« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

24 Ara

2008

İSKİLİPLİ ATIF HOCA

24 Aralık 2008

Cumhuriyeti kuranların sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji gibi ilimlerin rehberliğine ihtiyaç duymadan geri kalmışlığın sebebi addettikleri kültürün sert unsurlarını kılıç hakkının verdiği fütursuzlukla cebren değiştirmeye kalkmaları soysal bünyede bazı sancılar ve dirençler doğurmuştur. Şapka Kanunu böyledir. Böyle olması, buyur haydi giy denilse artık gözden düşmüş eski kıyafetlerin dönüp yüzüne bakmayacak, ipek kravatından ve parlak statüsünden vazgeçmeyecek köksüz ve ruhsuz adamlara ülkesini travma adı altında Avrupa'ya şikâyet hakkı vermez. Davasında samimi olanlar ve onları yönlendiren mihraklar antisosyal tavır sergilemeyi göze alarak zaten cüppesiyle, asasıyla, sarığıyla geziyor, pek karışan görüşen de yok. Mümtaz Turhan'ın Charles White'dan naklettiği satırlar geçen yüzyılda Müslüman halkın şapkaya bakışı ile birlikte kendi kültürüne duyduğu sağlam inancı ve güveni gösterir. "Türk halkının gözünde şapka ile ebedi bir lânete mahkûmiyet arasında bir fark yoktur. Bir İstanbul efendisi uşaklarından birisinin ne dereceye kadar itaatli ve temkinli olduğunu denemek maksadiyle bir bardağa vişne şurubu doldurup 'al, şu şarabı iç' der, bir an tereddüt içinde şaşalayan uşak, yalvaran bir eda ile Allah Allah! Efendim, neredeyse bana şapka giy diyecek' cevabını verir."

Sadece Erzurum'da şapka yüzünden otuz kişi idam edilirken kılık kıyafetten daha mühim değişikliklere yol açan inkılâpların ciddi mukavemetle karşılaşmaması, maziyle kültür bağlarımızı koparan harf değişikliği ile milli bünyeye aykırı soyadı ihdasının ve diğerlerinin hemen kabullenilmesi ilginçtir. Atsız'ın temas ettiği gibi Türkler batılılardan farklı olarak isimlerinin sonuna soyad alarak değil başına aile lakabı ve baba adı konularak çağrılırlar. Osmanlı nüfus sayımlarında fertler üç dört nesil öncesinin isimleri zikredilerek ve mensup oldukları ailelerin lakapları ile kaydedilmiştir. Soyadı ihdasıyla tarihten gelen ve "oğlu" veya "gil" ile biten lakaplar unutularak ilgisiz ve manasız isimler seçilmek zorunda kalınmış, konuya ehemmiyet verilmediği için zaman zaman dikkatlerden kaçan gülünç terkipler ortaya çıkmıştır. Dikkat edilirse bazen bir yöredeki soyadları hep aynı harfle başlar. Köyleri dolaşan nüfus memurları hükümetçe hazırlanan kitapta tavsiye edilen isimleri sırasıyla dağıtmış, farzımuhal gidilen köyde sıra k harfine gelmişse o yerin bütün ahalisi kara, karpuz, kartal, kaya, keklik, koç, koyun, kuzu gibi k ile başlayan rastgele soyadlarına sahip olmuştur. Neticede Türk toplumu geçmişi karanlık, üç kuşak öncesinden habersiz, ecdadını tanımayan ve bu yüzden yanlış telkinata açık, köksüz bireyler haline dönüşmüştür. Müslüman ve Türk olmayan unsurlar ile dönmeler de bu sayede karışma fırsatı bulmuşlardır.

