ANKARA SALDIRISI, SORULAR VE GERÇEKLER
Murat Aksoy 01 Ocak 1970
Ankara’da meydana gelen terör saldırısı; zamanlama, yapıldığı yer, hedefi ve yapılma şekline bakıldığında bize çok şey söylüyor.
Saldırının doğrudan TSK’nın kuvvet komutanlıklarını hedef alması, akla geçtiğimiz günlerde çıkan “TSK, BM kararı olmadan Suriye’ye girmeye sıcak bakmıyor” haberini getiriyor.
Bu durumda şu soru meşru hale geliyor: Bu saldırı, TSK’yı Suriye’ye girmeye ikna etmek için miydi?
Bu sorunun CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek tarafından dile getirilmiş olduğuna dikkat çekelim.
Bu soru kadar önemli olan nokta, saldırının bize tuttuğu aynadır.
Bu aynada iki nokta öne çıkmaktadır.
İlki güvenlik zafiyeti.
İkincisi ise toplumsal bölünme.
MİT VE EMNİYET NE YAPAR?
Gerek Başbakan gerek Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalar Ankara’daki terör saldırısının kısa sürede aydınlatılmış olduğunu gösteriyor. Eylemi yapan Salih Neccar’ın kimliği kısa sürede tespit edilmiş, YPG bağlantısı ve ona yardım edenler kısa sürede tespit edilmiş.
Saldırganın bu kadar sürede tespit edilmesi, ona yardım ve yataklık edenlerin bulunup, göz altına alınması kuşkusuz önemli bir başarıdır. Aynı başarı, neden terör eylemi gerçekleşmeden gösterilemedi? Nitekim eyleme ve eylemciye ilişkin ortaya çıkan bilgiler, eylemin önlenebileceğine de işaret ediyor.
Saldırıya ilişkin bu kadar bilgiye rağmen emniyet ve MİT, neden saldırıyı önleyemedi?
Kabul edelim ki, önlenemeyen sadece bu saldırı değil. Sultanahmet’te 11 kişinin, Ankara Garı’nda 103 kişinin, Suruç’ta 31 kişinin öldürüldüğü saldırılar için de benzer sorular sorulabilir. Önlenemeyen her üç terör saldırısı da IŞİD tarafından gerçekleştirilmiştir.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı Ankara’daki terör saldırısını gerçekleştiren Neccar’ın YPG’li olduğunu açıklasa da; bu hem YPG hem de PKK tarafından kabul edilmedi.
Son olarak PKK’nın gençlik yapılanmalarından olan TAK, bu eylemi üstlendi. Ama doğan soru işaretleri aydınlatılabilmiş değil.
Suruç’tan itibaren Ankara saldırısına kadar olan her dört terör eyleminde de gördüğümüz ortak sorun; emniyet ve MİT’in terör eylemlerini önleme konusunda başarısız olduğudur.
Görevi ve sorumluluğu toplumu korumak olan emniyet ve MİT belli ki, bu terör eylemlerinde bu sorumluluğunu yerine getirmemiştir. Çünkü, bu kurumlar önceliği, ülkenin ve toplumun korunmasına değil Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarını korumaya vermişlerdir.
Yaşanan bu terör eylemleri, bu kurumların toplumu korumaktan çok iktidar sahiplerini korumaya öncelik vermesinin sonuçlarıdır. Terör eylemlerinde ortaya çıkan zaaflar bunun sonuçlarıdır.
BÖLÜNMÜŞ BÜYÜK TÜRKİYE
Bu saldırının bize gösterdiği ikinci önemli gerçek ise bölünmüş Türkiye resmidir.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı saldırılarla ilgili “gerçekleri” kamuoyuna açıklamasına rağmen toplumun önemli bir kısmı bu “gerçeklere” kuşku ile bakmasını nasıl açıklayabiliriz?
Toplumun büyük bir kısmının iktidarın açıkladığı her şeye “a priori” olarak karşı çıkması, ikna edici bulmaması, bölünmüş Türkiye resmi olarak görüyorum.
Düşünün ki, Suriye ile savaş gibi “milli” bir mesele bile artık tartışmalıdır.
Bu durumu çok da şaşırtıcı bulmuyorum.
Çünkü, Gezi’den bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek hedefi bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm siyasal hedeflerine bu kutuplaşma üzerinden ulaşmaktadır. Ve bugüne kadar bunu başarmıştır.
Bu yüzden toplumun tüm katmanlarında gerilim üretmekte ve buradan seçmenini konsolide etmektedir.
Ankara’daki terör saldırısı, 29 kişinin hayatını kaybetmesi bile Türkiye’yi birleştirmek yerine bölmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Başkanlık hedefine bu kutuplaşma ile ulaşmak istiyor olabilir. Ama gerçek şudur: zihnen bölünmüş, kutuplaşmış toplum yönetilemez. Acının birleştirmediği toplumlar yönetilemez ancak bölünür
Bu gerçeği Erdoğan’ın başkanlığı bile değiştiremez.