« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

20 May

2009

FIRIN NE TARAFTA?

20 Mayıs 2009

Türk büyüğü, Üsküdar'a mahsus sevdiğimiz bir tabirdir, kerameti kendilerinden menkul hareketin eski büyüklerinin tuhaf, samimi, çocuksu, anlaşılmaz ve sempatik hallerini ifade etmek için kullanırız.

Geçenlerde bir Türk büyüğü ile çay içtikten sonra ayrılmak üzere laflayarak yürürken, 'şurada sağda bir fırın var, ekmeği çok nefistir, ben uğrayacağım, arzu ederseniz siz de buyurun, bir bakın' dedi. İşaret ettiği sokak aşina bir yer, sağda fırın olduğunu hatırlamıyorum. O kadar kendinden emin söyledi ki, hafızam yanıltıyor olabilir diye ses çıkaramadım. Biraz yürüyüp bulamayınca bu defa o tereddüde düşer gibi oldu, fakat sağ tarafta aranmaya devam ediyor. Onun tereddüdü benim tereddüdümü giderdi. Nezaketi ve hürmeti bozmadan, abi dedim, bildiğim kadarıyla sağ tarafta fırın yok, solda olmasın! Yok dedi, sağda olacaktı, yolum bu tarafa düştükçe hep oradan alırım. Sağdı soldu derken, fırın solda çıktı. Normal bir insanın tavrı, afedersiniz yanlış hatırlamışım, sağda değil soldaymış, gibi bir cümle olması gerekirken bizim Türk büyüğü sevgili ağabeyimiz hayret dolu bakışlarımıza aldırmadan ve ardından kopacak gülüşmeleri umursamadan gayet tabii bir tavırla muhteşem bir manevra örneği gösterdi. 'Tamam işte dediğim gibi sağda, yani karşıdan gelirken sağda, ne fark eder ki!'

Bu bizim karakteristik tavrımızdır, kendimize duyduğumuz sonsuz güvenin mücessem halidir. Biz en doğruyuzdur, en çok bilenizdir, biz merkezizdir, mihenk taşıyızdır, doğru ancak bizim durduğumuz ve işaret ettiğimiz yere göre belirlenebilir, bu yer zamana, zemine ve canımızın isteğine göre değişebilir ancak doğruluğu hiçbir zaman değişmez, biz olmazsak olmaz ve bizden asla hata sadır olmaz! Bazen hata da yapabiliriz, ne fark eder ki, bir mahcubiyet duymaz, anında kıvrak bir manevrayla kendimizi yine haklı çıkarırız.. İster basit bir ekmek fırını tarifi olsun ister yüksek vatan kurtarma meseleleri, Türk büyüklerindeki bizden asla hata sadır olmaz anlayışı değişmez. Fırın solda değil, gelirken sağdadır. Başarısızlıkta bizim de mesuliyet sahibi olduğumuz aklımızın ucuna bile gelmez. Biz yetişip ayak uyduramıyorsak herkes durmalıdır, uygun pozisyon alamıyorsak kervan yürümemelidir. Başarısızlığın sebebi bizim şahsi durumumuz, tercihimiz, yorulmamız ve yetersizliğimiz değildir, sebep başkalarıdır, başka şeylerdir. Mesela liderdir.

Hatıralar yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi isimli Nevzat Kösoğlu ile söyleşiler kitabını okurken de aynı müşahedeye varmak mümkün. 1950'lerden bugüne milliyetçi hareketin, diğer fikir hareketlerinin, sosyal ve siyasi hayatın tahlil edildiği, DAS Dava'dan Ötüken'e, Atsız'dan Necip Fazıl'a, CKMP'den Türk Ocakları'na milliyetçilikle ilgili hemen her konuya birinci elden değinilen sohbet tadındaki kitap zevkle okunuyor. Ötüken Neşriyatı içinde Türkeş kelimesi geçen ender kitaplardan birini daha neşrettikleri için ayrıca kutlamak gerek.

