« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Ağu

2015

Kırşehir Ahi Alperenleri ve Türk Kültür Bütünü

Cengiz ASLAN 01 Ocak 1970

Giriş

Yesevilik, Ahilik ve Bektaşilik öğretilerinin kök ve dal saldığı Anadolu coğrafyasında, Selçuklu Devleti’nin önemli ilim ve sanat merkezlerinden birsi de Kırşehir’dir.

Bozok Coğrafyası olarak da bilinen Karaman, Sivas, Yozgat, Ankara, Çorum, Ordu, Bolu, Afyon, Eskişehir, Niğde, Nevşehir, Çankırı, Antalya ve Denizli, Ahilik ve Bektaşiliğin yaygınlıkla özümsendiği bölgelerimizdir.

Ahi Alperenler, bu coğrafyadaki toplum katmanlarına ahiliğe ait maneviyat değerlerini, maddi ve ilmi yönden insana, doğruluk ve dürüstlük ile hakkı temsilini örgütlü olarak öğretmişlerdir. Ahilik esas anlamı ile; Müslümanların, inanan kişilerin kardeşliğini ve kardeşlerin de cömert ve yardımseverliğini ifade eder. Ahi sözcüğü, Türkçe-Arapça kavramları ile üretim ve tüketimde hakkaniyete dayalı kardeşlik demektir.

Anadolu Türklüğü, Türk kültür bütünü ile Muhammedi Kur’an inancını hayata ve ahlaka yansıtmayı başarmışlardır. İnanç, soy ve boy farklılıklarını zenginlik kabul ederek Türkleri, Anadolu’da yurt sahibi ve mülk sahibi kılmışlar ve Türk kültür bütünü etrafında birleştirmişlerdir. Bu birleşimin kuvvet odağını ise mesleki örgütleme olarak başarmışlardır. Genellikle çıraklık, kalfalık ve ustalık örgütlenmesi olarak algılan ahilik; insan, mekân ve varlık ilişkisine ait üretim ve tüketimin denge organizasyonudur. Bu organizasyonda fert, toplum ve millet birlik bilinci daima ortak hareket noktasıdır.

Ahilik teşkilatı; özellikle Müslüman Türkmenleri örgütlü toplum ve liderler kadrosu ile kısa zamanda Türk beyliklerini etkilemiş, özellikle Osmanlı Beyliği’nin temsil ve himayeleri ile manevi, sosyal, kültürel ve iktisadi-ticari alanlarda genel ahlaki ve dini kurallar olarak benimsenmiştir. Kayı Beyliği himayesinde, Anadolu Türk kültür bütünü stratejisi olarak uygulanmıştır.

Kırşehirli Alperenler; Türk Müslümanlığının ve Türkçe’nin Türkiye’deki kuruculuları, Kırşehir ise Anadolu’da Türkçe’nin başkenti olarak bilinmiştir. Yozlaşmamış Türk kültürünün de kaynak merkezlerinden olan Kırşehir, Ahi Alperenlerin Anadolu fütuhatının üssü olan Çaldıran civarındaki Hoy Vadisi’nden sonraki en stratejik merkezindendir. Ahiliğin kurucuları ve temsilcileri olarak yaygınlıkla bilinen; Kutalmışoğlu Süleymanşah, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali, Aşık Paşa, Ahi Mahmud, Evhadüddin Kirmani, Ahi Evran Veli, Mirim Halveti, Ahmedi (veya Süleyman) Gülşehri, Caca Bey, Mengücükoğulu Muzaffereddin Behramşah, Kadı Necmeddin İbrahim, Kırşehirli Mecdettin İbni Çağa, Şihabeddin, Celal Hatun, Ceceli Aşiretinin Beyi Bahaddin Caca, Süleyman Türkmani, Kaya Şeyhi, Ayrıca Türkçe’nin geliştiricileri, koruyucuları ve yaygınlaştırıcıları olarak Fatma Hatun, Kalender Baba (Karakurt) , Muhterem Hatun, Yunus Emre, Karacaoğlan ve Dadaloğlu, Anadolu Türk kültür bütününün teorisyenleri ve uygulamacılarıdır.

Ahiliğin ilkeleri Kur’an ve sünnet hükümlerine dayanmaktadır. Ahiler iman ve itikatta; İmam-ı Azam, İmam Buhari ve İmam Matrudi felsefesini benimsemişlerdir. Bu inanç sistemi, Türkistan’ın Piri Hace Ahmet Yesevi’nin Hocası ve İmam-ı Azam terbiyesinden gelen Hâce Yûsuf el-Hemedânî’ye dayanmaktadır. Hace Yusuf’un Piri ise Selman-ı Farisi’dir. Selman-ı Farisi’nin öğretisi ise Ebu Bekir Sıddık’a dayanmakta olup, temeli Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya bağlıdır.

Silsile olarak incelendiğinde ;

Hazreti Muhammed (SAV)
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)
Selman Fârisî (r.a.)
Kasım Bin Muhammed (r.a.)
Ca'fer-i Sâdık (r.a.)
Bayezid Bistâmî (r.a.)
Ebu'l-Hasan Harakânî (k.s.)
Ebû Ali Farmedî (k.s.)
Yûsuf Hemedânî (k.s.) ‘den Hacı Ahmet Yesevi’ye intikal etmiştir. Yesevi’nin Babası; ” … Şeyh İbrahim’in soyu, Muhammed Hanefi kanalıyla hazreti Ali’ye dayanır. Nasabname adlı eserin onun tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Yesevilik öğretileri ile Anadolu’da ve tüm İslam dünyasında düşünceleri ve eserleri büyük yankı uyandıran Ahi Evran Veli, Kurtubalı Filozof İbn-i Rüşd’ün (d.1126-ö.1198) İslam’ın akıl ve düşünce sistemine yönelik emir, yasak ve tavsiyelerden oluşan kurallar bütününün özünün kavranması için ‘felsefe ile bilimim uzlaştırılması’ gerektiğini savunmasını ve insan bilgisinin tam bir bilgi haline gelmesi için bu alana yönelmek gerektiği…” [1] düşüncesini Ahiliğe, Yesevilik öğretisine uygun bir hayat felsefesine uyumlaştırma mücadelesi vermiştir. Anadolu’da Şamanist kültür unsurları ile Müslümanlığı yaşama birlikte uyarlamak isteyen Türk varlığını, Muhammedi İslam birliğine yükseltmek için akılı ve bilimi tasavvufun önüne koyarak, inancı ve imanı sağlamlaştırmak istemiştir. Tüm bu mücadelenin adı Ahiliktir. Türk ve İslam kardeşliği ekolü olarak fütuhatıcı Türk dervişleri tarafından benimsenen Ahilik, Anadolu iktisat ve ticaret sisteminin Türkler tarafından keşfini sağlamış ve İpekyolu ticaret kollarının o dönemin yeni ekonomik hayata uyumunu örgütleyerek denetim altına almıştır.

Ahilik sisteminin temellendirilmesi, bilimsel düşünceye dayalı üretim ve ticari denetimi esas aldığından, teşkilatlanması ve mensubiyetlik bağı Türkçe ve Türklük bilincine dayandırılır. Türklüğün evrensel fütuhat bilinci ve Türk kültür bütünü esasında, çağının sivil toplum örgütü formatında örgütlenmiştir. Çağının bilim düşüncesi ile üretim ve tüketim süreçlerinin Türkler tarafında Türk dili iletişimi kullanılarak üst ve alt kontrol birimlerinin sürekliliğe dayalı dayanışma ve eş güdümü sonucunda, İslam fütuhatının hayatının temel gayesi olarak kabul etmiş bulunan Türkmen beylikleri üzerinde çok kısa sürede etkili olmuştur. Anadolu Türkmen Beylikleri varlık ve birliklerini Muhammedi din ve felsefe ile güçlü kılmışlardır. Özellikle toplum önder ve liderleri, Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın güzel ahlakını yaşayan ve topluma örnek olarak uygulayan kişilerden seçilmiştir Muhammedi din ve yaşayışın Türklerin hizmet sektörleri tarafından öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi, Ahi filozofları için en büyük cihat olarak kabul edilmiştir. Bilimsel aydınlığı tasavvufun şekil ve şemaları ile örtmeden, tasavvufu yalnızca ilahi aşka dayalı zikir gösterilerine boğmadan Kur’an’ın ilim emrinin dengesi ile özümsemişlerdir.

Ahilik felsefesi ve meslek ahlakı pratiği, hiçbir ayrılıkçı azınlık düşünce ve ayrılıkçı odakların güdümünde olmamıştır.

