KERBELÂ VAK’ASI
01 Ocak 1970
Kerbelâ vak’asını târîhler başka başka yazmakdadırlar. Hele ba’zı kitâblar acıklı hikâyeler uydurarak, okuyanları şaşırtıyorlar. İnançlarını, düşüncelerini karışdırıyorlar. Yalan, uydurma yazıları ile okuyucularını kendilerinin bozuk i’tikâdına sürüklemeğe çalışıyorlar. Bunun için, Kerbelâ vak’ası hakkında her zemân herkesin düşüncesi başka başka olmuş, herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanmışdır. Hindistânın büyük târîh âlimi Muhammed Abdüşşekûr Mirzâpûrî “rahime-hullahü teâlâ”, bu konuyu senelerce incelemiş, işin doğrusunu meydâna çıkararak (Şehâdet-i Hüseyn) isminde müstakil bir kitâb yazmışdır. Pâkistânda, Karaşide medrese-i islâmiyye talebesinden Gulâm Haydar Fârûkî “rahime-hullahü teâlâ”, bu kitâbı urdu dilinden fârisî diline terceme ederek, (Refâkat-i Hüseyn) adını vermiş, kitâb 1395 (m. 1975) senesinde Karaşide basılmışdır. Kitâbın önsözünde diyor ki:
İslâm dîninde ilk olarak ortaya çıkarılan ve bu dîne zararı çok büyük olan ve bugüne kadar milyonlarca müslimânın dinden çıkmasına, sapıtmasına sebeb olan fitne, hurâfeler, hayâller, uydurmalar ve husûsî maksadlar için kurulmuş, müslimânlığa hiç uymayan şeylerdir. Bu fitneyi Ya’kûb-i Küleynînin oğlu meydâna çıkarmışdır. Bu çocuk, Abdüllah bin Sebe’ ismindeki yehûdînin sapık, bozuk sözlerine aldananlardan biridir. İslâm dînini içerden yıkmak, müslimânları aldatmak için, çok şeyler uydurmuş, yalanları ile bir kitâb meydâna getirmişdir. Bu kitâba (Kâfî) ismini vermişdir. Sonra ortaya çıkan TÛSÎ, MECLİSÎ ve başka azılı sapıklar, Kâfî kitâbındaki ilkeleri yaymağa çalışarak, müslimânlar arasındaki ayrılık ve bozgunculuk ateşini körüklemişlerdir. Bunlar, (Takıyye) dedikleri iki yüzlülüğü dinlerinin esâsı yapmışlardır. Bütün yıkıcılıklarını, düşmanlıklarını Takıyye perdesi altında yürütmüşlerdir. Takıyyelerinin en meşhûru (Ehl-i beyt)e muhabbet etdikleri sözüdür. Bu sözleri ile milyonlarca müslimânı, doğru yoldan çıkarmışlar, felâkete sürüklemişlerdir. Müslimânları bunların tuzağına düşmekden korumak için, herşeyden önce, (Muhabbet-i Ehl-i beyt) takıyyesinin iç yüzünü ortaya koymak lâzımdır.
Muhammed aleyhisselâmın yoluna sarılan ve Eshâb-ı kirâmın izinde giden hakîkî müslimânlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” (Muhabbet-i Ehl-i beyt) sözünün ma’nâsına, yalnız iyi demekle kalmamışlar, Ehl-i beyti sevmenin îmânın bir parçası olduğunu bildirmişlerdir. Sapıklar, inançlarının temelinin, Ehl-i beyti sevmek olduğunu her zemân, sık sık söylemekde iseler de, her işleri, her hareketleri, kendilerinin, Ehl-i beyte düşman olduklarını göstermekdedir. Bu sözümüzü iyi anlamak için, hazret-i Hüseyni sünnîler mi şehîd etdi, yoksa sapıklar mı? Bunu iyi incelemek lâzımdır. Onların kitâblarını okuyan aklı başında bir kimsenin, şehîd edenlerin sünnî olduklarına inanması mümkin değildir. Câhilleri aldatmak için, hazret-i Mu’âviyenin ve Yezîdin ismlerini ileri sürüyorlar. Hâlbuki, bu vak’ayı anlatan kitâbların hiçbirinde bu iki halîfenin hazret-i Hüseynin mubârek kanı ile bulandığı açıkça yazılı değildir. Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Hüseynin şehîd edilmesine karışdığı hiç yazılı olmadığı gibi, böyle bir emr verdiği de yazılı değildir. Hazret-i Hüseynin şehâdetinin hazret-i Mu’âviyenin zemânında olmadığını sözbirliği ile bildirmekdedirler. Yukarıda ismi geçen molla Bâkır Meclisî hazret-i Muâviyenin vefât ederken, oğlu Yezîde yapdığı vasıyyeti şöyle yazmakdadır:
(İmâm-ı Hüseynin “radıyallahü anh” Resûlullaha olan yakınlığını biliyorsun. Kendisi, O hazretin mubârek bedeninden bir parçadır. O hazretin etinden ve kanından hâsıl olmuşdur. Ben anlıyorum ki, Irak ehâlîsi onu kendi yanlarına çağırırlar. Fekat, yardım etmeyip, yalnız bırakırlar. Eğer, senin eline düşerse, Onun kıymetini bil! Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ona olan yakınlığını ve muhabbetini hâtırla! Onun yapdıklarına karşılıkda bulunma! Onunla aramızda kurmuş olduğum sağlam bağları sen koparma! Onu incitmekden, Onu üzmekden çok sakın!) Hazret-i Mu’âviyenin Yezîde olan bu vasıyyeti (Cilâül’uyûn) kitâbının 321. ci sahîfesinde yazılıdır. Bu kitâbı, şî’î liderlerinden Muhammed Bâkır bin Murtadâ Feyzî Horasânî yazmışdır. Molla Muhsin adı ile meşhûr olup, 1091 [m. 1679] senesinde ölmüşdür. Şî’î ahundlarından Muhammed Takî Hânın yazmış olduğu fârisî (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbında diyor ki, Mu’âviye, oğlu Yezîde şu vasıyyeti de yapmışdır: (Oğlum, nefsine, hevesine uyma! Kendini Hüseynin hakkından çok koru! Yarın Hakkın huzûruna çıkacağın zemân, Hüseyn bin Alînin kanının boynunda bulunmamasına çok dikkat et! Yoksa, o gün râhata, huzûra kavuşamazsın. Sonsuz azâblara yakalanırsın!) Bundan sonra kitâbının 6. cı cildinin 111. ci sahîfesinde, Abdüllah ibni Abbâsın bildirdiği hadîs-i şerîfi şöyle yazmışdır. (Yâ Rabbî, Hüseynin hurmetini ve şerefini gözetmekde gevşek davranana bereket verme!). Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” hazret-i Hüseyne karşı bütün sözlerinde, hep edebli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, Ona karşı hiç saygısızlıkda bulunmamışdır. Hâlbuki, imâm-ı Hüseyn, Ona karşı yazdığı mektûblarında, sert kelimeler kullanırdı. Hattâ, Yezîd ve Abdüllah böyle kelimeleri görünce, hazret-i Mu’âviyeye, (Sen de böyle sert cevâb ver!) dediklerinde, onlara karşı, hazret-i Mu’âviye gülerek: (İkiniz de yanlış konuşuyorsunuz. Ben, Hüseyn bin Alîyi nasıl ayblayabilirim? Benim gibi birinin, bir kimseyi ayblaması ve herkesi buna inandırmağa çalışması, akllı bir kimsenin yapacağı iş değildir. Hüseyni nasıl ayblayabilirim? Allaha yemîn ederim ki, Onun ayblanacak bir yeri yokdur. Ona mektûb yazarım. Fekat; Onu korkutucu, üzücü şeyler yazmam) dedi. Şî’î yazar, (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 6. cı cildi 78. ci sahîfesinde, (Hulâsa, Hüseyni incitecek birşey yazmamışdır) demekdedir.
Hazret-i Mu’âviye, hazret-i Hüseyne karşı hep edebli ve saygılı davrandığı gibi, Ona hizmet de ederdi. (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbında, açık olarak diyor ki: (Hazret-i Hüseyne her sene binlerce dirhem gümüş göndermeği âdet edinmişdi. Bundan başka, kıymetli eşyâ ve hediyyeler de gönderirdi). Bu kadar edebine ve hizmetine karşı, hazret-i Hüseynden hakâret, sıkıntı gördüğü zemân, bunlara ehemmiyyet vermezdi.
Mu’âviyeye “radıyallahü teâlâ anh”, Yemenden harac malı göndermişlerdi. Bu kâfile, Şâma giderken, Medîneye uğradı. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh”, bunların hepsini alarak, Ehl-i beyte ve sevdiklerine taksîm etdi ve hazret-i Mu’âviyeye şöyle yazdı: (Üzerlerinde mal ve amber yüklü develeri Yemenden Şâma götürüyorlardı. Size götürdüklerini (Beyt-ül-mâl) hazînesine koyacaklarını anladım. Bana lâzım olduğu için, hepsini ellerinden aldım. Vesselâm!) Hazret-i Mu’âviye, hazret-i Hüseyne “radıyallahü anhümâ” şöyle cevâb yazdı: (O deve kâfilesine dokunmasaydın, bana getirdikleri zemân, senin nasîbini, senden esirgemezdim. Fekat, ey kardeşim, senin müdârâ edecek, tabasbus yapacak bir kimse olmadığını biliyorum. Benim zemânımda, sana kimseden bir zarar gelmez. Çünki senin kıymetini, yüksek dereceni biliyorum. Her yapdığını hoş karşılarım). Bu mektûblar (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 57. ci sahîfesinde yazılıdır.
