HACE MUHAMMED BAKİBİLLAH (K.S.)
01 Ocak 1970
Büyük veli İmâm–ı Rabbânî (k.s.) Hazretlerinin hocasıdır.
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, H.971 (M. 1563) senesinde Kâbil şehrinde doğdu. H.1012 (M. 1603) de Delhi'de kırk yaşında iken vefat etti. Türbesi, Kutabrol denilen yerdeki kendi mescidinin yanındadır.
Orta boylu, kırmızı benizli, seyrek sakallı idi.
Gençliğinde ilim tahsili için Kâbil'den Semerkand'a gidip, zâhirî ve akli ilimleri, zamanının en büyük alimlerinden olan Mevlânâ Sâdık Hulvânî'den öğrendi. Yüksek yaradılışı ve kâbiliyeti ile kısa zamanda, ilimde en yüksek seviyeye ulaştı.
Zâhirî ve bâtinî kemâlat ile mücehhez, cezbe ve ilâhî aşk ile bezenmiş, zühd ve takva ile ma'ruf, cömertlik vasıflarına mâlik bir zat. Hâce Muhammed Bahaü'd-dîn Nakşibend Hazretlerine mânen bağlı olmakla (Üveysî) idiler. Zâhiren ise Mevlâna Hâcegî Emkengî Hazretlerine bağlı idiler.
Hâce Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin ruhaniyetinden dahi feyz al-mışlardır. İlk zamanlar Kâbil'den Semerkand'a gelerek orada zâhirî ilimler ile meşgul olmuşlar, daha sonra da Hâcegi Emkengî Hazretlerinden bâtınî ilimleri öğrenmişlerdir.
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri ilim hayatından şöyle anlatmıştır:
—"Büyüklerin kitaplarından bir kitabı okurken, o büyükler bana göründüler, beni benden aldılar. Şah Nakşibend'in (k.s.) mübarek ruhaniyetleri, bana zikir telkin edip, cezbe ile taltif eyledi."
"Gerçi biz, önceki veliler gibi çetin riyazetleri çekmedik ama, intizârlar (bekleyişler) ve büyük ızdıraplar gördük ki, bunların arasında riyazetler ve çok sert muameleler vardı."
ANNESİNİN DUASI
İlk günlerinde annesinin duasını da şöyle anlatıyor:
— "İlk günlerimde muhterem annem, kararsızlığımın, kudretsizliğimin ve zayıflığımın çokluğunu görünce kırık ve mahzun bir kalb ile ihtiyaç ve acz içinde, içli bir ağlama ile gece seher vaktinde Allahü Teâlâya yalvarıp, şöyle dua etti:
—"Ey benim ve seni istemekte herşeyden vaz geçmiş ve gençliğin lezzet ve arzularından el çekmiş olan oğlumun Rabbi! Ya onu maksadına kavuştur veya beni daha yaşatma ki, oğlumun maksadına kavuşmamasına ve elemine dayanamıyorum."
"Annem çok defa gece yarıları sahralara çıkar, Allahü Teâlâya böyle münâcaat ve dua ederdi. O dua ve yalvarmaları sebebiyle, Allahü Teâlâ benim kalb gözümü açtı. Allahü Teâlâ bizim tarafımızdan onu en iyi karşılıklar versin."
ANNESİNİN DERGÂHA HİZMETİ
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin annesi, evinde kendisine hizmet eden kadın hizmetçileri olduğu halde, dergahın hizmetini kendisi görürdü. Hatta tandıra bile ekmeği kendisi kor, pişirirdi. Yemekleri pişirip hazırlardı. Taze ekmeği dergahda bulunanlar için verir, kendisi kuru ekmek yerdi. Çoğu zaman bir kuru hasır üzerinde yatardı. Birgün Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, annesinin güçsüz ve takatsiz bir hal almış olduğunu görerek, dergahın yemek pişirme işini bir başkasının yapmasını söyledi. Fakat annesi böyle bir hizmetten mahrum kaldım diye ağlayarak;
—"Bilmiyorum, ne kabahatim oldu ki, Allahü Teâlâ beni bu hizmetten mahrum eyledi. Yaptığım en iyi iş, o faziletli oğlum Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'ne ve talebelerine ekmek ve yemek pişirmek idi. Onu da benden aldılar" dedi. Tevâzuunun, inkisarının ve edebinin çokluğundan, bu durumu oğlu Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerine açıklamadı. Annesinin bu ızdırabı, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerine bildirilince, bir ni'met olan bu hizmeti tekrar annesine verdi."
İSTİHARESİ
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, salihleri ve meczubları aramakta çok gayret gösterir, birçok memleketi dolaşır ve temiz kalbi olanları bulur, onlardan nasibini alırdı. Bu seyahatleri sırasında Silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye büyüklerinden birinin sohbetine kavuştu. Ona talebe olmak ve tam bağlanmak istedi. Bunun için istihare yaptı. Rü'yasında Muhammed Pârisâ hazretlerini gördü. Muhammed Pârisâ (k.s.) rü'yasında ona buyurdu ki:
—"Tasavvuf yolunda ilerlemek en iyi ahlak ile ahlaklanmaktır. Bu büyük nimet ve saâdet ele geçince, bu yolda elde edilecek faide, elde edilmiş demektir."