Milliyetçiliğe ilmi bakış açısıyla Erol Güngör'e, iman ve tarih şuuru noktasından hareketle Dündar Taşer'e yaklaşan Kösoğlu, üslup sahibi bir yazar. Tahmin edilebilir ve kısmen anlaşılabilir sebeplerle Başbuğ'un yanında yer almamasına karşın aleyhte bariz bir kişisel tavır göstermemesi, mahkemelerdeki dik tavrı ve başka partilerde boy göstermemesi, milliyetçilikle ilgili kayda değer kitaplar kaleme alması ve medyadik olmayan düzgün kişiliği camiada diğerlerine göre çok daha fazla hürmet hissi uyandırmıştır. Bu bakımdan yazıp söyledikleri önemlidir. Eski MHP'lilerin tamamı vefa ve inanç abidesi rahmetli Mehmet Irmak beyefendi gibi Başbuğ Alparslan Türkeş'in yanında yer alsaydı Türk Milliyetçiliğinin erken dönemde birlik ve beraberlik içerisinde eskisinden çok daha güçlü bir kadroyla iktidara gelmesi işten bile değildi. Niçin böyle olmadığını bu tür kitaplar çoğaldıkça ters okumayla anlamak mümkün olacak.



Kitap Şuuru yayınlandığı dönem çok alaka gören, elden ele dolaşan, gençlerin birbirine tavsiye ve hediye ettiği bir başucu kitabıydı. Bilhassa dava adamlığını nefis terbiyesi, iman amel ilişkileri ve cemaat şuuru açısından ele alan Milliyetçi Hareket ve Metot Meseleleri makalesi bütün Ülkücülerin satır satır okuyup hayatlarına nakşetmesi gereken çok derin muhtevaya sahiptir.

Hatıralar kitabında bir bakıma cemaatleşmeden yola çıkılarak niçin cemaat olamadığımız tahlil ediyor ve başarısızlığımız buna bağlanıyor. Bazı cemaatlerin nasıl muvaffak oldukları sitayişle anlatılarak hizmetleri ortaya konuluyor. Ağırlıkla kökü talebe hareketlerine dayanan çekirdek ekipteki aktörler etrafında çeşitli dönemler itibariyle siyasi tutumlar, davranışlar ve ilişkiler anlatılıyor.

Cemaatleşmeye teoride ehemmiyet verirken pratikte vasıtanın gayeye dönüşmesi gözden kaçırılmamalıdır. Güçlü bir cemaat yapısı meydana getiremeyişimize hayıflanmak, cemaatleşmeyi tesis edebilenlere sonsuz hayranlıkla gıpta etmek o kadar da sağlıklı bir değerlendirme sayılmaz. Cemaatler fertleri sanıldığı kadar ideal ölçülerle mücehhez dava adamları haline getirebilseydi cemiyetin meseleleri çözülmüş olurdu. Çeşitli cemaatlerin mensupları hakkında telaffuz edilen rakamların yekûnu matematik olarak ülke nüfusu birkaç kere katlıyor!

Dar bir kadroyla menfaat birliği içerisinde hareket ederek aynı kooperatifte mülk sahibi olmaktan başlayıp zamanla milliyetçilikle bağdaşmayan omurgasız politik tavırlara uzanan siyasi ahlaksızlıkları ekipçilik adına hoş görerek her halükarda bizim arkadaşımız telakkisiyle desteklemek neticede bindiğimiz dalı kesmekten başka işe yaramıyor. Milli hizmet suretinde takdim edilen ufak tefek faydalar sağlanırken milliyetçiliğin ihmali neticesinde cemiyet kat kat daha fazla tahrip ediliyor. Milliyetçi kadroların birbirini ağırlayan eski ahbaplar meclisine dönüşerek cemiyetin ve milletin meselelerine uzak düşmesi cemaat olmakla izah edilemez. Bakanlık mevkiine gelen eski arkadaşların himmetiyle bir kısmı devlet destekli üç beş kitap neşriyatı ve seçkinci cılız dernek faaliyetleri işin manevi rahatlama kısmıdır. Bu faaliyetlerin şuur altında elde mevzi tutup siyasi güç ve itibarı kaybetmemek düşüncesi hakim olduğundan samimiyetleri şüphelidir. Ayrıca muhtevalarını değerlendirmeden ve neye hizmet ettiklerini ölçüp tartmadan bizatihi cemaatleşmeye mutlak bir kıymet verildiği zaman cemaat mensuplarının ferdi değerleri bakımından o cemaate mensup olmayan herkesten üstün olduğu hükmüne varılabilir ki, bu yaklaşım doğru değildir. Bazen ilim en doğruyu bulmaya yetmez, sezgi ve hissiyat da gerekir. Bazılarına basit veya yanlış gelse de, Ülkücü olsun da çamurdan olsun diyen ozanda her şeye rağmen kendi insanına duyulan yüksek ve samimi sevgiyi görürüz. Bu maalesef birçok kitap, kalem, cemaat ve siyaset ehlinde kaybolan bir haslettir, mensubiyet şuurunun erimesidir.

