« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

04 Eyl

2008

SABAHATTİN ALİ

04 Eylül 2008

Türkçeyi bu derece mükemmel kullandığını bilseydim Sabahattin Ali'yi okumayı bu kadar geciktirmezdim. Nedense hep mesafeli durmuşuzdur. Atsız'la kavgalı bir komünist olduğundan belki.

Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal ve Ömer Seyfettin. Türkçenin pınarları. Bazen Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ziya Osman Saba. Nobel'i hak eden yegâne eser Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ne münhasır Ahmet Hamdi Tanpınar. Siyasi Hikâyeler'de Yahya Kemal. Biraz Sait Faik. Az biraz Kemal Tahir. Yaşar Kemal'le Orhan Pamuk'u geçelim bir kalem. Şişirilmek belki şöhret sağlıyor, ödüller getiriyor, fakat Türkçe zevki verebilmek bunların ötesinde apayrı meziyetler gerektiriyor.

Zirve hiç şüphesiz Refik Halit Karay. En yakın takipçisine açık ara farkla ipi göğüsler. Yüzelliliklerdenmiş. Varsın olsun. Milli bir devlet olsa şimdi yüzellilik sayılmayan kimse kalmazdı. Türkçe onun kaleminde kanatlanıp uçar adeta. Kanuni Sultan Süleyman'ın o ihtişamlı mektubundan sonra Türkçeye kim bu derece tasarruf edebilir, böyle rahat, temiz, akıcı ve güzel bir Türkçe ile tek cümlelik muhteşem bir paragraf kurabilir?

"Kepenkleri yarı kaldırılmış loş lokantaları müşterisiz, boş dükkânları, sessiz uykulu evleriyle gündüzleri hareketsiz, şamatasız duran bu sokak, akşama doğru, meydana balık sergileri kurulduktan, istiridye işportaları dizildikten sonra ahali ve uğultu ile dolar; satıcıların çıkırtkanları, alıcıların kavgacı pazarlıkları ve bunların arasında dolaşıp pavurya satan yalınayak Rum çocuklarının kulakları çınlatan yaygaralarıyla kalabalık, gürültülü, hareketli bir pazar meydanı halini alırdı." Memleket Hikâyeleri-Şaka-Sinop 1915

Bir sokağın yirmi dört saatini bir film canlılığıyla görüntüleyen, renklendiren ve seslendiren bu cümlenin yer aldığı hikâyenin nerede geçtiğini bulmaya çalışırken Sinop Cezaevi müşterekiyle Sabahattin Ali'ye rast geldim. Türkçe bahsinde Sabahattin Ali de mümtaz bir yere sahip olmalı. Şu cümleye bir bakalım.

"Deli Emine, erkekleri bırakıp gelin evine, gelin evini bırakıp erkeklerin yanına koşuyor; yolda kimsenin gözüne çarpmadığı halde burada sanki birdenbire meydana çıkıveren ihtiyar âşık yine kapının yakınında oturup sazını çalıyor, şehirli efendiler misafiri oldukları evin sahibinden köyün sosyal ve ekonomik vaziyetini öğreniyor, Yakup Ağa biraz sohbetten sonra köşesinde horul horul uyuyor, civar karakollardan düğüne gelen iki candarma bedava içkiyi bardak bardak dikiyor, davulcu baba oğul, yüzlerindeki sarsılmaz sükûn ve ciddiliği hiç kaybetmeden ve yorulmak bilmeden çalıyor ve bu sırada Yeni Dünya, kendisini bıraktıkları, ihtiyar bir kadının karanlık ve soğuk odacığında, bir kilimin üstünde, çarşafsız, parça parça bir yorganın altında, kâh titriyor, kâh cayır cayır yanıyordu."

