« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

18 Şub

2009

BOZKURT VE ERGENEKON

18 Şubat 2009

Tahsil cehâleti alır, eşeklik bakî kalır.

Mümtaz profesör, Ergenekon konulu söyleşide şifrelerden bahsedip bir sürü saçmalıklar attıktan sonra, Erbil'deki ilginç 'Abant' toplantısında 'hepimiz Kürdüz' diye söze başlarken herhalde salonun alkıştan yıkılacağını umuyordu. Salondakilerin kayıtsızlığı, aslını inkâr edip soysuzluğa soyunmanın, bir gün Ermeni, bir gün Kürt, öbür gün farklı bir şeye dönüşmenin sanıldığı kadar makbul sayılmayacağını göstermiştir.

Cehâletini tahsilin de almaya yetmediği profesöre göre, Ergenekon'u icad eden Yakup Kadri Karaosmanoğlu imiş. Ergenekon birinci dünya savaşı sırasında yazdığı bir makalenin adıymış. Türklerde kurt figürü yokmuş. Türkeş'le ilgili de iddiaları var. 27 Mayıs'ta Özel Harp Dairesinin kapatılmasına Türkeş engel olmuş. Bazı milliyetçi sitelerde Ergenekon ve bozkurt ile ilgili tevziratlarına fazlasıyla cevap verildiği halde, Türkeş'le ilgili kısmı belki büsbütün asılsız geldiğinden veya kişiler kendilerini yetkili görmediğinden veya konu önemsenmediğinden henüz ele alınmamış. Bu hususta öncelikle siyasi mirasını işgal edip ancak siyaseten ihtiyaç duyulduğunda ismini zikredenlerin şayet haberleri olduysa kurumsal kimlikleriyle cevap vermeleri gerekir. Çoğu zaman olduğu gibi Başbuğ konusunda yine gereken hassasiyet gösterilemezse Ülkücüler ayrıca ele almalıdır. Şimdilik şu kadarını söyleyelim, Türkeş'in altmış ihtilâlinde Özel Harp Dairesini kapattırmadığı doğruysa, demek oluyor ki bu kesinlikle Türk milletinin menfaatine olan bir tasarruftur. Türkeş her icraatında en önce Türk Milletinin menfaatlerini gözetmiştir. Türkeş sağ olsaydı Ergenekon adı altında Türk Milletinin değerlerinin yıpratılmasına müsaade etmez, Türk düşmanları bu kadar pervasızlığa cüret edemezlerdi. Türk düşmanlığının düğmeye basılmışçasına her yönden bu derece alenileşmesi için Türkeş'in vefatı beklenmiştir de denilebilir.

Akşam kitaplara gömülüp bildiğimiz Türk destanlarını tekrar incelemeye koyuldum. Tahsin Ünal Türklüğün Sembolü Bozkurt kitabında, Aksaray'lı bir İstiklâl Savaşı Gazisinin bir radyo programında, askerin sabah hücuma geçtiği bir sırada tepeden bir kurt gördüklerini, kurt görmenin memleketlerinde uğur sayıldığını ve o gün düşmana galip geldiklerini anlattığını yazıyor. Vitrinde duran Atatürk dönemine ait kâğıt beş liralıktaki bozkurt resmine bir daha baktıktan sonra kurtla ilgili malumatları tazelemeye uğraşırken, hayalimde çocukken bir tarlada gördüğümüz yarısını kurt yemiş eşek belirdi. O an bir köşede elinde tesbih, ne Oğuz Kağan'dan ne Ergenekon'dan habersiz mırıl mırıl dua okuyan muhterem anneme müracaat etmek aklıma geldi. Kurt hakkında ne biliyorsa söylemesini istedim. Filanca zaman falancanın malını kurt yemişti, diye köylerden eski hikâyeleri anlatmasını beklerken, kısaca cevap verdi.

'Kurt peygamber köpeğidir. Kurdun yediği zekâttandır, helâldir. Kurt öldürmek günahtır. Kurt dişi, nazardan korur.'

