TİMURLENK (EMİR TİMUR)
ALPEREN GÜRBÜZER 01 Ocak 1970
Timur Semerkand’ın Kes şehrinde dünyaya gelir. O, ilerisinde doğup büyüdüğü Semerkand’ı başkent yapacak tek lider.. Semerkand artık onun elinde Maveraünnehir’in Medinesidir adeta. Babası Muhammed Taragay, Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi Hz.lerinin temellerini attığı Yesevi ocağının kollarından birine intisaplıdır. Bu yüzden Timur, Ahmet Yesevi ve alp erenlerine son derece hürmetkar davranmış, bununla da kalmamış Pir-i Türkistan’ın mezarının yapımını üstlenerek ziyaretgah haline getirtmiştir.. Gençliğinde kabına sığmayan yapısı onun ilerisinde büyük bir devlet adamı olacağının işaretlerini vermeye yetiyordu. Öyle ki, o delikanlılık çağında aldığı yaralarla sağ ayağı topal, sol kolu çolak kalmıştı ki bu yüzden ona Timurlenk, yani Aksak Timur lakabı verilmiştir.
Moğol kasırgasının ardından Türkistan’ın (Maveraünnehir) yeniden hayat bulmasında en
büyük emek şüphesiz Emir Timur’a ait. O Harezm ve Altın ordu devletlerine karşı açtığı mücadelelerde büyük zafer kazanmış, saltanatlarına son vermekle kalmamış bir dizi reformlara imza atmakla meşhur bir lider. Şayet onda bir eksiklik aranacaksa, o da Osmanlıyla bir dizi kıyasıya yaptığı savaşlarıdır. Hakeza Ankara savaşı bunun en tipik yıpratıcı örneğidir. Türk’ün Türk’le imtihanı diyebileceğimiz tarihin bu iki ümit devleri güçlerini birleşecekleri yerde birbirlerini hırpalamışlardır maalesef. Timur dışa karşı yaptığı seferlerde son derece çetin ve acımasız, içe karşı ise son derece mütevazı bir şahsiyet örneği sergilemiştir. Dışa karşı soğuk, içte ise merhamet abidesi bir insan adeta. Bir defasında İbni Abidin gibi büyük bir alimle otağında buluştuklarında, İbni Abidin Timur’a övgüler yağdırır,
hemen bu övgüler karşısında; Ben sadece Moğol Hanların vekiliyim cevabını vererek
mütevazı bir karakter ortaya koyar. Bu arada şunu belirtmekte fayda var, Timur sülalesini Çağataylardan Barlaslara, yani Moğollara dayandırılsa da Türkleşmiş olduklarından, O bir Türk Hakanı olarak tarihte yerini alacaktır.
Timur dindar bir kişiliğe sahip, öyle ki her yaptığı seferlerde davasına meşruiyet kazandırmak adına ulemanın fetvasını almayı da ihmal etmeyecek kadar gözü ve gönlü pek insan. O aynı zamanda bugünkü manada büyük bir sivil toplum önderi. Nasıl mı? Oluşturduğu toplumsal yapılanmayı on iki kategoriye göre şekillendirebilecek düzeyde bir deha. Bu örgütlenmenin birinci kademesini Seyyidler oluşturur. Bu durum onun ehli beyte olan sevgisini gösterir. Hatta Timur Seyyidlerin liyakatlilerini devlet sadaretine bile atamış ki tüm vakıflara mütevelli olsunlar diye.. İkincisi; alimlere olan inancı ve saygısı gereği bilge kişiler, üçüncüsü abdallar yani ibadet edenler, dördüncüsü askeri kademeler de yer alan üst rütbeli komutanlar, beşincisi sipahi ve reaya(halk), altıncısı günlük meselelere vakıf akıllı dirayetli insanlar, yedincisi devlet organının tepesini oluşturan vezirler, başkatipler, sekizincisi Tıp camiası, yani hekimler, mühendisler vs., dokuzuncusu tefsir hadis alimleri, onuncusu el becerisi mükemmel olan sanat erbabı, on birincisi Piri faniler (meşayih), gazi dervişler taifesi, on ikincisi ise seyyahlar ve tacirler oluşturur. İşte toplum örgütlenmesi buna derler. Timur’un bu örgüt şeması bugünün sivil toplum örgütlenmelerinin çok üstünde dersek sanırım maksadımızı aşmış olmayız. Aynı zamanda on iki rakamı, Abdülhalıkıl Gücdivani (K.S)’ın on iki usulünü de hatırlatır bizlere.
