« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

24 Eyl

2008

ARABİSTANLI LAWRENS

24 Eylül 2008

Ermeni, Rum, Rus, Fransız, İtalyan, İngiliz, Sırp, Bulgar ve daha Hindu'dan yamyama kadar saymakla bitmez İslam düşmanının Müslüman Türk'e uyguladıkları mezalimler hafızalardadır. Bunun yanı sıra Arabistan çöllerinde İngiliz kurşunuyla, Arap kılıcıyla şehit düşen, buna rağmen üzerine zimmetli tüfeğine sımsıkı sarılarak teslim etmeyen Mehmetçikleri de az çok biliriz. Meçhul topraklarda zehirli kuyulardan içtikleri sularla, ateşli hummalı hastalıklarla can veren dedelerimizin hikâyeleri hep kulağımızdadır.

I. Dünya Savaşı boyunca diğer cephelerle birlikte Şam, Medine, Yemen gibi kutsal İslam şehirlerini de korumaya çalışan Osmanlı Devleti, Hicaz Yemen cephesinde yaklaşık üçyüzbin şehit vermiştir. İngilizlerin silah, cephane, erzak, para, teknik ve taktik desteğiyle ve istiklâl vaadiyle kışkırtılan Araplar 1916 yılında kendilerini koruyan Osmanlı Devletine ayaklandılar. Mukaddes emanetlerin büyük bir kısmını İstanbul'a ulaştıran Fahrettin Paşa uzun süren mücadelelerden sonra İngiliz ve Arap kuvvetlerince kuşatılarak Medine'de mahsur kalmış, Mondros Mütarekesi imzalanmasına rağmen Medine'yi kahramanca savunmaya devam ederek neticede esir düşmüş, önce Mısır'a sonra Malta'ya götürülmüştür.

İngiliz casusu Lawrens'in adını duymayan yoktur. Kahirede'ki Mısır Sefer Birliği kumandanı General Allenby'ye bağlı olarak Arabistan'da faaliyet gösteren Lawrens, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle Osmanlı Ordusuna karşı verdiği gerilla mücadelesiyle ünlenmiş, Akabe'nin alınmasında rol oynamış, çöllerde geçen efsanelerle karışık hayatı filmlere, kitaplara konu olmuştur. Hicaz Demiryolu ve tesislerine karşı yapılan sabotaj ve taarruzlar, hat boyunca uzanan telgraf direkleri ve tellerinin tahrip edilmesi, köprülerin uçurulması Osmanlı kuvvetlerini büyük güçlükler içerisinde bırakmıştır.


Arabistanlı Lawrens filmine bazen rastlar geçerdim, geçen bir kanalda denk geldi, ilk defa baştan sona seyrettim. 1962 yapımı film üç saat otuzaltı dakika sürüyor. Yedi dalda Oscar almış. Çekimleri üç sene sürmüş. Ömer Şerif ile Anthony Quinn de rol almışlar.

Filmde üçbuçuk saat boyunca Türk kanı akıtılıyor. Kan içiciler ay yıldızlı ne görürlerse yok ediyorlar. Trenler sabote ediliyor, kışlalara baskın yapılıyor, şehirler yağmalanıyor. Buna rağmen seyircide Türklerin mazlum olduğu yönünde kanaat uyanmaması için işgalcilikleri ve barbarlıkları işlenmekten geri durulmamış. Osmanlı tabiri kullanarak gölgelemeye bile ihtiyaç duymamışlar, doğrudan doğruya Türk adı zikredilerek açıkça Türk düşmanlığı yapılıyor. Ve mükâfatı yedi dalda Oscar.

Bazı ayrıntılarda gerçeğe sadık kalınmaya dikkat edilerek ciddi bir yapım havası verilmeye çalışılmış. Arapların bellerinde estetik değeri olmayan ananevi eğri cenbiyeler. Türk süngüleri ise hafif içe eğimli yatağan formunda. Araplar İngiliz toplu tabancıları ve tüfekleri kullanırken Türk subaylarının elinde Alman Mauser tabancaları. Hâlbuki Osmanlı Ordusunda beylik subay silahı Osmanlı Karadağ toplu tabancasıdır. Bu arada Lawrens'in Araplara pek düşkün bir homoseksüel olduğu da hissettiriliyor. Fakat her ne hikmetse Arap kıyafetinde yakalandığında Çerkez olduğunu söyleyerek kandırdığı Türk komutanın ten rengini beyaz bulmasını taciz olarak değerlendirip sertçe tepki gösteriyor. Bunun üzerine esaslı bir dayaktan sonra kapı dışarı atılıyor. Nedense sünnetsizliğini muayene edip foyasını ortaya çıkarmak Türk karargâhında kimsenin aklına gelmiyor. Lawrens kahraman, Türkler ahmak ya, bir şekilde kurtulacak elbet. Yediği dayaktan sonra Türklere nefreti bir kat daha artarak intikam için çöle dönüyor.