TÖVBESİ
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, başlangıçta ilk istifadesini şöyle anlatmıştır: "İlk defa günahlardan tövbe, Hâce Übeyd hazretlerinin huzurunda oldu. Benim için Fâtiha okumasını istedim. Sonra Semerkand'da bulunan ve Ahmed Yesevî'nin yolunda olan İftihâr Şeyh'e talebe olmak arzusu ile tekrar tövbe ettim. Her ne kadar "Siz gençsiniz, siz bu işe katlanamazsınız" dediyse de, arzumun çokluğunu görünce; "Bir Fatiha okuyalım" ve "Allahü Teâlâ istikamet versin, Büyüklerin maksadına uygun azimet nasib eylesin, kalbinde büyük değişmeler ve nefsinde harablıklar (ıslah) vâkî olsun" dedi. Bir başka zaman Emîr Abdullah Belhî'nin huzurunda tövbemi yeniledim. Elimi müsafahaya yakın bir şekilde tuttu. Ümid edilir ki, bunun bereketi kıyamete kadar devam eder."
Bundan sonra bir müddet daha dolaştım. Nihayet rü'yada, Şah Nakşibend Hazretlerinin huzurunda tam bir tövbe yaptım. Bundan sonra bende tasavvuf yoluna girmek arzusu aşikar oldu. Bu yola girmek için her çareye başvurdum. Nihayet mübarek zâtlardan biri bana;
—"Peygamber Efendimizden (s.a.v.) gelen zikir, neticeye kavuşturur" dedi. Bütün gayretimle bu sözü söyleyen zattan zikri ve murâkabeyi almak için uğraştım. İki sene o zâtın silsilesindeki zikre, murakabeye ve tesbihlere devam ettim. Her ne kadar bu sırada gizli işaretler diğer bir yola girmeyi gösterdiyse de, ayaklarımı yerden kaldıramadım. Böylece nefsi yenip gönül bahçeme, Allahü Teâlâ'nın izni ile büyüklerin kerem tohumunu ektim. İnşâallah o tohumu, ikram ve ihsan edip, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nehirlerle beslerler. Bundan sonra Keşmîr'e gittim ve orada Baba Vâli'nin sohbetine devam edip, bereketli nazarlarına ve teveccühlerine kavuştum. Cenab-ı Hakka hamd ve senâlar olsun ki, o teveccühler ile kabul kapısı aralandı. Keşmir'de sohbetine devam ettiğim Baba Vâli, nakşibendiyye yolundan icazetli olduğu için, kendilerine gelen tâlibin istidâdına o silsile yoluyla feyz verdiler. Baba Vâli'nin vefatından sonra, bu yolda bilinen gaybet (kendinden geçme) hali ele geçti ve büyük velîlerin ruhları müjdeler verdiler, telkinlerde bulundular. Bereketli teveccühleri ile nisbetim, irtibatım kuvvetlendi ve gaybet dairesi genişledi. Yol açıldı ve aydınlandı. Velhasıl cem'ıyyet ele geçti."
MÜRŞİDİNİ BULMASI
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, Mâverâünnehr şehirlerinden birine giderken, bir gece rü'yasında Mevlâna Hâcegî Emkengî Hazretlerini görmüş o ona şöyle buyurmuştur:
—"Ey oğul, senin yolunu gözlüyordum."
Mevlânâ Hâcegî Emkengî'nin huzuruna kavuşup, çok yardım ve ihsanlar gördü. Hocası onun yüksek hallerini dinledikten sonra, üç gün üç gece onunla birlikte yalnız bir odada sohbet etti. Bir müddet ona feyz verdi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, hocası olan evliyanın büyüklerinden Hâcegî Emkengî'ye talebe olmasını şöyle anlatmıştır.
—"Nihayet inayetlerinin çekmesiyle hakikatler sahibi, irşad dergahı, Mevlana Hâcegî Emkengî hazretlerinin huzuruna kavuştum. Candan bir arzu ve istek ile bi'at edip, müsafaha eyledik. Büyükler yolunu ondan aldım. Hâcegî Emkengî Hazretlerinin sohbetinde bulunmakla ve Şah Nakşıbend Hazretleri'nin (k.s.) ve halifelerinin yüksek ruhaniyetlerinin imdadı ile, bu büyükler silsilesine dahil olup, Hâcegî Emkengî'nin halifesi olup makamına geçtim."
