« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

04 Haz

2008

AHMET HİLMİ İMAMOĞLU

04 Haziran 2008

Hilm ve ilim sahibi bir mübarek adam. Törendeki sunucu hanımefendinin tabiriyle; Trabzon'un en kalender ve baba insanı. Ahmet Hilmi İmamoğlu. Dostum Ender İmamoğlu'nun muhterem babası. Asaleti, zarafeti, edebi, yüksek kültürü ve engin tevazusu ile ilk andan itibaren karşısındakini kuşatıveren güzel insan.

Çapa Tıp Fakültesinde menhus bir hastalığın pençesinde kırk gündür eriyor. Çektiği onca ızdıraba rağmen mahzun gözlerinde Hz. Eyüp sabrı okunuyor, son derece mütevekkil. Teessürü kendi vaziyetinden ziyade yakınlarına verdiği zahmet için. Bitkin haliyle Taşlıcalı Yahya'nın o esnada aklıma geldiği kadarıyla 'Ne can olsa, ne canan olsa, ne hicran olsa' diye sehivli söylediğim beyitine kendini kaptırmış, kendi kendine tekrar ediyor, karmaşık bir matematik problemi çözer gibi aruz kalıbını çıkarmaya çalışıyor. Tereddüdünü gideremeyince nezaketi elden bırakmadan ilmine itimadı tam bir âlim tavrıyla soruyor. Şiirin böyle olduğuna emin misiniz Yusuf beyciğim, veznini bulamadım, eski şairler böyle bir hata yapmazlar. Emin değilim Ahmet amcacığım, sohbet olsun diye ortaya attım, bir sonraki ziyaretimde doğrusunu ezberler gelirim, diyorum.

"Dâr-ı dünya deli gönlüm gibi viran olsa
Ne cihan olsa, ne can olsa, ne hicran olsa"

Bir gün birlikte Üsküdar'da dolaşırken Karacaahmet'te yol kenarındaki Atsız'ın kabrine götürmüştüm. Bir Türkçü olarak burayı ziyarette bu kadar geciktiğime mahcubiyet duydum, bu yaşımda kısmetmiş, rahatsızlığım rahat yürümeme mani oluyor, yoruldum ama değdi doğrusu, çok mutlu oldum, demişti.

Yüzüne baktıkça rahmetli babam hatırıma geliyor. Bu toprağın yoğurduğu iki namuslu adam. Aynı yaştalar. Sadece iki çay içimi kısa bir sohbetleri var. Biri ulema cedlerinden ilim tevarüs etmiş, halim selim, vakarıyla saygı uyandıran hal ehli bir üniversite hocası. Diğeri ilkokulu bile tamamlayamamış fakat âlime hürmet edecek irfana sahip, ilmin ıslah etmeye muktedir olamadığı her menfiliğe gerektiğinde müdahale etmeye hazır hissi veren, artık keskinliği azalmış, yorulmaya yüz tutmuş, kınına girmiş coşkun bir kılıç. Birbirlerine hürmette yarışarak kırk yıllık aşina gibi nasıl da muhabbete koyuluvermişlerdi.

On sene önce kocasına böbreğini veren fedakâr eşi hizmetinde dört dönüyor. İnsana yakın, hepsi münevver değerli aile fertlerinin biri gidiyor biri geliyor. Ziyaretçilerin ardı arkası kesilmiyor. Akrabalar, tanıdıklar, eski öğrenciler. Az önce bir profesör arkadaşı Trabzon'dan hususi ziyarete gelmiş. Bir kız öğrencisi yatağa eğilmiş hocasının elini yüzünü öpüyor. Daha eski bir öğrencisi 'sen benim babamsın' diyerek gözlerinden süzülen yaşları saklamaya çalışıyor. Ülkücüymüş. Hikâyesi hazin. Talebeyken hapse girer. Aradan bir müddet geçip haber çıkmayınca Ahmet amca cezaevine ziyarete gelir, öteden beriden konuşurken derslerden bahis açılır. Haftaya bir gün izin al gel, seni odamda imtihan edelim, derslerden kalma, diye tembih eder. Kararlaştırılan gün gelir, içeridekinden ses seda yok. Ahmet amca talebenin kayıtsızlığına mana veremez, dava adamı vasfıyla bir müddet sonra tekrar ziyarete gider. Ne oldu, hani imtihana gelecektin, niye gelmedin? Hiç sormayın hocam, tam benim izin isteyeceğim gün benzer şekilde imtihan için çıkan iki mahkûm firar etti. Bunun üzerine idare bu işi yasakladı, o yüzden gelemedim. O halde sen hazırlan, haftaya ben cezaevine gelip imtihan edeyim, der. Haftaya bu defa Ahmet amca gelemez. İhtilal olmuştur. Kendisi yurt dışına görevli gönderilecek, yardım etmeye çalıştığı Ülkücü öğrencisi ise altı sene cezaevinde yatacaktır.