Ahilik Anadolu teşkilatı, genellikle ticari ve ahlaki hayatı kuşatmış, il ve ilçelerde üretim ve tüketim kooperatifleri üzerinde kesintisiz denetimini ülke çapında sürdürmüştür.
Ahi mensupları ve çevresindeki halk, Muhammedi güzel ahlakı ve bilimsel çalışma disiplinini mesleki etkileşim ve yönetişimi, devlete ve millete hizmet için birleştirmişlerdir. “Ahilerle devlet arasında sıkı bir bağ vardı. İlk Osmanlı önderleri aynı zamanda merkezileşmiş devletin savunmalarının yetersiz kaldığı yerlerde, halka yardım ve kurtuluş getirmek için örgütlenmiş olan ahi derneklerinin üyeleri, kimi zamanda liderleriydiler. Osman Bey'in kayınbabası Şeyh Edebali ve birçok silah arkadaşları, hatta Orhan Beyin kardeşi Alaaddin Paşa bu teşkilata mensuptular. Ayrıca bu topraklarda vakıflar da kurmuşlardı. Osmanlı Devleti'nin kuruluş çağında en büyük kuvvet ve dayanağı bu teşkilat olmuştur. Toplumda disiplin ve dayanışmayı sağlayan ahilerin zaman zaman seferlere iştirak ettiklerini de görmekteyiz. 'İlk fetihlerin gönüllü öncüleri, Alperenler de denilen ahiler gerektiğinde işlerini bırakarak Allah yolunda cihad eden insanlardı.” [2] Bu birlik bilinci doğrultusunda ilahi bilgi ve hikmet öğretisi, Kur’an ahlakı ile Peygamber hayatını esas almak üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgunun eseri ise Divan-ı Hikmet ve Yesevi dervişlerinin öğretilerinde mevcuttur. Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan-Hikmet adlı eserinde, “…genel olarak dervişlik hakkında övgülerden bu dünyadan şikâyetten cennet ve cehennem tasvirlerinden, peygamberin hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dinî ve ahlaki öğütler veren şiirlere de yer vermiştir. Hece ölçüsü olarak 4+3 ve 4+4+4 kullanılmıştır. Bu yapıtın ortaya çıkmasından bir süre sonra; İslamiyet göçebe Türk toplulukları arasında yayılmaya başlamıştır. Ahmet Yesevi'nin görüşleri Anadolu gizemciliğinin (tasavvuf) temelini oluşturur. Tasavvuf kültürünün temeli bu yapıttadır. Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli gibi mutasavvıfların düşüncelerinin kaynağı bu yapıttır.” [3]
Divan-ı Hikmet Türkçe olarak Türk insanın idrakine sunulmuş temel eserdir. Eserde; akıl, bilgi ve bilimin tasavvuftan ayrılmadan, Türk Müslümanlığının dünya ve ahiret dengesinin nasıl kurgulanması gerektiği anlatılmaktadır.

Moğol İşgalleri ve Türkmenlerin Anadolu Egemenlik Mücadelesi

1237 yılında Türkmenlerin bağlı olduğu ve Türkmenlere devlet kapılarını açarak himaye eden I. Alâeddin Keykubat’ın zehirlenerek öldürülmesi üzerine, Vezir Sadettin Köpek’in telkinleriyle Ahilerin Selçuklu devlet bürokrasisinden dışlanması süreci başlamıştır. Ahilerin direnişine karşı, II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Vezir Sadettin Köpek’in emri ile Ahi Evran ve Ahi konseyi büyükleri Konya’da tutuklanmışlardır. Bu tutuklama sonucunda Moğol hükümranlığından yana Selçuklu Devleti’nin taraf olduğuna ve Ahi Türkmen federasyonlarının dışlandığına karar veren Ahi Alperenler, Ahi Türkmen Birliği için karar vermişlerdir.

Bu tutuklanmada işbirliği yaptığı sanılan Mevlana ile Ahilerin ve özellikle Ahi Evran Veli’nin birbirine karşı rekabeti başlamıştır. Bu rekabetin sonucunda Ahi Evran Veli 1245’te Denizli’ye sürgüne gönderilmiştir.

II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in ölümünden sonra saltanat naipliğine getirilen Celâleddîn Karatay, tutuklu bulunan Ahi ve Türkmenlerinin tamamını serbest bırakmış ve bir yıl sonra, Sultan II. İzzeddîn Keykâvus’un çağrısı üzerine Konya’ya dönerek muhtelif medreselerde dersler vermiştir.

Ahi Evran’ın Konya’ya dönüşünden sonra Mevlânâ’nın hocası Şems-i Tebrizî’nin, bir suikast sonucunda 1247’de öldürülmesi üzerine, öldürme olayının arkasında Ahi Evran ve onun yakın arkadaşı ve müridi olan Mevlânâ’nın oğlu Alâaddîn Çelebi’nin bulunduğu iddia edilmiştir. Konya medreselerinde hocalık yapma imkânı ortadan kalkan Ahi Evran, Alâaddîn Çelebi ile 1248’de Kırşehir’e yerleşmiştir.

Şems-i Tebrizi ile birlikte Fars kültürünü Anadolu’da ilim ve bilim dili olarak kabul ettirme mücadelesi veren Mevlana ve Mevlevilere karşı, Ahi Alperenler arasında siyasi mücadeleler başlamış ve bu mücadele Karaman Beyliği sürekli Türkmen federasyonlarını desteklenmiştir.

[ …Ahiliğin kaynakları ile ilgili değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerden en ilginç olanı ise Hazreti Adem ile Havva’nın cennetten dünyaya kovulmasına yol açan ejderha yılanının şeytanı karnında Cennete sokması, şeytanın aldatarak, kandırarak ikna ettikten sonra önce Hz. Havva’ya sonra da Havva eliyle yasak meyveyi Adem (AS)yedirmesi efsanesidir. Bu efsane sonunda Allah her iki insanı da düşmanları ile birlikte yer yüzüne indirmiş fakat daha sonra Hz. Adem’in tövbesi ile dünyada insan nesli için af ve rahmet tecelli etmiştir.

Şeytan tarafından aldatılan ve Cennet’ten kovularak Dünyaya indirilen Adem ile Havva’nın Mekke’de buluşmasından sonra, dünya ve insanlarla ilgili büyük meleklerden Cebrail’in (AS) Cennetten bir koyun ve bir keçi ( iki ahu-ceylan, koyun, keçi) indirerek buğdayı ve çiftçiliği göstermiş, bu hayvanların tüyünden, etinden, sütünden ve özellikle derisinden nasıl yaralanacağını bizzat kendisine uygulatmış, dericilik sanatını ve yünden dokumacılığı öğretmiştir.

Özellikle bu sürgün suçunun hiçbir zaman unutulmaması için Hz. Adem’in beline yün dokumasından yılan figürünü andıran bir bez, şed doladığı ve bu bezin o zamandan günümüze ‘ şed-di vefa ‘ olarak gelenekselleştiği rivayet edilir. Şed kuşanmanın kökeninde aldatma ve hileye karşı hatırlatma ve işaret olduğu ileri sürülmektedir. Böylece Hz. Adem ve Hz. Havva’nın düşmanı olan yılan ve şeytanı hiçbir zaman unutmadıkları anlatılır.. …] [4]

Ahiliğin Anadolu sivil örgütlenmesine dönüştürülmesinin kökenleri hakkında henüz ortak bir sonuca ulaşılamamıştır. “Arapça kardeşim anlamına gelen ‘ahî’ kelimesi mi yoksa Türkçe [cömertlik anlamındaki] ‘akı’nın [veya büyük ağabey anlamındaki ‘ eke ‘ sözcüğünden türetlip ‘aka-ağa-ahi’] ahi’ye dönüşmüş şekli mi olduğu [ henüz] belli değildir.” [5]

Anadolu Ahi Alperenlerini bir araya getiren en önemli faktörden birisi de Danişmend Oğullarının 100 yılık İç Anadolu iktidarıdır. Bu beylik döneminde felsefe, matematik, geometri, tıp, astronomi ve fizik gibi uygulamalı bilimleri, Türkçe, Arapça ve Farsça yükseköğrenim yapılan Türk medreselerinde öğretilmiştir.