Hâcegî Emkengî hazretlerinin, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'ne hilâfet ve tam bir icâzet verip, Hindistan'a gönderdiğini duyan talebelerinden ba'zıları gayrete gelip, aralarında bir huzursuzluk hasıl oldu. Kendileri uzun müddet orada oldukları için yeni gelen bir gencin kısa zamanda tam bir icâzetle dönmesi onları düşündürmüştü. Hâcegî Emkengî hazretleri bu durumu duyunca şöyle buyurdu:
—"Dostlarım bilsinler ki, bu gencin işini tamamlayıp buraya bizim yanımıza öyle gönderdiler. Yanımıza hâllerinin doğru olup olmadığını kontrol için geldi. Şüphesiz öyle gelen böyle gider."
ESERLERİ
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin eserleri şunlardır:
1- Külliyat-ı Bâkî Billah
2- Mektupları,
3- Rubâ'ıyyat: Bu eserini İmam-ı Rabbânî hazretleri "Şerh-i Rubâıyyât" adıyla şerh etmiştir.
YÜKSEK HALLERİNDEN...
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, daima hallerini gizlerdi. Çok mütevazi idi. Suâl soranlara zaruret miktarınca, kısa cevap verirdi. Bununla beraber, tasavvuf yolunda karşılaşılan derin ma'nâların halli için sorulan suâlleri, soranın tamamen anlayabileceği şekilde, çok açık olarak izah ederdi. Belki yanlış anlar ve yanlış yola gider düşüncesiyle, bu hususta çok dikkatli davranırdı. Dâimâ hüzünlü ve üzüntülü olduğu halde, huzuruna gelenlere neşeli ve tebessüm ederek konuşurdu. Müslümanlara çok yardım eder, iyi işlerinde onlara faydalı olmaktan hiç kaçınmazdı. Âlimlere ve büyüklere, aşırı bir ta'zim ve hürmetleri vardı.
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin şefkati ve merhameti o kadar çok idi ki, bir defasında Lâhor şehrinde kıtlık vâki olup, yaşamak güçleşmişti. O günlerde o da, Lâhor'da bulunuyordu. Hatta birkaç gün yemek bile yemedi. Her ne zaman huzuruna yemek getirseler; "İnsanlar, sokaklarda açlıktan can verirken, bizim yememiz insafa sığmaz" derdi. Getirilen yemeklerin hepsini açlara dağıtırdı. Lâhor'dan Delhi'ye giderken çok defa, daha bir-iki kilometre yol almadan, yaya yürüyen bir zavallıyı görür, hayvanından inip, onu bindirir, kendisi yaya yürürdü. Hatta tanıdıklarından biri bu yaptığını görerek; "Kendisi yaya gidiyor" demesin diye, tevazu'undan sarığını başına iyice geçirerek kendisini belli etmezdi. Şehre yaklaşıca hallerini gizlemek niyetiyle, tekrar hayvana binerdi. Şefkati ve acıması o kadar çoktu ki, hayvanlara bile şâmildi.
Bir gece teheccüde kalkmıştı. Bir kedi gelip yorganının üzerinde uyumuştu. Sabaha kadar sıkıntı ve mihnetlere katlanıp kediyi uyandırmadı. Eğer kendisinden bir harika, bir keramet zuhur etse, Allahü Teâlânın mahlûkatına olan aşırı şefkatinden, acımasından dolayı derdi."
Üç-dört yaşlarında küçük bir çocuk, İran'da şiraz'ın güneyindeki Firuz-abad kal'asının onbeş-yirmi metre yüksekliğindeki duvarından, zemin taş olan yere düşmüştü. Öyle ki çocuğun kulaklarından kan gelip nefesi kesilmişti. Çocuğun annesi bu hadise karşısında çocuğunu kucaklayıp, çaresizlikler içerisinde ağlayıp inleyerek, doğruca Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin huzuruna gitti. Derin bir üzüntü ve içli bir yalvarışla çocuğunun kurtulması için himmet ve dua istedi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin adeti şöyledi ki; teveccüh ve tasarruflarını, ma'nevi yardımlarını, sebebler altında gizlerdi. Bu durum karşısında da himmetini gizleyip bir tıb kitabı istedi. Kitabı alıp; "Öyle anlıyorum ki bu çocuk ölmeyecek!" buyurdu. Orada bulunanlar hayretler içerisinde kaldılar. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri bundan sonra bir müddet sessizce durup çocuğa himmet ve duâda bulundu. Bir de baktılar ki çocuk eski haline gelip sapa sağlam oldu. Bu hadiseye şahid olanların şaşkınlığı bir kat daha arttı.
Doğruluktan ve mürüvvetten uzak olan bir asker, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin komşularından birine eziyet etmekte idi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, bu zulmü görerek, rahat edemeyip, o askere nasihat etti. Fakat o zalim asker nasihatlerini kabul etmedi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, mazluma merhametinin çokluğundan, o zalime şöyle dedi:
—"Merhameti gibi gayreti de çok olanların (büyük velîlerin), komşularına yaptığınız bu iş sizi helâk eder. Haberiniz olsun!" İki-üç gün sonra o zalim askeri açıkça hırsızlık yapma suçundan yakaladılar ve öldürdüler.