Ahmet amca cumartesi akşamı vefat etti. Dilaver Cebeci'den iki gün sonra bir büyük kayıp daha. Aziz naaşı pazartesi günü defnedilmek üzere diğer evlatları ve yakınları eşliğinde uçakla Trabzon'a götürüldü. Her hafta sonu Ankara'dan İstanbul'u yol eyleyen biçare Ender yine iki gün refakatçi kalarak annesini dinlendirmek niyetiyle geldiği için hazırlıksız çıkmış, Ankara'ya üzerinden geçmeyi uygun gördü. Belli ki biraz da acısını unutmak, uzaklaşmak istiyor. Araba sürecek hali yok, ayakta zor duruyor. Az önce babasını kaybeden bir dosta refakat etmek gibi mesuliyetli bir görev akrabası Ömer ağabeyle bana düştü. En zor anında kadim dostu Onur yanında olmalıydı aslında, gelimli gidimli dünya, ertesi gün onun da bebeği doğacaktı.

Gece Ankara'ya geldik, bir iki saat dinlenmeye çalıştık. Sabah teyzesi oğlu Zeki katıldı, en genç olduğu için direksiyona geçti ve Trabzon'a yola çıktık. Bizden sonra diğer arabalar da hareket etti.

Kırıkkale'de Muzaffer ve Ünal'ı arasam mı diye düşünürken az bir aşımla radara takılmışız. Bölünmüş yolda radar uygulamasının vatandaşa tuzaktan başka ne manası varsa? Sağa çektik. Son zamanlarda eğitim ve nezaket seviyesinin iyice arttığı müşahede edilen güler yüzlü insanlarla muhatap olacağımızı düşünüyoruz, müsterihiz. Efendi gibi cezalarını yazarlar, bir iki yarenlik ederler, dikkatli olmamız tavsiyesiyle iyi yolculuklar dilerler. Heyhat, yanılmışız, türlerinin son numuneleri bize denk geldi.

Zayıfa eziyetten zevk alır, belâya davet eder cinsten yılışık tavırlı bir memur öncekilerle sürdürdüğü tartışmanın tatsızlığını bize de sirayet ettiriyor. Meram anlatmaya çalışan dedesinin bacaklarına sarılmış beş altı yaşında bir çocuk korku içinde ağlıyor. Abus çehreyle ceza yazmakla meşgul olanların çocukları yok herhalde, umursamıyorlar. Kargaşadan fırsat bulunca; cenazemiz var, arabada oturan arkadaşımızın babası vefat etti, cezamız neyse yazın da bir an önce yolumuza devam edelim, diyoruz. Tesir etmiyor. Acaba babaları da mı yok?

Muhataplarımız anlattığımızı anlayacak evsafta değil. Bir dokun bin sırnaşık ah işit. Öğretmenler ek ders alıyormuş, doktorlar bilmem ne alıyormuş, kendileri sabahtan beri güneşin altında çalışıp bir de vatandaştan azar işitirmiş. Bu çiğ davranışlara vatandaş az bile tepki veriyor. Ekseriyeti güler yüzlü, namuslu, vazifesini hakkıyla ifa ederken vatandaşa güven veren cümle görevlileri tenzih ederiz.

Fuzuli yere epeyce oyalandıktan sonra bakın dedim; hız limitini aşmakla kusurlu olabiliriz, inkâr etmiyoruz, ancak başsağlığı dilemek temel bir insani vazifedir. En iptidai mahlûklar bile ölüye hürmet gösterir. İhtilâlde gece sokağa çıkma yasağı olduğu, uçan kuştan şüphelenildiği, insanlara hor ve hoyrat davranıldığı günlerde de cenazeye gittik. Gece vakti belki on yerde kimlik kontrolü için durdurulduk. Cenaze telgrafını ibraz ettiğimiz asker, subay, astsubay önce ciddiyetle başsağlığı diledi, kontrolü yarım bıraktı ve iyi yolculuklar temennisiyle uğurladı. Bize yarım saat kaybettirdiniz. Kazaların temel sebebi sürat olmakla birlikte, can güvenliğini korurken maksadı aşıp insanların moralini bozarak daha fazla tehlikeye atıyorsunuz. Otuz yılda teknolojide ilerlemişiz ama insanlıkta çok şey kaybetmişiz.


Pazar akşamı Trabzon'a vasıl olduk. Ev dört bir taraftan gelenlerle dolup taşıyor. Ertesi gün erkenden ayaklandık.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Kültür Merkezi. Sahnede albayrağa sarılı tabut. Sağında solunda ve arkada ellerinde çiçekler ikişer öğrenci nöbet tutuyor. Salon hınca hınç dolu. Öğretim üyeleri, dekan, rektör, bakan ve aileyi temsilen ağabeyi ile oğlu kısa birer konuşma yaptılar. Açık söylemek gerekirse sıkıcı olması gereken resmi bir törenin bu kadar duygulu, bu kadar yerli, bu kadar samimi olacağına orada olmasaydım inanmazdım. Bir insan topluma bu kadar mı kendisini sevdirirmiş? Bütün salon hıçkırıklara boğuldu. Ne mutlu o talebelere ki arkasından ağlayacakları bir hocaya sahip olmuşlar.

