« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

14 May

2010

İNÖNÜ

14 Mayıs 2010

Diktatörlük hevesinde milli şefi geride bırakanlar, darbe ve işkence edebiyatında kendilerine ait hisse ortaya koyamayınca onun bunun satılık hatıralarıyla vaziyeti idare ederken şimdi de müflis tacir gibi eski defterleri karıştırarak tek parti zulmünden parsa toplamaya ve merkez sağ mirastan pay kapmaya kalkıyor.

Başbakan ve cumhurbaşkanı sıfatıyla otuz yıl süren uzun iktidar devrelerinde İsmet İnönü'den muzdarip olmayan kimse kalmamış gibidir. Memleket mukadderatında bu derece müessir olmuş bir devlet adamının icraatlarıyla ilgili çok söz söylenebilir, o dönem kurcalandıkça aleyhte epeyce siyasi malzeme de çıkabilir. Fakat İnönü hakkında ileri geri konuşabilmek için, eleştirilen hususlardan münezzeh olmak ve hiç değilse isminin üzerindeki bir noktacık kadar milli değer ve milli haysiyet taşımak icab eder. Kimin söylediği değil, ne söylendiği önemlidir klişesi, bazen terse döner, ne söylendiğinden daha ziyade kimin, ne maksatla söylediği önem kazanır. Son siyasi tartışmalarda İnönü'yü hedef alan tenkitler demokratik endişelere dayanmaktan çok, kuruluşunda emeği bulunan milli devleti yıpratmayı hedeflemekte ve hayali korkular üreterek gayrımilli hâkimiyeti sürdürme arzusundan kaynaklanmaktadır. Milletin öfkesinin ancak yüzlerine tükürmekle bir nebze yatışabildiği hain zihniyetin maksadı halkın çektiği sıkıntıların samimiyetle dile getirilmesi değil, halka bugün çektirilen sıkıntıları unutturmaya ve hedef şaşırtmaya matuftur. İnönü, Atatürk'ün milli politikalarını terk etmiştir, ancak vatan haini değildir. Maalesef artık vatan haini olmamak da devleti yönetenlerde aranması gereken hususiyetler arasına girmiştir.

İnönü şüphesiz Türk Milletini büyük ülkülere taşıyacak ve ileriye sıçratacak çapta büyük bir devlet adamı değildi. Başlangıçta ırkçılığa yakın politika izlerken sonradan milliyetçiliği de ırkçılık suçlamasına dâhil ederek gittikçe sola meyletti. İkinci Dünya Savaşı bahanesiyle çok partili hayata geçiş geciktikçe millet kendisinden usandı ve gelenin kimliğini fazla önemsemeden önüne konulan sandıkta müstebit idareden kurtulmak yönünde irade kullandı.

Teşvik ve himaye ettikleri teröristler eliyle şehit edilen askerlerin cenazelerine milletten korktukları için polis kordonu eşliğinde bile katılamayanlar, devlete isyanın üzerine şiddetle giden Başbakan İnönü'ye ve dolayısıyla Atatürk'e sataşmakla mevkilerinin yükseleceğini ummakta, hakikatte ise daha alçalmaktadır.(1) Darbe dönemlerinde dahi sivil halka silah çekilmemişken, sözde çağdaş ve demokratik ortamda milli hisleri galeyana gelen vatandaşların üzerine kolluk kuvvetiyle gidilmektedir.