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin komşularından bir genç içki içer ve her çeşit kötülüğü yapardı. Bunu duyar ve ıslahı için bekleyip tahammül ederdi. Birgün Hâce Hüsâmeddin'in haber vermesiyle, görevliler o genci yakaladılar ve habse attılar. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri bunu duyunca, Hâce Hüsâmeddin'i çağırıp darıldı. Hâce Hüsâmeddin; "Öyle fasık, öyle kötü bir kimsedir ki, kötülükleri sayısız ve başkalarına zarar verir haldedir" deyince, üzüntülü bir şekilde, derin bir ah çekip buyurdu ki:
—"Sen kendisini salih, temiz ve hayırlı gördüğünden senin nazarında o, fasık, kötü bir şerir görünüyor. Fakat biz ki, hiçbir şekilde kendimizi ondan farklı görmüyoruz. Nasıl olur da onun zararına bir söz söyleriz?" Sonra o genci, araya girerek hapisten çıkardılar.
O genç, komşusu Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin yakın alakası ve şefkati karşısında son derece memnun olup, günahlarına tövbe etti. Kötü işlerden vaz geçti ve salih bir kimse oldu.
MUHAMMED HÂŞİM-İ KİŞMÎ ŞÖYLE ANLATMIŞTIR:
—"Birgün camilerden birinin yanında talebelere ayrılmış bir odada oturuyordum. Bir talebe diğer bir talebe ile evliyanın halleri üzerine konuşuyordu. Bir ara bu talebelerden biri, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nden bahsedip "Bu güne kadar çok yerler gezdim. Bu zamanda onun gibi nefsini terketmiş, cefâlar çekmiş, kimse yoktur" diyerek şöyle anlattı:
"Hâce Kutbüddîn hazretlerinin mübarek mezarlarının başındaydım. Aniden: "Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri geliyor" dediler. Mezara hizmet eden hizmetçi, mezara yakın bir yere, onlar için bir iskemle ve üzerine minder ve örtü koydu. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri için hazırladı. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri daha teşrif etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi. Gözü iskemleyi ve üzerindeki örtüyü görünce;
—"Bu nedir ve kimin içindir?" dedi. Hizmetçi; Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'ni göstererek;
—"Gelen şu aziz içindir" dedi. O kendinden habersiz adam kızarak, kötü söyleyerek, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri (k.s.) için bağırmağa, sövüp saymağa başladı. Bu sırada Hâce Bâkî Billah Hazretleri içeri girdi. Söven kimse, onu görünce huzurunda, yüzüne karşı daha kötü sözler söyledi ve;
—"Ey filan! Sen buna layık mısın ki, senin için buraya minder koysunlar?" dedi: Adam bağırıp çağırmaktan ter içinde kalmıştı. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin orada bulunan talebelerinden bir çoğu, onu ikaz etmek istediler. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri hepsini göz işareti ile bu işten vazgeçirip kötü sözler söyleyen o kızgın adamın yanına gidip, yumuşak ve tatlı bir ifade ile
—"Evet, senin dediğin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasıl layık olurum, benim haberim olmadan bu işi yaptılar. Af ediniz efendim ve kalbinizi, bana karşı kötü düşünceden boşaltınız" deyip, kaftanlarının kolu ile o bağıran adamın alnının terlerini sildi. Sonra ona bir miktar para bile verdi. Böylece adamın öfkesi yatıştı. Bu hadiseyi nakleden kimse sonra şöyle dedi: "Ben o adamın bağırıp çağırmaları karşısında Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin halinde ve konuşmasında en ufak bir değişme görmedim. İşte o zaman yeryüzünde, melek sıfatı ile kimsenin bulunduğunu yakînen anladım."
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin zamanında kendisini seven veliler kendisi ve fakirler için, altın ve gümüş paralar gönderirlerdi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri de bu paraları fakirlere dağıtırdı. Hakikatten uzak ba'zı zavallılar onu kendileri gibi zannedip dil uzatırlardı.
YÜKSEK HALLERİNDEN...
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri bedenen zayıf olup, dâimâ abdestli olmağa, daha çok ibadet ve tâat yapmağa uğraşırdı. Yatsı namazından sonra odasına döner bir miktar murakabe ile meşgul olur, a'zalarının zayıflığı galebe gösterince, kalkar abdest alır, iki rek'at namaz kılar, yeniden otururdu. Bedeninde halsizlik ve yorgunluk vaki olunca, tekrar abdest alır, gecenin çoğunu böyle geçirirdi.