Ve gök gözlü zehirli sarı yılan haykırıyor. Esir almak yok!

Kayalıklara saklanmış gözü dönmüş vahşi bedevi sürüsü. Çığlık çığlığa komutu tekrarlıyor. Esir almak yok!

Çölde kızgın güneş altında çekilmeye çalışan bir avuç Türk askerine çılgın gibi arkadan saldırıyorlar. Ahmet'ler, Mehmet'ler, Ali'ler, Hasan'lar aç susuz, yorgun, hasta, bitap vaziyette yurduna dönmeye çalışırken gafil avlanıyor. Mehmetçik canını dişine takıp düşmanla boğuşuyor ama sıcaktan, gıdasızlıktan, susuzluktan takati kalmamış. Gerçekten de esir almıyorlar, bütün Türkleri hunharca şehid ediyorlar. Hastalıktan erimiş askerlerin karınlarını eğri hançerlerle deşiyorlar, sedyelerde yatan yaralıların kafalarını tek kılıç darbesiyle uçurarak kahramanlıklarını isbat ediyorlar. Kurbanların üstlerinde ne varsa çalıyorlar, tüfek, kasatura, cüzdan, para, subay üniformalarının düğmelerine varıncaya dek.

Film bir yönüyle bizim dramımızı anlatıyor. Büyüklerimizin anlattıklarından zihnimizde belli belirsiz yer eden kızgın çöller, çapulcu ruhlu sinsi bedeviler, zehirli sular, yılan dilli hançerler ve sönen üçyüzbin ocak. Yaşanan zulmü ekranda canlı görmek insanı daha fazla etkiliyor. Yemen'e gidip dönmeyenler bizim dedelerimiz. Dul kalanlar bizim ninelerimiz. Yetim büyüyen çocuklar bizim analarımız babalarımız. Solan üçyüzbin fidan bizim fukara evlerimizin direkleri.

Şanlı Peygamber kabrinde rahatsız olmasın düşüncesiyle Medine İstasyonuna yirmi kilometre kala raylar altına keçe döşeyerek tren gürültüsüne mani olan Türkler, kavm-i necip saydığı Araplara vergi ve askerlik muafiyeti tanıyan, Surre Alaylarıyla her sene hazine değerinde yüksek meblağlı para ve paha biçilmez hediyeler gönderen Türkler, yedi cephede İslam için sebil gibi kan akıtan Türkler öldürülenler. Din kardeşleri tarafından bu zulümler reva görülen Türk'ün suçu nedir? Mübarek beldeleri asırlar boyunca küffarın cenabet ayağından, kanlı kılıcından korumak mı?

Bu kadar Türk düşmanı yetmezmiş gibi bu ülkede uydurma düşman kavimler ihdas etmeye çalışan hainler, Lawrens'lere karşı mücadele eden Teşkilat-ı Mahsusa'nın kahramanlarını karalayan ve küçümseyen aydınlar, Prens Charles'ın Müslüman olduğunu fısıldayan İngiliz ajanı fırça sakallı şeyhler, Türk Askerinin, Atatürk'ün, Rauf Denktaş gibi Türk büyüklerinin kâfir olduğunu iddia eden sahte din adamları, ömürlerinde bir kez dahi Türk'üm demekten kaçınan fakat İngiliz Kraliçesinin, Arap Krallarının, Ermenilerin önünde takla atan siyasiler ve devlet büyükleri var. Yazıklar olsun!

Mukaddes topraklara dini vecibelerini yerine getirmeye giden Türk evlâdının oralarda kalan ecdadı gözleri yaşararak yâd etmesi ve ruhuna bir Fatiha göndermeyi hatırlaması da milli bir vazifedir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,14 M - Bugn : 30157

ulkucudunya@ulkucudunya.com