Kayseri, Konya ve Kırşehir merkezli olması ve burada döneminin âlimlerinin himaye edilmesi, uygulamalı bilimleri geliştirmiştir. Moğol işgalinden kaçan Orta Asya ve İran kökenli pek çok bilim insanı, İç Anadolu’daki beyliklere sığınmışlardır. AEÜ Ahilik Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından 2012’de yayımlanmış olan ‘ II. Uluslararası Ahilik Sempoızyumu, Bildirler; 19-20 Eylül 212’ adlı eserde, Prof. Dr Mikail Bayram, ‘Danişmend Oğulları Döneminde Bilim ve Ahiliğin Kuruluşuna Etkisi’ adlı bildirisinde şu tespiti yapmıştır: ‘…İbn’ül Esir’in Danişmend Oğulları Beyliği’nin saray ve medrese çevresindeki realist Mu’tezeli alimlerinin ve dönemin türkmen filozoflarını himaye etmeleri, Danişmend Oğulları döneminin cedidcilerinden Türkmen danişmend ali Taylu, Tiflisli tıpçı Hubeyş b. İbrahim’in o dönemin büyük tıp alimlerinden olduğu ve Gevher Nesibe Tıp merkezinin de ilk müdderisleri arasında yer aldığı, yine tıp alimlerinden Hakim Bereket, Kayserili İlyas b. Ahmed’in (İbnül Kemal) ‘ Keşfu’l Akebe’ adlı astronomi eseri ile Türk ve İslam dünyasından pek çok ‘ehl-i ukul’ yani akıl yürütücü düşünürlerin Danişmend Oğulları himayesinde müsbet ilimleri medreselerde 1100’lü yıllarda okuttuklarını ispatlamaktadır….’

Yine, ‘Keşfü’l Akebe’ adlı eserin ön sözünde Melik Ahmed Gazi hakkında,“ …pek çok filozoflar ve faziletli kişiler ve dünyanın dört bir yanından akliyeciler o yüce zata yöneldiler her biri sahip oldukları ilimlerini yapmaları ve ilimlerini uygulamaları ölçüsünde o hazretin cömertlik denizinden pay almaktalar.” [6] tespiti yapılmıştır.

Tarihçi Aşıkpaşazade’ye göre Kayı boyunun Anadolu hâkimiyeti;

“1- Gaziyan-ı Rum (Silahlı ve kolonizatör derviş askerler)
2- Ahiyan-ı Rum ( Ahi Meslep Mensupları Hukukçu Meslek temsilcileri)
3- Abdalan-ı Rum (Horasan Alperenleri ve Dervişleri, İslam ve din tanıtıcıları.)
4- Bacıyan-ı Rum ( Ahi Evran’ın eşi tarafından kurulmuş Kadın Liderler Konseyi, Bey Ana, Gazi Ana ve Bacı Beyler teşkilatı… Asker ve meslek mensubu kadın birlikleri sosyal kolektivistleri.) ” [7]

Aşıkpaşazade’nin ‘ Tarih-i al-i Osman’ adlı eserinde Türkiye Selçuklularının hâkimiyet kurduğu bölgelerde Anadolu Türkmenleri Ahi teşkilatını, ‘Ahiyan-ı Rum’ adıyla kurumsallaştırmıştır. Anadolu Bacılar Birliği olarak adlandırılan, kurucusu Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı olan ‘ Bacıyan-ı Rum’ ise, gerek askeri gerekse sosyal faaliyetleri koordine eden kadın birlikleri teşkilatı ise genel olarak insan hakları ve yaşam kalitesinin artırılması ile savaşlarda kadının ve ailenin olağanüstü rol ve sorumluluklarını belirleyip programlaştırmışlardır. Bunlarla birlikte ‘ Gaziyan-ı Rum’ olarak adlandırılan Anadolu gazileri ve ‘ Abdalan-ı Rum’ olarak bilinen Anadolu gezin dervişleri ise Evliya federasyonları gibi felsefe, din ve itikat ilmi ile Ahiliğin günlük yaşamsal faaliyetlere intibakını ve insanların ahi olarak örgüte intisabını eğitim ve bilim metotları ile gerçekleştirmişlerdir.

Dini, askeri ve sosyal bir meslek teşkilat olan Ahilik, bilimsel ve ilkesel tüm değerlerini Türk kültüründen ve İslam tasavvufundan oluşturmuştur. Ahiliğin bilimsel ve felsefi dayanaklarının araştırılması üzerinde ülkemizde yeterince durulmadığı, ekonomik ve etik boyutu ile yeterince tartışılmadığı da ayrı bir gerçektir. Ahiliğe yalnızca fethin tahkimi olarak bakmak ne kadar yanlış ise yalnızca Anadolu etniklerinin devlet güdümüne girmesi için mali ve ticari üretim ile tüketimin denetiminden ibaret bir yapı olarak göstermek de o kadar sığ bir bakış açısıdır.

Doğrusu; yedi bin yıllık devlet ve medeniyet mensubu olan Türklerin, Abbasiler döneminde daha etkili olmak üzere, İslam devletlerinin yönetiminde söz, karar ve yetki sahibi olmaları ile birlikte, Pers-Fars kültürü ile Türk kültürünün özünde yer alan barış ve fetih bilincinin, Türk akılcılığı birleştirilmesidir.

Bu yapı; İbn-i Sina’dan, Harezmî’den, Farabi’den, İsmail Cevheri’den, El Cezeri’den, Nasuriddin Tusi’den, Vezir Nizamülmülk’ten, Kaşgarlı Mahmud’a, Yusuf Has Hacib’ten, Kemaleddin Farisi gibi yüzlerce bilim insanının emeği, eserleri, icatları ve ilmi ahlakına bağlı olarak gelişmiştir. Ahiliğin temeli elbette bilim zihniyetidir. Şeyh Edebali ile döneminin filozoflarında Ahi Evran Veli’nin akılcılığının ve ileri görüşlülüğünün üzerinde önemle durulmalıdır. Ahi Evran Veli’nin tıp ve felsefe ile ilgili çok sayda enserinin olduğu bilinmektedir. Bu eserlerden birisi olan ‘ letaif-i hikmet’ te ahilik kuruluş felsefesi, “… Allah insanı medeni tabiatlı yaratmıştır. Bunun anlamı şudur. Allah insanı yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, ev edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk gibi birçok meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi demircilik ve marangozluk da bir takım alet ve edevatla yapılabildiği için bu alet ve edevatı da tedarik etmek için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Böylece insanın ihtiyaç duyacağı bütün sanat kollarının yaşatılması gerekir. Bu halde toplumun bir kesiminin sanatlara yönelmesi ve her birinin belli bir sanatla meşgul olması gerekir ki toplumun bütün ihtiyaçları görülebilsin” [8] düşüncesi ile maddi dünyanın insana ait ihtiyaçlarını öne çıkarılmıştır.

Günümüzde, Türk-İslam dünyasının maddi dünyadan koparak her işini Allah’a yaptırmak ve her sorununu Allah’a ve onun meleklerine çözdürmek gibi İslam dini ve Kur’an ile hiçbir ilgisi olmayan kaderciliğe bağlı tembelliği tasavvuf diye, tarikat ve teslimiyet diye kabullenmesi büyük ekonomik, sosyal ve dini felaketlere yol açmıştır. Manevi değerlerden maddi dünyayı çıkarıp, insanı sadece uhrevi alem ile ilgili kılmak, yaratılışa ve akla aykırıdır. Aklın görevi maddi ve manevi dünya üzerinde insanı dengede tutarak Allah’ın talep ettiği imtihanı başarmaktır. Ahi Evran Veli, maddi dünyanın maneviyatını kurgulayarak kaliteli ve standart üretimi bilim ve ahlakın gereği olarak sektörlere kurgulayabilmiş büyük bir Türk filozofudur. O, çağının çağdaş düşünürü ilim ve devlet adamıdır.