HELAL YEMEK
Yemek yemede ihtiyatı o kadar çok idi ki, bir hediye gelse, onu; "Biz hediyeyi geri çevirmeyiz" hadîs-i şerîfine göre geri çevirmez, ama husûsî işlerine de sarf etmezdi. Daha temiz ve daha iyi yerden borç alır ve fıkıhta bildirildiği şekilde "Bu daha helaldir ve daha iyidir" hükmü ile hareket eder ve hediyeyi oraya verirdi. Yemek pişirenin abdestli olmasını, hatta huzur ve safa sahiplerinden olmasını, yemek pişirirken çarşı, pazar ve dünya kelamı söylenmemesini iyice tenbih ederdi.
—"Huzur ve ihtiyat sahibi olmayanın yemeklerinden, bir duman çıkar ki, feyz kapısını kapatır ve feyzin gelmesine engel olur. Feyze vesile olan temiz ruhlar, şüpheli şeyler yiyen kişininkalb aynasının karşılarında durmazlar" derdi. Bütün talebelerini bu hususa riayete teşvik eder, az bile olsa, riayet etmeyenlerin hallerinden bunu hemen anlardı.
YİNE HELAL YEMEK...
Birgün hal ve keşf sahibi dostlarından biri gelip;
—"Halimde bir bağlanma, bir kapanma, kalbimde bir karartı görüyorum ve hissediyorum. Ne kabahat işlediğimi de bilemiyorum" deyince, Hâce hazretleri;
—"Yemeklerde ihtiyatsızlık vaki oldu" buyurdu.
—"Yemekler her günkü yemeklerdi" deyince, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri;
—"İyi düşününüz, iyi düşününüz ki, bundan başkası olmasa gerek. Muhakkak ufak bir ihtiyatsızlık bu hale sebep olmuştur" dedi. İyice düşününce;
—"Yemek pişerken, ihtiyatlı olmayan, helal olduğu şüpheli iki üç odunun da yemek pişirmek için yakıldığını hatırladım" dedi.
Her işte azîmet ve en evla olan şekliyle hareket ederdi. Ya'ni şüphelilerden sakındığı gibi, mübahların da fazlasından sakınır, mübahları zaruret miktarı kullanırdı.
Birgün dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyacı oldu. Hatırından, Hâce Hazretlerinden bir yorgan istemeği geçirdi. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerine bu düşüncesi, zahir olup, namazdan sonra;
—"Filan dervişe ve yorgan ihtiyacı olanlara, yorgan veriniz" buyurdu. O derviş;
—"O günden beri Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerini üzecek bir düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum" demiştir.
Muhammed Hâşim-i Kişmî, Şeyh Tâceddîn'den şöyle nakletmiştir:
"Bir gün Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, nehre doğru gidiyordu. Muzdarib, garib, çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu. Ben de onun arkasından gidiyordum. Biraz sonra, arkasından gittiğimi anladı, âh ederek, içli bir ses ile;
—"Ey Tâceddin, vâridât, feyzler, nurlar, haller ve esrarı üzerime o kadar yağdırıyorlar ki, bu nehir mürekkeb olsa, onları yazamadan biter. Amma benim için bunlardan ne çıkar. Benim aradığım görülemez, bilinemez, istek anlatılamaz, istenen vasfedilemez" buyurdu.
YÜKSEK HALLERİNDEN...
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri, (istiğrak) tasavvuf halleri içinde kendinden geçmiş bir durumda olmasına rağmen, iki sene talebelerini yetiştirmekle meşgul oldu. Talebelerinin en büyüğü ve en üstünü olan İmâm-ı Râbbânî hazretleri tasavvufta yetişip kemâle ulaşınca, kendini sohbetten ta'lim ve telkinden çekip, dostlarını ve talebelerinin yetiştirilmesini ona havâle etti. Kendini bu işten çekip, yalnızlığı tercih etti. Âhirete ait büyük bir elem ve üzüntü ile yalnız kaldı. Sâdece cemâatle namaz kılmak için dışarı çıkardı.
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, ya'ni Ebû Bekr Sıddîk'a (r.a.) baksın" hadis-i şerifini hatırlardı. Bununla beraber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi.
Gaafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allahı hatırlarlar" hadîs-i şerîfini hatırlarlardı. Hatta öyle ki; birgün Hindû'ların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerine takılınca, birbirlerine "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hatırımıza geldi" dediler.
Bir zât şöyle anlatmıştır: "Birgün, gelip namaza yetiştim ve Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin de bulunduğu cemâate dahil oldum. Her taraf dolu idi. Yalnız Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin yanı boş idi. Ben, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'ni yakînen tanıyordum. O boşluğa oturdum. Biraz sonra Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri 'nin heybet ve azametleri kalbime hücûm etti. Hattâ ondan bir hayli uzaklaştığım halde sükûnet bulamadım. Elimde olmayarak, biraz daha arkaya çekildim. Böylece, öyle bir yere geldim ki, ayağımı biraz daha arkaya götürsem sofadan düşecektim. Bu hâl bana çok te'sir etti. O günden sonra, o ariflerin büyüğünün hâlis sevenlerinden oldum."
