« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

14 Ağu

2012

FUTBOL, ŞİKE, VS

14 Ağustos 2012

Sorduğum koyu taraftar dostlardan ilki nisbi miktar verdi; her üç kişiden biri Fenerbahçelidir dedi. Diğeri tereddütsüz maktu rakam söyledi; senin gibileri de sayarsak yirmi milyon vardır dedi. Benim neyim varmış diye itiraz edecek oldum, istihzayla karşıladı; dünyanın ücra yerlerdeki bazı Müslümanların hâlâ Abdülhamid Han adına hutbe okuttukları gibi sen de çubuklu forma giyen takımın başında hâlâ Didi var sanıyorsun.

Evet, ben oldum olası futboldan hoşlanmam. Sordukları zaman eski bir akde vefasızlık etmemek için Fenerbahçeliyim derim. İkinci soruya cevap verecek malumatım olmadığından futbol muhabbeti ilerleyemeden sona erer. Ne kaptanını bilirim, ne de oyuncularını. Ne kaçıncı olduğunu takib ederim, ne kiminle oynadığını. Saatlerce maç muhabbeti sürdüren insanlara hayretle karışık gıpta ederim. Bilumum top oyunları konusunda Atsız gibi güçlü bir müttefik varken bu cehaletimden hicab duymam. 21 Mart 1942 tarihli, Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli makalesindeki görüşlerle hemfikirim. Okullar birbiri ile futbol gibi manasız ve voleybol gibi kadınca müsabakalar değil, askerî ve millî müsabakalar yapmalıdır. Türk kılıcı, okçuluk gibi millî sporlarımız ihya olunarak liselere sokulmalıdır. Bir stadyumda iki okulu temsil eden yirmiiki gencin lâstik top ardında koşmasile, iki okulu temsil eden ikiyüz gencin başlarında tulgalar, göğüslerinde zırhlar olduğu halde, hakikî kılıçlar veya süngülerle çarpışmaları arasındaki farkı düşünün.

Altı yedi yaşlarındayken mahalleden bir abi, sen hangi takımı tutuyorsun diye sormuş, takım bilmediğimi söyleyince yüzünde yepyeni bir taraftar kazanma ihtimalinin sevinci belirmişti. Bizim geldiğimiz yerde lastik top peşinde koşturulmazdı. Çelik çomak oynanır, kışın kayığa, biz kızağa kayık deriz, yazın şimdilerde kurbanlık koyun gibi hes projesiyle buharlaşıp çöle döneceği günü bekleyen çaya girilir, cami yokuşundan aşağıya güldür güldür yuvarlanan tahtadan arabaya binilirdi. Teker taşa filan çarpıp yarılırsa ne gam, koştur eve, çam kütüğünden testereyle iri bir dilim dildir, ortasını burguyla del, tavuk yeleğini katrana beleyip göbeği ve dingili güzelce yağla. Al sana en âlâsından oyun vasıtası. Okulun bahçesindeki mavi önlüklü beyaz yakalıklı çocukların yesir isminde bol koşturmacalı bir oyun oynadıklarını da hayal meyal hatırlarım, muhtemelen Orta Asya bakiyesidir. Tosun güreştirmekten pek hoşlanan büyüklerimiz de, iki akran çocuk görünce hadi bir gûleşin bakalım der, harmanlarda güreş tuttururdu. Pehlivan ve Selamsız Bandosu filmleri bu kültür değişmelerini pek güzel tasvir eder.

Bu yeni yerde de aslında Tarkan, Karaoğlan filmlerinin tesiriyle olsa gerek kılıç ve ok oyunları henüz yaşıyordu. Toprak zemine sırayla çakı fırlatıp saplayarak düz çizgilerle genişletilen üçgenlerle bir oyun daha oynanırdı. Fakat zamanla misket ve top tartışmasız hâkimiyetini kurdu. Taraftarlık gibi bir mefhumla tanışmadığımız için, sen bundan sonra Fenerbahçelisin tamam mı diye tembih eden abiye, ama ben Fenerbahçe’de oynamıyorum ki diyerek itiraz edecek oldum. O, takım tutmak için mutlaka içerisinde yer almanın şart olmadığını, kalben desteklemenin kâfi olacağını sabırla ve güzelce izah etti. Tam ikna olmamakla birlikte o gün bugün sayısı milyonlarla ifade edilen büyük bir camianın parçasıyım.