Şapka kanununa muhalefeti bahanesiyle Ankara İstiklâl Mahkemesinde iki aydan kısa müddet zarfında alelâcele yargılanarak idam edilen İskilipli Atıf Hoca (1875 İskilip-1926 Ankara), Necip Fazıl Kısakürek'in Son Devrin Din Mazlumları kitabıyla kamuoyunda tanındı, sonra filmi çekildi. Kitabın ihtiyat payları tenzil edilerek mübalâğalardan arındırılınca en mazlumun daha doğrusu yegâne mazlumun İskilipli Atıf Hoca olduğu anlaşılıyor. Fotoğrafındaki asil ve temiz çehre de böyle olduğunu söylüyor.

Geçtiğimiz günlerde Ceviz Kabuğu programında tartışıldı. İtimat telkin etmeyen iki ilâhiyat profesörü, günahını vebalini hesaba katmadan hoca aleyhine verdi veriştirdi. Özellikle mahkemede geçen bir diyalog üzerinde haksız ve insafsız yorumlar yapıldı.

Atalarımız, yiğidi öldür hakkını yeme, demişler. Bir akrabasına, çocukluğunda geceyarısı evlerini basan polisler marifetiyle götürülen babasının idam edilmesinden sonra aklında gel gitler oluştuğunu anlatan Atıf Hoca'nın kızını onbeş sene evvel bir müddet bulunduğum İskilip'te birkaç defa uzaktan görmüştüm, su an sağ mıdır bilmiyorum. Rengi solmaya yüz tutmuş siyah bir çarşafa bürünen yeisiyle, yetmiş yıllık resmî yetimliğini kaldırımda tek başına sessizce sürüklüyordu. Yürek ezici mazlumluğunu incitmemek düşüncesiyle ve ayrıca dikkatle bakmaya müsaade etmeyen vakarı karşısında muhataplığa cesaret bulamadığım için simasını hatırlamıyorum. Yüksek kültürlü, İskilip dolması adı verilen Türk'e has pilavlı et yemeğiyle, enfes turşularıyla meşhur, düğün ve ölümlerde halka açık ziyafet geleneğinin sürdürüldüğü, vadisi yemyeşil bağlarla bezeli, bir zamanlar yetmiş seksen cami bulunduğu söylenen şirin kasabadaki günlere Atıf Hoca'nın ruhaniyetinin hüznü karıştı. Türklükten istifa eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'lerin kitapları sebil gibi dağıtılırken, Ali Kemal'lerin torunlarına diplomatlık, Şeyh Saitlerin, Abdurrahim Zapsu'ların torunlarına mebusluk, bakanlık, takipçilerine başbakanlık, cumhurbaşkanlığı ihsan edilirken temiz bir Türk âliminin tertemiz evlâdına neredeyse yarı meczubane süründüğü bir hayatın reva görülmesi hazindi. Bu itibarla bir çift kelâm etmek vicdan borcudur.

İstiklâl Mahkemesi Başkanı Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya öfkeyle soruyor:

- Sen bilmiyor musun ki şapka da bez parçasıdır, fes de, sarık da…

İskilipli Atıf Hoca sakince cevap veriyor:

- Evet biliyorum… Ancak hâkim heyetinin arkasında asılı duran bayrak da bezdendir, İngiliz bayrağı da. Onu kaldırıp İngiliz bayrağı asarsanız ne olur?

Yunan İzmir'den görünse ulusalcılığı bir kenara atarak derhal tabanları yağlayacağı intibaı veren profesör, en sığ idraklerin bile kolaylıkla kavrayacağı Atıf Hoca'nın bu sözlerini Türk bayrağı ile İngiliz bayrağı arasında fark görmemesi yönünde değerlendirdi ve idamı hak ettiğini söyledi. İşi din ticaretiyle servet yığmak olan parti başkanı diğer profesör de telefonda aksini belirtmedi. Anlama kabiliyeti daha yüksek ve konuklarından çok daha fazla zekâya sahip olan program yapımcısının müdahale ederek haksız değerlendirmeyi çevirme çabalarına rağmen konuşmacı kanaatinde ısrar edince hakim görüş bu yönde şekillendi. Baştan düzgün konuşmacı seçilmezse, yanlış sözler söylenmesine imkân tanındıktan sonra tashihe çalışmak neye yarar.