'Başın Öne Eğilmesin Aldırma Gönül' şarkısı eskiden solcuların dillerinden düşmezdi. Ecevit iktidarlarında palazlanınca karşımıza geçerler; bizim Çırpınırdı Karadeniz, Mehter marşları ve kahramanlık türkülerine mukabil uğursuz enternasyonal marşlarının, Kızıldere'lerin yanında bu şarkıyı saatlerce bıkıp usanmadan söylerlerdi. Sonraları Ahmet Kaya'yı dinleyen bazı melankolik Ülkücüleri fark edince o vakit bu parçayı daha naif bulmamızın dava adamlığıyla telif-i kabil olabileceğine kanaat getirmiş, Hababam Sınıfı seyrederken fonda çıkınca hatırlattığı sevimsiz zamanlara rağmen alenen kulak kabartmakta beis görmemiştim.

Efsanevi Sinop Cezaevini muhtemelen Sabahattin Ali'den daha iyi tasvir eden bir yazar çıkmamıştır. "Tüylerinden sular damlayarak surların arkasından yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı."

Kuyucaklı Yusuf romanı şimşek gibi bir cümleyle başlar. "1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın'ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler." Ve tablo gibi nefis tasvirlerle devam eder. "Yaşı otuz beşten fazla olmamasına rağmen kalpağının kenarından bembeyaz saçları görünen kaymakam en ileride, başı önüne eğili ve gözleri atının ıslak ıslak sivrilen kulaklarında, gidiyordu." Bu nasıl bir anlatımdır, sanki iki üç kamera kaymakamı muhtelif açılardan çekiyor ve yazar bu görüntüyü sade Türkçeyle aynen kopyalıyor.

Sabahattin Ali'nin birkaç hikâyesinin Atsız Mecmua'da yayınlandığını görünce merakım daha da arttı. Meğer bunlar akran ve yakın arkadaşmış. Sonradan Sabahattin Ali Nazım Hikmet'in tesiriyle komünistliğe meyledince araları bozulmuş. Birbirlerine hakaretten mahkemelik olduklarını, cezalar aldıklarını biliyoruz. Sabahattin Ali bir yazısında, 'Dilimi, münakaşasız olarak ondan iyi kullanırım', diyor.

Atsız'ın 1937 tarihli bir mektubundan.

"Evladım Sabahattin,

Cumhuriyet bayramın, şeker bayramın, yılbaşın ve vurduysa tayyare piyangon kutlu olsun. Sana müthiş bir sır vereyim mi? Haydi vereyim: Ben Kürşad'ı roman olarak yazıyorum. Beni buna sevk eden Tahsin Demiray oldu. Her ne kadar ortamektep çocukları için yazılıyorsa da bizim münevverler de ortamektep seviyesinde olduğu için tam edebi bir roman yazıyorum demektir. Romanın adı Bozkurtların Ölümü'dür. Senin gibi tarihi tahrif etmeyerek yazıyorum. Senin berbat ettiğin Kürşad'ın şerefini de iade edeceğim. Bu ilk kalem tecrübemdir. Bununla beraber Kürşad'ın aşkıyla muvaffak olacağım. Sen belki beğenmeyeceksin. Çünkü Kürşad orada bir sınıfı temsil etmeyecek. Roman ve temaşa işlerini iyi bilen Nihat Sami Banarlı romanın başlarını okudu, beğendi. İleride kitap şeklinde çıkınca sana gönderirim. Senin Kuyucaklı Yusuf Efendi'ne ne oldu? Gözlerinden öperim. Nihal Atsız."

Varlık dergisinde yayınlanan Esirler adlı piyesin konusunu Sabahattin Ali'ye Nihal Atsız vermiş, fakat orada Kürşad cidden berbat edilmiştir. Ve Kürşad Atsız'ın Bozkurtlar romanında şerefini ve ölümsüzlüğünü kazanmıştır.

Türkçe severlere Sabahattin Ali'yi tavsiye ederim. Atsız'ı dolayısıyla Türkçülüğün metodolojisini ihmal ederek sapıtan bahtsız solcularımıza ve ulusalcılarımıza aynı kadirşinas tavrı göstermelerini dilerim.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,15 M - Bugn : 4691

ulkucudunya@ulkucudunya.com