« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Mar

2016

“Ya bizdensin, ya terörist”

Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970

Ankara, Kızılay Güven Park'ta, 13 Mart'ta canları yitirdik. Ama İçişleri Bakanı Efkan Ala ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da dâhil olmak üzere, herkes koltuğunda oturuyor. Hele Tayyip Erdoğan… O çok rahat… İşte katliam sonrası sözleri: “Programı iptal mi etsek dediler. Teröristi mi sevindireceğiz dedim. Yolumuza aynen devam edeceğiz. Ferhat Göçer kardeşimizi dinleyecektik; başka zaman dinleriz.”

Herhalde maksadını aşan bir konuşma. Zira, bu cümleleri okuyanlar, Cumhurbaşkanı'nın tek üzüntüsünün Ferhat Göçer konseri olduğunu sanabilir.

Teröristlerin gönüllere korku salarak, ülke hayatını altüst etmeyi amaçladıklarını biliyoruz. Muhtemelen, Erdoğan, “Hayatımıza aynen devam edeceğiz” derken, onların planının tutmayacağını vurgulamak ve halka umut aşılamak istiyordu. O zaman, daha farklı bir dil kullanmaya özen göstermeli. Siyasi iktidarı eleştirenlere de sahip çıkıp, herkesi teskin etmeye çalışmalı. Oysa o ne diyor: “Ya bizim yanımızda olacaklar, ya teröristlerin yanında yer alacaklar. Bu işin ortası yoktur.”

Oysa bu işin ortası vardır… Siyasi iktidar da, hatalarını ve noksanları görecek, özeleştiri yapacak, yürüttüğü “cadı avından” toplumun birlik ve beraberliğini sağlayabilmek için vazgeçecek. Bütün politikalarını yeniden gözden geçirecek.

Güven Park patlamasından sonra, istifa talep edenlere karşı ya “kader” diyorlar, ya bunu söyleyenleri “teröristlerle işbirliği yapıyorsunuz” diye suçluyorlar. Halbuki, siyasi iktidar, sorumluluğunu kabul etmeli ve kendisinden beklenileni yerine getirmeli.

Birçok kişi, “7 Haziran öncesi neden canlı bombalar gündemde değildi?” diye sorup duruyor. 1 Kasım'a giden yolda, sakın AK Parti iktidarı kontrollü bir terörle oy devşirmek istemiş olmasın? Acaba, ilk ateşleme yapıldıktan sonra terör kontrolden mi çıktı?

Ayrıca, giderek, 7 düvelle düşman haline geldik:

*Suriye'nin iç işlerine aşırı müdahale;

*PYD'nin ilerlemesini engellemek maksadıyla atılan obüs topları;

*Rusya'nın uçağının düşürülmesi;

*İran'la aramıza mesafe girmesi;

*Barış masasını devirdikten sonra, Güneydoğu'daki sivil halkı gözetmeyen topyekûn imha politikasının benimsenmesi;

*İstihbaratçı, Terör ve Organize polislerinin ya sürgüne ya da cezaevine gönderilmesi… Kadroların dağıtılmasıyla terörle mücadelede hafızanın sıfırlanması… Liyakatin yerine sadakatin geçmesi… Polisin, birinci tehdit gibi gösterilen “paralel yapı” ile mücadeleye yönlendirilmesi… İstihbarat toplamanın suç gibi takdim edilip, şüphelilerin takibinde görevlilerin caydırılması…

*2.5 milyon Suriyeli mültecinin, Türkiye'ye teröristlerin sızmasını kolaylaştıracak bir imkân yaratması;

*Yolsuzluğun örtbas edilmesi maksadıyla, derin odaklara teslim olunması sonucunda, bu yapılar üzerinde hiçbir denetimin kalmaması;

*Ve nihayet, Ankara'da 6 aydır Emniyet Müdürü kadrosunun boş bırakılması… (10 Ekim 2015, Ankara Garı patlamasını takiben, Emniyet Müdürü görevinden alındı. Emniyet Müdür yardımcısı Hakan Arıkan vekâleten bir süre işleri yürüttü; kendi talebi üzerine merkeze çekildi. Onun yerine başka bir Emniyet Müdür yardımcısı vekâleten atandı.)Her ne kadar CHP'nin bu istikametteki eleştirisine Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş “Vekâleten görevde olanlar da asilmiş gibi makamın gereklerini yerine getirir” dese de bu pek inandırıcı değil. Yarınından emin olmayan hiçbir yönetici, kadrosuna hâkim olamaz. Mutlaka zaaf doğar.