Maznunun soruya, evet biliyorum, cevabını vermesi, şapkanın da sarığın da bezden mamul olduğunu elbette bildiğini ancak ikisi arasında temsil ettikleri değerler bakımından dağlar kadar fark olduğunu ve sarığın ihtiva ettiğine inandığı İslâmi değerler uğrunda darağacına gitmeyi göze aldığını ifade ediyor. Ve bu durumu bayrakla mukayese ederek anlatmaya çalışıyor. Mahkeme heyetine, ikisi de bezden olduğu halde Türk bayrağı yerine İngiliz bayrağı asılmasına nasıl razı olunamazsa, İslâm'ı temsil eden sarık yerine İslâm düşmanı Avrupalıların alâmeti olan şapka kabul edilemez, diyor. Mankafa profesörler ise mal bulmuş gibi atlayıp, işte gördünüz mü bu adam bayrağa karşı, çığlığı kopararak aziz şehidi tekrar idam etmeye kalkıyorlar.

İskilipli Atıf Hoca medyatik ağızlara malzeme edilerek kirletilemeyecek derecede temiz, namuslu, âlim, fazıl, vakur ve hürmete şayan büyük bir din âlimidir. Makam uğruna Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin idam kararını imzalayan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendilerle, yine Mustafa Sabri'nin hazırladığı Kuvvayı Milliyeciler hakkındaki idam fetvasını imzalayan Dürrizade Abdullah Efendilerle aynı kefeye konulamaz. Atıf Hoca büyük bir kaos içinde kendisini ister istemez bir mücadelenin ortasında bulmuş, hasbelkader bulunduğu tarafın siyasi isabetsizliği ve mağlubiyeti neticesinde görülen hesaplaşmada hayatı bahasına inançlarını satmamış, kuvvetliye yanaşmak ve yakınlaşmak küçüklüğüne tevessül etmemiş, fikirlerinden geri adım atmamış, nahak yere can vererek şehâdet mertebesine erişmiştir. Masumiyetinden kendisi de emindi ki diğerleri gibi yurtdışına kaçmadı. Cumhuriyet öncesi davranışları sebebiyle suçlu görülmüş olsaydı yüzellilikler listesine dâhil olması gerekirdi. 1925 yılındaki şapka inkılâbından önce 1924 yılında yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka eserinin kendi iradesi dışında bazı muhbirler tarafından el altından dağıtılması ve inkılâplara gönüllü destek vermemesi haksız yere suçlanmasına sebep olmuştur.

O gün onu muhakeme edenler de milli mücadelenin kahramanlarıydı, belki düşman kurşunuyla şehâdetin eşiğinden dönmüşlerdi. Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali isimleriyle aynîleşen İstiklâl Mahkemeleri, ne Türk düşmanlarının uydurduğu üç Ali'ler divanı edebiyatını hak edecek derecede her önüne geleni asan, kafasına eseni zevk için darağacına gönderen zalimler heyeti, ne de kılı kırk yararak adalet dağıtan hukuk mümessilleri değildi. Günün şartlarında belli gayelere hizmet için kurulmuş, süratle karar veren, sert davranan, olağanüstü yetkilerle mücehhez özel mahkemelerdi. Bu sayede genç cumhuriyet Şeyh Sait isyanını üç ayda bastırıp sorumluları darağacına göndermeyi başarabilmiştir. Bugün devlete isyan eden bölücübaşına takınılan aciz tutuma bakıldığında o günkü idarecilerin dirayeti daha iyi anlaşılır. Kader öyle tecelli etmiş, bu arada milli kahramanlar ile din büyükleri karşı karşıya gelmiştir. Haklı haksız tasnifi yapmak kolay değildir, iki taraf da zıtlaşma ve inatlaşmayı derinleştirerek kıyafet konusunda gereksiz taassup sergilemiştir. Kitaplarında ilmin ve fennin önemini vurgulayan Atıf Hoca sünnet-i seniyeye uygun düşmemekle birlikte şapka giyilince dinden çıkılmayacağını şüphesiz biliyordu ve bu konuda bir miktar taviz verse hiçbir zarara uğramayacağının farkındaydı. Muhtemeldir ki öfkelenerek idam kararı verenler de sadece şapka giymekle medeni olunamayacağını pekâlâ biliyorlardı. Nitekim kılık kıyafetimizi değiştirdiğimiz halde seksen sene sonra muasır medeniyet seviyesine ulaşamadığımız ortadadır.