Kulaklarıma inanmıyordum. Sanki yüzyılların ötesinden Oğuz Kağan, Uluğ Türk ya da Dede Korkut konuşuyordu. Bu müthiş sözleri kelimesi kelimesine tekrar teyid ettirdim. 'Vallahi ben babamdan böyle duydum, başkasını bilmem' dedi. Demek ki söze, 'Mahmut Şevket'in vurulduğu seneydi' diyerek başlayan, doksan yaşında gözleri iyi görmediği için ağaçları gövdelerini elleyerek, yapraklarını okşayarak tanıyan, iyi saz çalan rahmetli dedem, Salucuoğlu Hüseyin oğlu değirmenci koca Ahmet ağa saçlarını sadece değirmende ağartmamış, milli kültürde, profesör geçinen cahili bin kere cebinden çıkarırmış.

Ne Türk Mitolojisinden, ne efsanelerden ne de kitabiyattan haberi olmayan yetmiş yaşındaki Türk kadının söylediği, 'Kurt peygamber köpeğidir' sözü, boş bir söz değildir. Bazı kaynaklarda peygamber olabileceği ihtimaline yer verilen Oğuz Kağan'a arkadaş gibi yol gösteren gök tüylü, gök yeleli kurdun şuuraltında ve genlerde zaman ve mekân mefhumlarını aşarak tecessüm etmesidir.

Türklüğün en eski sembolü bozkurt Türk Milleti tarafından hiçbir zaman putlaştırılmamıştır ve hiçbir zaman unutulmamıştır. Aslında kırsal yörelerde fiziken zarar verici bir hayvan olmakla birlikte ziyankâr addedilmemiş, binlerce yıllık maceramızda hep yanıbaşımızda olmuş, bizimle birlikte gelmiştir. Halk kurdu düşman olarak görmez, öldürmek için peşine düşmez, lânetlemez, kurda saygıyla karışık sevgi duyar. Boğazladığı koyunu can-ı gönülden helâl etmese de malın zekât kısmından yediğini düşünerek hoş görür. Köylerde ekmek ve yemek artıkları kurda kuşa yem olsun düşüncesiyle uygun bir yere bırakılır.

Ülkü Ocaklarının amblemi bozkurt İslâmî değerlere ters düşmeyen sembolik bir milli öğedir. Bir ömür boyu Türk gençliğine bozkurt'u anlatan, Ülkücü gençliğe 'Bozkurtlarım' diye hitab eden, bozkurt yüzünden kendisi ve taraftarları hücuma uğrayan Başbuğ Alparslan Türkeş; konu abartılıp çığırından çıkartılmaya, kurt ete kemiğe büründürülmeye, bir zamanlar hamiline cefadan başka şey kazandırmayan bozkurtlu aksesuarlar yaygınlaşıp çakal taifesi tarafından rant için istismar edilmeye başlanınca, yontulan kocaman bir kurt heykelini Erciyes'te eller üzerinde kendisine ulaştırmaya çalışanları, 'kaldırın onu, siz putperest misiniz' diye gürleyerek azarlamıştır. Nitekim kurdun ana çizgilerini ihtiva eden stilize edilmiş Ülkücülüğün klasik bozkurt figürleri yerini kanlı canlı, kimi estetik, kimi canavara benzer renkli kurt fotoğraflarına bırakınca milli vicdanda eskisi kadar rağbet görmez olmuştur. Başbuğ'un maksadı işin abartılmaması, istismar edilmemesiydi. Günümüzde ise bozkurt tamamen unutulmaya terk edilmiş görünmektedir.

Türklüğün geri plana itildiği söylenen Osmanlı döneminde de kurt tamamen unutulmuş değildir. Padişahların askerlerine 'kurtlarım' diye hitab ettiği bilinmektedir. Denizci Kurt Beğ oğlu Kurtoğlu Muslihittin Reis Osmanlı döneminin büyük Türk denizcilerindendir. Günümüzde bin küsur yıldır Müslüman olan Türk insanı çocuklarına genellikle İslami isimler vermeyi tercih ettiğinden kurt bilhassa soyadı olarak Türk Milletinin en sevdiği isimler arasında yaşamaktadır. Anadolu'da birçok köy ve yer isimlerinde kurt kelimesi geçer.