Medeniyetler sütunlar üzerine kurulur, Timur da sütunlarının temellerini İslam’a dayandırarak ortaya bir yol haritası koymuş, böylece Türkistan’a hayat vermede on iki sütunu inşa ederek devletini şeffaf kılmış, yani kendisinin ifadesiyle; devlet bir ev gibidir, üstü açık kapısı perdesi yoktur diye tanımlamıştır. O bununla yetinmemiş toplumun manevi önderlerinin mezarlarını inşa faaliyetlerini başlatmış, bizatihi mevcut merkadlar ile ilgilenecek vakıf müessesesi kurarak korumaya almıştır. Nasıl korumaya almasın ki, Meşayihin manevi himmetleri ve alimlerin desteği ile medreseler ihya olup, ilim fen ve sanatta büyük atılımlar gerçekleşti çünkü. Zaten Onun bu girişimi sayesinde yetmiş yıllık komünizmle idare edilen Rusya’nın çökmesinin ardından dahi O evliya-ı izamın merkadarı hala canlı ve dipdiri olarak ziyaret edilebilecek halde ayaktalar.
Timur’un hayatında net iki dönem görülür. Birinci dönemi Moğol kasırgasına karşı mücadele dönemi , ikinci dönemi ise bir dizi savaşlar sonucu ardından bıraktığı imparatorluk dönemidir. O gözünü dikmiştir Çin’e, fakat ansızın gelen ölümle bu fethi gerçekleştiremeden kelebek misali her fani gibi bu dünyadan göç edip, ardından büyük bir eser bırakarak gitti öbür aleme, ama ne yazık ki bu miras korunamamış, yerine göçebe Özbek topluluğundan Şeybanilere terk etmiştir. Terk ederken bile Onun bıraktığı büyük mirası sayesinde Timur oğulları saltanatı ilim kültür ve medeniyet olarak tarihin altın sayfalarında yer almıştır. Ki; bu devirlerde Hindistan’da kurulan o meşhur Babür devleti bugünkü Avrupa’nın gerçekleştirdiği Rönesanssının temelidir. Çünkü batı gelişmesini oralardan aldığı aşılarla uykusundan uyanabilmiştir, bu yüzden bugünkü medeniyetini doğuya borçlular. Cemil Meriç bu yüzden ‘Bir dünyanın eşiğinde’ adlı eserinde Hind’i ele alır.
Timur’un 15. yüzyılda Türkistan havalesinde başlattığı Rönesans alevini devr alan torunlarından Babürşah, bu meşaleyi Hint’e taşımıştır. Böylece Akdeniz’den Çin’e, Rusya’dan Hindistan’a uzanan imparatorluk tamamlanmıştır. Dolayısıyla Cemil Meriç; Babür de biz Babür Şah da biz der. Yani Babür’ü farklı kıarkadas hükümdar olması ötesinde Babürname adlı eseridir.
Babür Şah, çok övgüyle andığı, rüyasında manevi işaretler aldığından söz ettiği Ubeydullah Ahrar’ın himmeti ve bereketi sayesinde Hind’e yeni bir çehre katmışız, İslami medeniyetin ilk tohumunu sermişiz oralara, bundan da öte o meşhur Babürnamesiyle tarihin yönün değiştirerek hem bugünkü Pakistan’ın temelleri atılmış hem de batı medeniyetine ışık saçmışız.
Böylece Babür Şah otuz altı yıllık saltanatının ardından kendini aratmayacak Cihangir Şah ve Ekber Şah gibi iki önemli ismi bırakarak ebediyete göç eder. Nasıl ki Babür Şah’a Ubeydullah Ahrar’ın manevi himmeti ilham kaynağı olmuşsa, Cihangir Şah ve Ekber Şah’a da İmam-ı Rabbani gibi bir büyük Mücedidi elfisani ışık kaynağı olmuş, böylece Hind bizimle hayat bulmuştur.