Bugün kendilerini İstiklâl Mahkemesi yerine koyarak İskilipli Atıf Hoca'yı tekrar muhakeme etmeye yeltenen ilâhiyatçılar hangi dini değer uğruna zerre kadar fedakârlıkta bulunmuşlar, hangi milli mücadeleyi kazanmışlar, yakın geçmişte geçirdiğimiz ve halen yaşadığımız milli badirelerin neresinde ne kadar yer almışlardır ki Atıf Hoca hakkında hüküm vermek hakkını kendilerinde buluyorlar? Kılıç Ali'lerin kılıçlarının gölgesinde fikren mağlup olduğu hasmına zayıf anında da hücumdan geri durmayan Süleyman Nazif'i gölgede bırakırcasına ölmüş savunmasız adama saldırmak mertlikle bağdaşmaz. Bedavadan ulusalcılık çığırtkanlığı yapanların hangi değerlere ne derece sadakati vardır? Makam için, mevki için, şöhret için, para için Allah'ı inkâr edin deseler, cumhuriyeti satın deseler satmayacaklarını kim temin edebilir? Bunların Rifat Börekçi, Haydarizade İbrahim Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Hasan Basri Çantay, Mehmet Akif Ersoy ve daha sayılamayacak haysiyetli din büyüğü ile ne benzerliği, hangi ortak yönü vardır? Soytarılığın adı ne zamandan beri ilâhiyatçılık oldu?

Aynı şekilde sinsi cumhuriyet düşmanlarının da kendilerini Atıf Hoca yerine koymaya, onunla aynı safta durmaya ve ona sahip çıkar görünerek istismar etmeye hakkı bulunmamaktadır. Atıf Hoca Müslümanların Halifesi sıfatıyla desteklediği ve saygı gösterdiği Sultan Vahidettin'in sofrasında bulunmuş ve padişahın lütfettiği ihsanı alışkanlık olur gerekçesiyle reddetmiş haysiyet timsali bir adamdır. Uzun zaman İstanbul'da müderrislik yapmış, meşihatta bulunup önemli sosyal vazifeler ifa etmiş adam az da olsa bir servete malik değildi ki memleketine dönüp küçük bir kasabada hayatını idameyi seçti ve idamından sonra çoluk çocuğu rengi solmuş çarşaf giymek zorunda kaldı. Bugün otorite sıfatıyla televizyonlarda, gazete köşelerinde ahkâm kesen hangi kara sakallı fıkıh profesörü vaktinde çıkıp Kenan Evren'e karşı mırın kırın etmek yerine erkekçe başörtüsü dinin gereğidir şeklinde fetva vermek yürekliliğini göstermiştir? Üç tane adam gibi adam çıkıp tağut ya da tam tersi ululemr diye sayıklayacaklarına doğruyu usulü ve adabı dairesinde söyleseydi belki bu işler buralara kadar gelmeyecekti. Din gayretleri varsa yoksa özel finans kurumlarının faiz vermediği yönündeki yalan yanlış fetvalarla mütedeyyin insanları aldatıp, fetva kurulu adı altında yönetim kurulu üyeliklerini kapmak, ücretleri, maaşları, temettüleri cebe indirmekten ibaret. Arada bir üstünlüklerini göstermek için, Mısır ulemasının kâfir tecavüzüne uğrayan Müslüman kadınların kürtaj yaptırabilmesine icazet veren fetvasına karşı, zinhar caiz değildir diyerek lüzumsuz işlerle uğraşırlar. Bir müslümana kâfir tecavüzü vuku bulduğunda bütün Müslümanlara cihadın gerekliliğini söylemezler.