Ergenekon Destanının Moğollara ait olduğuna dair yanlış bir görüş vardır. Aşağıda değerli ilim adamlarımızdan yapılan iktibaslarda tafsilatlı izah edilmiştir. Kanaatimizce bu yanlış görüş daima Türk adından bahsetmekten, Türk'ün büyüklüğünü kabul etmekten kaçınan çevrelerin uydurduğu kasıtlı bir telâkkidir. Türk modasının yaygın olduğu devirlerde kendilerinde asalet arayan Moğollar destanı kendilerine mal etmeye çalışmışlardır. Koca Moğolistan'da bugün ikibuçuk milyon Moğol yaşıyor. Dünyada Türk nüfusu ise üçyüz milyon. İkibuçuk milyonun destanından ne olur, kahramanlığından ne olur. Tarihte büyük şahsiyetler arasında Alparslan'ı, Yıldırım'ı, Fatih'i, Yavuz'u, Kanuni'yi saymamak için son zamanlarda bir Cengiz Han tutturuldu gidiyor. Cengiz Han'ın da aslı Türktür.

Ergenekon Destanı'nda bahsedilen Kıyan, Kastamonu yöresinde yine bir Oğuz boyu olan İğdir nahiyesine yakın bir köyün ismidir. Yine aynı ismin değişik hali Kayı, hem Oğuz boyu olarak hem de köy adı olarak Kastamonu, Bilecik ve daha birçok yöremizde canlı olarak yaşatılmaktadır. Bu köylerin ahalisi Moğol'un adını bile duymamıştır, hepsi Türk oğlu Türktür. Trakya'da Ergene isimli kasabamız ve nehrimiz Ergenekon'un Türk olduğunu gösterir.

Ergenekon ismi Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkî adlı eserinde geçer. Ergenekon'u Türkiye'de yaygınlaştıran ve tanıtan Yakup Kadri'den önce 1915 yıllarında Fuad Köprülü ve Ziya Gökalp'tir. Yakup Kadri'nin Ergenekon başlıklı makalesi yoktur, 1920-1922 yılları arasındaki milli mücadele yazılarını 1925 yılında Ergenekon adıyla kitaplaştırmıştır.

Türk destanları, bozkurt ve Ergenekon hakkında aşağıdaki eserlere müracaat edilebilir.

Ziya Gökalp Türk Medeniyeti Tarihi
Ord. Prof Fuad Köprülü Türk Edebiyatı Tarihi
Prof.Dr. Bahaeddin Ögel Türk Mitolojisi
Nihad Sami Banarlı Resimli Türk Edebiyatı Tarihi
Atsız Türk Edebiyatı Tarihi
Atsız Makaleler I, II
Mustafa Necati Sepetçioğlu Karşılaştırmalı Türk Destanları
Ebülgazi Bahadır Han Şecer-i Terakime Türklerin Soy Kütüğü
Tahsin Ünal Türklüğün Sembolü Bozkurt



Resimli Türk Edebiyatı Tarihi Nihad Sami Banarlı

Oğuz Kağan Destanı
…………

Sol yanda Urum Kağan denen bir Kağan vardı. Bu kağanın çerisi çok çok, şehirleri çok çoktu. Bu Urum Kağan Oğuz Kağan'ın buyruğunu dinlemezdi, onun arkasından varmazdı. Oğuz Kağan gazaba gelip onun üzerine atlanmak diledi. Çeri ile atlanıp tuğlarını tutup gitti. Kırk günden sonra bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdu, sessiz kalıp uyudu.

Ertesi gün, gün doğarken Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt Oğuz Kağan'a söz söyledi. Dedi ki: 'Ey Oğuz! Sen urum üzerine yürümek dileğindesin. Ey Oğuz! Ben senin hizmetinde yürümek istiyorum.' dedi.

Gene ondan sonra Oğuz Kağan çadırını dürdürdü, gitti, gördü ki çerinin önünde gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümektedir. O kurdun ardı sıra ordu yürümektedir

…………….

