« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

03 Haz

2009

FETRET DEVRİ'NDEN İBRET LEVHALARI

03 Haziran 2009

Siyasetçilerin ve devlet adamlarının tarihle ilgilenmesi meselelere daha yüksek vukûfiyetle yaklaşmalarına imkân verir. Bir cumhurbaşkanı, başka hiçbir şeyi dikkate almayıp, Timur ile savaşan Osmanlı ordusunda Kara Timurtaş Paşa, Sarı Timurtaş Paşa ve diğer Timurtaş Paşa olmak üzere üç adet Timur isimli devlet adamı olduğunu bilse, Orta Asya gezisinden dönüşte dili, dini ve kültürü bir diyerek müşterek unsurları sayarken soy faktörünü dile getirmeyi ihmal etmez, aynı soydan geldiğimizi vurgulamaktan kaçınmazdı. Demirin adı Semerkand'da da demirdir, Almaata'da da demirdir, Bursa'da da demirdir ve bu coğrafyada ulvi bir isim olarak kullanılması öncelikle soy birliğinin alâmetidir.

Günümüzde her türlü muhalefeti baskıyla kontrol altında tutan, her iyi niyetli öneri ve tavsiyeye kulak tıkayan, samimiyete, hizmete, ihtisasa ve liyakata itibar etmeyen liderler, muhalefet olsun diye yanlış doğru her şeye muhalefet edenler, genel başkan filanca olmasın da kim olursa olsun sakat anlayışıyla ömürlerinde bir defaya mahsus, o da şerde olmak üzere ittifak edebilme kabiliyeti gösterdikten sonra her biri politika canbazlıklarıyla tasfiye edilince şaşkına dönerek bu defa bu gitsin de kim gelirse gelsin diye bir başka yanlışa saplananlar, olağanüstü kongre için imza toplayanlar, imza veren delegelerden baskıyla eski tarihli istifa dilekçesi almaya kalkanlar, bir gün onun bir gün bunun, bazen aynı anda birkaçının adamı olanlar, hülâsa siyasetle ilgili herkes tarih okumalıdır. Umulur ki bu cansipârâne gayretlerini şahsi ikbal için değil, devlet ve millet için harcarlar.

Tarih ibret ve derslerle doludur. Bir bakarsınız babasını savaş meydanında bırakıp kaçmış zannolunan şehzade canını hiçe sayıp yeraltından lağım kazarak babasını esaretten kurtarmaya teşebbüs eder. Genç bir padişah, babasının hapsettirdiği bir adamdan devletin bekası için medet ummayı kendine yedirmemezlik etmez. Sekiz sene mahpus yatan akıncı beylerbeyi, devlet sözkonusu olunca kendisini hapse atan adamın oğluna müzaheret etmekten geri durmaz. Bıyıklarını balta kesmez yiğit akıncılar seksenlik bir kocanın seslenişiyle devlete asi olmaktan vazgeçerler. Evliyanın duası, kendisine ve tekkesine fayda getirecek olandan yana değil, devletin ve milletin birliğini ve dirliğini sağlayacak olandan yanadır. Diğer taraftan en büyük kabul edilen bir âlim, sapıtıp fitnenin kaynağı olabilmektedir. En önemlisi başa geçeceklerin soyuna sopuna titizlikle dikkat edilmesidir.


Yıldırım Beyazid Han esir düştüğü zaman Süleyman, İsa, Mehmed, Musa, Mustafa ve Kasım adlarında altı erkek çocuğu vardı; bunların beşi babalarıyla beraber Ankara muharebesinde bulunmuştur (1). Kasım pek küçük olduğundan Bursa'da bırakılmıştı. Süleyman Çelebi muharebenin kaybedildiğini görünce vezir-i azam Çandarlızade ve bir kısım kuvvetlerle beraber kaçmışlardı. İsa Çelebi muharebeden kaçtıktan sonra Balıkesir taraflarında saklanmış, Mehmet Çelebi Amasya'ya çekilmiş ve Musa ile Mustafa esir düşmüşlerdi.

Timur'un maksadı büyük ve kuvvetli bir Osmanlı Devletinin yerine kendisinin yüksek hâkimiyetini tanıyan parçalanmış birkaç Osmanlı beyliği vücuda getirmek olduğundan Anadolu beylerine aid yerleri Osmanlılardan alıp eski sahiplerine verdikten sonra geriye kalan Osmanlı ülkesini de Beyazid'in dört şehzadesine vermiş ve bunlardan her birisine kendisine tabi hükümdarlık alameti olarak kemer, külah ve hilat göndermiş ve şehzade Mustafa Çelebi'yi de beraberinde Semerkand'a götürmüştür. Bazı tarihçiler Mustafa'nın savaş meydanında kaybolduğunu kaydederler.

