Nihat Genç, 8sutun’a çok özel açıklamalarda bulundu!..
20 Şubat 2007
İşte, Nihat Genç'e sorularımız ve cevapları...
Hrant Dink’le arkadaştınız fakat fikirleriniz uyuşmuyordu…
Biz demokrasi tarifi içinde, “etnik, azınlık” tanımları asla istemiyoruz. Oysa Batı’dan bize dikte edilen demokrasi tarifleri içinde etnik ve azınlık lafları geçiyor. Yani biz demokrasimizde etnik ve azınlık laflarını ülkemiz için tehlikeli buluyoruz. Bu ayrımlar yüzünden son 15 yılda Gürcistan 5 parçaya, Yugoslavya 10 parçaya, Lefkoşe ortadan ikiye, Beyrut ikiye, Kudüs, Bağdat ve hatta Kerkük şehirleri sokak sokak parçalanmış,
> Herkes son yıllarda İstanbul’u çakalıyla, pis trafiği, kapkaççısıyla konuşup üzülüyor. Ama Hrant’ın cenazesinde gerçekten som altından bir hazine, derin, bilge bir İstanbul gördük.
----------------
> Hrant’ın cenazesini kaldıran kalabalıkta belki de yüzde 1’i, yüzde 10’u ancak Hrant gibi düşünüyor, geri kalan yüzde 90, belki de Hrant gibi düşünmüyor. Ama hepsi, Hrant’ı omuzladılar, Avrupa’ya, Doğu’ya, Batı’ya, tarihe ve dünyaya, aynı sokaklarda acılar ve sevinçler ve trajedilerle birlikte yaşadığımızı gösterdiler.
----------
> İstanbul ne yalnız cami, ne yalnız meyhane. Hrant’ın cenazesini; meyhaneler, camiler ve cami kilise arasında sıkışmış beynamazlar ve yaşlı İstanbul hanımefendileri ve yaşlı İstanbul beyefendileri ve hatta siyasetle hiç ilişkisi olmayan insanlar kaldırdı.
---------
> Yoğun trafikten sokağa çıkamayan birçok yaşlı insanımız Hrant’ın arkasından 10 km. bastonlarıyla yürüdü. İstanbul’u haydutların, mafyaların, müteahhitlerin kara bayrağı gibi görüp umutsuzluğa kapılanlar, Hrant’ın cenazesinde İstanbul’un aslında güngörmüş insanların şehri olduğunu bir kez daha hatırladılar.
--------------
> Urfa yemeklerinin lezzeti, acısında gizli. İstanbul’un kubbelerinden ve şarkılarından daha yüce ve derin olan güzelliği de ıstıraplarında gizli.
----------
> İstanbul, Anadolu’nun özetidir. İşte İstanbul ayrım gayrım bilmeden herkese sarılan bu toplumdur.
-------------
> Habertürk tv. kanalı, ABD askerleri Irak’a girerken ekranda ABD bayrağı dalgalandırdı, tam 1 ay. Amerika’yı desteklemek için, ekranlarında romantik şarkılar söylediler. Tam 1 ay. Hem Akşam gazetesinde hem Sky-Türk tv.’deki konuşmalarımda, “Amerikan bayrağı dalgalandıramazsınız” dedim. Onlar da bana dava açtılar, Kazanamadılar. Ufuk Güldemir, o yüzden hakkımda asılsız iddialar öne sürüyor.
-------------
> Ben yetenekleri olan bir yazarım. Kendine çok güvenen bir kardeşinizim. Edebî üslubumu, günü ve saati geldiği zaman bunlara karşı kullanmaktan asla çekinmeyeceğim ve şimdi evimdeki köşemde, aleyhimde yalan yanlış yazanlar ve Ece Temelkuran gibi ima edenleri bir bir yazıyorum.
bölünmüştür. Bu yüzden biz sokaklarımızı parçalamayacak bir demokrasi tarifi istiyoruz. Uyuşmuyor dediğimiz budur.
Nasıl yani?
AB’nin raporlarında azınlık tarifleri geçiyor. Arkadaşlarımız AB’den gelen demokrasi tariflerine sıcak bakıyor.