İddia edilebilir ki, Yesevi’nin ve ondan intikal eden filozoflar zincirinin çoğunluğunu Farabi ekolü etkilemiştir. Bu ekolün Anadolu’da ‘ Danişmendiye’ kültürünü de oluşturduğu tezi ortaya atılabilir. Türkistan’ın Farab (=Karaçuk) şehrinde doğan ve eserlerinin çoğu Latinceye çevrilerek uzun yıllar Avrupa üniversitelerinde okutulan Abu Nasr Muhammad al-Farabi, Ortaçağ batı filozoflarından etkilenerek inanca dayalı mistik Platonculuk’un Türk ve Arap âlemindeki temsilcilerindendir. Yunanca, Türkçe, Arapça ve Farsça bildiği için “… Aristoteles ilahiyatı olarak bilinen (…) Plotinos’un Ennedlar’ının üç ciltlik çevirisi Arapça konuşan ülkelerde çok etkili olmuştur. Farabi’nin çalışması vahiyden çok akıl üzerine vurgu yapmaktaydı (...)Yunan filozoflarının, özellikle Platon ve Aristoteles’in görüşlerinin uzlaştırılma çabasıdır. Burada Farabi, Aristoteles’ten yola çıksa da yeni Platonculuk’un yorumlarını esas almış görünmektedir. (…) “Hikmet”in şeriat ile uzlaştırılma çabasında ortaya çıkar. Hikmet ile anlatılmak istenen bir halkın kolektif tecrübesinin akılcılaştırılmasıdır. Bu tür bir tutum dönemin bütün Müslüman filozoflarında görülür.” [9] Elbette Farabi’nin yetiştiği çevredeki ilim ve kültür kaynakları Türk medeniyetine aittir. Farabi gerek okuduğu okul gerekse araştırdığı kaynaklar ve aldığı ilim ve feyz derecesi açısından değerlendirildiğinde, Müslüman Türk düşünce sisteminin temsilcisi olan bir bilim insanı olarak kabul edilir. Nitekim, “ …özellikle destanlarda ve Orhon Yazıtlarında ifadesini bulan Türk devlet anlayışı ile Farabi’nin siyaset felsefesi karşılaştırmalı olarak incelenirse, büyük benzerliklere rastlanır. Bu benzerliği, tesadüf ile değil de tevarüs ile açıklamanın uygun olacağını düşünüyoruz. Zira, Farabi’nin doğduğu yer, aldığı aile eğitimi, mensubu bulunduğu kültür çevresi, temel konulara yaklaşımı ve kullandığı kimi kavramlar dikkate alındığında, Türk devlet düşüncesinin Farabi’nin siyaset anlayışını etkilemiş olma ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilebilir. Zira, insan kültürün yapıcısı olduğu gibi aynı zamanda onun taşıyıcısıdır da. Bir başka deyişle, kültür, insanın ürünü olduğu gibi, insan da kültürün bir ürünüdür.” [10] tespiti üzerinden yeni tespitlere ve doğrulmalara gitmek mümkündür. Farabi ekolünün İran-Turan medreselerinden yetiştirdiği âlimlerden olan Ahi Evran, kendi döneminin sanat sahiplerini tüm bölgelerde örgütleyerek meslek birlikleri teşkilatı ve sanayi siteleri örgütü benzeri üretim merkezlerinin ve pazarlarının kurulmasını sağlamıştır. Aynı zamanda bu teşkilat doğal bir sivil savunma ve seferberlik teşkilatı özelliği taşımaktadır. Bu özelliği nedeniyle Türklere ait bir nitelik olan ‘ ordu-millet ’ özeliğini de doğrulamaktadır. Türk milletinin özü devletin bekasını önceler. Türk felsefesi ve hayat tarzı ise hareketli yaşam tarzının gereği olarak eğitimli bir ordu özelliği taşır.

Bu özelliğin gücü ile Moğollara karşı ahi örgütleri kendi bölgelerini savunmuş, Anadolu’nun Moğollar tarafından işgali uzun yıllar önlenmiştir. Bu nedenle Selçuklu Devleti, Moğol saldırılarına karşı mukavemet göstermiştir. Anadolu Selçuklularının Baba İshak ayaklanmaları sonrasında yıpranmış olan ordusu ile 3 Temmuz 1243 tarihinde, 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in aceleciliği ve aşırı kendine güveninden kaynaklanan taktik hataları sonucu Kösedağ Savaşı’nda Selçuklu Devleti’nin Moğollara yenilmesiyle, Anadolu’da yeni ayaklanma ve isyanlar başlamıştır.

Moğol işgalleri ile Selçuklu Devleti’nin parçalanması aşamalarında Anadolu’da daha önceden örgütlenmekte olan Ahiler ve Bektaşiler, Anadolu Türkmen birliği ile Moğollara karşı kendi geleceğinin mücadelelerini yapmaya planlı olarak güç birliği ile başlatmışlardır. Bu başarının odak noktasında ahilik örgütlenmesi ve üretim modeli olduğu kesindir. Moğol orduları tarafından Selçuklu Devletindeki âlim, müderris, rehber ve bilim insanları katledilmiş, vakıf kuruluşlar ve kütüphaneler yok edilmiştir. Fakat sözlü eğitim ve örgütlenme geleneğiyle üretim sektörlerini birleştirerek organik bağ kurulmasını başaran ahilik teşkilatı, Anadolu Türklüğünü ayakta tutarak varlığını ve geleceğini akıl ve bilimle sürdürmüştür.

Arap ve Fars unsurlarla birlikte Ermeni ve Ortodoksların kısa sürede Moğol işgallerine boyun eğmeleri, Ahi Alperenlerin işini Anadolu’da zorlaştırmıştır. Ancak yeni yerleşik kültür ile uyum ve rekabeti başarmak isteyen ve bunu başarırken toplum önderlerinin katkısını ve himayesini toplumsal moral ve öz güveni ile birleştirmek isteyen Ahiler, yerleşik hayata geçme mücadelesi verirken siyasal hükümranlığı kesintiye uğratmamıştır.

Tarihinden günümüze lider güdümlü yaşam mücadelesinden bir türlü kopamayan ve üretimde ferdiyetçi teşebbüs tecrübesi olmayan Türkmenlerin beyliklere bölünerek birbirine düşmelerini Anadolu’da Ahilik teşkilatı önlemiştir. Devletsiz, lidersiz, yersiz ve başıboş kalınması Şeyh Edebali ve Ahi Evran’ın meslek birlikleri teşkilatı ile giderilmiş Anadolu’da yeniden yapılanma ve birlik bilinci mücadeleleri Ahilik kültürü ile pekiştirilmiştir.

Türkmen beylikleri içerisindeki toplumu, kolektif şuur ile güdüleyerek ortak ülkü ile uyumlaştıran âlim ve yönetici sınıfın boşluğunu Ahi Alperenler doldurmuş ve bunu olağanüstü bir örgütlenme ile başarmıştır. Medrese ve toplum liderleri ile devlet bürokrasi arasındaki yönetişim ve etkileşimden uzaklaşan Türk beyliklerinin Anadolu’da yurt ve hâkimiyet ülküsünden uzun bir süre mahrum olmaları da bu sayede engellenmiştir.

Beylikler döneminin kargaşa ve hercümerç ortamında Ahi Alperenleri devreye girerek Anadolu Ahilik teşkilatını Şeyh Edebali’nin yaptığı toplantılarla Osmanlı Beyliği’nin himayesine sokmayı başarmışlardır. Böylece Anadolu, Kafkasya ve Ortadoğu Türkmenlerinin bulunduğu coğrafyadaki fütuhatına yeniden hazırlanma imkânı bulmuş ve Selçuklu Devleti’nin bir devamı olma ülküsünü de doğal olarak benimsemişlerdir. Devletin otoritesinin ve denetiminin olmadığı yer ve dönemlerde, Ahilik teşkilatı adeta devlet görev ve sorumluluğu üstlenmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önce Büyük Selçuklu Devleti zamanında, Anadolu’ya, sınır boylarına yerleşen Türkmenlerden önce fethin felsefi alt yapısını ve zihniyet dönüşümünü gerçekleştiren sufi [sofu, safa, suf, soft, softa] ve hikmet ehli savaşçı kişiler “Alperen” olarak adlandırılır.

Türklerin tarih sahnesine çıkış ve dağılış yeri olan Avrasya’da, Türklere ait ilk tasavvuf merkezi Horasan bölgesi olarak kabul edilir. Zaten Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında “Horasan Erenleri” adı verilen tasavvufî eğitim almış gönül adamlarının çok büyük etkisi vardır.