İşte Timur'un bu suretle Osmanlı ülkesini şehzadeler arsında taksim etmesi onbir sene süren ve tarihlerde saltanat fasılası, fetret devri denilen ve şehzadelerin saltanat mücadelesine sahne olan kanlı hadiselerle dolu bir devrin açılmasına ve fütuhatın durmasına sebep olmuştur. Çelebi Mehmet kardeşleri ve diğer beyliklerle girdiği mücadeleler sonucunda Osmanlı Devletini bir idare altında toplamayı başarmıştır. Ömrünün büyük kısmı kardeşleri, kardeşlerinin çocukları, Anadolu beyleriyle ve Bizans'la mücadelenin yanı sıra, Şeyh Bedreddin (2), Börklüce Mustafa, Torlak Kemal gaileleriyle ve Düzme Mustafa vakasıyla uğraşarak geçmiştir.

Sultan Yıldırım Beyazid'in oğullarından olup saltanat iddiasına kalktığı için Osmanlı tarihlerinde maksad-ı mahsusla Düzme Mustafa denilen Mustafa Çelebi babasıyla beraber Ankara muharebesinde bulunmuştur. Mustafa Çelebi, Timur'un ölümünden sonra esirlerin serbest bırakıldığı sırada bırakılmış serbest kalmış ve Anadolu'ya gelerek Bizans İmparatorunun himayesinde saltanat davasına kalkmıştır. Çelebi Mehmed Selanik mıntıkasındaki muharebede Mustafa Çelebi'yi mağlup etmişse de ele geçirememiştir. Bizans İmparatoru kendisine iltica edenleri teslim etmemekle birlikte Çelebi Mehmed'in hükümdarlığı devam ettikçe ve hayatta bulundukça Mustafa'yı mahbus tutmaya söz verir. Mustafa konusu padişahı ölümü esnasında da meşgul etmiştir. Nüzul isabet edip iyi olamayacağını anlaması üzerine Limni adasında mahbus bulunan kardeşi Mustafa Çelebi'nin muhafazası kendi hayatıyla mukayyet bulunduğundan ölümünü müteakip İmparatorun Mustafa'yı bırakmak ihtimalini göz önüne alarak büyük oğlu Murad'ın Amasya'dan gelene kadar ölümünün gizli tutulmasını vasiyet eder. Bu suretle ölümü Murad'ın Bursa'ya gelmesine kadar kırk gün gizlenir. Sultan Murad gelir, Bursa'da tahta oturur.

Selanik'te bir sahtekâr vardı ki 'ben Beyazid Han'ın oğlu Mustafa'yım' derdi. Selanik'ten çıktı. Vardar Yenicesi'ne yürüdü. Evrenüz oğlanlarının bazısı onun yanına gittiler. Oradan Serez'e yürüdü. Hisarı verdiler. Oradan Edirne'ye vardı. Onu dahi verdiler. Elhâsılı bütün Rumeli ona döndü. (Aşıkpaşaoğlu Tarihi)

Konu Hoca Sadettin Efendi'nin Tacüt Tevarihi'nde daha detaylı anlatılmıştır. 'Yalınlaştırılmış' nüshadan takib edelim. (Kitap F.Sağlar'ın Kültür Bakanlığı zamanında basıldığı için yalınlaştırılmasına şaşmamalı. Bu bakımdan bazı uydurma ve çağına uygun düşmeyen kelimelerin Hoca Sadettin Efendi'den değil yalınlaştırandan neşet ettiği bilinmelidir.)