Milli Mücadelede İstanbul ile Anadolu arasında fetvalar savaşı yaşanmıştır. Osmanlı devletinin kuruluşundan beri kütle halinde sevk ve idareden uzak tutulduğu için milli şuurdan mahrum bulunan Türk unsurundan müteşekkil ulemada, İttihatçılığın ve dönmeliğin dine karşı mesafeli durması sebebiyle diğer aydın kesimlere nazaran milli hassasiyetin yeterince gelişemediği bilinmektedir. Siyasi ihtiraslarla düşmanla işbirliğine gidenleri istisna olmak üzere İstanbul ulemasının altıyüz yıllık gelenekle imparatorluk payitahtında padişaha sadık kalmaları, içinde bulundukları muhitin bakış açısıyla ittihatçılara öfke duymaları, ilk önce taşkın ve maceraperest görünen çetecilik faaliyetleriyle başlayan milli mücadeleyi de İttihatçılığı devamı görerek uzak durma temayülleri tabii karşılanabilir. Cumhuriyetten sonra yurtdışına gönderilenlerin sadece yüzelli kişiyle sınırlı tutulması düşmanla işbirliğine girmeyenlerin mazur görüldüğüne, milli birlik ve beraberliğin tesisi için geçmişe dair çok da fazla insafsız ve intikam duygularıyla davranılmadığına işaret etmektedir. Yüzyıllardır ihmal edilen ve devletin yükünü taşıyan taşrada Anadolu fetvasına imza koyan müftülerin bir an için İstanbul'da bulundukları varsayılırsa bir kısmının benzer tereddütleri yaşayacaklarını iddia etmek yanlış olmaz. Bunların zaferden sonra girişilen inkılâplara aynı derecede gönülden katıldıkları da meçhuldür. Dolayısıyla İstanbul ulemasının hain, cahil, yobaz, kara ve karanlık olarak nitelendirilmesi, diğerlerine aydın, modern, çağdaş denilmesi çok sağlıklı bir tasnif değildir.

28 Şubatta belki kasten dine karşı takınılan katı tutum sonrasında muhafazakâr kesimlerin siyasi ümmetçiliğin kucağına itilmesi meşrutiyet ve mütareke dönemiyle benzerlik arz etmektedir. Psikolojik baskı ve takip altına alınarak mağdur edilen muhafazakârlık geçmişe kıyasla milli duyguları tekâmül ettiği için evvela kendisine yakın bulduğu milliyetçiliğe yönelmek basiretini göstermiştir. Millet ile devleti birbirine yakınlaştırması, dini ve milli değerleri kaynaştırması gereken milliyetçiliğin tam da uzun süren sabırlı mücadelesinin siyasi karşılığını alacağı sırada liderinin vefatıyla birlikte etkin fiili gücü sarsıntıya uğramıştır. Akabinde ağırlık koyarak iç ve dış güç merkezleriyle çatışma riskini göze alamayanların ve tarafları uzlaştırma kabiliyetine sahip olamayanların marifetiyle şuurlu bir tercihle mütekâmil milliyetçilikten uzaklaşılması, birbiri ardına sergilenen beceriksizlikler ve tutarsızlıklar, toplumun talebini akıl almaz bir tavırla adeta reddeden bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Burada itibar görmeyen ve umduğunu bulamayan muhafazakârlar farklı mecralar aramak mecburiyetinde kalmış, bu arada siyasi mensubiyetlerini savunmak ihtiyacıyla milli hassasiyetleri zedelenerek geri plana düşmüş, muhtelif saiklerle yıkıcı tesirlere yakınlık duyan bazılarında tamamen kaybolmuştur. Böylece hedeflendiği gibi topyekûn milli düşüncelerden uzak hale getirilen demokratik toplumda boşlukları iyi değerlendirenler milli iradeyi temsil ettiklerini ileri sürerek menfaatlerini tevlit ettirdikleri güçlerle gönüllü işbirliğini ihanete kadar vardırabilmeye müsait zemin bulabilmektedir. Bir başka boşluk ve mecrada kendilerine bazı vatani roller biçen son cılız sesler ise çete ithamıyla mahkemelerde yargılanmakta, benzer düşüncelere gözdağı verilerek milli mukavemetin tamamen kırılması sağlanmaktadır.