Horsan’dan sonra, Buhara, Merv, Semerkant gibi merkezler hem bu tasavvuf ekolünün büyüyüp geliştiği, hem de fetih ruhuna sahip alperenlerin yetiştiği yerler olmuştur. Eski Türklerde “kam veya şaman” olarak bilinen dini liderler, Türk boylarının uhrevi ve ruhani danışmanları olarak görev yapmışlardır. Bu anlamda, İslam dinine giren boylar ve toplumlar, “hocalık ve imamlık” müessesesini, özellikle Anadolu Türkmen beylikleri döneminde ve Osmanlı Devleti’nin fetih öncesinde bölgede yaşayan yerli halkların gönüllerin kazanılması süreçlerinde Alperenlerle öncü görev ve sorumluluk üstlenmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına ait yüzyılda, Mevlâna Celâleddin-i Rumi, Sadreddin-i Konevi, Muhyiddin-i Cündi gibi iman-ilim ve medrese mensuplarından oluşturan tasavvuf ve tarikat liderleri, 8. Yüzyıldan başlayarak Muhammedi Hanif İslam dininin yaşanması için geleneksel ‘ kam ve şaman ‘ inanç önderliğini temsil etmişlerdir. Kurdukları tarikat yoluyla önce müritlerine, müritlerin çalışmaları ile okuma yazma bilmeyen halka sözlü kültür unsurları kullanılarak İslam dini kavratılmıştır. Ancak kurulan her tarikat, İslam dininin parçalanmasını hızlandırmış, İslam dairesinde ‘ Ş i a ve S u n n i ‘ iki büyük mezhep ve hizip oluşmuştur. Bu durum Arap, Fars ve Türk kavimleri arasındaki birliği bozmuş, 10. Yüzyıldan sonra Haçlı Seferleri ve 11. Yüzyıldan sonra da Moğol işgalleriyle sarsılan Ortadoğu’da halkın İslam inancını ve itikatta dayalı ibadetini korumak ya da düzeltmek için dört büyük mezhepten sonra beşincisi olan Şialık, İslam’ın birliğine çok büyük darbeler indirmiştir. İslam devletleri rakip devletler olarak bölünmüştür.

Bu bölünme; Türklerde, Horasan’ın Haf Köyü'nde, 757 doğan ve 838 Herat’ta vefat eden ve ‘ Hafî ‘ namıyla anılan ‘ Muhammed bin Ali Zeyneddin ‘ ile etkili olmuştur. ‘ Z e y n i y e T a r i k a t ı ‘ adıyla Konya’da ve Bursa’da şubeler açmıştır. Bursa’daki merkezden tüm Anadolu Türkmenlerine iman ve itikat irşadını, Türk inanç ve yaşam sistemini bir nevi Fars ve Arap ekolüne intisap ettirme mücadelesi vermiştir.

Horasan'ın Nişabur bölgesinden, Lokman Perende Hazretleri ile Hâce Ahmed Yesevi’nin eğitiminden sonra, 1275-1280 yılları arasında Anadolu’ya Baba İlyas’ın yardımına gönderilen Hacı Bektaşi Veli 1242’de Nişabur’da doğmuş ve 1337’de Hacı Bektaş’ta vefat etmiştir.

Hünkar Hacı Bektaş Veli, ilim ve tasavvuf dilini Türkçe öğrenmiş ve Türkçe öğretmiş, Anadolu’da Türkçe konuşan Türkmenlere evliyalık ve liderlik hizmeti sunmuş, Anadolu’da görevlendirilmiş Alperendir.

Kırşehir’in Kara Höyük veya bu günkü adı ile Hacı Bektaş’a yerleşmiş, Osmanlı Devleti’nin kuruluş süreçlerini planlamış, Yeniçeri Ocağı’nın kuruculuğu ve teşkilatlanması onun manevi himayesi ile geliştirilmiştir.



Tarih kitaplarında yer almasa da, Hacı Bektaş ve Ahi Evran’ın Danişmendiler Beyliği ve Karamanoğlu Beyliği tarafından desteklendiği bilinmektedir. Türkçe’nin ve Türkmenlerin Anadolu’da hâkimiyet kurması ülküsü Anadolu Selçuklularından bu iki beyliğe fütuhat vasiyeti-ülküsü olarak kalmıştır. Bu ülkünün kesintiye uğradığı süreçlerde Mevlana, Hacı Bektaş ve Ahi Evran mücadelesi, bir Türk-Fars kültür savaşına dönüşmüştür.

Türklerin; Kur’an ve Muhammedi ahlak sistemine uyumlaştırılması hedefine yönelik olarak geliştirilen Türk tasavvuf geleneği, ‘G ö k t a n r ı’ inancının, İslami iman ve itikat düşüncesinden çıkartılması çalışmalarının dini ve dünyevi organizasyonundan doğmuştur. Türk tasavvuf geleneği adılıyla literatüre giren gelenek, Türk tarikat ekollerini geliştirmiş ve sivil örgütlenmeleri ‘ n i z a m -ı a l e m ‘ ülküsü etrafında birleşmiştir. Anadolu’da 1300 yılında Ahi Evran Veli ve Şeyh Edebali’nin siyasi ve toplumsal danışmanlığı yaptığı ‘ A h i l e r T e ş k i l a t ı, O s m a n l ı D e v l e t i ‘ adıyla devletleşmiş olur.

Tıpkı Moğol işgalinde olduğu gibi Anadolu’da Türk âlimleri ile sivil toplum liderleri, bölge ve meslek önderlerini Müdafaa-i Hukuk çatısı altında teşkilatlandırarak ahilikte olduğu gibi bulundukları her bölgede, şehirde, kasabada ve hatta her coğrafi alanda sivil savunma ile birlikte askeri yöntemlerle kamu denetimcisi sorumluluklarını da üstlenmişlerdir. Bu tarihte sivil ve yerel topyekûn halk savunma gücü, yalnızca Türklerde geliştirilen ‘a s k e r m i l l e t’ sistemidir. Bu sistem özgürlüğün ve bağımsızlığın sigortası gibidir ve doğal olarak Türklerin bağımsızlık karakterlerinin tipik bir yansımasıdır.

Farklı dönemlerde yaşamış olsalar da, doğal sözlü kültürün geleneksel otoriter öğretileri ile ‘insan-ı kâmil’ yetiştiren Yeseviliğe ait süfilik kollarının otoriter tesiri, ahiliği Anadolu’da devletleştirmiştir. Kur’an ve Muhammedi fütuhat kararlılığı ve hoşgörüsü ile Anadolu’da Moğol inancı eritilip yumuşatılmış ve İslam’a yakınlaştırma başarılmıştır. Bu başarının köklerinde ise Yeseviliğe dayalı ahi kolları vardır. Bu kollardan birsi de Selçukluların askeri üs olarak ve büyük taarruz plan ve tatbikatlarının yapıldığı ‘H o y O v a s ı’dır. Bu ova, aynı zamanda İpekyolu güzergâhı olup, tarım, ticaret ve aydın kitlerin danışmanlık yaptığı bilimsel fikri faaliyet üssü özelliği taşımaktadır. Hoy Ovası’nda da, Yeseviliğe ait ahi sufilik kollarının oluşumu dikkatleri çekmektedir. ‘H a c e’ yada ‘hoca’ unvanı ile anılan öncü gönül fetihçileri, Moğol baskısı ile önden giderek yerleşen Oğuz boyları ile Kayseri, Kırşehir ve Konya’da kurulan ahi merkezlerinde birleşmişlerdir.

Entelektüel beyin göçünün sonucunda kısa sürede, Melikgazi Medresesi ve Cacabey Medresesi ekolünden; Muzafferüddin Behramşah, Baba İlyas, Aşıkpaşa’nın Babası Muhlis Paşa, Şeyh Sadrettin Konevi, Hüsamettin Kaşi, Şeyh Edebali, Şeyh Affan, Hacı Bektaş-ı Veli, Kaya Şeyh, Aşıkpaşa, Ahmed-i Gülşehri, Cacaoğlu Nureddin Cebrail, Cemalleddin Musa, Muhtesib Esed, Haffaf Rüzbe, Melik Hatun, Nasuh Dede, Yakub Dede, Kalender Baba gibi Ahi Alperenler, Anadolu’da ahilik kültürünü tabana yayarak birlik bilincini devlet erki ile bütünleştirmişlerdir.