Sultan Murad tahta oturduğu zaman Mustafa adında bir kişinin Selanik'te ortaya çıktığı ve bir fitne koparmak üzere olduğu haberi gelmişti. Bu adam, ben, Timur olayında kaybolan Sultan Yıldırım Beyazid oğlu Mustafa'yım diyerek padişahlık davasında bulunuyordu. Bu sözleriyle nice kafasız ve bön kişiyi saflıkları yüzünden başına toplayıp emri altına almıştı. Böylece Vardar Yenicesine gelince, Evrenos oğulları da ona uymuş, Serez'e geldiği zaman kalede bulunan askerler teslim olduğu gibi onun hizmetine de girmişlerdi. Bu ürkütücü, dehşet verici haberler genç padişahın katına bildirilince vezirler ve beylerle görüştü. İbrahim Paşa ile Hacı İvaz Paşa, Beyazid Paşa'yı çekemedikleri için onu bu zorlu düşmanın ağzına atmağa can attıklarından, toplantıda şöyle dediler. Rumeli beyleri, Paşanın tanışları olup, o taraftaki sipahilerin başbuğları onu sever, ancak ona boyun eğerler. Eğer serdarlıkla öteki yakaya geçerse en ileri ölçüyle bu derneğin dağılmasına aracı olacağı ve alacağı akla yatkın tedbirlerle istenen sonucu elde edeceği aşikârdır. Bu önerinin hasetlikle yapıldığını bilen Kara Timurtaş Paşa oğulları Umur Bey, Oruç Bey ve Ali Bey karşı çıktılar ama fayda vermedi. Çoğunlukla ve padişaha olan yakınlıklarıyla önerilerini kabul ettirdiler. Beyazid Paşa Düzme Mustafa'nın yanına taraftarı imiş gibi gidince dostlukla karşılandı ve vezirlik makamına oturtuldu ise de yanındaki şeytanlar tuzağı sezip Paşa'yı şehit ettiler.

Düzme sayısız askerle Gelibolu'dan geçerek Mihalıç ovasında çadırlarını kurup güçlerini gösterdi. Sultan Murad'ın, Düzme Mustafanın ağır ve kalabalık bir ordu ile Gelibolu'dan geçtiğini, Beyazid Paşa'nın öldürülerek onunla giden askerin Düzme'ye katıldığını öğrendiği zaman dayanma gücü kırılmıştı. Bu durum karşısında ilâhi güçleri sağlamak umuduyla gizli sırları bilen kişilerden yardım dileğinde bulundu. Bunların başında, din meclisinin ışığı, şeriat bağının güzelliği, tarikat sarayının sütunu, diyanet evinin direği, yaşadığı günlerin en büyüğü, o çağın ulusu, erdemlik pınarı, velilik yolunun serçeşmesi, Peygamber soyunun öğüncü, Hazreti Ali evladlarının gülü, Yüce Tanrı'nın otağına komşu olan, hakikat bilgilerinin erişilmez doruğu Emir Seyyid Şemseddin-i Buhari hazretlerine sığınmış, ondan hayır dua eylemesini dilemiş ve âlemleri tutan, ateş saçan kılıcının himmeti ile bu âsinin yüreği yağını eritmek, nefesleriyle fesatlık yangınlarını söndürmek ricasında bulunmuştu. Başlara tâc olan Efendi hazretleri de sırlarla örtülü âlemin perdesini açarcasına duâ etmek üzere ellerini açmış, nice yalvarmalar yakarmalarla ulu Allahın katına yönelerek, Osmanlı devletinin devamını, kötü yüzlü düşmanın yıkılıp devrilmesini dilemişti. Böylece Sultan Murad'ın bermutad, Düzme'nin kurduğu yıkılasıca devletinin berbat olmasını dilek eyledi. Vaktaki gayb aleminden bu dileklerin kabul edildiğini muştulayıcı ilk işaret, evliyaların en büyüğünün nurlarla dolu göğsünde kendini belli etti. Yaradılışı güzel Sultan Murad'a muştuyu verdi. Gül kokulu gönlüne ferahlıklar getirdi. Bunun üzerine yüce Padişah, bu ulu şeyhi makamında ziyaret ederek ona veda etti. Bu törende o mutlu kişi, bahtı parlak padişahın beline cihad kılıcını bağlayarak nasihat ve tavsiyelerde bulundu, dualar, senâlar edip yolcu etti.