Milli mücadeleye katıldığı esnada kundakta bıraktığı oğlunun vefat haberini savaş cephelerinde ancak bir sene sonra alan asker İnönü'ye hakaret etmek, asker düşmanlarının ve asker kaçaklarının haddi olmamalıdır. Resmi tarih tezini yıkmak iddiasıyla bu kez tamamen yalan tarih uydurma gayretindeki yandaş sözde tarihçilerin milli mücadeleyi önemsiz ve küçük göstermek maksadıyla başvurdukları zayıf noktalardan biri de İnönü'nün askeri kabiliyetidir. Harp meseleleri cephe kaçkınlarının faraziyeleriyle, dedikodularıyla değerlendirilirse yanlış sonuçlara varılır. Askeri muvaffakiyet veya başarısızlık, konunun mütehassısları tarafından değerlendirilebilir, emsalince tartışılabilir ve önemli ölçüde neticeye bakılır. İnönü'nün askeri yönünün takdiri Başkomutanlığa, Genelkurmaya aittir, hakkındaki en doğru hükmü tarafsız tarih ilmi verir. Sonradan ihtilâfa düştüklerinde Atatürk, İnönü muharebelerini ve Lozan'ı kastederek, hangi görevi verdik de bizler yardım etmeden başarmıştır, diye sitemkâr konuşmuşsa da, neticede harbin sonuna kadar Garp Cephesi Komutanlığını İsmet Paşa deruhte etmiştir. Cephe komutanında vatanseverlik, disiplin, ciddiyet, itaat ve temkin özellikleri, belki parlak askeri taktik nitelikten daha fazla tercih ediliyor ve buna daha fazla ihtiyaç duyuluyordu. Neticede, birinin eksiğini diğeri tamamlamak suretiyle Türk İstiklâl Savaşı, Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlığı, Fevzi Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı ve İsmet Paşa'nın Garp Cephesi Komutanlığında zafere ulaşmıştır ve bu üç şahsiyet askeri komuta kademesinin sacayağıdır. Türk Milleti, İstiklal Harbi'nin şerefini büyük ölçüde Atatürk'e vermiş, Mareşal Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü ve diğer komutanları da unutmayarak hakkı teslim etmiştir. İnönü'nün cumhurbaşkanlığı sırasında çektirdiği sıkıntılara, mecburiyetin yanı sıra milli mücadeledeki hizmetlerinin hatırına tahammül göstermiştir.

Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü, Milli Şef sıfatıyla tam bir katı idare kurmuştur. Atatürk'ün en yakın ve sadık arkadaşlarını, Kılıç Ali'leri, Salih Bozok'ları meclisten uzaklaştırmış, Atatürk döneminde gözden düşen muhalifleri ve milli devletin kurulması safhasında yeterli desteği vermeye fırsat bulamayan milli mücadele komutanlarını çevresine toplayarak siyasi güç elde etmiştir. Muhalefeti kırmayı hedefleyen bu davranışı, asıl kinlerini milli devlete ve Atatürk'e duyan ve diğer icraatlarını beğenmeyenler tarafından takdirle karşılanmakta, İnönü'nün vefakârlığı şeklinde takdim edilerek sinsice Atatürk yıpratılmaktadır. Ne var ki, bugün iade-i itibar düşüncesiyle sık sık gündeme getirilen bu değerli şahsiyetlerin çoğu İnönü'nün iktidarı sırasında yaşanan katı uygulamalara itirazda bulunmamışlar, siyasi ikballeri için sessiz kalarak zulme ortak olmuşlardır. Lâfa gelince hepsi de zaferin Atatürk'ün eseri olduğunu söylerken, geri plana itildiklerinde ise kendileri olmasaydı milli mücadelenin kazanılamayacağını ileri süren hatıralar kaleme alıyorlardı. Öyle ki, cephede o kadar bol vakit nasıl bulunuyorsa, Dostoyevski veya Balzac'dan daha çok kitap yazan kumandanlar çıkmıştır. Şark cephesinden garp cephesine nasıl yardım edildiğine dair ciltlerle kitap yazılmıştır. Şark cephesi elbette garp cephesine yardım edecektir. Yoksa, Türk Ordusu yerine Yunan Ordusuna mı yardım etmesi gerekiyordu?

Milli Şef zulmünün en vahimi ve en şiddetlisi şüphesiz Türkçülük Turancılık davasıdır.

Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942 tarihinde hükümet programını okurken, "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız." demiştir.