Anadolu Türk kültür bütünü olarak tanımlanan bu uygarlık sonucunda, hem doğudan gelen işgal ve yağma hem de büyük haçlı seferlerine karşı olağan üstü direniş tesis edilerek Türk mührünü Anadolu’ya vurmuşlardır. Bu direnişin dini motivasyon ile açıklanması elbette mümkün fakat savaş ve barış ancak akıl ve teknoloji ile yapıldığından, bu akıl ve teknolojinin de tartışmasız ahi birliklerince sağlandığı kabul edilmektedir. Anadolu ahilerini etkileyen ve çok büyük mücadelelere yol açan siyasi olaylar şunlardır.

a-) Karaman Beyliği’nin Egemenlik Savaşları, 1227-1250
b-) Babai Ayaklanması, 1237-1240
c-) Ahi Evran (=Hoylu Ahmet’in oğlu Mahmut) Türkmen Birlik Hareketi, 1205-1300
d-) Ahi Türkmen Birliğinin Osmanlı Beyliğini Kurması, 1230-1243
e-) Ertuğrul Gazi ve Osman Bey’in Ahi Türkmen Birliğinin Liderliğini Kabul Etmeleri, 1281-1326

Ahi Evran Veli Ve Ahilerin Anadolu Fütuhatı

Ahi Evran, [=Nasirüddin Ebü’l-Hakâyik Mahmud El-Hoyî,], Azerbaycan’ın Hoy Şehri’nde doğmuştur. Hoy Şehri, Anadolu'nun fethinde ve kuşatılması için yapılan askeri harekâtlarda üs olarak kullanılan, fütuhat seferlerine hazırlanılan, Türk dervişlerinin önemli duraklarından olup, “…Sultan Alp Arslan Malazgirt’te Bizanslıları karşılamadan önce ordusunu Hoy ovasında toplamış ve şehirdeki halkın yardımlarından faydalanmıştır. Yine Anadolu Selçukluları ve Azerbaycan Atabeyleri döneminde de Hoy şehri bu tip faaliyetlerde yerini almıştır.” [11] Azerbaycanlı Hoy âlimleri ekolü, Türk bilim insanları için kaynak ekol olarak bilinir. İran-Turan arasında, Tebriz’in en canlı ticari hayatının yaşandığı ipek yolu güzergâhlarından Hoy Ovası, her türlü tarım, meyve, bitki çeşitliliği açısından zengin ve özellikle dokumacılık sektörünün en canlı ticari merkezlerden birisidir. İpek Yolu konaklama güzergâhı içerisindedir. Ticaret ve ilim merkezlerinden çok önemli bir konaklama yeridir. Türk, Arap, Bizans, Fars ve diğer milletlerin kültürleri burada harmanlanması ve özellikle vakıf kültürünün yaygınlıkla buradaki ulema sınıf tarafından biliniyor olması nedeniyle Türkler tarafından stratejik bölge özelliğiyle bilinçli bir yerleşim bölgesi olarak değerlendirilmiştir.

Ahi Evran bu şehirde doğup yetişmiştir. Hem askeri, hem ticari hem de siyasi eğitim ve öğrenim ile bilinçli bir ailenin çocuğu olarak önce Konya’ya, sonra Kayseri’ye ve sonra da Kırşehir’e ailesiyle göçerek yerleşmiştir.

1204’te evliyadan Kayınbabası Şeyh Evhadüddin Kirmani tarafından Ahi Alperen olarak görevlendirilmiştir.” … Şeyh Nasîruddin Mahmûd Ahi Evran bin Abbas (Ö. 1262), kısaca Ahi Evran (Evren) ismiyle anılmıştır. Tarihi bir hüviyete sahip bulunmasına rağmen gerçek kişiliği menkıbeler içinde kaybolmuştur. Gök, kainat ve yılan, ejderhaanlamlarına gelen Evran ismi, efsanevi kişiliğinin bir işareti sayılabilir. (…)Ahi Evran’ın debbağlık mesleğini icra ettiğine dair anane, onun veli olarak anılmasından sonra debbağ esnafının piri sıfatıyla yüceltilmesine sebep olmuştur. Bu bakımdan Türk debbağlarının silsilenameleri kendisine dayandırılmış ve oradan da bütün debbağların piri olan Zeyd-i Hindî’ye götürülmüştür. Osmanlı Devleti döneminde Ahi Evran’ın esnaf zümresi arasında pir olarak kazandığı itibar bütün Anadolu, Rumeli, Bosna ve hatta Kırım’a kadar yayılmıştır.” [12]

Türk kültür bütünü temelinde Anadolu’nun yurt olmasının temellerini atmak, sözlü ve uygulamalı eğitim ve ahlaki ilkeleri toplum ve fertlere kabul ettirmek üzere ‘ irşad ’ görevi verilmiştir. Kayseri’de deri işleme atölyesi kurarak, sanat sahibi arasında kısa zamanda söz sahibi olmuştur. Kayseri’yi Moğollara karşı savunan Ahileri örgütlemiş ve örgütlülüğü ile devlet yöneticilerinin dikkatini çekmiştir.

Ahi Evran Veli’nin dünya ve ahret dengesine yönelik ‘irşat’ görevi, Ahilik öğretisinin dışına taşmamış fakat Anadolu Türkmenleri için Türk Müslümanlık algısının oluşumlarında siyasi mücadeleleri de gerektirmiştir. “… Gülşehri’ye göre Ahi Evran inancının eyleme dönüştüğü noktada keramet sahibidir. “ [13] Korkusuz bir lider olan Ahi Evran, hak ve adaletin tesisi için gençliğinde soygun, zulüm ve talana karşı o dönemin önde gelen ön saflarda yer almıştır. Bu mücadelesi evlenene kadar devam etmiş ve yoksul Türkmen toplumu tarafından lider olarak kabul edilmiştir. Bu liderliği devrin âlimlerince fark edilmiş ve onun ilim ve feraset sahibi olması için Türkmen büyükleri tarafından eğitim ve himaye görmesi uygun bulunmuştur.

Ahilik öğretisinde; dünya için çalışırken kısa günde kırk kez Allah tarafından kulun niyetinin ölçüldüğü, yapacağı iş ile ilgili olarak vereceği kararların kaydedildiği ve dünya-ahiret sorgusunun dünyada ve ahirette mutlaka gerçekleştiği inancı daima akılda tutulması gereken temel değerdir. Bu değerden uzaklaşmak, hangi işi yaparsa yapsın kişi için hayır ve iyilik getirmez. İnsanın niyetinin öncelikle Müslümanların ve tüm inanların yararına olması şarttır.

Türkler, nefislerin hakkaniyet ile mutluluğa ulaşması için gelecekteki cennet yurdunun dünyadaki çaba ile kurulduğuna ve mükemmelleştirildiğine iman etmişlerdir. Türk Müslümanlığının özünde ‘yaşa ve yaşat’ ülküsü vardır. Ahi Alperenleri de bu ülkü ile kendi uhrevi ve dünyevi sistemlerini Muhammedî Hanif din temeli üzerine kurarak irşat ve cihat görevlerini gerçekleştirmişlerdir. Ahi Alperenleri mümkün olduğunca dini ve kültürü bir bütün tutarak devrin siyasi ve iktisadi hükümranlarına parçalayıp bölmekten kaçınmışlardır. Arap, Fars ve İsrailiyat kavmiyetçiliğinin ve mezhepçiliğinin içerisine düşmüş olduğu fitne ve nifaka düşülmesinin önüne geçilmiştir. Esasen bu tedbir bin yılların büyük devlet ve millet tecrübesinin doğal bir refleksi olarak yaşanmıştır.

Ahilik öğretisi ve geleneklerinde kul ve ümmet, kendi öz iyiliklerinden, iç iyiliğin dış iyiliklere işlev olarak yansımasından mükemmelliğe ulaşıp yücelmesinde sorumludur. Bu bir varlık mükellefiyetidir. Akıllı ve vicdanlı her kul bu yükümlülükle doğmaktadır. Akıl yürütme ve tedbir alma çağına erişmiş olan her erişkin Allah’a ve kullarına karşı sorumludur. Ahilik şalı kuşanan meslek mensubu ise hem malından, hem ticaretinden hem de çevresindeki tüm üretim ve tüketim faaliyetlerinden sorumludur. Gerçekten de bu sorumluluk, hem dürüst bir kulluğu hem de doğru bir ümmet bilincinin gündelik hayatta yaşanılmasını şart kılar. Bu şart soncunda; üretimde ve tüketimde helal ve haram ölçüsüne uyulurken doğru ve yanlış davranışların ödülü ve cezası da anında karşılık bulabilmektedir. İyilik ve yararlılık ise uzun bir ölçme değerlendirme sonucunda kişiye unvan ve liyakat olarak yansıtılıp, kişinin başarısı toplum önünde ödüllendirilmektedir.