Esasen Milliyetçi hareketin karakteristiği ve hedefi günümüzde anlaşıldığı manasında cemaat olmaya tam elverişli de değildir. Devletin onbinlerce okulunda millet çocukları milliyetçi öğretmenlerin tedrisatında milli eğitim beklerken niye özel okul açmalı, açamadığımız için niçin saçımızı başımızı yolmalı? Filanca cemaat Kenya'da okul açmışsa bunun Türk'e ne faydası var veya abartıldığı kadar faydası var mı? Güneydoğuda ne yapar bu sayın cemaat, milliyetçilik mi bölücülük mü, devletten yana mıdır ihanetten yana mı?

Hürriyetçilik ve şahsiyetçilik ilkesi tek tip düşünen, tek kişinin kitabını okuyan, özel hayatının en mahrem kararlarında dahi kendi iradesiyle hareket edemeyen, görünüşte dini hayatı yoğun yaşayan fakat dini saha dahil milli konularda mankurtlaşma eğilimi gösteren tipler yetiştirmeye engeldir. Hareketin hedefi hiçbir bu zaman olmamıştır. Her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından diyerek bin yıldır dine hizmet eden büyük millete en yüksek değeri veren Ülkücü Hareketi, milleti imanı kurtarılamaya muhtaç imansız bir yığın halinde ele alan bazı cemaatlerle benzeştirerek mukayese etmek en başından hatalı bir yaklaşımdır. Kim kimin imanını niçin ve ne hakla, hangi vazife ve salahiyetle kurtarıyor, iman kurtarıcıların imanı ne derece kurtulmuştur?

Marmara Kıraathanesi bahsinde Sezai Karakoç ile ilgili enfes bir tesbit var. 'Onda ve izinden, etkisinden gidenlerde arkaik Mezopotamya havası vardır, biraz karanlık, mırıldanır gibi.' Benzer tahliller 'muvaffak' olmuş popüler cemaatler için de yapılsaydı daha bütünleyici olurdu. Amerikan havası, Arap havası, bölücülük havası, devlete ve millete saldırı havası, menfaat havası, vs havalardan bahsedilebilirdi.

Özetle şecaat arz ederken sirkat söylenmiş. Eski MHP'li yöneticilerin bir kısmında, camiada son güne kadar hiç tükenmeyen bir ümitle iyileşmesi beklenen Türkeş'le ilişkilerin baştan beri yüzde yüz güven ve teslimiyetle yürümediği anlaşılıyor. (Sf. 16, 156, 219-220, 224, 227, 325, 344-345, 388-390) Sürekli kadro değiştiren Türkeş Beyin çevresinde gençlerin hiç eksik olmaması şüphe duymamalarına bağlanıyor. Yani şüphe duyacak kadar zaman geçtikten sonra onlar da çekilecek yerlerine yenileri gelecek anlamı çıkıyor. Bazen de Türkeş'in liderlik vasıflarının hakkını veriyor. Karşı olmakla birlikte cezaevinde taciz edilmemesi için kalkan olmuşlar, Allah razı olsun. Genel yaklaşım itham edici. Türkeş ihtilâlci olduğu için halk oy vermedi, liderde istenen bütün müsbet vasıfları haiz olmadığı için millet teveccüh etmedi, söylenenin özü bu. Türkeş'i sürgün dönüşünde Edirne'de karşılayanların içinde bulunan, muhterem eşinin vefatından sonra kafalarında yakıştırdıkları bir adayla evlendirmeyi tasarlayacak derecede yakın olmuş çok eski bir milliyetçinin, MHP'nin en güzide bir milletvekilinin Türkeş konusundaki yaklaşımı doğrusu sükût-u hayale uğratıcı. Konu biraz daha izaha muhtaç kalmış.