Bütün bu heybeti ile berâber, ızdırabının coşması ve şöhretten kaçarak kendini halkın gözünden düşürmek arzusu ile, yalnız başına sokaklarda ve pazarda dolaşır ve bir duvarın gölgesinde topladığının üstünde otururdu. Bu kendinden geçme ve hayret zamanlarında, dinden kıl ucu kadar ayrılmaz, azîmetle olan amellerde bir gevşeklik olmazdı.
Eğer talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, zahirde kızmaz, dile almaz ama yakın oldukları halde, bâtınlarını ondan çekerler, ayırırlardı. Ba'zan rü'yada îkâz ederdi. Hata ve eksikliklerini talebelerine bu yolla bildirirdi.
VEFATINA YAKIN
Vefatı yaklaştığı son günlerde hanımına;
—"Ben kırk yaşına gelince, büyük bir hadise önüme gelir" buyurdu. Mübarek ellerini açtı ve;
—"Elimde olan çizgi, sana söylediğim sözün nişanıdır" dedi. Yine günlerden birgün, eline bir ayna alıp, hanımını çağırdı ve;
—"Gel beraber bu aynaya bakalım" dedi. O afife hatun şöyle demiştir; "Aynada, onu tamamen beyaz sakallı gördüm ve korktum. Bana böyle görünmeyiniz, bakmaya gücüm yetmiyor" dedim. Tebessüm etti ve kendini asıl şeklinde gösterdi.
Yine bu günlerde idi. Kendi keşflerini, bir rü'ya görmüş gibi anlatmaları adeti olduğundan,
—"Evliyaullahdan birine, bu yakınlarda Nakşibendî silsilesinin büyüklerinden biri ahırete intikal edecektir. Delhi şehrinin kenarında bir yere gömülsün ve insanlara karışmaktan kurtulsun, diye bildirildi" dedi. Bu zatın kim olduğu hususunda, ba'zı talebeleri istihare eylediler, izin verilmediğini anlayınca, istihareden vaz geçtiler.
Yine birgün kendisi için;
—"Bana şöyle bildirdiler ki; senin dünyaya gelmekten maksadın, tamam oldu. Dünyada işin kalmadı, artık sefere çıkmak icab ediyor" buyurdu. Ve yine;
—"Görüyorum ki, kutb-i zaman öldü diyorlar. Bu zamanda kendime mersiye olarak, güzel bir kaside okuyorum ve içinde çok yüksek ma'rifetler bulunduğunu anlıyorum" buyurdu.
HASTALIĞI VE VEFATI
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri Hicri binoniki senesinin Cemâziyel-âhır ayı gelince, bir hastalığa tutuldu. Bu günlerde şöyle buyurdu:
—"Hâce Ubeydüllah Ahrâr'ı (k.s.) rü'yada gördüm ve bana; "Gömlek giyiniz" buyurdu. Bu rü'yayı anlattıktan sonra, tebessüm etti ve; "Eğer yaşarsam öyle yaparım, yaşamazsam, gömleğim kefenimdir" buyurdu.
Bu günlerde sefere çıkmak isteyen muhlis talebelerinden bir çokları gelmişlerdi. Hastalığının çok olduğu zamanlar, derin ilimler ve çok yüksek hakîkatlerden bahsetti. Bir gece, hastalık o hâle geldi ki, gören can vermekte olduğunu sanırdı. Bir müddet sonra kendine gelip;
—"Eğer ölmek bu ise, ne büyük bir ni'mettir. Bu halden kurtulmak istiyorum" buyurdu. Cemâziyel-âhır ayının yirmibeşinde Cumartesi günü, hazırlık ve ayrılık eserleri görülmeğe başladı. Bütün dostlarına bakışları ile veda ederken, talebeleri, eshabı ve dostları ağlamağa başladılar. Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri ise tebessüm buyurup hayretle bakıyor ve sanki:
—"Siz nasıl dervişlersiniz, kazaya rıza dairesinden çıkıp ağlarsınız" diye söylemek istiyordu. Bu sırada talebelerinden biri "Ya İlahel-âlemîn" mübarek kelimesini söyledi. Sür'atle o tarafa yüzünü çevirip ona baktı. Orada olanlardan biri "Onların bu hareket ve teveccühü hakiki mahbubun ismini duyma şevkindendir" buyurunca, bu sözün te'siri ile mübarek gözleri yaş ile doldu. İkindi vakti yaklaşmıştı. Sesli olarak Allahü Teâlâ'nın ismini zikretmekle meşgul olup böylece; "Allah, Allah..." diye diye ruhunu teslim eyledi. Vefatından sonra, en sadık talebeleri, karar verdikleri bir yere mezarlarını kazdılar. Fakat tabutu oraya götüremediler. Telaşla bir başka yere götürdüler. Tabutu yere indirdikten sonra, ne görsünler! Orası bir defasında Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretlerinin talebeleri ile geldikleri bir yer idi. Burayı beğenmişti. Burada abdest alıp, iki rek'at namaz kılmıştı. O temiz yerden bir miktar toprak eteğine yapışmıştı ve "Bu yerin toprağı bizim eteğimizi tuttu" buyurmuştu. Ana caddeye yakın olan bu yerde kabrini kazdılar. Bu irşad memleketinin padişahını, üzüntülerle mezâra indirdiler. Hâce Hüsâmeddîn Hazretlerinin gayretleri ile, mezarın etrafına; ağaçlar, meyveler, çiçekler dikip, orasını gayet güzel bir bahçe yaptılar. Kabr-i şerifini ziyaret edenler bereket ve şifa bulurlar.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri, yazdığı kitaplarda hocası Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'ni methetmiş, büyüklüğünü bildirmiştir. Mesela; "Mebde' ve Me'âd" risalesinde şöyle buyurmuştur.