Ahi Evran, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bayram-ı Velî ve Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İç Anadolu’nun gönül fethini, Ahilik ve Yesevilik tasavvufu öğretilerini bu yükümlülük doğrultusunda icra etmişlerdir. Onların çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği tamamen evrensel doğruluk ve dürüstlük ilkelerine üstün bağlılıkla gelişip olgunlaşmıştır. Bu olgunlaşma Türk kültür bütünü içerisinde mayalanıp zamanı ve yeri geldiğinde pişirilip paylaşılmıştır. Aslında hayat durağanlığa izin vermeyen bir ahenk, bir dengedir. Ahi Alperenler hayatın hiçbir evresinde durağan ve edilgen olmamıştır. Kendileri, kutsal etkinliklerini hak ve adalet adına topluma aktararak, kadın-erkek her fertte kabiliyetlerine göre bir devinim, bir beceri ve bir yararlılık bilinci aşılamışlardır. Bu bilincin kaynağı ise kesinlikle Kur’an ve Muhammedi takvadır. Bu evrensel yasa, tarih boyunca Fars ve Araplara ait gelenekçi inançlar ve dünyevi çıkarlar nedeniyle uygulanamamıştır. İsrailiyat kültüründen gelen ‘yaşamak için köleleştir ve öldür’ dünyaperestliği ve mezhepçi devlet algısı, Türklerin bir kısmını yozlaştırsa da, Ahi Alperenlerin doğruluk, denge ve ‘iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma (=emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker) inancı, arı-duru Türk inanç sistemini, Kur’an’dan ve sünnetten uzaklaştırmamıştır.

Türk inanç kut geleneğinin Anadolu Ahi Alperenlerince İslam dininin emir ve yasaklarına uyarlanması ile irşat ve cihat bilinci, siyaset üstü örgütlü toplumla bütünleşmeyi bir mecburiyet haline getirmiştir. Anadolu Bozok Bölgesi, konargöçer Türkmenlerin varlık ve dirlik mücadelesidir aslında Ahilik örgütlenmesi. Moğolların önünden kaçarak Selçuklulara sığınan çoğu Müslüman zengin tacirlerin iş kurup hayatını devam ettireceği ve söz dinleteceği Türk dili ve medeniyetini temsil eden kaynaşmış [=homojen] kitle zenginliğine sahip olan Bozok Bölgesi, İpek Yolu’nun Anadolu’daki nispeten güvenli bölgelerindendir aynı zamanda…

Selçukluların, Bizans akınlarına karşı uç beylik ve sınır güvenliği statüsü ile desteklediği Türkmenlerin yazılı kültür sahip olmaması, sözlü kültür ile tarım ve hayvancılık sektörü ile yetinmesi, mesleki bilgi ve ustalığı henüz tüm toplum katmanlarına yaymamış olması, buradaki insanların kolektif bilinçle yeniden yoğrulmasını da kolaylaştırmıştır.

Moğol baskısı ile Anadolu Bozok yaylalarına ve ovalarına göçenlerin büyük çoğunluğu kendi mesleki bilgileri, servetleri, lider kadroları, âlimleri ve müderrisleri ile birlikte gelmişlerdir. Özellikle, el sanatlarının ve ticaretin sırrını Türkmen aşiretlerine öğreterek onların başına Yesevi-Bektaşi ekolünden dervişler atayarak, Ahiliğin temellerini kırk yıla yakın bir sürede kurmuşlar, ahiliği sivil bir devlet sistemi özelliğine kavuşturmuşlardır.

Dindaş olsun olmasın, insanın yüreğindeki iyilik noktalarına öncelikle sevgi tohumlarının ekilmesini bu dervişler öncelemişler ve ısrarla öğretmişlerdir. İnsanın gönül bahçelerine ‘o r a k l ı k ve e ş i t l i k ’ bilincinin bizzat maddi maldan önce cömertlikle verilmesi, sevgi tohumlarının serpilmesi, emeğin ve alın terinin kutsallaştırılması ve haklının hakkının, Allah adına korunması için ölümlerin göze alınması, Türklere özgü bir civanmertliktir. Bu civanmertliğin mayasını karanlar ise Yesevi-Bektaşi Alperenleri ve dervişleridir.

Moğol baskısı ile Türklerin Anadolu’da Bizans sınırına yığılmaları ve Bozok bölgesi olan Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kırşehir, Kayseri ve Sivas’ta aşiretlerin kaynaşmasını ve akrabalık bağlarının kuvvetlenmesine yol açmıştır. Bu birliktelik, bilge liderlerle giderek ittifaklara ve daha sonra da bölgede Türk ve Müslüman olmayan milletlerle yerleşik hayatı intisaba imkân vermiştir. Böylece Anadolu Türkmenlerinin Anadolu’yu yurt edinme süreci, doğudan gelen âlim zengin, bilim insanı ve tüccarlarla birlikte filozof Türk bilge dervişleri olan Alperenlerin yönetiminde ve öncülüğünde çekirdek bir sivil devletçiğe dönüşmüş ve kuvvetlenmiştir.

Alperenlerin, Türkmen aşiretleri içerisinde sabırla ektiği tohumların gönül gözüyle himaye edilmesi, gerektiğinde de gözyaşları ile sulanarak yeşertilmesi, cihan hâkimiyeti mefkûresinin tasavvuf geleneğinden aksiyona dönüşmesine çok büyük katkılar sağlamıştır. Türklerin insanlığı yönetme ülküsün ile Osmanlı Beyliği’nin uç bölgelerde Bizans yerleşik hayatına uyumu, gerektiğinde barış için yapılan fedakârlıklar, başka dinden de olsa insani yaklaşım ile ahde vefa, tüm beylikler içerisinden onun güçlenerek çıkmasının yolunu da açmıştır.

Ahi dervişlerinin, Türklerin genetiğinde mevcut olan cömertlik ve paylaşırlık davranışını ehlîleştirip İslamlaştırması, kendi nefislerinde yaşayarak öğrettiği kolektif bilinçtir. Ahi Alperenlik; hamlığın insan ahlakından kalkması, olgunluğun gerçekleşmesi, nefsin pişip arınması için gerektiğinde gençlerin ve erginlerin himayesini esas kabul eder. Göktürk yazıtlarında olduğu gibi Dede Korkut hikâyelerinde de “ Türk Cihan hâkimiyeti mefkûresinin temel gayesi, hiçbir zaman emperyalist bir düşünceyle, daha çok toprak, daha çok ganimet elde etmek olmamıştır. Kutadgu Bilig’ de dünya hâkimiyetinin gayesinin, dünyada barışı, dirlik ve düzeni sağlamak olduğuna dair birçok beyit mevcuttur.” [14] Türk hükümdarları ve erk sahipleri milleti daima Allah adına yönetme ilkesi ile iktidar kurmuşlardır. Fakat kendilerine bahşedilen ‘kut’ erkinin temelinde özü-sözü bir doğruluk ve ilahi adalet sahibi Türk kültürü olduğunun da farkındadır. Bu farkındalık nedeniyle Türkler; Türklüğü ve Türkçeyi devletin ve milletin birliğinin esas unsuru olarak bin yıllardır kabul etmişler, kimliklerinden ve dillerinden asla taviz vermemişlerdir. Türklerin Anadolu hakimiyeti Türk kültürü üzerine Oğuzlar, Selçuklular ve Türkmenler tarafından inşa edilmiştir. Devletin hâkimiyeti, Alperenlerin özverisi, samimiyeti, fedakârlığı, doğruluğu ve sevgisi üzerinde yükselmiştir.

Türklerin insan sevgisi ve yoksulları koruma ve himaye olgunluğu, Anadolu üzerinde vakıf medeniyetini geliştirmiş ve dünyada ilk kez vakıflar, devletin hizmet sunamadığı kitlelerin ayağına hiçbir ayrım yapmadan hizmet götürmüştür. Bununla birlikte Anadolu hâkimiyetinin özünde Türklerin mesleki yeterlilikle pekiştirilerek tüketicilikten üreticiliğe geçirilmesidir. Bunun Türkmen birlikleri içerisinde olağan üstü dönüşüm ve örgütleneme başlatılmıştır. Bu örgütlenme din, dil, ırk ve inanç ayrımını öncelemeyen kardeşlik, ahi paylaşımcılığı ve kooperatifidir.

Her peygamberin bir mesleği ve ıslah etmesi gereken kavimleri vardır. Ancak Muhammed Peygamber bir kavme değil tüm insanlığa rehber olarak görevlendirilmiş ve insanlığın aydınlanması için himaye edilmiştir. Yeseviliğin Horsan kolu ile desteklediği Bektaşilik de Anadolu’da yalnızca Şamanist İslam inancı ile yaşayan Türkmenleri ve onların akrabaları olan Moğolları irşat için değil aynı zamanda ve öncelikle Hıristiyan halk katmanlarını da Müslümanlaştırarak Muhammedi gayeye hizmeti görev bilmiştir.

Çalışarak, kan dökmeden bir çok meslek dalına çalışıp helal kazanmayı ve paylaşmayı öğretmiştir.