Emîr Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”, Şâma gelip kendisine söğenleri de hoş karşılardı. Onlara mal, para ihsân ederdi. Yukardaki şî’î kitâbı, bunu da şöyle anlatıyor: (Hazret-i Alînin yanından Şâma gelenler Mu’âviyeye kötü söylerler ve söğerlerdi. Onu incitirlerdi. Bunlara da Beytülmâldan ihsânlarda bulunurdu. Zararsız, sıkıntısız dönüp giderlerdi.) (Sahîfe: 38). Bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, hazret-i Hüseyni şehîd etdirdi diyerek, hazret-i Mu’âviyeyi kötülemek, çok çirkin iftirâ ve pek büyük yalan olmakdadır.
Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” için hazret-i Haseni “radıyallahü teâlâ anh” zehrledi diyerek, kötülemeğe kalkışmak da, mümkin değildir. Çünki şî’îlerin (Cilâ-ül’uyûn) kitâbının 323.cü sahîfesinde de yazdığı gibi, hazret-i Hasen (Allaha yemîn ederim ki, bana karşı, Mu’âviye, bunlardan dahâ iyidir. Bunlar şî’î olduklarını söyliyorlar. Hâlbuki, beni öldürmeğe kalkışdılar ve mallarımı çaldılar) demişdir.
Şî’î kitâbları, Yezîdin de, bu cinâyetlere karışmadığını ve sanıldığı gibi, kötü olmadığını çeşidli şekllerde yazmışlardır. Babasının hazret-i Hüseyn hakkındaki vasıyyetini hiç unutmadı. Hazret-i Hüseyni Kûfe şehrine çağırmak için bir şey yazmadı. Onu öldürmeğe kalkışmadı. Şehîd edilmesi için emr de vermedi. Şehîd edilince, sevinmedi. Hattâ çok üzüldü, ağladı. Onun için mâtem yapılmasını emr etdi. Şehîd edenlere karşı sert davrandı. Hazret-i Hüseynin Ehl-i beytine çok saygı gösterdi. İmâm-ı Hüseynin Ehl-i beytinin Şâmdan Medîneye gitmek arzûlarını kabûl edip, izzet ve ikrâm ile ve muhâfaza altında gönderdi. Bunlar, şî’î kitâblarında uzun yazılıdır.
Meşhûr şî’î ahundu Molla Bâkır Meclisî (Cilâ-ül’uyûn) kitâbının 424. cü sahîfesinde diyor ki: (Yezîd, Ehl-i beyte karşı iyilikleri ile tanınan Velîd bin Ukbe bin Ebî Süfyânı, Medîneye vâlî yapdı. İmâm-ı Hüseynin ve evlâdlarının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” düşmanı olan Mervân bin Hakemi vazîfeden aldı). 432. ci sahîfesinde diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseynin düşmanı olsaydı, Onun düşmanını vâlîlikden ayırıp, yerine Onun dostunu getirmezdi.) 424.cü sahîfesinde diyor ki, (Velîd, bir gece, imâm-ı Hüseyni çağırdı ve Yezîdin gönderdiği mektûbu kendisine gösterdi. Mektûbda hazret-i Mu’âviyenin vefât etdiği ve Yezîde bî’at olunduğu yazılıydı. İmâm-ı Hüseyn, bunu anlayınca, İnnâ-lillah âyetini okudu). Bu yazı da, hazret-i Hüseynin hazret-i Mu’âviyeye düşman olmadığını ve onu hakîkî müslimân bildiğini göstermekdedir. Böyle bilmeseydi, Onun vefâtını işitince, İnnâ-lillah âyetini okumazdı.