—"Hayr-ul-beşer olan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı görmek ve o zamanda bulunup, sohbetine kavuşmakla şereflenemedik ama, Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri'nin sohbetine kavuşmaktan da mahrum kalmadık. Kavuştuğumuz ni'metlere şükürler olsun."
MÜBAREK SÖZLERİNDEN...
Muhammed Bâkî Billah (k.s.) Hazretleri buyurdular:
—"Kalbinde ma'rifet-i ilâhî isteği olmayanla sohbet etme, arkadaşlık yapma. İlmini: mevki, makam ve övünmek için vesile eden alimlerden, aslandan kaçar gibi kaçınız."
—"Cahil tarikatçılarla berâber bulunmaktan sakınınız."
İŞİN ESASI..
—"Ma'rifetin kısım ve mertebeleri çoktur.. İşin esâsı, dinimizin esası üzere olmaktır."
—"Oruç tutmak, Allahü Teâlâ'nın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahü Teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir."
—"Bu yolun büyükleri son derece gayretli ve nâziktirler. Onların yolu, hiç eksiksiz Resûlullah'ın(s.a.v.) yoludur."
—"Resûlüllah'a tabi olmak, Ehl-i sünnet vel-cemâat i'tikâdında bulunmak ve bu büyüklerin nisbetini (bağlılık ve muhabbetlerini) kalbinde saklamak, dünyanın her ni'metinden iyidir."
BELÂLAR
—"Rıza sahiblerine, belâlar, musîbet değildir. Onlar belâları beğenmemezlik etmezler. Çünkü, belâları veren yine Allahü Teâlâ'dır."
—"Ümîd ipinin ucunu hiçbir zaman elden bırakmamalıdır."
—"Sözün özü şudur: Gönül dostla olmalı, beden de işte bulunmalıdır."
HELAL - HARAM
—"Sakın helal ve haramdan her bulduğunu korkusuzca yiyenlerden olma!"
—"Haram ve şüpheli bir lokma yememek için, çok gayret ve dikkat etmelidir."
TEVEKKÜL
—"Tevekkül, sebebe yapışmayıp, tembel oturmak değildir. Çünkü böyle olmak, Allahü Teâlâ'ya karşı edepsizlik olur. Müslümanın meşrû olan bir sebebe yapışması lazımdır. Sebebe yapıştıktan ve çalışmağa başladıktan sonra tevekkül edilir. Ya'ni istenilen şey, bunun hasıl olmasına sebep olan şeyden beklenilmez. Çünkü Allahü Teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşmak için, bir kapı gibi yaratmıştır. Birşeyin hasıl olmasına sebep olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeğe benzer ki, edepsizlik olur. Allahü Teâlâ ihtiyaçlarımıza kavuşmak için kapıyı yaratmış ve açık bırakmıştır. Onu kapamamız doğru değildir. Bizim vazifemiz kapıya gidip beklemektir. Sonrasını o bilir. Çoğu zaman kapıdan gönderir. Dilediği zaman da pencereden atarak verir."
Hâce Hazretlerinin küçük oğlu Hâce Muhammed Abdullah bir gün elinde bir ayna olduğu halde babasının huzuruna girdi. Hazret-i Hâce buyurdular ki:
—"Aynada kendine bak." O da verilen bu emre uyarak aynaya bakar ve Hâce Hazretlerinin mübarek yüzünü ak sakallı olarak görür. Halbuki Hazret-i Hâce'nin mübarek sakalları henüz siyah olduğundan çocuk şaşırır. Bunun üzerine Hazret-i Hâce:
—"Yüzümüze verilen bu beyazlık ilahî nurdandır. Hayret edilecek bir şey değildir." buyururlar.
İMÂMI ÂZAM GÖRÜNDÜ
Bir gün Hâce Bâkîbillah namazda imamın arkasında Fâtiha'yı oku-maya başlar. Hemen o anda İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretlerinin rûhâniyeti tecellî eder ve şöyle der:
—"Ey Şeyh benim mezhebimden olan büyük küçük bir hayli evliya zuhur etmiştir. Hepsi de namazda imamın arkasında Fâtiha'yı okumazlardı. Bu bakımdan senin de bundan feragat etmen uygun düşer."
