« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Kas

2016

Terkip Sahibi bir Aydın: Ömer Lütfi Mete

Cem Sökmen 01 Ocak 1970

Ömer Lütfi Mete, terkip sahibi bir insandı… O sadece birbirinden çok uzak iletişim alanlarında değil, asıl fikir alanında terkibi yakalamış bir aydın olarak tarihe geçti. Günümüzün din ve laiklik, devlet ve millet, etnik özgürlük ve millet bütünlüğü, ümmet bilinci ve millet olgusu, tasavvuf derinliği ve fıkıh vazgeçilmezliği gibi pek çok ihtilaf alanının pişekarı idi. Bu yüzden Ömer Lütfi Mete, günümüz nesillerinin unutamayacağı, tekrar tekrar incelemek zorunda kalacağı bir yerlilik ideolojisinin dervişi gibiydi.
Ömer Lütfi Mete, sahte çatışma alanları üreten popüler kalemler ne derse desin, yaptığı her işte kendi duruşunu sergiliyordu. İçinde yaşadığı toplumun medeniyet ve kültür birikimiyle problemi olmayan, belli bir kısmını görüp, belli bir kısmını yok saymayan Mete, bu tavrı sebebiyle birbiriyle çatışır görünen yapılara bir türlü yaranamamıştır. Yapay ayrımlardan rant bekleyenlere karşı, Ömer Lütfü Mete’nin “muhkem duruş”u hiç değişmedi. O, basit tahterevallilere binmeyi hiç düşünmedi. Kapitalizmin, küresel hegemonyanın dünyayı etkileyişine, bütün radikal reddiyecilerin ‘modernite’ karşısındaki eriyişine ve hayat tarzı birlikteliğine işaret etti.

Onunla ilk yüz yüze görüşmemiz, 22 Ağustos 2004 tarihinde, evinde gerçekleşmişti. O zaman çalıştığım Nesil Yayınları adına, kitaplarının yayınına talip olmuştum. Bu görüşme sırasında, kendisini sadece yazar-yayıncı ilişkisiyle tanımadığımı anlayınca mutlu olmuştu. “Yerden Göğe Kadar” ve “Asker ile Cemre” adlı romanlarını önceki yıllarda okuduğumu, 12 Eylül çerçevesinde çok sözü edilen “Çığlığın Ardı Çığlık”ı ikinci el kitapçılarındaki bütün aramalarıma rağmen bulamadığımı, gazete yazılarını kesip sakladığımı ifade ettikten sonra, iş görüşmesi, “yerlilik” zemininde akıp giden 3-4 saatlik bir sohbete dönüşmüştü. Kapıdan beni uğurlarken, “Kitaplar olur veya olmaz ama seni tanıdığıma sevindim” deyişi beni onurlandırmıştı... Ömer Lütfi Mete, o gün bana, 3 yayınlanmış kitabını ve Sabah gazetesindeki yazılarını yayınlanması için vermişti. Maalesef bu çalışmalardan sadece, “Derin Millet Manifestosu” adında Sabah yazılarından derlenen bir kitap çıkabildi. O günlerden sonra Ömer Lütfi Mete’yi gazete yazılarında ve Kültür Ocağı Vakfı’ndaki seminer ve “Divan Sohbetleri”nde takip ettim. Bilindiği gibi Ömer Lütfi Mete en son Bugün gazetesinde yazıyordu. Oradan evvel 2 yıl Tercüman ve daha öncesinde 3,5 yıl Sabah gazetesinde yazdı. En çok okunan yazarlarından biri olduğu Sabah gazetesinden ayrılış biçimi Türkiye’deki medya rejiminin sağlıksız yapısı için açık bir örnektir. Fatih Altaylı gazetenin yayın yönetmenliğine gelir gelmez ilk giden Ömer Lütfi Mete olmuştu. Okuyucunun tercihleri, bir genel yayın yönetmeni değişikliğiyle önemsiz hale gelebilmişti. Şebekesi olmayan ama omurgası olan Ömer Lütfi Mete’nin başına gelen bu hadise üzerine, rahmetli Kemal Çapraz’ın yayınladığı Ufuk Ötesi gazetesinin Şubat 2006 sayısına “Medya Bürokratları Arasında” başlıklı bir yazı yazmıştım. Birkaç ay sonra senaryo dersleri verdiği BSF Akademisi’nde karşılaştığımızda, selamdan sonra hemen büyük bir incelikle kendisinin yazı ve düşünce hizmetleri karşısında bir hiç olan bu yazıya teşekkürünü ifade etmişti.