Özetle; Atatürk'e sığınarak cumhuriyet, ulusalcılık, devrimcilik adına İskilipli Atıf Hoca'ya saldıranlar kahramanlıkta ve vatanseverlikte Kılıç Ali'lerin, Yörük Ali'lerin, Demirci Mehmet Efe'lerin tırnağı olamazlar. Din adına müdafaa eder görünen Dürrizadelerin torunları da dine bağlılıkta, samimiyette, ilimde ve şahsiyette Atıf Hoca'ların sakalının teli olamazlar.

Türk Milliyetçileri milli ve manevi değerleri şahıslarında mezcederek geçmişte hain kurşunlarla ve idam sehpalarında şehâdet mertebesine erişen Ülküdaşları gibi vatanın müdafaası konusunda Kılıç Ali'leri, dini değerler uğrunda fedakârlıkta İskilipli Atıf Hoca'ları, lidere sadakatte her ikisini örnek almalı, Ziya Gökalp'ler, Mehmet Akif'ler, Atsız'lar, Seyyid Ahmet Arvasi'ler gibi fikir namusuna sahip olmalı, bencil, dar görüşlü, muhteris ve kifayetsiz adamlara itibar etmemelidir.

Başbuğ Alparslan Türkeş'in hayatı, icraatları ve kitapları rehberliğinde Türk İslam Ülkücülüğü yeniden ihya edilmelidir. Ülkücülüğün temel kitapları, bilhassa hareketin bütün fikri birikiminin hülasası niteliğindeki uzun emek ve araştırma mahsulü M.Metin Kaplan'ın Ülkücü Dünya Görüşü isimli eseri yüzbinlerce basılarak bütün Türk gençlerinin başucu kitabı olmalı, bütün teşkilâtlarda seminer halinde verilmelidir. Kıldan ince kılıçtan keskince fikir bahislerinde sapkın akımlara, yanlış değerlendirmelere, haksız hükümlere, tahriflere ve tahribatlara karşı doğruyu bulmak, dengeyi korumak, anacaddeden sapmamak ancak bu sayede mümkün olacaktır.



İSKİLİPLİ ATIF HOCA VE TEÂLİ-İ İSLÂM CEMİYETİ

II. Abdulhamid'e karşı İttihat Terakki'nin yanında yer alan ulema, İkinci Meşrutiyet'in ilânı ve 31 Mart vakası akabinde kendilerine takınılan menfi tavır karşısında İttihat Terakki'den uzaklaşıp muhalefet konumunda Hürriyet ve İtilaf Fırkası saflarına itilmiştir. İttihatçıların siyasi terbiye ve zihni olgunluğunun yetersiz oluşu, imparatorluğun içinde ve dışında yıkıcı kuvvetlerin faaliyet ve tesirine mani olamaması, memleketin başına yeni gaileler açmaları, birbiri arkasına felâketle neticelenen harplerin çıkmasına sebep olmaları zıtlaşmayı arttırmıştır. I. Dünya Savaşının kaybedilmesi neticesi Hürriyet ve İtilaf fırkası mütareke döneminin yegâne siyasi gücü haline gelmiştir. Mütareke sonrasındaki kargaşa ortamında ateşkes antlaşmasının hükümlerine rıza göstermek, bir büyük devletin mandasına girerek devletin devamlılığını sağlamak ya da hür yaşamak için mücadele etmek şeklinde özetlenebilecek üç görüş arasında mücadeleler yaşanmıştır. Başlangıçta askerlerin dışında bu görüşlerin hangisinin doğru olduğa karar vermek o gün için oldukça zor bir seçimdir. Kimin haklı olduğunu ancak filli başarı tayin edecektir.

