Eski ve yeni
Mahir KAYNAK 30 Nisan 2008
Eskiden rastlanmayan, yeni karşılaşılan olayların eski kavramlarla tanımlanması, yeni gözlemlenen ilişkilerin geçmişteki metotlarla ve kavramlarla açıklanması yanlış sonuçlara ulaşmamıza neden olur. Bunun birçok örneğinden birini, son zamanlarda ekonomik hayata yön veren uluslararası sermaye ve bunların nasıl tahsis edildiği konusunu tartışmak istiyorum. Bugüne kadar sermaye üretim sürecinde oluşan gelirlerden yapılan bireysel tasarrufların finans kurumlarında toplanmasıyla oluşuyor ve bunlar, bankalar aracılığıyla, dünya ölçeğinde değerlendiriliyordu. Mesela bir Japon işçisi gelirinin bir bölümünü tasarruf ediyor, bankasına yatırıyor, banka da bunu uluslararası finans kurumlarında değerlendiriyordu. Paranın sahibi Japon işçisi, kullanıcısı bir banka ya da fon yöneticisi oluyordu. Bu fonlar yaratıldıkları ülke içinde değil başka yerlerde kullanılıyordu. En büyük fon kullanıcısı ise ABD idi.
Buna küresel sermaye deniyor ve bunların yönlendirilmesinde ekonomik kriterlerin rol oynadığı, en fazla getiri sağlayan alanlara tahsis edildiği kabul ediliyordu. Ben dünyadaki gelişmelerde temel belirleyicinin siyaset olduğunu düşündüğüm için bu fonların kullanılmasında siyasi hedeflerin de rol oynadığını düşünüyordum.
Bugünlerde yeni bir olguyla karşılaşıyoruz. Birçok fonun ve bankanın büyük ölçüde zarar etmesi bu fonları erozyona uğratırken doların değer kaybetmesi nedeniyle dolarla ifade edilen varlıklar eriyor.
Buna karşılık yeni bir sermaye türü oluşuyor. Petrol fiyatlarındaki büyük artış üretici ülkelerin devasa boyutta gelir elde etmesine neden oluyor, üstelik bu gelirler bir üretim sürecinde oluşmadığı için, belli ellerde toplanıyor ve özellikle petrol üreten ülkelerin devletleri tarafından kontrol ediliyor.
Petrolün de üretildiği ve bu gelirlerin diğer üretim gelirlerinden farklı olmadığını söyleyenlere katılmıyorum ve oluşan gelirlerin tamamen rant geliri olduğunu düşünüyorum. Tüm dünyanın ödediği bu rantlar belli ellerde toplanıyor ve devlet fonları olarak eriyen ve etkisizleşen küresel sermayenin yerini alıyor. Bunların devletler tarafından kullanılması siyasi kriterleri ön plana çıkarıyor. Ayrıca petrol üreten ülkelerin kendi yöneticilerinin üstündeki bir güç, özellikle ABD yönetimi bu fonların yönünü belirlemekte etkili oluyor.
Ekonomisi yabancı sermayeye muhtaç ülkeler, bundan böyle, küresel sermayeye değil petrol gelirlerinden oluşan devlet fonlarına ve bunların siyasi hesaplarına bağımlı hale geliyor. Bundan sonra AB üyesi olarak sermaye sağlamak ve kalkınmak biçiminde özetlenebilen ekonomi politikamız geçersiz hale geliyor. Önümüzde iki seçenek var: Ya içe kapanacağız ya da bu sermayeyi kontrol eden güçlerle siyasi uyum sağlayacağız.
Önümüzdeki dönemde siyasi gelişmelerin ne olacağını tahmin ederken sadece siyasetçilerin sözlerini değil bu dinamiklerin etkilerini de hesaba katıyorum. Ekonomiyle siyasetin bir arada düşünülmesi gerektiğini, eski analiz metotlarıyla bugünü anlamanın mümkün olamadığına inanıyorum. Yeni ekonomik ilişkiler yeni bakış açılarını gerekli kılıyor.