Rize'nin havaları acemaşîran
Elâlem horon tutar
Bense bu sularda Endülüs'ten vîran...
Nicelerinin kaderi, kadim ata topraklarında başlayıp İstanbul'da nihayete eren bir ömür. Uzak görünen fakat zihninde daha öteleri özleyenler, yüreğinde büyük ızdıraplar duyanlar için aslında hayli dar bir saha.
Çığlığın Ardı Çığlık romanı ile Gülce şiirleri çağa damgasını vuracak yüksek kalitede bir ikinci dönem ülkücü edebiyatın doğuşunu vaad ediyordu. Muhtemelen gerçek hayatın şartları tahayyüller dünyasının ihtiyaçlarını karşılamaya yetmedi. Rüzgârlar başka türlü esti, araya siyasi hevesler, ümitler, hüsranlar karıştı, dönüşümler yaşandı, öylece kaldı. İnce sanatçı yönünden daha çok derin analizler ve popüler dizi senaristliğiyle kamuoyunda tanındı.
Okumaktan, düşünmekten ve muhakeme ederek müdahil olmaktan ziyade seyredip duruma göre vaziyet almayı seven bir toplumda kurtlar vadisi de futbol kadar rağbet gördü. Dizide gösterilenlerle gerçek hayatta yaşananlar arasındaki benzerlikler ilgiyi arttırdı. Üzerlerinde her daim kravatsız beyaz gömlek ve düzgün ütülü koyu renk takım elbise, son model ciple oradan oraya koşup meseleleri hallediveren süper kahraman ve beraberindeki tuhaf isimli yardımcılarının aksiyonlarına kapılan kalabalıklar zihin yormaya ihtiyaç kalmaksızın derin devlet, konsey, gladyo, çeteler gibi merak çeken konuların esrarına kolay yoldan vakıf oldu. Herkes analizci kesildi, fakat derin değil, sığ bir devletin dahi mevcut olmadığı, şeklen ve ismen var görünenin de yıkılmaya yüz tuttuğu halen fark edilemedi. Başlangıçta yeri ve zamanı değilken, bariz bir ihtiyaç da yokken vatan uğruna sivil fedakârlık telkin eden dizinin rotası sonraları açılım ihanetine psikolojik ön hazırlık yapmaya yöneldi. Markalaştığı için bu maksat ve hedef değişiminin de farkına varılamadı.
Elâlem tasasız gamsız horon tutarken, hüzün pudrası gibi ince ince, ayva tüyünce hiç dinmeden bir gönüle, bir yüze vuran yağmurlarda yaşanan hüzün. Gülce şairiyle müşterek üç beş ahbaptan gayrı tek müşterek.
Sokak aralarında ellerinde boya kutusu duvarlara slogan yazan gençlerin, sandalın küreğiyle dalyanlara saklı isimler yazan, sevdiğinin camında ufuk ufuk gezen mecnun yürekler de taşıdığını, başa açılan illetlerin kavgalardan, karakollardan, mahkemelerden ibaret olmadığını, bir çift göz uğruna nice devletler terk edip nice yirmi yıllar yitik izlerin peşinde koşmanın gayet insani vasıflar olduğunu, gönül vermenin utanılacak, saklanacak bir şey olmadığını hatırlattı gençliklerini yaşayamayanlara.
Her biri klasik edebiyatta yerini alacak muhteşem şiirler. Gülce, Sarı Gül, Cilve, sevgi şiirleri. Anasız kalmanın acısını zerre zerre hissettirdiği Veda Sahneleri. Oniki eylül kahbeliklerini kimseye yar olmayan yosma benzetmesiyle dile getirdiği Hazer, Üç Ayak Bir Şafak ve Seyir, darbeye karşı yiğit duruşun sesleri.
Sarı gül gerçekte yaşamış mıydı, o kalabalıkta mevcut muydu, ilham verdiği şairin uçmağa vardığından haberdar olmuş muydu?
Cenazesindeki her kesimden muhteşem kalabalıkta bile ülkücü kimliği hiç tartışmasız baskın çıkan Ömer Lütfi Mete'ye Allah'tan rahmet dileriz.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.