Sultan Murad bu inan ve güvenle Ulubad kıyısına inerek köprüyü kestirdi ve ırmak boyunca uzanan düzde çadırlarını kurup tuğ ve sancaklarını diktirdi. Bu günlerde Kara Timurtaş Paşa'nın çocukları Umur Bey, Oruc bey ve Ali Bey'e vezirlik rütbesini vermiş, İbrahim Paşa ve İvaz Paşa ile birlikte onları da divana almış bulunuyordu. Bu üç kardeş Musa Çelebi olayı sonunda cennet mekân Sultanın fermanı ile Tokat kalesinde hapsedilmiş ve bu güne kadar o sıkıntılı yerde mihnet ve kederlere terk edilmiş olan Mihaloğlu Mehmet Bey'in, Düzme'ye boyun eğen ve ayak uyduran bütün beylerin ve serdarların başı olmakla onlara söz geçirebileceğini genç Padişaha anlattılar. Ayrıca devleti sağlamca tutmak istersen bu cefa çekmiş ihtiyarı hapisten salıverir, yüce tahtının eteğine çağırır, onunla görüşerek savunma tedbirleri hususunda bir karar alırsın. Zira güngörmüş bu koca, umur sürmüş büyük bir beydir. Rumeli serdarlarını ol mırdar Düzmeden soğutmak, isyan yolundan vazgeçmelerini sağlamak, ancak onunla ve onun alacağı tedbirlerle mümkün olur, demişlerdi. Temiz yürekli, padişah genç vezirlerin tavsiyelerini kabul etti. Mihaloğlu'nu ona yakışacak şan ve itibarla otağına getirmek üzere hemen çavuşlar gönderdi. Mihaloğlu Mehmet Bey devlet tuğunun saçağını öperek şeref buldu, ikram ve iltifatlarla karşılandı. Bu dirayetli bey ile tehlikenin giderilmesi üzerinde görüşmeler yapıldı. Vezirlerin de oyları ile onun ırmak kıyısına inerek Rumelinin namdarlarına adları ile seslenmesi, bre Türk Tarhan, bre Gümlüoğlu, bre Evrenos oğulları diye çağırarak, giriştikleri bu fesatlık konusunda konuşmak için ırmak kıyısına gelmelerini istemesi uygun görüldü. Böylece adları anılan beyler suya indikleri zaman onlara, ekmek hakkını yitirip, baş çekmek töresini uyandırmak şanlarına layık mıdır? Kim olduğu bilinmez, aslı karışık bir kimsenin davasını kabul edip, soyu belli, şahlığa liyakati bilinen genç padişaha bağlılıktan yüz döndürmek bahadır kişilerin yapacağı iş değildir, böyle davranışların sonunun nedamet ve pişmanlık olacağı gerçektir, demiş. Ve bunun gibi sözlerle onları azarlayıp bazı nasihatlerde bulunmakla bunların kararlarını ve dirençlerini kırmış, akla yatkın söz ve uygun delillerle hepsini Padişaha çevirmiş, ettikleri andı kuru bir söz haline getirmişti. Her birinin kafasında şekillenen düşünceler yıkılmış olmakla fikirlerinden sıkılır oldular. Mihaloğlu'nun hapse atıldığı sekiz yılı bulmuş olduğundan, kulakları onun şöhretinden, şanlı davranışlarından uzak kalmakla Rumeli beyleri sağ olup olmadığını dahi bilmiyorlardı. Şimdi onu aralarında görünce geçmiş yıllardaki hatıraları, maceraları hatırlayıp sözlerini onayladılar, sağlığını bildiler ve geçmiş yıllardaki gibi dostluk ve bağlılık duygularını yenileyip tekrar bir arada olmayı gözler oldular. (Mihaloğlu'nun ırmak kenarında Rumeli beyleri ile yaptığı görüşmeye Tevârîh-i Âl-i Osman yazarı Aşıkpaşazade bizzat katılmış ve konuşmalara şahit olmuştur.)

Mihaloğlu'nun Murad tarafına geçeceklerine dair Rumeli beylerinden söz alması üzerine Düzme tarafında maneviyat bozukluğu baş gösterdi. Hacı İvaz Paşa bir gece suyu geçip baskında bulundu, Düzme kaçtı. Rumeli beyleri her biri kefenini boynuna bağlayıp, pişmanlıkla kan ağlayıp özürler dileyerek keremli Sultanın eteğini öpmeye başladıklarında Hacı İvaz Paşa, Mihaloğlu'nun da desteğiyle onların af edilmelerini diledi. Bu dilek hoş görüldü. Padişah öc almaktan vazgeçerek suçlarını bağışladı. İbrahim Paşa suçluların cezalandırılmaları gereğini ileri sürdüyse de padişahın kerem dağıtıcı tarafı gazablanmayı engelledi. Düzme Biga, Gelibolu, Bolayır, Edirne, oradan oraya kaçarken Kızılağaç Yenice'sine vardığında onunla birlik olan sipahiler işin artık nereye varacağını anladıklarından, Düzme'yi yakalayıp ardlarından gelen askerlere teslim ettiler. Böylece aslı, soyu sopu bilinmeyen bu adam zincire vurularak Padişahın otağına getirildi ve hükmü derhal görüldü. Edirne kalesi burcunda sallandırıldı.