Mağdur olan medrese öğretim görevlileri teşkilatlanmak ve haklarını aramak maksadıyla Cemiyet-i Müderrisîn ismiyle ilmi bir dernek kurarlar. Dönemin önde gelen din ve öğretim üyeleri kurucuları arasındadır. Cemiyet yeni medreseler ve okullar açmaktan, sağlık ve eğitim hizmetleri vermeye kadar değişik çalışmalar gerçekleştirir. Fırkalar üstü bir konumda bulunan teşekkül olarak kurulmasına karşın Hürriyet ve İtilaf Partisinin paralelinde, ona bağlı bir yan kuruluş gibi çalışmıştır. Siyasi hayattaki bu yerinin doğal sonucu olarak da İttihatçı ve Müdafaa-i Hukukçuların düşmanı olmuşlardır. Özellikle İttihatçılara düşman gözüyle bakan cemiyet Kuvvayı Milliye taraftarlarını da onların devamı olarak görmüştür. Cemiyet mensupları saltanat ve hilafeti güçlendirerek kurtuluşa ulaşmak düşüncededir.

- 15 Şubat 1919 Cemiyeti-Müderrisîn derneğinin kuruluşu. Başkan Mustafa Sabri Efendi, ikinci başkan İskilipli Mehmet Atıf, Said-i Nursi üyeler arasında. (Mustafa Sabri Efendi ayrıca İngiliz Muhipleri Cemiyetine, Said-i Nursi Kürt Teali Cemiyetine üyedir. Bazı tarihçiler Said-i Nursi'nin Kürt teali cemiyetine üyeliğini kabul etmezler.)

- 4 Mart 1919 Mustafa Sabri Efendi Şeyhülislamlığa atanır. Cemiyetin başkanlığını Mehmet Atıf yürütür. Dönemin şeyhülislamları aşağıdaki isimlerdir.

170. Haydarizade İbrahim Efendi (1918-1919)
171. Mustafa Sabri Efendi (1919)
172. Haydarizade İbrahim Efendi (1919-1920)
173. Dürrizade Abdullah Efendi (1920)
174. Mustafa Sabri Efendi (1920)

- 10 Nisan 1919 Mustafa Sabri Efendi'nin fetvası ile Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey idam edilir.

- 26 Eylül 1919 Cemiyet-i Müderrisîn derneği Padişaha ve Halifeye bağlılık bildirerek Kuvvayı Milliye aleyhinde beyanname neşreder. Beyanname üyeler arasında ihtilaflara yol açar, bazı üyeler çekilir.

- 14 Kasım 1919 Cemiyet-i Müderrisîn mesleki teşekkül olmaktan çıkarak dairesini genişletmek üzere Teâli-i İslâm Cemiyetine dönüştürülür, istikbali karışık gören ve siyasete karışmak istemeyen bazı kurucuları değişir. Sadece İskilipli Mehmet Atıf her ikisinde kurucu ve Seydişehirli Hasan Fehmi Efendi ikisinde de azadır.

- Teâli-i İslam Cemiyeti 14 Şubat 1920'de işgâl kuvvetleri temsilcilerine bir muhtıra verir. Bir hafta sonra Bolşeviklik aleyhine bir beyanname yayınlar.