HRANT GİBİ DÜŞÜNMEYENLER DE HRANT’I OMUZLADI. BATI’YA MİLLİ BİR İRADEYİ GÖSTERDİ
Hrant Dink’in cenazesini büyük bir kalabalık katıldı. Cenazedeki manzarayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunuzun cevabı biraz uzun sürecektir. Herkes son yıllarda İstanbul’u çakalıyla, pis trafiği, kapkaççısıyla konuşup üzülüyor. Ama Hrant’ın cenazesinde gerçekten som altından bir hazine, derin, bilge bir İstanbul gördük. Hikmet dolu bir sessizlikti. Dersler çıkarmamızı telkin eden bir güngörmüş kalabalıktı. Hrant’ın cenazesinde dalgalar, tekneler, martılar sustu ve İstanbul güzel ve isyankar bir evladını uğurladı. İstanbul Kavuklu’nun şehri. Ortaoyunu’nda Kavuklu’nun oyuncularının hepsi ayrı ayrı millettendi: Arap, Acem, Laz… Dünyada eşi benzeri olmayan bu oyunda birçok millet aynı sahnede birbirleriyle alay edip, şakalaşıp eğleniyordu. İstanbul’a bir büyük simge gerekiyorsa, bu, Kavuklu’dur. Kavuklu, nicedir aramızda yok. Kavuklu’nun karmaşık ve karışık oyuncu kadrosu ne zamandır çözülmekte, sahneyi terk etmekteydi. Biz de buna üzülmekteydik. Ama şimdi, Hrant’ın cenazesini kaldıran kalabalıkta, İstanbul’un neşesi Kavuklu’yu gördüm, Karagöz’ü gördüm. İstanbul’un kaybolmuş çelebileri vardı o kalabalığın içinde. Belki de yüzde 1’i, yüzde 10’u ancak Hrant gibi düşünüyor, geri kalan yüzde 90, belki de Hrant gibi düşünmüyor. Ama hepsi, Hrant’ı omuzladılar, Avrupa’ya, Doğu’ya, Batı’ya, tarihe ve dünyaya, aynı sokaklarda acılar ve sevinçler ve trajedilerle birlikte yaşadığımızı, bu büyük şehrin ruhundan örnekler verdiler. Fatih’in fermanını sindirmiş büyük bir kalabalık. İstanbul ne yalnız cami, ne yalnız meyhane. Hrant’ın cenazesini; meyhaneler, camiler ve cami kilise arasında sıkışmış beynamazlar ve yaşlı İstanbul hanımefendileri ve yaşlı İstanbul beyefendileri ve hatta siyasetle hiç ilişkisi olmayan insanlar kaldırdı. Yoğun trafikten sokağa çıkamayan birçok yaşlı insanımız Hrant’ın arkasından 10 km. bastonlarıyla yürüdü. İstanbul’u haydutların, mafyaların, müteahhitlerin kara bayrağı gibi görüp umutsuzluğa kapılanlar, Hrant’ın cenazesinde İstanbul’un aslında güngörmüş insanların şehri olduğunu bir kez daha hatırladılar. İstanbul, Anadolu’nun özetidir. İşte İstanbul ayrım gayrım bilmeden herkese sarılan bu toplumdur. Hepsinin kucaklarında, kollarında ilahi tutkallar vardı. İstanbul, yüzlerce yıl Kafkasya’dan, Balkanlar’dan ve Ortadoğu’dan gelen bin çeşit insana işte bu ilahi tutkalla sarılarak İstanbul oldu. Bırakalım Ermeni’yi, Laz’ı, Çerkez’i… Bu yüksek ve tadından yenmez