Kendi alın teri ile kazanması inancından kaynaklanan ve kendisi de bir kaşık-kepçe yontucusu olan Hace Yesevi’nin ‘ kolonizatör Türk dervişleri ‘ Türklerin yer ve il tutmasının ana ilkesini doğrulukla iş yaparak helal kazanan meslek mensupluğu olarak kabul etmişlerdir.

Ahi Evran Veli, Türkler için Yesevilik öğretilerini mesleki alanda idrake ve uygulamaya geçiren, Türk usulü örgütleme yöntemiyle esnaf ve bürokrasiyi hedef kitle seçen ve Türkmenlerin Anadolu’da yurt kurarak yozlaşmadan egemenlik ve bağımsızlık içerisinde yaşamlarını bizzat örgütleyen büyük sivil devlet adamı ve filozofudur.

Ahi Evren, Fethedilen topraklarda Türkleri yoksul bir tüketici konumundan çıkarak üreten, satan ve kar eden zengin eşit yurttaşlığa yöneltme başarısını göstermiştir. Mesleki bilgi ve bilgi toplumu üretiminin kooperatifleştirilmesini o dönemde idrak eden ve güncel hayatın dinamikleri ile uyumlaştırarak hem üretimin hem de tüketimin denetiminde söz ve karar sahibi olmanın önemini Türklere kavratan örgütleme ve yönetişim dâhisidir. İslami Türk ahlakını üretim ve tüketim kültürünün içerisinde ilkesel düzeyde kamusal temsilciğinin kabulünü, yasal düzeye yükseltme başarısı gösteren çağının veli liderlerindendir

Yesevilik öğretisi ile Ahilik kazanımlarını birleştiren Anadolu Türkmen beylikleri, bulundukları bölgede maddi ve manevi fetihlerde bizzat görev ve sorumluluk üstlenerek savaşta komutan, barışta ise lider olmak ülküsünü benimsemişlerdir. Bu bilinç ve yeteneğe ilişkin olarak; “…Türkmen kabileleri üzerinde telkinâtta bulunduğu, Türkmenlerle birlikte onları temsil eden bu dervişlerin ve tarikatlarin de orta Asya’dan gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Diğer tarikatler gibi Ahiliğin de yalnız şehirlerdeki Burjuva sınıflarına hâs bir teşkilât, meslekî zümrelere ait teşekküller olmadığı ve birçok Ahi rüesâsının köylerde yerleşmiş olduğu da nazarı dikkati celb etmektedir.” [15] tespitinde olduğu gibi, devletin geleceği ve milletin bekası ve yeterliliği için vakıf benzeri bir teşkilatlanma gücü doğrultusunda, fethedilen yerlerde padişah icazetiyle ticari temsilcilik açılmıştır. Bölgedeki sivil şirketler gibi işletilen imalathaneler, pek çok araştırma ile ortaya çıkarılmıştır. Mevcut araştırmalara göre Ahilik teşkilatının yapısı ve ilkeleri Türk-İslam cihan mefkûresi sentezini günlük hayata uyarlanmasıdır. Ahiler; yönetişim, iletişim, denetim ve ticari birliklerin ortaklığını devlet teşkilatına destek sağlayan ve savaşlarda daima devletin emri ile kanuna dayalı plan ve programlara uyum sağlayan sivil toplum gücüne dönüşmüştür. Barışta ise bir okul gibi müfredatlı toplum eğitimi ve Türk kültür bütünü öğretilerek ulusal bilinç ve birlik Türkçe ile benimsetilmiştir.

Bu benimseme, genel olarak dört ana program üzerine inşa edilmiştir:



1-Şeriat Kapısı: Hukuk Düzeni.
2-Tarikat Kapısı: Düşüncede ve Üretimde Uyulacak Kurallar.
3-Hakikat Kapısı: İnsan ve Dünya-Ahiret Dengesi.
4-Marifet Kapısı: Kabiliyet, Beceri, Ustalık ve Yararlılık.

Temel ilkeleri olan;

1 – Doğru sözlü olmak,
2 – Emanete hıyanet etmemek,
3 – Cömert olmak,
4 - Gözünü kötü şeylerden sakınmak,
5 – İkiyüzlü ve yiyicilerden uzak durmak,
6 – Haram ve haramilikten uzak durmak,
7 – Öfkesiz ve (öfke gelince akıl gider) sabırlı olmak.

Ahilik mensuplarının hiyerarşisine üç derce ile unvan verilmiştir;

a-) Yiğitlik; insan-ı kâmile ermiş olmak.
b-) Ahilik; emaneti korumak, ehline vermek ve verilen işi başarmak.
c-) Şeyhlik; İslam’ın ve ümmetin mal ve hukukunu temsil etme yeterliliğine, basiretine ve ‘usta’ lığına sahip olmak.

Ahilikte bir meslek mensubu olarak ‘şed’ kuşanmak şarttır. Şed kuşanmadan elde edilen kazancın haram olması ihtimali vardır. Şed sahibi olmanın ahkâmı ve erkânı vardır. Bu ahkâm ve erkânın kendi içerisinde değişik folklorik bezeme ve rütbeleri söz konudur. Şed denilen bez parçası, müridin beline üç düğümle kuralları gereğince ‘yüksek merasim’ ile bağlanır. Şed kuşanma, özünde, toplumun maddi refah seviyesi ile birlikte helal-haram bilgisini daima her işin ölçüsü olarak kabule dayalı bir nişandır. Şed sahibi kişi Ahiliğe ait her türlü mükellefiyetleri ve standartları kabul ve taahhüt etmiş sayılır. Üretim ve tüketim işlerindeki hata ve yetersizliklerin, aldatma veya kandırmaya yönelik ahlaksızlıkların, her tülü haram üretim ve tüketimin cezasına rıza gösterdiğine dair bir bağlılık yeminidir. Aynı zamanda bu yemin, Türk-İslam devlet ve millet mefkûresine uygun temsilciliğin hukuki beyanıdır.











[1] fsmsem.fatihsultan.edu.tr/fsmsem/hoca-ahmed-yesevi-makale-19.html
[2] http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/bir-baska-zaviyeden-kurulus.html (İhsan KARAÇOKAK, Ağustos 1992 Sayı : 163)
[3] tr.wikipedia.org/wiki/Divan-ı_Hikmet
[4] Tarım, Cevat Hakkı / Tarihte Kırşehir-Gülşehir ve Babailer-Ahiler-Bektaşiler /Cevat Hakkı Tarım. -- İstanbul : [yayl.y.], 1948, 61-62.s.
[5] http://www.kirklareli.edu.tr/download/files/49607914/ahilik-kitabi.pdf
[6] <II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu, 19-20 Eylül 2012, Kırşehir : Bildiriler, C. 1. / hazırlayan: Kazım Ceylan. -- Kırşehir : Ahi Evran Üniversitesi, 2013> İçinde: Bayram, Mikail, “Danişmend Oğulları Döneminde Bilim ve Ahiliğin Kuruluşuna Etkisi,” 13-18.ss.
[7] Bkz: Aşıkpaşazade Derviş Ahmed Aşık / Âşık paşazâde tarihi, Aşıkpaşazâde ; tashihi Ali Bey. -- İstanbul : Matbaa-i Âmire, 1332 H [1913 M].
[8] A.g.b., 18.s.
[9] http://www.acikders.org.tr/pluginfile.php/2795/mod_resource/content/4/12.Hafta%20-%20Orta%20%C3%87a%C4%9F%20Siyasal%20D%C3%BC%C5%9F%C3%BCncesi%3B%20Farabi%20ve%20%C4%B0bn-i%20R%C3%BC%C5%9Fd.pdf (TÜBA - Türkiye Bilimler Akademisi)
[10] http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02237/2004_4/2004_4_CIHANAK.pdf (İSAM®2012)
[11] Öz, Şaban, http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/1722404827_1101020568.pdf (Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 11, S. 1, 2011, 19 -35 ss.)
[12] http://www.kirklareli.edu.tr/download/files/49607914/ahilik-kitabi.pdf
[13] http://www.mevzuatdergisi.com/2010/06a/01.htm (Haziran 2010, sayı: 150)

[14]Öz, Şaban, A. g. m.
[15] http://www.recepsen.com/Kolonizator_Turk_Dervisleri.pdf ( Barkan, Ömer Lütfi, Vakıflar Dergisi, S. II, Ankara, 1942,279- 304.ss.)

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 45667

ulkucudunya@ulkucudunya.com