***

Madem birlik ve beraberlik zamanı, o takdirde siyasi iktidar sorumluluğunun gereğini yerine getirsin; bir özeleştiri yapsın. Tayyip Erdoğan da “Ya bizim yanımızda yer alacaksınız ya da teröristlerin yanında yer alacaksınız” şeklindeki söylemden vazgeçsin. Ne herkes sizin gibi düşünmeye mecbur, ne de kimse, yürüttüğünüz cadı avının ortağı olmaya hevesli…



“YA İSTİKRAR YA KAOS”

Artık herkes Türkiye'nin şiddet kokan bir Ortadoğu ülkesine dönüştüğünün farkında. Herkes korku ve endişe içinde. Yeni eylemlere dair mailler paylaşılıyor. Bunlardan birinde,PKK, PYD ve sol örgütlerin 20 Mart'ta, Türkiye'yi kan gölüne çevirecek bir kalkışmaya hazırlandığı belirtiliyor. Özellikle AK Parti teşkilât binaları, TBMM, askeri yerleşkeler, diplomatik misyonlar, turistik yerler, havalimanları, AVM'ler, meydanlar, ulaşım araçları, metro istasyonları, polis ve askeri noktalarda muhtemel bir saldırıya karşı dikkatli davranılması isteniyor.

Bir de, bombalı olabileceği düşünülen araçların plakaları verilmiş… Tam 20 adet…

Bunlar doğru olabilir, ya da kötü niyetli insanlar tarafından paylaşılabilir. Ama geldiğimiz noktaya bir bakın! 1 Kasım'da “ya istikrar, ya kaos” dediniz, AK Parti ile birlikte istikrarın sağlanacağını vaat ettiniz. Oysa, hesabını vermeyen, yolsuzluğunu örtbas etmek için hukuksuzluk ve adaletsizliği katlayan siyasetçilerle istikrarın gelmeyeceğini bilmek gerekirdi. Bunu, ben de dâhil, birçok kişi o zaman ifade etmişti. Maalesef millet,“istikrar” diye AK Parti'yi destekledi ama, o oyuyla, aslında “kaos” için tercihi kullanmış oldu.

DÜNDAR VE GÜL İÇİN KAYGILIYIZ

Can Dündar ile Erdem Gül, 25 Mart'ta hâkim önüne çıkıyor. Tayyip Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesi'ne yönelik ağır eleştirilerinden sonra, herkes yeni bir tutuklama kararından endişe etmeye başladı. Aslında hukuken buna imkân yok. Anayasa Mahkemesi'nin ‘hak ihlâli'ne dair hükmü bağlayıcı. Kaldı ki, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi de buna uydu. Yeni bir delil ortaya çıkmadıkça, sanıkları tekrar cezaevine göndermesi imkânsız. Ama bu arada bir gelişme meydana geldi. HSYK, aynı mahkemede, ikinci bir heyet görevlendirdi. Bakırköy 2. Sulh Ceza Hâkimi Bülent Dalkıran'ı da heyetin başına getirdi. HSYK 1. Daire Başkanı Halil Koç'un açıklamasına göre, bu heyet, Cumhuriyet yazarlarının davasına bakmayacak.

Peki neden hâlâ endişeliyiz? Endişeliyiz çünkü, son yıllarda Türkiye'de yaşadıklarımız, söylenilenle icraatın birbirinden farklı olduğunu gösterdi. Meselâ yolsuzluk operasyonu (17-25 Aralık 2013) gerçekleştiğinde, HSYK, dosyanın savcısı Celal Kara ile Mehmet Yüzgeç'e dokunmamıştı. Sadece iş yükü dolayısıyla 2 yeni savcı atamıştı: Ekrem Aydıner ve Mustafa Erol. Bilahare, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, Celal Kara ile Mehmet Yüzgeç'i başka dosyalarda görevlendirdi. Mustafa Erol da, o davaya devam etmek istemedi; tek başına Ekrem Aydıner kaldı. Hani iş yükü sebebiyle 4 savcı gerekiyordu? Aydıner yalnız kalınca, güzel bir saha temizliğiyle herkes hakkında takipsizlik kararı verdi.

Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu… Bizim adalet sistemimiz de bu hale geldi. Önce masum görünen bir adım atılıyor, ardından cehenneme giden yola taşlar döşeniyor.

Sakın bu defa da böyle olmasın! Doğrusu kaygılıyız.

Ziyaret -> Toplam : 125,41 M - Bugn : 170956

ulkucudunya@ulkucudunya.com