insanlık kültürünün İstanbul’da hâlâ yaşadığına şükredelim. İstanbul’u fetheden duygu, böyle geniş bir insanlık kucağıydı. Bayramları, camileri, çarşıları, meyhaneleri işte böyle tüm dünyaya açılmıştı. Bu yüzden İstanbul, New York hiç yokken, Londra şehirden sayılmazken bir dünya şehri, insanlığın kucaklaştığı bir yerdi. İstanbul, Anadolu’nun gümüşten kubbesidir. İstanbul kubbedir. Boğazı; bayraksız, taçsız, insanlık kraliçesidir. Mevleviler hâlâ orada. Çelebileri hâlâ yaşıyor. Kavukluları hâlâ orada. Hâlâ insanlık adına kucaklaşmayı isteyen güngörmüş bir kalabalığı var. İstanbul’a dua edelim. Bu nasıl bir duygu anlatamıyorum. Bir yazar katledildi, büyük vahşi bir trajedi. Ama İstanbul bu güzel insan kalabalığıyla sanki sessiz bir sevinç taşıdı mezarlığa. Bu büyük şehrin trafiğinden, çakalından, kapkaççısından, arazi vurguncularından çok çektik. Ama şimdi gördük ki bu şehri büyük yapan şey, siteler, gökdelenler, Acaristan’lar değil. Bu şehri büyük yapan; kutsal bir yalnızlık ve azınlık içinde yaşayan, isyankar evlatlarına gösterdiği işte bu büyük hürmet. İstanbul; Kafkasya’dan, Balkanlar’dan, Ortadoğu’dan binlerce yıl akıp gelen çeşit çeşit inanlara göstermekten yorulmadığımız bu hürmetin adıdır. Cenaze kalabalığı bize İstanbul hakkında çok yanıldığımızı, tam tersine bize İstanbul’un çok sağlıklı bir şehir, hâlâ duygudan vicdandan, ezandan ve şiirden bir şehir olduğunu gösterdi. İstanbul en acımasız kör siyasi hastalıklarımızı dahi kardeşliğe çevirebilmeyi gösterdi. Bir şey daha söylemek istiyorum, İstanbul’a. Evet, İstanbul sapasağlam değil, çok hasta ama güzelliği burada. Istırapları büyük, yaraları derin, durmaksızın bu ıstırabı konuşuyoruz ama İstanbul bu işte. Istırabını bir çırpıda şarkılaştırmayı, ilahileştirmeyi becerebiliyor. Urfa yemeklerinin lezzeti, acısında gizli. İstanbul’un kubbelerinden ve şarkılarından daha yüce ve derin olan güzelliği de bu ıstıraplarında gizli. Belki bu yüzden bugün Anadolu’nun her köyü, her kasabasında doğan çocuklar sokak sokak İstanbul’u kovalamak için can atıyor. İstanbul’a bıçak çekiyor. Neyse, bu böyle gider, bize İstanbul’u hatırlatan o kalabalığa şükran borçluyuz.
AMERİKAN BAYRAĞI DALGALANDIRAN HABER TÜRK BENİ DAVA ETTİ FAKAT…
Ufuk Gümdemir, Habertürk internet sitesinde, “Ankara’daki makamlar Nihat Genç isimli bir yazarın televizyon konuşmaları ve yazılarının, Trabzon’daki cahil ve işsiz gençlik üstünde yıkıcı etkisi olduğunu düşünüyor. Nihat Genç ‘küçük katillerin’ idolü olmuş durumda” gibi cümleler yazdı. Ne diyeceksiniz?