Zecir bin Kays imâm-ı Hüseynin “radıyallahü teâlâ anh” şehîd edildiğini Yezîde bildirince, başını eğip, ses çıkarmadı. Sonra kaldırıp, (Hüseyni öldürmeyip, ona itâ’at etmenizi istiyordum. Eğer orada olsaydım, Hüseyni afv ederdim) dediği (Nâsih-ut-tevârîh)in 269.cu sahîfesinde yazılıdır. Îrânda basılmış olan, şî’îlerin (Nehc-ül-ahzân) kitâbının 321.ci sahîfesinde diyor ki: (Biri gelerek, Yezîde, gözün aydın! Hüseynin başı geldi dedikde, ona karşı gadaba geldi ve senin gözün hiç aydın olmasın dedi). (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 229.cu sahîfesinde diyor ki: (Şimir-zil-cevşen, imâm-ı Hüseynin mubârek başını Yezîdin önüne koyup, övünerek, devemin heybelerini altın ve gümüşle doldur ki, anası ve babası cihetinden insanların hepsinin en iyisi olan bir kimseyi öldürdüm deyince, benden hiçbir ihsân bekleme dedi. Şimir korku içinde ve şaşkın olarak geri döndü. Dünyâdan ve âhiretden nasîb alamadı.) (Onu öldüreni Allah kahr etsin!) dediği de, 272.ci sahîfesinde yazılıdır.
Şî’î kitâbları açıkça bildiriyor ki, hazret-i Mu’âviye ve Yezîd, hazret-i Hüseynin “radıyallahü teâlâ anh” mubârek kanına bulaşmadıkları gibi, İbn-i Ziyâd ve İbn-i Sa’d ve hattâ Şimir de şehîd edenler arasında değildir. (Refâkat-i Hüseyn) de yazılı, şî’î kitâblarında diyor ki:
1) İmâm-ı Hüseyn ile harb edenler, Şâmlılar ve Hicâzlılar değildi. Hepsi Kûfe ehâlîsi idi. (Hulâsat-ül-mesâib, s. 201).
2) İmâm-ı Hüseyni Iraklılar şehîd etdi. Aralarında Şâmlılar yokdu. Ehl-i beyte zulm edenler, Kûfelilerdi. (Mes’ûdî).
3) İmâm-ı Hüseyni şehîd edenler arasında Şâmlıların bulunmadığı iyi anlaşılmışdır. (s. 21)
4) Ebî Mahnef, ibn-i Ziyâd askerinin seksen bin suvârî olduğunu bildirdi. Bunların hepsi Kûfeli idi dedi. (Nâsih-ut-tevârîh, c. 6., s. 173).
5) O zemân Kûfeden başka yerlerde bulunan şî’îlerden hiçbiri imâma yardıma gelmedi. Hâlbuki imâm-ı Hüseyn, Kûfelilerin mektûblarına cevâb yazarken, Basralılara da mektûb gönderip, kendisine yardım etmelerini istemişdi. Basra şî’îleri de, yardım edeceklerini yazmışlardı. (Cilâ-ül’uyûn).
İmâm-ı Hüseyni Kerbelâda şehîd edenler, dahâ önce, imâm-ı Alîye ve imâm-ı Hasene de hıyânet ve zulm etmişlerdi. Oniki bin kişi, birleşerek, imâm-ı Hüseyne mektûb yazdılar. Kendisini Kûfeye da’vet etdiler. Yardım edeceklerine söz verdiler. Fekat, imâm-ı Hüseynin gönderdiği, amcası oğlu Müslim bin Ukayli şehîd etdiler. Sonra, imâm-ı Hüseyn gelince, Yezîdin askeri şekline girerek, onu da Kerbelâda şehîd etdiler. Müseyyib bin Nuhbe ismindeki şî’înin Ömer bin Sa’d ibni Ebî Vakkâs ile birlikde Kerbelâya gitdiğini (Mecâlis-ül-mü’minîn) şî’î kitâbı yazmakdadır.
6) Şîs bin Rebi’î, Ömer bin Sa’dın emri ile, dört bin şî’îye kumanda ederek imâma karşı saldırdı. (Cilâ-ül’uyûn).
7) İmâmın mubârek başını kesmek için, atından ilk inen habîs, Şîs bin Rebî’î idi. (Hulâsat-ül-mesâib, s. 37).
8) İmâm-ı Hüseyn, kendisine saldıranlar arasında Mücâr bin Haceri ve Yezîd bin Hârisi görünce, (bana yazdığınız da’vet mektûblarını unutdunuz mu?) dedi. (s. 138).
9) İmâmın askerinin sol kol kumandanı olan Habîb bin Müzâhir, imâm şehîd olunca güldü ve (Aşûre günü, sevinç ve bayram zemânıdır) dedi.
10) Şî’î âlimlerinin meşhûrlarından kâdî Nûrullah Şüsterî de, imâm-ı Hüseyni şehîd edenlerin şî’î olduklarını bildirdi.
Tenbîh: Ehl-i sünnet âlimleri, mezhebsizlerin dalâletde olduklarını ve islâmiyyeti içerden yıkmağa çalışdıklarını bildirmek için, çok kitâb yazdılar. Bu kıymetli kitâblardan otuzikisinin ismi ve yazarlarının ismleri ikiyüzaltmışüçüncü sahîfedeki 80. ci mektûbun sonunda bildirilmişdir.