FİKRİN ve HAKKIN PEŞİNDE BİR ÖMÜR
Ömer Lütfi Mete, takip ettiğimiz köşe yazarlığı macerasında, söyleyeceği sözü eğip bükmeden söyleyen, gündemi ve yaşanan gelişmeleri yorumlarken buna entelektüel derinlik katabilen ender kalemlerden biriydi. Ne dar kadrolu sohbetlerinde, ne konferanslarında ne de televizyon konuşmalarında şahsını öne çıkaran veya şahsına ilgi bekleyen tavrına şahit olmadık. Onun sohbetlerinde daima fikrin ve hakkın peşinde giden aydın sorumluluğunun izleri vardı. Hani Necip Fazıl “Onu, beyni kanayan soylu kafalara sor…” diyor ya, işte o türden bir sorumluluk… Düsturları belli olan Ömer Lütfi Mete, tekrardan ve kişisel tatminden uzak üslubuyla, dinleyenlerini yeni bakış açılarıyla baş başa bırakırdı…
Son 15-20 yıl içinde kitle iletişim araçlarında yaşanan gelişim her kuşaktan numuneleri içinde barındıran bir “görüntü insanı” kalabalığını ortaya çıkardı. Sığlıkları sebebiyle popüler olmaya mecbur olanlar hariç “her akşam başka bir televizyonda görünmeli, fikirlerimle Türkiye’yi aydınlatmalıyım” diye düşünen belli sayıda akademisyen, gazeteci ve okumuş da popülerliğin ve popülizmin tadını çıkarmaya başladı. Fakat bu popüler isimlerin önemli bir problemi bulunmakta; maalesef hangi konuda ne söyleyecekleri kolayca tahmin edilebiliyor. İşte rahmetli Ömer Lütfi Mete, bu popüler isimlerden, dilini, hep vicdanının emrinde tutmasıyla ayrılıyordu. O, nerede ve kiminle olduğuna bakmadan ele alınan konuda görülmeyen ne varsa, eksik bırakılan neyse ona dikkat çekmeyi sahici bir aydın tavrıyla gerçekleştiriyordu. Kısacası o kalıba dökülebilir bir adam değildi.
Ömer Lütfi Mete’nin yazar olarak bir de mizahçı tarafı vardı. ‘Basılı Yakıt’taki hikâyelerin çoğu, 1978’de yayınlanan ‘Balonya Tüneli’ ve önce 2005’te ‘İtfaiye Yanıyor’ ismiyle yayınlanan “İtfaiye Yakıyor” romanları mizah omurgalı eserlerdi. Özellikle bir bürokratik kurumda yaşanan ciddiyetsizlikleri ve organizasyon bozukluklarını işlediği ‘İtfaiye Yakıyor’ en güzel bir Türkiye tahlilidir. Aynı Ömer Lütfi Mete yakın zamanda ‘Allahsız Müslümanlık’ adıyla yayınlanan ve ilk baskısı 2001’de yapılan ‘Hacıyağı ile Parfüm Arasında’ kitabında Müslümanlık kültüründe yaşanan aşınmayı sorumluluğunu içinde hissederek tahlil etti. Ömer Lütfi Mete yüzyılın başında önümüze konulan “Batıcılık”, “İslamcılık” ve “Milliyetçilik” üçlemesini ve tasnifini bunlarla ortaya konan birikimden de faydalanarak aşmasını bilmiştir.
Bu açıdan “Hacıyağı ile Parfüm Arasında” sadece yozlaşmayı ve yabancılaşmayı anlatan bir eser değildir. Türkiye’nin tarihi birikimi sebebiyle tek bir İslamcılığın, tek bir Batıcılığın, tek bir Milliyetçiliğin geçerli olamayacağını ara renkler merak edilmeden bu ülkenin anlaşılamayacağını eseriyle göstermiştir. Örneğin bu kitaptaki “İdeolojik İslam’da Marksizm Esintileri” başlıklı makale ilk defa 16 yıl önce Çağrışım dergisine yazıldığı halde bugün üzerinde tartışılması, konuşulması gereken bir konuyu ele almaktadır.

GÖRÜNTÜ’NÜN ARDINI GÖREN ADAM
Yayıncılığın pek çok alanında çalışma yapmış bir aydın olarak 2004 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “Sesli ve Görüntülü Yayıncılık” başlıklı kongrede dile getirdiği şu cümleler onun geniş ufkunun nişanesidir: “Bugün yeryüzündeki ‘öteki’ kültür zenginliklerini yok sayıcı ve hatta tasfiye edici ‘yükseltilen değerler paketi’ küresel ‘gösteri sektörü’ tarafından ağırlıklı olarak görüntülü yayın ürünleri ile bütün dünyayı istila etmiş bulunmaktadır. Çağımızda artık ister dini ister din dışı içerikle alternatif niteliği taşıyabilen görüntülü yayın ürünleri yok sayılabilecek kadar az bir istisna teşkil etmektedir. Böylece gezegenimiz adeta ‘Amerikan tipi dünya vatandaşı’ üretmeye çalışan dev bir ruhbanlık sistemi ile karşı karşıyadır.” Tasavvuf, İslam tarihi, edebiyat, sosyoloji, uluslararası ilişkiler bilen, bilgiyle ve düşünceyle bütün bu alanların birleşiminden eşine az rastlanır bir ‘yorum gücü’ çıkaran Ömer Lütfi Mete ‘model’ bir aydındır. O, belli bir alanda bilgi sahibi olmanın veya belli bir dönemde öne çıkmanın gerçek bir aydın sayılmak için yeterli olmayacağını vasıflarıyla ispat etmiştir. Ömer Lütfi Mete terkip fikrinin ve dünya görüşü oluşturabilmenin standart okumuşla aydın arasındaki en büyük farklardan biri olduğunu bilen adamdır.

