Terörün Kökleri ve Mücadele Stratejimizdeki Açıklar
SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, Bolu’da Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde konuşmuş.
Başbuğ diyor ki “Türkiye olarak maalesef bir kaostayız.”
Başbuğ, devam ediyor: “Burada bana göre birinci sorumluluk siyasal iktidarda. Milli meseleleri iç siyaset malzemesi yaptığınız an, o kendi açısından bakacak diğeri kendi açısından bakacak ve parçalanacaksınız.”
Ve Başbuğ ekliyor, “biz şehit haberlerini duymaya daha çok devam ederiz.”
Başbuğ’un bu konuşması hakkında herhangi bir suç duyurusu veya dava açıldı mı, bilmiyorum. Çünkü şu günlerde bu tür uyarılar bile “terörü övme, terör propagandası yapma” gibi suçlamalarla yaftalanabiliyor.
Türkiye hata yapmakla kalmıyorum, cinnet geçirircesine hata yaptığını söyleyenlere de saldırıyor…
“Bak” diyorsunuz, “çukura düşeceksin”. Sen misin uyarıda bulunan. Ne hainliğiniz kalıyor ne teröristliğiniz. Sizin uyardığınız o çukura düşüldüğünde ise yine siz suçlu oluyorsunuz ve size dönüp şöyle diyorlar: “Hain. Senin yüzünden çukura düştüm. Sen ajan mısın, hain misin? Ortakların kim?”
İlker Başbuğ’a aynen katılıyorum… Türkiye, tam anlamıyla bir kaosun içinden geçiyor. Çevremizdeki tehlikeler her geçen gün genişliyor ve derinleşiyor. Irak ve Suriye son 10 yılda Afganistanlaştı ve Afganistanlaşma süreci bu iki ülkeden çevreye yayılma eğilimi gösteriyor. Yakın dairede Yemen, Libya, Somali ve diğer ülkeler şimdiden Afganistanlaştı bile.
Suriye ve Irak’taki gelişmelerin en derin etkisi Kürt milliyetçiliğinde ve PKK’nın meşrulaştırılmasında yaşanıyor. Kürt milliyetçiliği ne yazık ki Türk karşıtlığı ile şekillendiriliyor. Türkiye akıntıya kendisini kaptırmış sürüklenirken, birileri Kürt milliyetçiliğinin kodlarını değiştiriyor, Kürtlerin baş düşmanı kısmına Türkiye’yi yazmaya çalışıyor.
Kuzeyimizde ise Ukrayna-Rusya gerimi Bulgaristan sınırımızdan başlayarak Baltık Denizi’ne, hatta Kuzey Kutbu’na kadar uzanan derin bir fay hattı oluşturdu. Bu hattaki kırılma şimdilik Kırım’ın el değiştirmesi ve Ukrayna’nın doğusunda Rusya yanlısı ayaklanma ile sınırlandırılmış görünüyor. Ancak görünen o ki Rusya ile Batı arasında kanlı bir kapışma kaçınılmaz duruyor.
Her metresi çatışma potansiyeli taşıyan komşu Kafkasya ise Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarıyla yeniden kıpırdanmaya başladı. Eğer yeni bir savaş çıkarsa bunun en ağır şekilde etkileyeceği ülkelerden biri hiç şüphesiz Türkiye olacaktır.
***
İçeriye dönecek olursak, kavgadan beslenen ve milli meseleleri iç siyasetin gündelik tüketimine çerez yapan bir anlayış var. En hayati çıkarlar bile üç günlük beklentiler uğruna tehlikeye sokulabiliyor. Herkesin üzerinde mutabık olduğu gerçek çok keskin bir şekilde kutuplaştığımız, bölündüğümüz. İyi ama kim bölüyor, kim kutuplaştırıyor? Bunu dahi konuşmak yasak. Hatta en bariz Türkiye gerçeğini, yani kutuplaşmayı telaffuz ettiğiniz için bile devlet hakkınızda suç duyurusunda bulunabiliyor.