Bu alâkasızlığa rağmen bir defa Fenerbahçe Bursaspor maçına gitmişliğimiz vardır. Haşim abinin haydi çocuklar maça gidelim teklifiyle, o önde, Yurtoğlu taifesi arkada Bursa stadına vardık. Haşim abi kendinden gayet emin, görevli polislere ‘arkadaşlar benimle beraber’ dedi. Polislerde kim olduğuna dair nasıl bir intiba uyandırdıysa, bariyeri açtılar, öylece bilet almadan geçtik, iyi bir yere oturduk. Netice ne oldu, kim yendi, kaç gol atıldı hatırlamıyorum.

Kendi ceddini üç nesil yukarıya sayamayan insanların bütün futbolcuların gelmişini geçmişini bilmeleri, gazetelerin sadece spor sayfalarına baktıkları halde ofsaytın ne olduğunu izah edemeyen fanatiklerin takımları gol atınca sevinçten yeri göğü inletmeleri ve sırf bunlara hitaben bir sürü futbol gazetesi neşredilmesi aslında incelenmeye muhtaç konulardandır.

Çamlıca’da iftar sonrası nargilesini çekmekte olan arkadaşımın, olimpiyatlarda altın madalyaya koşan atletimizi anlatan spikerin heyecandan yırtınan sesini işitince, ne oluyor yahu, at yarışı mı var sorusu ve umum ahalinin umursamaz tavrı futbolun diğer spor dallarına haksız bir üstünlük kurduğunun bariz bir göstergesi.

Maruzatı arz ettim, bu kusur da hoş görülsün, ben Lefter’i epey önceleri hayata veda etmiştir sanıyordum. Belki hep efsane gibi anlatıldığı içindir. Meğer yakın zamana kadar yaşıyormuş, geçenlerde vefat ettiğini duyunca şaşırdım. Son zamanlara kadar sağlıklıymış da. Sağ olduğunu ve böyle adam gibi bir adam olduğunu bilseydim, Adalar’a gider elini öperdim. Nicelerinin ağzını açamadığı zamanda belgesel kamerasına mevkuf başkanı için, ‘Çok iyi adamdı. Keşke onun yerine beni alsalardı’ diyerek aleni ve samimi destek vermekten çekinmedi.

Vefatından sonra programında sitayişle bahseden güleç yüzlü yeni yetme bir iktidar destekçisi, büyük bir çiğlikle ‘Toprağı bol olsun’ dedi. Evet, Müslümanlar Hristiyanlar için hayırlı bir insandı, yattığı yerde rahat uyusun manasında bu sözü kullanırlar. Fakat bu konu komşu, bildik tanıdık kimseler için dar çevrede insanların kendi aralarında kullandığı bir tabirdir. Hiç münasebeti yokken televizyon ekranından âleme müteveffanın gayrimüslim olduğunu vurgulamanın, bu suretle kendisinin de kimlere rahmet dilenmeyeceğini dahi bilen, teferruata vakıf derin bir allâme olduğunu ima etmenin lüzumu yoktu. Bunlar Çanakkale’de Müslüman Türk kanı döken Anzaklar’ı şehid sayıp cennetten pay ikram edecek kadar cömerttirler, ama sıra Türk Milletine hizmeti geçmiş Lefter’e gelince gayet hasistirler, sehven de olsa rahmet dilememek için gözlerini dört açar, kılı kırk yararlar.

Ama yirmi, ama on, ama beş, her neyse, milyonlarca taraftarı bulunan bir kulübün başkanını eften püften iddialarla içeri tıkıp bir sene yatırdılar. Böylesine keyfi ve siyasi uygulama bir istibdat rejimini paçasından tutup alaşağı etmek için fazlasıyla kâfi sebeptir. Bu yapılamayınca müstebitler daha güçlenmekte, milletin boynundaki boyunduruk daha da daralmaktadır.

Camianın en zayıf mensuplarından biri sıfatıyla bu haksızlığı nefretle kınıyorum. Tepkisini insanca, korkusuzca ve yiğitçe ortaya koyan büyük Lefter’i hürmetle anıyorum. Politika canbazları elbette tepkileri hesaplayıp hareket etmişlerdir, ama, bakalım koyu taraftar bu siyasi davanın hesabını sandıkta görüp vicdanını aklayabilecek mi?

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,80 M - Bugn : 1111

ulkucudunya@ulkucudunya.com