Ancak savaşta Almanya'nın yenileceği belli olunca Rusya'nın da etkisiyle Türkçülük düşüncesi azalmış, Irkçılık Turancılık davası uydurularak Türk Milliyetçilerine zulüm edilmiştir. Çok değerli milliyetçi fikir adamlarının, üniversite hocalarının, subayların tutuklanması yurt sathında akisler meydana getirirken, o zaman mecliste bulunan ve sonradan ayrılarak başka parti kuracak demokratlar Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü'lerden, milli mücadeleyi başlatan Karabekir, Cebesoy, Bele, Orbay'lardan, milliyetçi bilinen mebuslar Saraçoğlu, Sazak, Tanrıöver, Banguoğlu ve diğerlerinden tutuklananlar hakkında herhangi bir müzâheret geldiğine dair bilgi bulunmamaktadır. Sadece Atatürk'ün eski Genel Sekreteri ve Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur 1944 bütçe görüşmelerinde açıkça, Ne Mutlu Türk'üm diyen azalmıştır, demek cesaretini göstermiştir. İnönü'nün kalemşörü ve damadı Metin Toker, 16 Mayıs 1944'de yapılan bir CHP grup toplantısında Hikmet Bayur'un iki takririnde Nihal Atsız'ın muhakemesindeki olayların bahis konusu edildiğini yazar. Kendi kişiliğinden çok kayınpederinin nüfuzuna sığınan damat, aklısıra kayınpederini haklı çıkarmak için yorum da katarak, o ortamda Turan'dan söz açmanın münâsebetsizlik olduğunu ilâve ediyor.(2-3) Türk Milliyetçiliğini ezerek milli devlet vasfını zedelemenin münâsebetsizliğin en büyüğü aklına getirmiyor. Kaldı ki Türkçülük Turancılık denen hareket bir cunta faaliyeti değil, siyasi iddiası bulunmayan bir aydın hareketidir, Milli Şef ortalığı velveleye vereceğine yanına çağırtıp yarım saat sohbet etse, milli menfaatler istikametinde ikna olacak şahsiyetlerdir.

Milli Şefin açıkça hedef göstermesine rağmen, Askeri Mahkemede yargılanan Turancıları, milli hisler taşıyan askeri hekimler himaye etmiş, yürekli ve adaletli askeri hâkimler mahkemelerde mecburen verilen cezaları bozarak dört beş yıl gecikmeli de olsa beraatlerini sağlamıştır.

İnönü'den herkesten fazla bîzar olan Alparslan Türkeş'tir. İnönü'nün emriyle 3 Mayıs 1944 olayları sonrasında tabutluklara atılan, hücrede işkenceciler tarafından bir tırnağı çekilen, mahkemelerde uğraştırılan, iktidarı İnönü'ye telim etmek istemediğinden dolayı Milli Birlik Komitesi'nden alınarak yurtdışına sürgüne gönderilen, yine İnönü'nün entrikalarıyla ikinci Aydemir hadisesinde başı derde giren Alparslan Türkeş, 13 Kasım ihanetinin sebeplerini sayarken 1944 olaylarına da temas eder. İhtilâlin ilk günlerinde, 'Beni İnönü'ye saygı ve mutavaata zorlamak istiyorlar. Bunu yapmak elimden gelmiyor.' diyen Türkeş şöyle devam eder. 'İsmet İnönü'nün Milli Şeflik ve diktatörlük zihniyetinin Türk milletine çok şeye malolan hatalarını gizlemek yolunda uydurduğu ırkçılık ve Turancılık, yurt içinde ve yurt dışında birçok yabancıları tedirgin etmiş ve bu hikâyelerin âdi politika menfaatleri için uydurulduğunu anlamayan bu çevrelerde, Türk milletinin zararına kanaatler ve tutumlar meydana gelmiştir. Bunun neticesi olarak benim şahsım hakkında beni tanımayan çevrelerde fanatik ve korkunç insan sanısı doğmuştu. Bu yanlış sanı, netice olarak yabancı kuvvetlerin de 13 Kasım'ın meydana gelmesinde rolü olmuştur.' Türkeş, Atsız'ın o günkü şartlar içinde tedbirsiz sayılabilecek yazılar, davranışlar neticesi mahkemeye düştüğünü kaydeder.