GECELER...
Hâce Hazretlerinin ibadet ve tâat hususundaki çalışma ve gayreti pek büyük bir derecede olup, daima az yer az uyur ve az konuşurlardı. Her gece akşam namazından teheccüde kadar iki defa Kur'an-ı Kerim'i hatmederlerdi. Daha sonra teheccüd kılıp gün ağarıncaya kadar 21 kere (Yâsin) sûresini okur ve güneşin doğmasından sonra da şöyle derlerdi:
—"Ya Rab! geceler niçin böyle çabuk geçiyor."
GERİ GELDİ
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretlerinin en has eshabından olan Mevlâna Bedrü'd-dîn diyor ki;
—Bir zaman Dehl'e gitmiştim. Cenâb-ı Bâkî'nin kabr-i şeriflerini zi-yaret ile yüksek ruhaniyetine teveccüh ettim. sonsuz manevî inâyetleri olarak, kendi nisbet ve inabe-i hâssalarınadan inabe ve nisbeti bu fakire ihsan buyurmaları zuhur etti. Daha sonra Hâce Kutbüd'd-dîn Bahtiyar Kâki-i Üşî Hazretlerini ziyaret ettim. Oradan da bana şöyle bir hitab geldi:
—"Bu gün size Hâce Bâkî Hazretlerinden inayet buyurulan nisbet bizdendir." Sonra Şeyh Nizamü'd-dîn Hazretlerini ziyarete gittim. Oradan da şu hitaba mazhar oldum.
—"Bizim nisbetimizde sevilmek ve naz hususiyeti galibtir; halbuki Hâce Bâkîbillah'ın size verdiği nisbette ise sevmek ve yalvarmak noktası galibtir. Bu size yeter."
Daha sonra Ecmîr isimli yere giderek Çeştiye tarikatının büyüklerin-den Hâce Muînü'd-dîn Hasan Sencerî-i Çeştî Hazretlerinin kabirlerine gittim ve mânen şu şûretle irşad olundum:
—"Size Hâce Bâkîbillah Hazretleri tarafından hâsıl olan nisbet biz-dendir." Bunun üzerine ben kendilerine şöyle dedim:
Hâce Bâkîbillah Hazretleri hayatta iken sizin tarîkatınızdan intisabı olduğunu huç söylememiştir." O da şöyle buyurdu:
—"Ben bir zaman Nakşiyye Ricalinden Yusuf Hemedanî Hazretlerinden ilâhî şevk ve zevki bildiren aşkıye nisbetini almıştım. Sonra Onu Hâce Kutbü'd-dîn Bahtiyar'a verdim. O'nun ruhaniyetinden de Hâce Bâkîbillah Hazretlerine verilmiştir. Halbuki bu nisbet bir Nakşibendiyye nisbetiydi. Nihayet döndü dolaştı sahibine geri geldi.
KALKTI VE BANA BAKTI
Seyyid Gulam Ali Dehlevî (k.s.) Hazretleri şöyle anlatırlar;
"Bir gün Hâce Bâkîbillah Hazretlerinin kabr-i şeriflerine giderek manevî feyzine müteveccih olmuş ve şöyle arzetmiştim:
—Ya Şeyh! sizin hakîkat denizinin dalgalanan teveccühü sayesinde Şeyh Ahmed Serhendî (Müceddid-i Elfi sânî ) oldu. Ben fakir de sonsuz inayetlerinizden ümitliyim" dedim. Bir de gördüm ki, Hâce Bâkîbillah Hazretleri kabirlerinden kıyam etmişler ve bana bakıyorlar. O zaman mevsim yaz ve hava çok sıcaktı. Bir taraftan da Hâce Hazretlerinin te-veccühlerinin harareti ile nefesim daraldı ve fazla duramadım, dışarı çıktım. Fakat o günden beri öyle bir fırsatı kaçırdığımdan dolayı kalbimde hala onun tesirini duyuyorum. Yine de Hazret-i Hâce'nin mazhar olduğum o cüz'î teveccühleri berekatiyle, anlatılması mümkün olmayan terakki elde ettim. Eğer biraz daha sabredip durabilseydim daha çok füyüzat elde edecektim.
Hâce Muhammed Bâkîbillah Hazretleri 1013 sene-i Hicriyesinin Cemaziyelevvelinde 26'ıncı Pazartesi günü 40 yaşında oldukları halde irtihal buyurmuşlardır. Kabr-i Alîleri Dehl'dedir. (Kaddesallahu Sirrahül Aziz)
Hâce Muhammed Bâkibillah Hazretlerinin (k.s.) varisi,
İmam-ı Rabbânî Ahmed Fâruk-i Serhendî, halifesi Şeyh Tâcu'ddin, Mevlâna Emir Hüsameddin. hazretleridir