Bir nice günlerden sonra gök tüylü, gök yeleli büyük erkek kurt durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu. Burada İtil Müren denen bir deniz vardı. İtil Müren'in yanında bir kara dağ önünde vuruş tutuldu. Okla, çıda ile, kılıçla vuruştular. Tutuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki İtil Müren'in suyu kıpkızıl oldu. Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan Urum Kağan'ın kağanlığını aldı, halkını aldı. Ordusuna çok büyük ganimet düştü.

………………

Daha ileri gittiler. Ondan sonra Oğuz Kağan gene gök tüylü, gök yeleli erkek kurdu gördü. Bu gök kurt Oğuz Kağan'a dedi ki: 'Şimdi sen çeri ile buradan atlan Oğuz! Atlanıp halkı ve beğlerini götür. Ben sana, önden yürüyüp yol göstereceğim.' dedi. Tan ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önünde yürümektedir. Sevindi, ileri gitti.

…………………

Gene bir gün gök yeleli, gök tüylü erkek kurt yürümedi, durdu. Oğuz Kağan dahi durdu. Çadırını kurdurdu. Burada Çürşet Kağan'la halkı Oğuz Kağan'a karşı geldiler. Vuruş tokuş başladı. Oğuz Kağan üstün geldi. Çerisine öyle mal düştü ki götürmeğe at, katır, öküz az geldi. Çerisinde akıllı, iyi bir becerikli kişi vardı. Bu usta bir kağnı yaptı. Kağnı üstüne cansız malları koydu. Kağnının başına canlı malları, atları, katırları koydu. Çektiler gittiler. Nökerlerin, halkın hepsi bunu gördüler. Şaştılar. Daha kağnılar yaptılar. Oğuz Kağan kağnıları gördü. Güldü.

Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli erkek kurt ile Sind, Tangut dahi Şam yönlerine atlanıp gitti. Çok vuruşmadan, çok tokuşmadan sonra oraları da aldı. Öz yurduna ekledi. Yendi, bastı…


Ergenekon Destanı

Türk illerinde Göktürk oku ötmiyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler. Türkler çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar, çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı, on gün vuruştular. Göktürkler üstün geldiler.

Bir gün bütün iller Hanları ve beyleri av yerinde konuştular. Göktürklere hile yapmaksızın işimiz yaman olur, dediler. Tan ağarınca baskına uğramış çeri gibi ağır yüklerini, kötü mallarını bırakıp kaçtılar.

Türkler, bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar deyip arkalarından varıp yetiştiler.

Düşmanlar Göktürkleri görünce birden geri döndüler. İkisi vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Göktürkleri öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını mallarını öyle aldılar ki bir ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip alıp gittiler.

Göktürk hanı İlhan'ın oğulları çoktu. Savaşta hepsi öldü. Kayan adlı bir küçük oğlu vardı. O yıl evlendirmişti. İlhan'ın Tukuz adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan, deve, at, öküz, koyun çok buldular.

Eğer ile varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. İyisi odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. O da öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü; eğer ayağını yanlış bassa parça parça olurdu.

Vardıkları yerde akarsular, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı'ya şükürler kıldılar. Hayvanlarının kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.

O yere Ergenekon adını koydular.

Burada bu ikisinin çocukları çoğaldı. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon'da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.

Dörtyüz yıl sonra Ergenekon'da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten bir yere oturup konuştular. Dediler ki: Atalarımızdan işittik. Ergenekon'un dışında geniş yerler, güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse onunla görüşelim. Düşmanlarla güreşelim, dediler. Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.

O zaman bir demirci dedi ki: Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu. Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. Ateşleyip körüklediler.

Tanrı'nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri Göktürklerde adet olmuştur. O günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Han bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bu günü mukaddes bilirler.

Ergenekon'dan çıktıkları zaman Göktürklerin padişahı Kayan soyundan Börteçine idi. Börteçine bütün illere elçi gönderip Ergenekon'dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.