Murad Han Düzme Mustafa olayı ile uğraştığı günlerde küçük kardeşi Mustafa Çelebi başkaldırdı... Buna da Küçük Mustafa Çelebi vakası denilir. Mihaloğlu Mehmed Bey Murad'ın akıncı kuvvetlerine kumanda etmekte iken İznik'ten Mustafa Çelebi taraftarı Tacüddinoğlu ile savaşa tutuştu ve burada öldürüldü. Adamları da Tacüddinoğlu'nu öldürdüler ve Mustafa Çelebi yakalandı.


Allah bizlere de Emir Sultanların dualarının feyz ve bereketi, Mihaloğullarının, Türk Turahanoğullarının kılıçlarının gölgesinde, bütün gayreti devletin ve milletin birlik, beraberlik, huzur ve refahını sağlamaya ve fütuhata müteveccih liderler nasib etsin.

Bu arada fikrî farklılıklar ve gerektiğinde geçmişteki hatalarına dair söylenecekler mahfuz kalmak kaydıyla üç adayın yarıştığı ve belki küçük oldukları için sessiz sedasız, entrikasız, birbirinin lehine aleyhine çekilme gibi ayak oyunlarının ve çirkinliklerin yaşanmadığı, aynı kişinin bütün adayların listesinde yer almadığı bir kongre gerçekleştirdiklerinden dolayı BBP'lileri tebrik ederiz. İnşallah iktidarın dümen suyundan uzaklaşarak Ülkücü, Milliyetçi, Türkçü, Turancı çizgiye yaklaşmalarına vesile olur.




(1): Yıldırım'ın şehzadelerinin yaş sırasına göre sıralanması İsmail Hakkı Uzunçarşılı'dan alınmıştır. Yılmaz Öztuna, Mustafa Çelebi'nin Çelebi Mehmet'in ağabeyi olduğunu kaydeder ve Timur tarafından Semerkand'a götürüldüğünü söyler, Yıldırım Beyazid'in gerçek oğlu olduğuna kesin gözle bakar.

(2): Şeyh Bedreddin büyük bir İslâm âlimi olup Musa Çelebi'ye kazaskerlik yapmıştı. Bugünkü komünizme benzer akidelerini yaymaya başladı. Tebriz'de Timur'un huzurunda dini, ilmi münazaralarda takdir kazanan, Kahire'ye gidip Memluk Sultanı Ferec'in hocası olan böyle bir âlimin bu fikirleri neşretmesi, fetret devrinin sıkıntıları ve kargaşasından müteessir olan kalabalıkları başına toplaması, düzeni sarstı. Bir çok ayeti tevil ediyor, cennet ve cehennemin maddi olduğunu inkâr edip, bunların müminin iyi ve kötü hareketlerinin vicdanlarında hasıl ettiği manevi hazlardan ibaret bulunduğunu iddia ediyordu. Ona göre Hıristiyanlarla Musevileri de inanç bakımından Müslümanlarla aynı idi. Bu iddianın altında devletin bu dinlerdeki tebaasını kazanmak fikrinin yattığı aşikârdır. Hazret-i Peygamber'in öteki peygamberlerden üstün olmadığını, onlarla müsavi bir görevi ifa ettiğini söylüyor, mülkiyeti reddediyor, mal ve mülkün kişi malı olmayıp müşterek kullanılması gerekeceğini savunuyordu. Süleyman Çelebi Mevlid'ini bu fikirlere karşı Ehli-i Sünnet'i ve Peygamber'i savunmak için yazmıştır. İmparatorluğun her yerinde Bedreddin taraftarları türeyip zorla fikirlerini kabul ettirmek için mal ve cana taarruza başladılar. Binlerce kişi öldürülerek ihtilal bastırıldı. Şeyh Deliorman'da yakalanarak Sultan Mehmed'in bulunduğu Serez'e getirilip muhakeme edildikten sonra 1420'de asıldı.

Aradan geçen altıyüz sene zarfında kâfirlerle yaşanan bunca mücadeleyi yok sayan bazı popüler hocalar Şeyh Bedrettin kadar aleni ve cesur olmasa da, kâfirlere yaranmak için dini tevil etmekten çekinmemektedir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,15 M - Bugn : 4752

ulkucudunya@ulkucudunya.com