Türkeş, İsmet Paşa'nın 1944'ten itibaren Başbakanlıktan ayrılışına kadar yirmi yıl kendisini tâciz ettiğini söyler ve bazı hatıralarını anlatır: İsmet Paşa'yla Mecliste çok konuştuk. Ben daima saygılı davrandım. Çünkü eski bir devlet adamıydı, Atatürk'ün arkadaşı, Milli Kurtuluş Savaşı'nda Batı Cephesi Komutanı ve eski bir General. Onun için saygıda kusur etmedim. Zaman zaman konuştuk, her zaman selâmlaştık. İsmet Paşa'nın bende iz bırakan çok konuşmaları var. Kürsüye çıkar, bizi azarlar, isim vermeden bize çatardı. Mesela zaman zaman bir takım olayları anlatır, 'gökte yem aramak için uçan kuşlara bile komünist diyorsunuz, sergüzeştler, maceracılar, şöyle yapmak istiyor, böyle yapmak istiyor', derdi. Bir başka karşılaşmamızda İsmet Paşa çok neşeliydi, beni yanına oturttu, çay ikram etti ve şunları söyledi. 'Bizim askerler politikada pek başarılı olmazalardı. Ama bakıyorum bu son zamanlarda politikada bir ben, bir de sen başarılısın.' Paşa'nın bu sözleri karşısında şaşırdım ve sıkıldım. Sonra kendisine hitaben şunları söyledim: Aman efendim, zât-ı âlinizle, beni hiç kıyaslamayın. Siz, çok büyük bir devlet adamısınız. Büyük bir lidersiniz, büyük bir politikacısınız. Sizin yanınızda benim esamem okunmaz. Paşa, 'Yok yok, iyi gidiyor….'

İşte örnek alınması gereken gerçek devlet adamı Alparslan Türkeş'tir. Ne partisinin gazetesinde yazan bir yaşlı yazar gibi bunca çileyi helâl edercesine İnönü rahmetle anılmalı, ne de saygısız ifadeler kullanılmalıdır. Türkeş'in kendisine en çok çile çektiren, en çok mücadele ettiği, en büyük siyasi hasmına karşı asil tutumu, İnönü'ye sataşma sebebi devlet, millet ve asker düşmanlığından kaynaklanan vatan hainlerine ders olmalıdır.

Türk Milliyetçiliğine İnönü'den daha fazla düşmanlık besleyenler, madem Atatürk'ten pek memnun, İnönü'den şikâyetçidirler, paraların üzerinden Atatürk resimlerini kaldırmasından rahatsızlık duymaktadırlar, şayet samimilerse Atatürk'ün bozkurtlu banknotları benzeri kâğıt paraları tekrar tedavüle koyarak, bozkurtlu pullar çıkararak bir hatayı telafi edebilir, hem böylece Atatürk sevgilerinin korku belâsından kaynaklanmadığını ve göstermelik olmadığını ispatlayabilirler.





1-Çankaya-Falih Rıfkı Atay

"Bir akşam Atatürk'e davetli idik. Birkaç oyun masası kurulmuştu. Hanımlı efendili vakit geçiriyorduk. Ben ve Yakup, Atatürk'ün masasında idik. Fethi Bey ve İsmet Paşa ayrı ayrı masalarda briç oynuyorlardı.
Bir aralık yaver Atatürk'e bir şifre getirdi. Şeyh Sait isyanına ait son bir rapor olduğunu anladık. Bir cephe düşer gibi, Şark düşüyordu. İsyana katılan katılana idi. Atatürk raporu okudu, dudaklarını bir acı kıstı, sonra yavere usulca:
-Al bunu Fethi'ye götür… Bize de:
-Çocuklar dikkat ediniz, dedi.
Fethi Bey rahatsız edilmesinden sıkılmış görünerek, bir an oyunu bırakıp yavere:
-Ne var? Diye sordu.
Yaver raporu verince de şöyle bir göz atıp:
-Sonra bakarız, diyerek iade etti.
Atatürk yaveri çağırdı, yine yavaş sesle:
-İsmet'e götür… dedi.
İsmet Paşa'nın hükümette hiçbir vazifesi yoktu. Oyunu bıraktı, rapora bir baktı, sonra iskemlesini geriye çekerek bir cigara yaktı, uzun uzun okudu, birkaç nefes cigara daha çekti, tekrar okudu ve pek düşünceli bir halde kâğıdı ağır ağır kıvırdı, yavere verdi, düşüncesi bir müddet daha devam etti. Atatürk:
-İşte farklar! dedi.
Bu fıkrayı Fethi Beyi küçültmek için anlatmıyorum. Fethi Bey, eğilmez bükülmez bir liberaldi. İnkılâp ve medeniyet hamlelerinde Atatürk'ü anlıyordu. Bir garp medeniyetçisi idi. Fakat inkılâpçılık denen disiplin sistemini anlamıyordu. Sıkıyönetim ve fevkalâde tedbir gibi şeylerin yeniden bu disipline yol açabileceğini düşünüyor, bunu istemiyordu. Fethi Bey, bir inkılâp devrinin adamı değildi.
Fethi Bey düştü, yerine İsmet Paşa geldi ve takrir-i sükûn kanunu çıktı."