Göktürkler eski düşmanlariyle savaştılar. Yendiler. Böylece dörtyüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.

*
Ergenekon destanı, önce, XIII. asır Moğol tarihçisi Reşidüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. İlhanlı hükümdarı Gazan Han'ın emriyle yazılan ve Reşidüddin Tarihi de denilen Camiüt Tevarih kitabı Moğolca yazılmış, Farsça ve Arapça'ya çevrilmiştir.

Müellifin bu rivayetleri, halk arasından derlemiş, belki de Türk Moğol halk şairlerinden dinlemiş olması muhtemeldir.

Yukarıya alınan metin ise Türkiye Türkçesine XVII. asır Hive Han'ı Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk adlı eserinden çevrilmiştir. Bahadır Han, Şecere-i Türk'ü yazarken Reşidüddin Tarihi'nden faydalanmıştır.

Destanda adı geçen Kayan aslında bir şahıs değil meşhur Kayıhanlı kabilesidir. Tukuz adı ise Göktürklerin kaderinde mühim bir yeri olan Dokuz Oğuz'ların adıdır, bu adın halk dilinde kısaltılmış şeklidir.

Ergenekon Destanı, Moğollar devrinde yazıya geçtiğinden destanda Göktürk kelimesi yerine Moğol kelimesi konmuştur. Türk illerine Türkleşmiş Moğolların hakim olduğu ve halk arasında Çingiz'in bile Türk olduğuna inanıldığı bir devirde bu Türk Moğol karışması çok tabiidir.

Bozkurt

Türklerin ongunu bozkurt destanlarda Türk'ün hayat ve savaş gücünü temsil eder.

Türkler kendilerinin bozkurt soyundan geldiklerine, böylelikle birer bozkurt olduklarına inanmışlardır. Destan kahramanlarını bozkurtlara benzetmiş, onlarda uzak yakın bir bozkurtluk aramış, hakanlarının vücut yapısına bile bir bozkurt çizgisi işlemişledir. Oğuz Kağan Destanı'nda kelimelerle resmedilen Oğuz'un beli kurt beli gibi incedir. Aynı destanda Oğuz Han hükümdarlığını ilan maksadıyle halka verdiği ziyafette: 'Kök böri bolsungıl uran!' diye seslenir. Bu, bozkurt sesi savaş parolamız olsun, demektir. Gerçekten Türkler Asya topraklarında düşmanlarının üzerine bozkurt sesleriyle haykırarak atılırlardı. Bu, İslâmiyetten sonraki Mehmetciklerin 'Allah Allah!' sesleri yerinde bir haykırıştı.

İlk Türk bayraklarından biri de bozkurt başlı bayraktır. Bu bayrak ordu önünde yürüdüğü müddetçe Türk savaşçıları önde, en önde daima bir bozkurt başı görmeğe alışmışlardır.

Her halde Oğuz ordularının önünde giden, hakanlara isim olan ve bilhassa bayrak direğine takılan bu bozkurtlar sadece birer hayal değildir. Bozkurt bir destan unsuru olduğu kadar bugün hayatlarını iyi bilemediğimiz birçok tarih ve tarih öncesi kahramanların da adı olmuştur. Her halde bozkurt'u bugünkü Mehmetcik gibi eski Türk boyları arasında bütün Türklüğü temsil eden bir sembol gibi görmek bu milletin tarihine ve destanına çok yakışan bir ihtimaldir.

Oğuz Kağan destanında orduya yol gösteren gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümektedir. O yürüyünce ordular da yürümüş, onun durduğu yerde ordular da durarak düşmanla savaşmış ve kazanmışlardır. Destanda bir nakarat gibi tekrarlanan vazifesi, Türk ordularının önünde yürüyerek yol göstermesiydi.