Ne demiş Başbuğ, “biz şehit haberlerini duymaya daha çok devam ederiz.”
Geçtiğimiz yaz aylarında “aman yapmayın. Terörle böyle mücadele olmaz” demiştim. “Şehit sayısı daha da artar” demiştim. Aynen öyle oldu. Sadece ben değil, sadece Başbuğ değil, hemen herkes aynısını söylüyor. “Eğer bu şekilde devam ederseniz, önümüzdeki günlerde şehit sayısı daha da artacak. Belki de bazı günlerde çift haneli rakamları görecek.”
Şu an Güneydoğu’da izlediğimiz yöntemlerle terörü bitirmemiz mümkün değil. Geçtim bitirmeyi, terör bu şekilde daha da yayılır ve azar.
Çözüm Süreci dengesiz bir süreçti. Pek çok doğru, saflık derecesinde bir tedbirsizliğe emanet edildi. Şimdi ise siyasetsiz, toplumsal hedefi olmayan bir askeri operasyon en ağırından yürütülüyor. Bunun varacağı tek yer vardır, o da devletin ve toplumun yorulması, terör örgütünün ise istismar ettiği alanların genişlemesi.
Bu noktada diyeceksiniz ki, “sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun. Çözüm Süreci’ni beğenmedin. Onun 180 derece tersini uyguluyoruz, onu da beğenmiyorsun.”
Çok doğru. Çözüm Süreci’ni beğenmedim. Bugün yapılanları da beğenmiyorum. Çünkü çözüm ifratta olmadığı gibi tefritte de değil. Çorbayı aşırı tuzlu yapmak ne kadar kötüyse, “tuz olmadı, şimdi de çorbaya şekeri doldurayım” demek de o kadar kötüdür.
***
Terörle mücadele çocuk oyuncağı değildir. Bu meseleler mitin meydanlarında, iç siyasetin ucuz hesapları içinde çözülmez. Uzmanlık ister, profesyonellik ister, sabır ve ustalık ister. Güç politikalarını dozajında vermezseniz kendi kendinize zarar veririsiniz, terör değil. Aynı anda içtimai, siyasi, iktisadi, askeri, kültürel ve diplomatik önlemleri belli dozlarda uygulamak zorundasınız. Toplarla, tanklar evleri, mahalleleri döverek bu dengeyi yakalayamazsınız. Terörle mücadele için her bir önlemi kuyumcu terazisinde, cerrah hassasiyetiyle tartmak ve uygulamak zorundasınız.
Uygulamaya ek olarak, terörün kaynağına inmeden, sonucunu, yani Diyarbakır’da, Cizre’de gördüğünüzü yok etmeye çalışırsanız yine beyhude bir gayretin içine girmişsiniz demektir. Bir terör örgütü günlerce silah ve cephane harcıyor ve hala malzeme sorunu yaşamıyorsa bu malzemeler neyle satın alınmaktadır? Bir devlet bunları bu kadar bol şekilde hediye ediyor olamaz. Ortada bir para ve malzeme trafiği vardır. Öncelikle bu hatların kesilmesi gerekir. Sınırlarınız ne kadar geçirgen, sınırın içinde yollarınızda emniyet tamam mı vs. Bunları çözmeniz gerekir.
Aynı şekilde, PKK’nın Türkiye içinde istismar ettiği sorunların azalması, en önemlisi PKK’nın doğal tabanı saydığı kitlelerdeki dışlanmışlık duygusunun zayıflatılması lazım. Peki, son dönemdeki gelişmeler o insanlarda dışlanmışlık duygusunu mu kamçılıyor, yoksa kucaklanma duygusunu mu?