2-Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları-Metin Toker

"Türkiye'de siyasi ortam bu istikamette gelişirken mayıs başında Ankara'da bir hadise cereyan etti. Bugünkü deyimle solcu veya sosyalist Sabahattin Ali ile gene bugünkü deyimle sağcı veya milliyetçi, hatta ırkçı Nihal Atsız arasında bir dava görülüyordu. Atsız'ın taraftarı gençler adliyeyi adeta bastılar ve gürültü çıkardılar. Bu Turancılık Meselesi diye bilinen meseleyi ortaya attı.

Basın önce hadiseden bahsedemedi. Fahat 16 Mayıs 1944'de yapılan bir CHP grup toplantısına ait tebliğ işi açığa vurdu. Tebliğe nazaran toplantıda Hikmet Bayur'un iki takririne Dışileri Bakanı Numan Menemencioğlu ile İçişleri Bakanı Hilmi Uran cevap vermişlerdi. Hilmi Uran'ın cevaplandırdığı takrirde Nihal Atsız'ın muhakemesindeki olaylar bahis konusu ediliyordu.

İki gün sonra, 18 Mayısta bir resmi tebliğ daha yayınlandı. Tebliğde Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi, Dr. Hasan Ferit Cansever'in evlerinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca arama yapıldığı bildiriliyordu. İsnat olunan suç, Irkçılık ve Turancılık gayeleri güden, Anayasa esaslarına aykırı faaliyet, idi. Sanıklar, genç nesil arasında masum milliyetçilik duygularının istismarı yoluyla taraftar toplamakla da yeriliyorlardı.

Ertesi gün daha olağanüstü bir olay cereyan etti. İsmet İnönü 19 Mayıs nutkunda aynen şöyle diyordu:

"Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette cumhuriyetin bütün tedbielerini kulanacağız."

Milli Şef kaşlarını çatmıştı. Cumhurbaşkanı, vaziyetini iç mülâhazalardan ziyade Türkiye'nin dış ilişkilerini göz önünde tutarak almıştı. Sovyetler, Alman ordularını önlerine katmışlar Avrupa'nın göbeğine doğru yola çıkmışlardı. Türkiye konusunda kendi müttefiklerinden talepleri vardı. Boğazlar bütün önemlerini muhafaza ediyorlardı. İngiltere ve Amerika, halklarını bıktırmış savaşı bir an önce sona erdirmekten başka bir şey düşünmüyorlardı. Böyle bir ortamda, durup dururken Turandan söz açmak münâsebetsizliğin ta kendisiydi.

Turancılık Meselesi, geniş çapta tevkiflerle gelişti. Tevkif edilenler arasında biri doktor iki de üsteğmen vardı. Bunlardan biri Alparslan Türkeş idi. Öteki Fethi Tevetoğlu.

Basın dikkatle durdu ve etrafı kolaçan etti. Tabii gazetelerin hepsi, verilen işaret üzerine olayı şiddetle yermişler, sanıklara hücum etmişler, ırkçılık ve Turancılık aleyhinde döşenmişlerdi."


3- İnönü yetmezmiş gibi damadı Toker'in Türkeş ve Türk Milliyetçilerine husumeti sonuna kadar devam eder. 1967 yılında Akis'te tefrika edilen İsmet İnönü ile 10 yıl kitabında anlatıldığına göre Toker, 27 Mayıs'ta kaza kurşunuyla şehit olan beş askerin cenaze törenine İnönü'nün katılması için üçünücü telefonunda ulaşabildiği Başbakanlık Müsteşarı Türkeş'ten izin ister, Türkeş uygun bir lisanla İnönü'nün katılmasının münasip olmayacağını ve Gürsel'in de katılmayacağını belirtir. Aynı eserin yedi cilt halinde genişletilerek 1990 yılında Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları adı altında yayınlanan nüshasında Türkeş'i önemli ve muktedir kılan bu bilgiye yer verilmez. Kitabın ilerleyen sayfalarında Türkeş ve arkadaşlarını önemsiz göstermek için 'Türkeş takımı' diye bahseder. Sık sık İnönü'nün denize nasıl çivileme daldığını ballandırarak damatlığın icabını yerine getirir.




Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,80 M - Bugn : 29353

ulkucudunya@ulkucudunya.com