Türk Mitolojisi Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL

Göktürklerin Kurttan Türeyiş Efsaneleri
Ergenekon Efsanesi

Aşağıda tercümesini vereceğimiz efsane, Cov (Chou) sülalesinin resmi tarihinin 50. bölümündedir. 552 senesinde Göktürk devletinin kuruluşu sırasında, Çin'in kuzeyini elinde bulunduran büyük bir otorite yoktu. Çin'in kuzeyinde yayılmış olan dört küçük devlet, birbirleri ile mücadele edip duruyorlardı. Bu efsanenin diğer değişik bir şekli de Çin'deki Sui sülalesinin tarihinde bulunur. Sui sülalesi MS 570'den sonra kurulmağa başlamış ve bütün Kuzey Çin'i egemenliği altında toplamıştı.

"Göktürkler eski Hun'ların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamağa başladılar.

Daha sonra Lin adını taşıyan bir memleket tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler bu memleket tarafından soyca öldürüldüler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde yalnız on yaşında bir çocuk kalmıştı. Lin memleketinin askerleri çocuğun çok küçük olduğunu görünce ona acımışlar ve onu öldürmüşlerdi. Yalnızca çocuğun ayaklarını kesmişler ve bir bataklık içindeki otlar arasına bırakarak gitmişlerdi.

Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda oldu ve ona et vererek çocuğu besledi. Çocuk bu şekilde büyüdükten sonra da kurt çocuktan gebe kaldı.

Lin memleketinin kıralı, bu çocuğun halâ yaşadığını duydu ve onun da öldürülmesi için askerlerini gönderdi. Çocuğu öldürmek için gelen askerler kurtla çocuğu yan yana gördüler. Kurdu öldürmek istediler. Kurt onları görünce hemen kaçtı ve Turfan memleketinin kuzeyindeki dağa gitti. Bu dağda derin bir mağara vardı. Mağaranın içinde de büyük bir ova bulunuyordu. Ova baştan başa ot ve çayırlarla kaplı idi. Dört yanı çok dik dağlarla çevrili idi. Kurt kaçarak bu mağaranın içine girdi ve orada on tane çocuk doğurdu.

Zamanla bu on çocuk büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek evlendiler. Bu suretle bunların her birinden bir soy türedi. İşte Göktürk devletinin kurucularının geldikleri Aşina ailesi bu on boydan biridir.

Onların oğulları ve torunları çoğaldılar ve yavaş yavaş yüz aile haline geldiler. Birkaç nesil geçtikten sonra hep birlikte mağaradan çıktılar. Altay eteklerine yerleştiler.

Onların kurttan türemiş olmaları sebebi ile bayraklarının tepesinde bir kurt başı vardı."

Ergenekon Destanının en önemli kaynağı Reşideddin'in 1300 yıllarında yazdığı Camiüt Tevarih adlı eseridir. Reşideddin bu efsaneyi tam manası ile Moğollaştırmıştır. O daima Moğolları Türklerin ayrı bir boyu gibi kabul ediyordu.

Bu kutsal kitabın girişinde de söylendiği gibi Moğol boyları genel olarak Türk boylarının bir bölümüdür. Bu her iki kavmin de şekilleri ve dilleri birbirine benzer.



Türk Edebiyatı Tarihi Ord. Prof. M.Fuad Köprülü

GÖKTÜRK DAİRESİ

Tu kiie Menkıbesinin İlk Şekli

Muhtelif Çin kaynaklarının Tu-kiie'lerin menşeleri hakkında verdikleri bilgiler, birbirinden oldukça farklı ve hemen hemen tamamiyle menkıbevi bir mahiyettedir. Bu rivayetlerin birleştikleri biricik nokta, Göktürklerin bir kurttan türemiş oldukları ananesidir. Bu menkıbelerin birisi şudur.