Bunlar deli saçması şeyler, ama bir hedef gösteriyor. Bundan birkaç sene önce, Habertürk tv. kanalı, ABD askerleri Irak’a girerken ekranda ABD bayrağı dalgalandırdı, tam 1 ay. Amerika’yı desteklemek için, ekranlarında romantik şarkılar söylediler. Tam 1 ay. Hem Akşam gazetesinde hem Sky-Türk tv.’deki konuşmalarımda, “Amerikan bayrağı dalgalandıramazsınız” dedim. Onlar da bana dava açtılar. Oysa bantlarda var ve herkes gördü. Davayı kazanamadılar ama bana karşı bir nefret oluştu. Ben Trabzonlu olduğum için de, bu olay olur olmaz beni hedef gösteren saçma sapan bir yazı yazdı. Hesabını, hukukunu, mahkemesini ileride görüşülmek üzere kayıtlarıma yazdım. Ancak Trabzon üzerine yapılan suçlamalar öyle manyak bir hal aldı ki Trabzon’un Faroz Mahallesi’nde gençlerin oynayıp insanlara sevdirdiği artık milli bir halk oyunu olan Kolbastı oyununa dahi “Bu oyun psikopat bir oyundur” demeye başladır. Bu saçmalıklar karşısında dilim tutuluyor. Bunlar tımarhanelik suçlamalar. Türkiye’nin zor günlerinde çok konuşmuş bir yazar olarak bazı tımarhanelik delilerin beni suçlamak için fırsat kolladıklarını zaten biliyordum. Ben yetenekleri olan bir yazarım. Kendine çok güvenen bir kardeşinizim. Edebî üslubumu, günü ve saati geldiği zaman bunlara karşı kullanmaktan asla çekinmeyeceğim ve şimdi evimdeki köşemde, aleyhimde yalan yanlış yazanlar ve Ece Temelkuran gibi ima edenleri bir bir yazıyorum. Sanırım ben Türkiye’deki aydın düzenini bozdum. Onlar kendilerini imtiyazlı görüyor, köşelerinde istedikleri gibi üfüreceklerini sanıyorlardı. Ekrandaki konuşmalarımda onları rezil ettim. Kepaze ettim. Halkımızın önünde teşhir ettim. Ve etmeye günü ve saati gelince devam edeceğim.
HRANT’IN CENAZESİNİ FIRSAT BİLİP VATANSEVERLİĞİ LİNÇ ETMEK İSTİYORLAR
Neyi bekliyorsunuz? Yani, daha doğrusu, günü gelecek derken neyi kast ediyorsunuz?
Bir taziyenin, matemin, yasın hüzün ve kederi bozulmasın. Bizler, soylu bir nezaketle bu yasın tüm halkımızca derinden yaşanmasına fırsat vermeliyiz ve bu cenaze halkımızın kalbine gömülene kadar soylu bir sessizlikle beklemeliyiz. İşte hesabımız, bu nezaket bekleyişinden sonra olacaktır. Çünkü ben hiç kimseden maaş almadım. Hiç kimsenin adamı olmadım. Hiçbir ideolojinin bayrağını kaldırmadım. Tek başına, onlarca yıl, sokaklarda işportacılık yaparak, temiz, yoksul ve soylu bir yazar olmak istedim. Allah’a bin şükür bu halk beni kucakladı ve tarihte çok yazara nasip olmayan derin bir sevgi gösterdi. Bu sevginin sebebi Anadolu toplarlarının kardeşliğini ısrarla vurgulamamdır. Bu sevginin sebebi Anadolu toprağını birarada tutan ortak değerlerin yani kısaca Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Cumhuriyetimiz ve Bağımsızlık Savaşımız, ezanlarımız ve insan çeşitliliğimizin güzelliğini sayıp sayıp tadından yenmez bir üslupla ve aşkla dile getirmemdir, ki Anadolu, bu aşkın coğrafyasıdır. Şimdilik susalım ve Hrant’ın cenazesini fırsat bilip vatanseverliği linç etmek isteyenlere karşı, biraz daha sabırlı olalım. Unutmayın, İsrail ve Amerikalılar, Almanya’yı esir ettikten sonra töhmet altında tutup tek bir Alman’ın dahi “Ben Almanya’yı seviyorum” cümlesini kurmasına müsaade etmediler. Bir Alman çıkıp “Ben Almanya’yı seviyorum” dediği anda Yahudiler “İşte Naziler, işte faşistler!” diye hâlâ üstlerine çullanmakta. Biz bağımsız bir ülkeyiz. Yurt sevgisi anne sevgisi gibidir. Ve ekmek yemek, su içmek kadar kutsal bir duygudur. Bu trajik cinayeti bahane edip “Vatan sevgisi, din sevgisi; çapulcuların, çakalların tetik çekmesine yarıyor” diye ortalığı veryansın etmek bilimsellikten uzak, insanlık dışı, edepsizliğe varan, kin ve nefret odaklı bir şeydir.