Terörün kaynağı derken, bugün PKK’nın kaynağı adım adım Kuzey Irak’tan Suriye’ye geçiyor. PKK, Suriye’deki kargaşadan yararlanarak güçleniyor. Türkiye ise neredeyse 5 yıldır fark etmeden Suriye’deki karışıklığı besleyen adımlar atıyor.Esad’ı devireyim derken PKK’yı güçlendirmek ne kadar akıllıcaydı?
Aynı şekilde, kısa yoldan Kürt Sorunu’nu çözeyim şark uyanıklığı ile PKK’ya Çözüm Süreci boyunca tüm bir bölgede hareket serbestisi vermek, her yere silah ve patlayıcı yerleştirmesine müsaade etmek, adam devşirmesine ses çıkarmamak ne kadar doğruydu?
Aynı şekilde, sudan sebeplerle Rusya ile hasım hale gelmek ve Rusya-PKK ittifakını canlandırmak ne kadar akıllıca bir hamleydi?
PKK’nın PYD kolunun ABD ile uzun süre işbirliği yapmasını seyretmek, ardından da aralarında ittifak oluşunca karşı çıkmaya kalkmak ne derece doğru bir zamanlamaydı?
Özetle, PKK’nın kökleri şu anda sınırımızın ötesinde ve Suriye’deki, Irak’taki kaos terörün köklerini sürekli olarak güçlendiriyor. ABD, Rusya, İran ve diğer birçok ülke PKK’nın uzantılarıyla, hatta bazıları doğrudan PKK ile fiili ittifak ilişkisine girmiş durumdalar. Türkiye, dış politikasındaki başarısızlıklarının bedelini güçlenen terör ile ödüyor. Suriye sınırında düşürülen Rus uçağı Cizre’de Türk tanklarına atılan Rus füzelerine dönüyor. Türkiye’nin Güneydoğusu’nda kısmi bir vekâletler savaşına doğru gidiliyor.
Diyeceksiniz ki, “ne yapacağız. Tüm bu olup bitene seyredecek halimiz yok ya, biz de bu savaşa karşılık veririz.”
Hayır! Ortada büyük bir tuzak var. Nasıl ki Nusaybin’de teröristler boş binaları tuzaklıyorlar ve asker içine girince patlatıyorlar, Türkiye’ye bundan daha büyük bir tuzak kuruluyor. Türkiye şu anki refleksiv tavrını sürdürürse, yani topyekûn ve varını yoğunu ortaya koyarak terörle mücadeleyi konvansiyonel bir savaş gibi yürütürse, düşmanları da onu yemlemeye, istedikleri bir noktaya doğru çekmeye devam edeceklerdir. Eğer Güneydoğu’da mevcut süreç birkaç yıl daha sürerse, söylemeye dilim varmıyor ama ortada şehir kalmayacak. Bu süreçte halk ilk başta terörden şikâyetçi görünür. Gerçekten de öyledir. Halk, PKK’ya destek vermemiştir ve terörden mustariptir. Ancak zamanla halk tabanı devletten de şikâyetçi olmaya başlar. Nitekim şimdiden bu süreç başlamıştır. Yani devlet, hiç farkına varmadan Kürt Sorunu’nun bambaşka bir aşamaya geçtiği gerçeğine hazırlıksız yakalanabilir. Binaları, mahalleleri temizlemeye çalışan, teröristlerle adeta savaş oyunları oynayan konunun belkemiğini, yani insanı unutabilir, halk ile devlet arasındaki duygu bağı kopabilir.
Kısacası, etrafımız dünyanın en büyük tehlikeleri ile dolu iken Türkiye olarak birliğimizi tesis edemiyoruz. Hatta sorunlarımızı teşhis ve analiz etmek dahi mümkün olamıyor. Belki de en önemli sorun da burada. Sorunlarımızı teşhis edebilsek, ülkenin insan gücünü tam kapasite devreye sokabilsek, doğruları söyleyenlere, ülkemizin geleceği için uyarıda bulunanlara tahammül edebilsek belki de sorunlarımızı çözmek çok daha kolay olacak.