olarak bu meziyetlerini aksettiren sanatıyla, kadim dostu Rasim Özdenören'in ifadesiyle "Dede korkut'a uzanan, Dadaloğlu'nun, Köroğlu'nun izlerini taşıyan" bir şiirin sahibiydi. Bu özellikleri ile mensubu olduğu camiada nadir görülen "tok sesli" bir şairdi.

Ölüm Risalesi, Aşk Risalesi, Diriliş saati, Veda, Önden Gidenler, Sana Bana Vatanıma Dair gibi güzel şiirleri ile anılacak olan "tok sesli" şairin cenazesine çok sayıda dostu ve şair arkadaşının yanı sıra çok sayıda bakan ile başbakan ve cumhurbaşkanı katıldı. Tabutunu omuzlayanlar arasında bir yanda başbakan öte yanda cumhurbaşkanı vardı. Kimlikleri ne olursa olsun çok güzel, çok hoş bir manzaraydı. Şüphesiz ki, Erdem Beyazıt'dan daha iyi şairler, daha tesirli sanatkârların da cenaze merasimleri yapıldı. Ancak bir cumhurbaşkanı ve başbakanın tabutunu omuzladığı tek şair oldu Beyazıt. Ve bu güzellik Erdem Beyazıt'ın şahsından ziyade Tayip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün kadirşinaslığına dairdir.

Muhtemeldir ki bu kadirşinaslığa itiraz edenler olacaktır. Bu şahıslardan böyle bir kadirşinaslık sadır olmaz diyerek başka gerekçeler vehmedilebir: halkla ilişkiler, kamuoyu yönlendirme, imaj yenileme, gündem belirleme, kendi tabanlarına "biz değişmedik, kıymet-kadir nedir biliriz" mesajı verme v.s. Bu veya benzeri gerekçelerle katılmış olsalar dahi 35-40yıl önce yolları MTTB'de kesişmiş ve şimdilerde cumhurbaşkanlığı-başbakanlık makamlarında olan eski dostların şairlerine gösterdikleri kadirşinaslıkdı çerçeveye akseden fotoğraf karesi. Görünen buydu…Ve takdire şayandı.

Biz camiamızın şair ve ediplerinin tabutlarına omuz verecek cumhurbaşkanları, başbakanlar çıkaramadık. Şayet çıkarabilseydik onları cenaze namazlarında saf tutmuşken, musalla taşının önünde helallik verirken ya da tabut omuzlarken görebilir miydik? Bir ay önce kaybettiğimiz Dilaver Cebeci'nin ya da geçen yıl kaybettiğimiz Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun, veya Galip Erdem'in, N.Y.Gençosmanoğlu'nun naaşı başında hangi başkanlarımız vardı ki? Çelenk göndermekle iktifa eden genel başkanımızın alicenaplığı mı(!), başbakan ve cumhurbaşkanının kadirşinaslığı mı(!) akis bulabilir?

Parti ve Ocak genel başkanlarımız mutlaka ki daha mühim işlerle meşgul olduklarından bu tür cenazelere bizzat katılma imkanlarına sahip olamasalar da il başkanları katılıyordur. Hem bizim il başkanlarımız başkalarının başbakanlarından, cumhurbaşkanlarından daha kıymetlidir(!).

Çelenklerle(!) uğurlanan, mekanları cennet olası edip ve şairlerimizi merhum Erdem Beyazıt'ın bir şiiri ile analım:

ÖNDEN GİDENLER

Onlar gittiler
Yalnız bir yemin kaldı aramızda
Ben şimdi bu yanda
Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim
Namluda.

Onlar gittiler
Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında
Ben şimdi bu yanda
Gerilmiş bir an gibiyim
Doğumla ölüm arasına.

Onlar gittiler
Gelen zamandan bir haber gibiydiler.
Ben şimdi bu yanda
İçilmiş bir and için bekleyenim
Kurulmuş saat gibi.

Onlar gittiler
Giderken bir muştu gibiydiler.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,01 M - Bugn : 4872

ulkucudunya@ulkucudunya.com