SON KİTABI “BASILI YAKIT”
2007 yılının sonlarında Bilim Sanat Vakfı’nın kütüphanesinde gördüğüm Boğaziçi dergileri, Ömer Lütfi Mete imzalı yeni bir kitabın yayınlanması fikrini doğurdu bende. Mete’nin 80’li yıllarda Türk Edebiyatı dergisinde hikâyelerinin yayınlandığını biliyordum. Hikâye kaynağı ikiye çıkınca bu iki dergideki hikâyelerin fotokopilerini alıp Ömer Lütfi Mete’yi aramaya karar verdim. 3 yıldır yılın iki döneminde üçer hafta “Küreselleşme Oyunu” başlığıyla konferanslar verdiği Kültür Ocağı Vakfı’nda kendisiyle görüştük. Eldeki hikâyeleri kitaplaştırma isteğimi kabul etti. Fakat kendisinin de elinde nüshaları bulunmayan 1990’lı yıllarda yayınlanan Çağrışım dergisindeki hikâyelerini de dâhil etmemi istedi. Üç dergideki hikâyelerle Dağarcık ve Bayrak dergilerindeki birer hikâyenin bir araya getirilmesiyle, “Basılı Yakıt”, rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin son kitabı olarak, Şubat 2009’da Etkileşim Yayınları tarafından yayınlandı.

HER DAİM BAŞVURULAN USTA...
Ömer Lütfi Mete, 59 yıllık hayatına, yazarlık ve yayıncılığın çeşitli alanlarında önemli bir tecrübeyi sığdırdı. Onun kuşağından olup da yayıncılığın yeni gelişen alanlarıyla entelektüel seviyeyi koruyarak meşgul olmuş isim azdır. Bu açıdan Ömer Lütfi Mete şahsında tecrübe ile dinamizmi ve yenilenmeyi birleştirmiştir. Ömer Lütfü Mete roman, hikâye ve şiir yazarak edebiyata katkı yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerin yöneticiliğini ve yazarlığını yaptı. Bazılarını o müthiş çalışma temposuyla ve müstear isimler yardımıyla adeta baştan aşağı inşa etti. “Çizme”, “Gülün Bittiği Yer” gibi filmlerin senaryosunu yazdı. “Deli Yürek” ve “Kurtlar Vadisi” gibi son 10 yıla damgasını vuran dizilerin senaryo ekibinde yer aldı. Edebiyatçı, editör, köşe yazarı, senarist Ömer Lütfi Mete, bütün bu mücadelesinin ve yoğunluğunun içinde bahsi geçen alanlarda iş yapmaya niyetli pek çok kişi için tavsiyeleri alınacak bir usta olarak bilindi. Özgüven de ondaydı, derviş tabiat da... İlim de ondaydı irfan da... Sabah gazetesine yazdığı veda yazısındaki gibi, “Dünya bir gün, o da bugün...” deyip ona göre yaşadı. Onu yakından tanıyanlar “Deli Yürek”teki ‘Kuşçu’yu ve ‘Kurtlar Vadisi’ndeki ‘Ömer Baba’yı Ömer Lütfi Mete olarak bildiler. O, sohbetleriyle hikmet ve vicdan eğitimi verdi. Dik duran adam kimliğiyle halkın içinde ve önünde bir aydın portresi çizdi. Milliliği, muhafazakârlığı bütün boyutlarıyla görmeye çalıştı, ne sloganlara, ne de yalı-konak nostaljisine hapsetmeden içi dolu bir yerlilik düşüncesini işledi.

Kendisiyle rahatsızlanmadan önce, en son 13 Haziran 2008’de, “Cemil Meriç” programıyla açılışı yapılan Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde görüşmüştük. Açılış sebebiyle oluşacak protokol kalabalığını hesap edemediğimiz için dışarıda kalmış, Ömer Lütfi Mete’yi görenlerle hemen etrafında bir sohbet halkası oluşturmuştuk. Maalesef onun sohbetini dinlemek, samimiyetinden beslenmek için o günden sonrası yokmuş... Allah rahmet eylesin...

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 85027

ulkucudunya@ulkucudunya.com