Aklıma rakamlarla, kopya teorilerle kafayı bozmuş bizim robot hocalar geldi. Çoğunun adını bile hatırlamam. Cânım üniversiteyi ne kadar soğuk ve ruhsuz kıldıklarını bugün bir kere daha anladım. İçinde insan olunca buzdan kulübeler bile sıcacık yuva oluyor oysa ki.

İskenderpaşa Camii'nde öğlen namazını müteakip olağanüstü kalabalık bir cemaat cenaze namazını kıldı. Namazdan sonra mutlu bir tesadüfle Eynesil Belediye Başkanı Coşkun Somuncuoğlu'yla karşılaşıp ayaküstü halleşiyoruz. Ender'le yine aynı araçtayız. Müşterek dostlarımız Süleyman ve Hasan da birlikte. Her karışında hıçkırıklara karışan hatıraların yâd edildiği zümrüt yeşili ormanların, dimdik tepelerin, geçit vermez vadilerin arasından Köprübaşı ilçesine geçildi. Hafiften çiseleyen yağmur iyice arttı. Bir ara Ender sitem ediyor; sana kırk kere söyledim, üç beş gün ayarla da şu bizim köyleri, yaylaları babamla birlikte doya doya gezelim, derelerde alabalık tutalım. İşte geldin nihayet, şu halimize bak, bundan sonra gelmenin ne kıymeti var.

Adet olduğu veçhile tabut dik bir yamaçtaki evlerine getirildi. İkindiye kadar kasabanın camisinde hatim okundu. İkindi namazından sonra evlerinin önünde köylülerinin iştirakiyle yağmur altında tekrar cenaze namazı kılındı. Yine oldukça kalabalık bir cemaat. O yörelerde düz arazi olmadığından kasabanın toplu mezarlığı yok. Herkes arazisinin bir köşesini aile kabristanı haline getirmiş. Fındık dalları, ulu ağaçlar arasında dik bir patikadan aşağıya inildi ve dualarla taze mezara konuldu sevgili Ahmet amcamız.

O mahrumiyet şartları içinde şaşırtıcı güzellikte bakımlı, çiçeklerle bezeli pırıl pırıl mezarlar. Burası küçük bir tarih haziresi adeta. Yanında kavuk şeklinde heybetli mezar taşıyla babası Müftü Salih İmamoğlu (1915-1970). Onun yanında yine kavuklu mezar taşıyla dedesi Müftü Müderris İmamoğlu Muhammed Efendi (1867-1938). İmam mefhumunu içtimai hayatta tam manasıyla temsil ettiklerinden mi, Yusuf İmamoğlu'ndan mı, yoksa ailemizin kadim lakabının Aliimamoğlu olmasından mı bilmem, İmamoğlu soyadı öteden beri hep sıcak gelmiştir.

Ahmet amcanın çocukluk arkadaşı Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak büyük bir vefakârlık örneği göstererek baştan sona bütün gün en önde törene iştirak etti. Şiddetli yağmur altında sırılsıklam ıslanarak, çamurlara belenerek mezarına kadar indi. Allah razı olsun.

Mekânın cennet olsun Ahmet Hilmi İmamoğlu. Hocaların hocası. Temiz ecdadınla koyun koyuna nur içinde yat. Babamı kaybettiğim son üç senedir bayramlarda Ender'e babanın elini benim için de öp diye tembih ediyordum. Sadece beş evlâdın yetim kalmadı. Talebelerinle birlikte yüzlerce evlâdın seni daima Fatiha'larla anacağız.


Ahmet Hilmi İmamoğlu: 1946 Trabzon doğumlu. Trabzon Lisesi'nden mezun oldu. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni bitirdi. 1980-1981 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Enstitü Müdürlüğü yaptı. Milli Eğitim Bakanlığının bir görevlisi olarak 1981-1987 yılları arasında Almanya'da kaldı. Doktorasını 1992 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde yaptı. 1993 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesine Yardımcı Doçent olarak atandı. 1990-1994 yılları arasında Sınıf Öğretmenliği Bölümü Başkanlığı, 1995-1996 yılları arasında Dekan Yardımcılığı görevi yaptı. 1998 yılında Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne atandı. Burada Bölüm Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyordu. Eski Türk Edebiyatı Uzmanı olan İmamoğlu, evli olup 5 çocuk babasıydı.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,14 M - Bugn : 31486

ulkucudunya@ulkucudunya.com