- 11 Nisan 1920 Mustafa Sabri Efendi içlerinde Mustafa Kemal'in de bulunduğu milliyetçi ileri gelenler hakkında idam fetvası hazırlar. Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi fetvayı imzalamayı redderek istifasını verir. Fetvayı imzalayacak Dürrizade Abdullah Efendi bulunur ve şeyhülislamlığa atanarak Mustafa Sabri'nin hazırladığı fetvayı imzalar, Damat Ferit'in onayı ve Padişah Vahidettin'in buyruğuyla duyurulur.

- 22 Nisan 1920 Ankara fetvası denilen başta Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Börekçi olmak üzere yüzelliden fazla vatansever müftü ve ulemanın imzaladığı milli mücadeleyi destekleyen fetvanın verilir.

- Ağustos 1920 Ankara fetvasının sadece Dürrizade imzalı İstanbul fetvasına üstün gelmesi üzerine tekrar Şeyhülislamlığa getirilen Mustafa Sabri Efendi Teâli-i İslâm cemiyetine milli mücadele aleyhine yayınlanacak bildiriye imza koymaları için baskı yapar. Oylamada beş kişi red, beş kişi kabulüne taraftar olur. Başkan Atıf Hoca'nın da red oyu kullanmasıyla beyannamenin mühürlenmesi reddedilir. Fakat beyanname mühürsüz de olsa Teali-i İslam adına Yunan uçakları ile atılır.

- Vakit gazetesinde Yunan uçaklarından atılan beyanname tekzip edilir. İskilipli Atıf Hoca'nın beyanname meselesinden sonra cemiyetle ilişkisi kalmaz, derneğin itilafçıların hakimiyetine girmesiyle yönetim dışı kalır. (İstiklâl mahkemesi Atıf Hoca'nın bu tekzibini dikkate almaz.)

- 19 Ekim 1922 TBMM Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'i, Urfa Mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Beyi milli şehit ilan eder. Atatürk Kemal Beyin çocuklarına ev verilmesini sağlar ve ömür boyu maaş bağlatır.

- 23 Nisan 1924 tarihinde alınan kararla o esnada yurt dışına kaçmış bulunan Mustafa Sabri Efendi'nin de aralarında bulunduğu yüzeli kişi düşman işbirlikçiliği ve muhalefetleri sebebiyle vatandaşlıktan çıkarılır ve yurt dışına gönderilir. Dürrizade bu karardan önce Şerif Hüseyin'e sığınmış ve 1923 yılında orada ölmüştür.

- 1924 İskilipli Atıf Hoca Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli kitabını yazar. Daha önce Tesettür-i Şer'i, Din-i İslâm'da Men-i Müskirat isimli kitapları yazmıştır.

- 25 Ağustos 1925 Atatürk Kastamonu gezisinde halka şapkayı tanıtır.

- 25 Kasım 1925 Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun çıkarılır. 3 Kasım 1934 Kıyafet Kanunu.

- 7 Aralık 1925 İskilipli Atıf Hoca tutuklanarak Giresun'a götürülür buradaki mahkemede beraatine karar verilir, İstanbul'a getirildiğinde salıverilmez, muhakeme için Ankara'ya getirilir.

- 3 Şubat 1926 Ankara İstiklâl Mahkemesi, şapkayla ilgili kitabını şapka kanunundan önce yazdığı ve kanunun çıkmasından sonra dağıtmadığı ve Teali-i İslam cemiyetinin dağıttığı beyannameyi tekzip ettiğini söylediği halde, Türkiye Cumhuriyeti'nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla …. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu tamamen veya kısmen tağyire cebren teşebbüs edenler idam olunur fırkası mucibince idamına karar verilir.

- 3-4 Şubat 1926 gecesi idam kararı infaz edilir.

- 1927 Mustafa Sabri Efendi Yunanistan'da çıkardığı Yarın gazetesinde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini söylemiştir.

Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda!...
……

Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden ad etme…

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,14 M - Bugn : 28843

ulkucudunya@ulkucudunya.com