"Hiyungnularla aynı cinsten olan Tukiieler başlangıçta Batı denizinin Sihai veya Hazer denizinin batı kenarlarında oturuyorlardı. Komşu bir kavim bunları tamamiyle mahvetti, yalnız bir delikanlı sağ kaldı ki, ellerini ve ayaklarını kesib büyük bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı, yiyecek getirdi, hayatını kurtardı. Bu esnada kurt ondan gebe kaldı. Komşu kavmin hükümdarı bunu gidip öldürmek için bir asker tayin etti. Asker gittiği zaman kurdu delikanlının yanında gördü. Kurt bir aralık Tanrı'nın yardımını kazanmış gibi, delikanlıyı oradan alarak, denizin doğu tarafına geçti ve bir dağın üstüne indi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle kaplı geniş bir saha buldu. Orada on oğlan doğurdu ki, bunlardan biri aile ismi olarak Asena namını aldı. Diğer kardeşlerin en zekisi olduğu için biraz sonra hükümdar oldu; ve neslini unutmadığını göstermek için, çadırının kapısı önüne bir kurt kafası bulunan bir bayrak dikti."

Ergenekon

İslâmiyeti kabul eden Gâzân zamanında yazılmış olan Reşidüddin'in Câmiü't Tevârih'inde bu menkıbe Ergenekon ismi altında ve ilk şeklinden biraz farklı bir surette yazılmıştır. Orada İslâmiyet tesiri altında kurttan doğan çocuklar başka bir şekle getirilmiştir. Ve Cengiz'e çıkarılan silsilename, bunun tabiatiyle Moğollara atf ve isnad edilmesine sebebiyet vermiştir. Esasen Göktürklerin bir parçası Şato Türkleri MS 840 vakaları neticesinde kuzeydoğuya göçerek Moğol kabileleri arasına karışmış, fakat eski Türk hakanları sülalesinden olmak bakımından, Göktürk ananelerini muhafaza etmişti, işte Cengiz'in ecdadı bu Türklere mensup olduğundan, bu suretle Göktürk ananesi Moğollar arasına girmiş, sonraları teşekkül eden Cengiz menkıbesi de tabiatiyle Göktürk destanının bir devamı, bir uzanışı şeklinde meydana gelmiştir.

İşte bu bakış noktasından Reşidüddin ve Ebulgazi'deki Ergenekon menkıbesinde zikredilen Moğollar şüphesiz Oğuzlardır; Çin kaynaklarındaki şekil ile bu sonraki şekil arasındaki aynı oluş bunu kesin olarak ortaya koyar.

"Moğollara yani Göktürklere İlhan padişah olmuştu. Tatarların hanı da Sevinç handı. Moğollar o taraftaki bütün kavimlerden daha kalabalık oldukları için hepsini ayrı ayrı ezerlerdi. Moğollardan çok darbe yiyen Sevinç Han Kırgız hanını ve daha başka illeri kandırdı hep birden Moğollara karşı ayaklandılar. Nihayet hile ile onlara galebe ettiler. Moğollar hep bir arada yaşadıkları için düşmanları onları ortadan kaldırdılar. Yalnız İlhan'ın Kıyan isminde bir olu vardı ki, o sene evlendirilmişti. Bir de Tokuz adlı bir yeğeni vardı. Bunlar zevceleri ile beraber düşmanların ellerinden kaçıp bir memlekete geldiler. Orada at, davar, deve pek boldu. Bunlar bu malları sürerek bir sarp dağ içinde kar yığılı bir yola uğradılar. Bu yol çok tehlikeli idi; fakat oradan geçtiler. Yalnız bir tek yolu olan bu yerin içerisi geniş ve güzeldi. Akarsular, türlü sebzeler, yemişler, av hayvanları vardı. Hayvanların kışın etini, yazın sütünü yiyip içtiler, derisini giydiler. Dağların karı eridi. Oraya Ergenekon dediler. O iki adamdan çok nesil türedi. Dörtyüz yıl burada kalıp çoğaldılar. Nihayet buraya sığmayacaklarını anlayarak çıkmaya karar verdiler. Fakat yol bulunmuyordu. Bir demirci dedi ki: 'Burada demirden bir dağ var, onu eritelim.' Hemen dağın geniş yerine bir kat odun bir kat kömür koydular, yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. Birikip körüklediler. Derhal yüklü bir deve geçecek kadar yol oldu. Çıktılar ve Tatarlardan intikam aldılar. Bu sırada hükümdarları Börteçine -Bozkurt- idi."

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,15 M - Bugn : 2124

ulkucudunya@ulkucudunya.com