Ecevitlere veda ettiğimiz gün
Emre Kongar 01 Ocak 1970
Yüzü aşkın gazeteci hapiste...
Pazar günleri anılarımı yazmaya başladığımdan beri bu geleneği sürdürmeye çalışıyorum ama insan hapiste yatan yazarları, gazetecileri, hele hele, bu yazarlar, gazeteciler arasındaki hastaları, yaşlıları, dostlarını, tanıdıklarını düşününce çok kötü oluyor...
Elbette sadece gazeteciler, yazarlar da değil...
Asker ve sivil her meslek grubundan, yüzlerce, binlerce insan hapiste...
Kimileri de hapsedilmedi ama işten atıldı, geçim sıkıntısı çekiyor!
Hiçbiri henüz, “gerekli özen gösterilerek” doğru dürüst yargılanmadı...
İnsan, “Ülkede bu kadar büyük haksızlıklar, adaletsizlikler yaşanırken anılardan söz etmenin ne anlamı var” diye düşünmekten kendini alamıyor!
Evet hiç kuşkusuz, içlerinde eskiden çok acımasızca adaleti kendi zulümlerine alet eden kişiler de vardır...
Ama onlar için bile “İntikam” değil, “Adalet” amaçlanmalıdır; Türkiye’de “Hukuk Devleti” ancak böyle kurulabilir!
Bu duygu ve düşüncelerle bilgisayarımın başına geçtiğimde, bugünkü yazımda güncel haksızlık ve adaletsizliklerle, siyasal anılarım arasında köprü olabilecek bir olaydan, gazeteye yapılan bir destek ziyaretinden hareket etmeye karar verdim!
***
Cuma günü, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt Sevgili Rahşan Ecevit Cumhuriyet Gazetesi’ne destek için geldi...
“Önemli olan pes etmemek. Bir şeylere inanıyorsanız sıkıntısız olmaz. Bugünleri de geçireceğinize inanıyorum. Size ‘Yazılanlara dikkat edin’ diyorlar. Ancak siz yine bildiğiniz gazeteciliği yapmaya devam edeceksiniz. Bu da bir tavır tabii. Vatandaşa ne olup bittiğini anlatmaya devam etmelisiniz” dedi.
Rahşan Hanım’ın bu sözleri, özellikle de “Önemli olan pes etmemek” ifadesi, beni aldı, 1983 yılında, Ankara’dan ayrılırken, eşimle birlikte, Oran’daki evlerine vedaya gittiğimiz ziyarete götürdü:
1980 darbesi bütün ağırlığıyla toplumun üstüne çökmüştü...
Kenan Evren liderliğindeki darbecileri ikna eden İhsan Doğramacı, Anayasa’dan bile önce YÖK yasasını çıkarmış, üniversiteleri ilkokul düzeyine indirmiş ve kışla disiplinine sokmuştu...
Arkadan, özgürlükçü 1961 Anayasası’nı tümüyle ortadan kaldıran,YÖK’ün de içine özenle yerleştirildiği, baskıcı, devletçi, 1982 Anayasası kabul edilmişti...
1983 yılı başında öğretim üyeleri, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu çerçevesinde üniversiteden atılmaya başlanmıştı.
Bana da Rektör tarafından, “resmen” sakalımı kesmem için baskı yapılınca, (öğrencilerine demokrasiyi ve devleti anlatan bir sosyoloji hocası olarak sakalımı gerçekten kesemediğim, elim gitmediği için) 1402’liklerden olmamak amacıyla, istifa etmiştim; çünkü 1402’lik olunca, pasaport hakkı dahil, pek çok vatandaşlık ve memuriyet haklarından mahrum ediliyordu atılanlar!
Hürriyet gazetesinden, baba dostu Erol Simavi iş teklif edince, artık İstanbul’a göç etmeye karar verdik; veda etmeye Oran sitesindeki evlerine Ecevitlere gittik.
Rahşan Hanım, her zamanki zarafetiyle, bize eliyle çay servisi yaptı.
Bülent Bey, demokrasinin üzerine büyük bir karabasan çöktüğünü, ama demokratik duygu ve düşüncelerin, uygulamaların, saksıda yetiştirilen bir çiçek gibi korunabileceğini, özenle geliştirilebileceğini anlatmaya başladı:
Aklında yerel örgütlerin yağmacı ve hizipçi baskısından arındırılmış bir parti modeli vardı.
Bu modelin geçerliliği üzerinde uzun uzun konuştuk ve tartıştık...
Ben örgütsüz bir parti modelinin pek de geçerli olamayacağını söylemeye çalıştım ama Bülent Bey önerisinde kararlıydı, fikrini değiştirmedi; dostça vedalaşarak ayrıldık.
Nitekim, sonradan DSP’yi kurmak için İstanbul’a gelirken beni Ankara’dan aradı, Tarabya Oteli’nde buluştuk ve kuracağı yeni partiyi konuştuk.
Ben Sosyal Demokratları toplamaya çalışan Erdal İnönü’yle işbirliği yapılmasını önerdim, kabul etmedi.
O fasıl başka bir öyküdür.
***
İşte Cumhuriyet’e, yapılan baskılar ve hapisteki arkadaşlar için gelen Rahşan Ecevit’in ziyaretinden bende kalan izlenimler bunlar:
“Demokrasiyi, saksıda bir çiçek yetiştirir gibi, özenle korumak, yaşatmak”...
Ve “Pes etmemek!”
Biliyorum, bu sözler “Dile kolay” ama...
En azından hapistekileri unutmadığımızı belirtiyoruz!