Yine Türk büyüklerinden biri, devrik cümle merakı yüzünden yazdıkları pek anlaşılmayan bir eski Ülkü Ocakları başkanından duyduğum tek doğru şey diyerek anlatmıştı. Bir adam Ülkü Ocaklarına Ülkücü Ocakları, MHP'ye Milli Hareket Partisi, Bahçeli yerine Devlet Bahçeci diyorsa bize yabancıdır, kavramlarımıza dili dönmüyordur, yanımıza ışık gördüğü için gelmiştir.

Buna milliyetçi olup da Alparslan Türkeş'e, Albay yahut Türkeş Bey diyenleri de ilave etmek lazım gelir. Türkeş Bey diyen akranları, yakınları, eski Türkçüler, CKMP'liler, kibar beyefendiler olabilir. İhtilâl arkadaşları Albay diyebilir. Ama bir Ülkücü liderine Türkeş Bey demez. Sadece Başbuğ der. Eski MHP'lilerin üst takımında maalesef bu hastalık vardır. Başbuğ'a mesafeli ve müsavi davranmaya çalışarak kişilik ispatlamak. Herhalde Ülkücü ile Milliyetçi arasında mayalanma çağından kaynaklanan temel fark buradan başlıyor.

MÇP dönemi eski MHP'lilerin pek hatırlamak istemediği sevimsiz bir devredir. Onlar, kendileri olmadan olamayacağını sanmışlardı, oldu. Tabela asıldı, sandalye konuldu, bir iman ve inanç mücadelesi verildi, Başbuğ Türkeş diye bağırıldı, öyledir böyledir, siyasi başarısı azdır çoktur, zamanın şartları içinde değerlendirilmeli. Eski MHP'lilerin büyük bölümü bu süreçte hep uzak kaldılar, Ülkücülerin yanında fiziken olmadıkları gibi manen de destek olmadılar, cezaevleriyle ilgilendiklerini ileri sürdüler. Hâlbuki bu o kadar zor, külfet isteyen, mesuliyet doğuran bir iş değildi, doğru yeri işaret etmeleri yeterliydi. Bu kayıtsızlığı Türkeş bizi istemedi diyerek izah ediyorlar. Yanlış söylüyorlar, onlar Türkeş'i istemedi, bunu açık yüreklilikle ortaya koymaları lazım. Dönmeleri için defalarca çağrıda bulunduğunu herkes biliyor. Türkeş siyasetten çekilirse halk bize oy verir teranesi tutturdular. Türkeş'in pazarlığa, dayatmaya, emrivakiye boyun eğmeyeceğini, Türkeş'siz bir Türk Milliyetçiliğinin günümüzde görüldüğü gibi hiçbir fonksiyonunun kalmayacağını en iyi onların bilmeleri lazımdı. Anap'a, şuraya buraya giden arkadaşlarının peşinde oldular. Bu yüzden Türkiye'nin önü açıldı filan diyerek Özal dönemini methederler, kapitalizm ve bölücülükten söz etmezler. O beğenmedikleri MÇP ve Türkeş Bey diyerek küçümsedikleri Başbuğ Alparslan Türkeş ülkenin bütünlüğünün yeniden teminatı oldu. Bütün bunlardan nedamet getirip yanlış yapmışız diyeceklerine 1992'de partiyi elinden almaya kalktılar, zor oyunu bozdu muvaffak olamadılar. Şimdiki fonksiyonsuz MHP'ye milliyetçi bir partiye ihtiyaç yoktur anlayışıyla yine mesafeli duruyorlar fakat bir sinyal gelir ümidiyle genel başkanı takdir ediyorlar. Çünkü artık ardından timsah gözyaşı döken yazılar yazmayı ihmal etmedikleri Türkeş Bey yok.

Ne mutlu ki bunca zamandan sonra Başbuğ Alparslan Türkeş'ten hâlâ en ufak bir şüphe duymayan ruhu ve gönülleri genç Ülkücüler mevcut.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,15 M - Bugn : 4680

ulkucudunya@ulkucudunya.com