« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Şub

2018

Tarık Buğra ( 02.09.1918)- (26.02.1994)

01 Ocak 1970

Romancı, yazar


2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken, bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine, kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başladı. İstanbul Üniversitesi tıp ve hukuk fakültelerinde bir süre okudu. Sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra, Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.

Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle büyük ödüle layık görüldü(1948). Bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle, basın hayatına atılma konusunda cesareti arttı. Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Son dönemlerinde Türk Edebiyatı ve Hisar dergileri ile Türkiye gazetesinde yazdı. 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.

ESERLERİ:
Denemeleri:Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uykunun Arasında
Romanları: Siyah Kehribar,Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbiş’in Rüyası, Firavun İmanı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Yalnızlar, Osmancık

BU ÇAĞIN ADI

Tarık Buğra'nın makalelerinden bir kısmıdır. Aydınlarımız, idârecilerimizi ve bütün akıl sâhiplerini düşünmeye sevkeden konuları içine almaktadır. Politik şarlatanlıklara karşı gerçekleri ve bağımsız kafayı savunan; kısacası şahsiyetli insanlara yakışan bir tavır ve uslûpla millet ve memleket meselelerine bakmayı gündeme getiren bu makalelerin, okuyanlara çok şey ifade edeceği inancındayız.

DÖNEMEÇTE

Türkiye'de çok partili döneme geçiş yıllarını anlatır. Konuya bir Anadolu kasabasından, o çevredeki halkın ve aydınların canlı ilişkileri içerisinde bakar. "Dönemeç" adıyla TV'de dizi filmi yapılmıştır.

OSMANCIK

"Cihan devletini kuran irade; şuur ve karakter". Tarık Buğra, esere ikinci bir başlık tarzında bunları yazmıştır. Konu, Osmancık'ın (yahut Kara Osmanın) Osman Gazi olarak tarih sahnesine çıkışını ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlatmaktadır. osmanlı'yı cihan çapında büyük" yapan bir devlet ve insan anlayışının ilk tohumlarının roman çerçevesinde ele alınışını okuyacağınız bu eser, TV'de "Kuruluş" adıyle dizi film olarak da defalarca yayınlanmıştır.

GENÇLiGiM EYVAH

Tanıtım Yazıları: Türkiye'deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye'de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir.

KÜÇÜK AĞA

Tanıtım Yazıları: Küçük Ağa, Tarık Buğra'nın en büyük ve en tanınmış eseridir. Kurtuluş Savaşı'nın, küçük bir Anadolu kasabasından görünüşüdür. Konuya ilk d efa resmî olmayan bir gözle, aydın bir Türk'ün hür bakışlarıyle ve değerlendirmeyeriyle bakılmıştır. İnsanımızın ve kültürümüzün tanıdık simalarını ve hususiyetlerini yazarın üstâdâne zevkle okuyacağınız bu eser, Millî Mücâdele'nin gerçekten millîbir romanıdır.

İBiŞiN RÜYASI

Tarık Buğra'nın bu eseri, onun dil, üslûp ve teknik özelliklerini en iyi belirten romanlarından birisidir. Eser, konu bakımından da tiyatro ve sinemanın ilgisin çekmiş, Devlet Tiyatroları'nda sahneye başarıyla uygulanmış, TRT tarafından da -yazarın söyleyişi ile- "akıl almaz şekilde yozlaştırılarak" dizi film yapılmıştır. Biz, romanı okuyanların, bu TV filmi konusunda yazara hak vereceklerine inanıyoruz.

FİRAVUN iMANI

Kurtuluş Savaşı'nın Kuvâ-yı Milliye ve Çerkez Ethem dönemlerini anlatan Küçük Ağa'dan sonra, Sakarya Savaşı öncelerini ve sonralarını ele aldığı bu eserde, tarık Buğra, çıkarcıları, üç kâğıtçıları, vurguncuları, satılmışları ve bunlara karşı eşsiz yiğitleri ile, yeni bir devletin kuruluş günlerini anlatmaktadır.

YARIN DiYE BiRŞEY YOKTUR

Yazarın 1948-49, 1950-52, 1954-64 yılları arasındaki hikâyelerini içine alır. Bu hikâyelerde insanın değişmeyen yanlarını ve eskimeyen bir Türkçe ile duyguları ve düşünceleri zenginleştiren bir anlatım bulacaksınız.

SiYAH KEHRiBAR

Tarık Buğra'nın ilk romanı. Rahmetli Mümtaz Turan bu eser için "Tarık Buğra'nın burada iddiasız görünüşüne rağmen büyük bir tezi, "Yirminci asrın hüznü" dediğimiz hastalığı ele aldığını sanıyorum. Günümüzün trajedisi romandaki maceralara bir fon müziği gibi baştan sona refakat ediyor." diyor.

POLiTiKA DIŞI

Tarık Buğra'nın bu kitabı, siyaset dışı yazılarından oluşmaktadır. Muhtelif tarihlerde ve değişik yerlerde yayınlanmış yazıları ve yazarla yapılmış bazı röportajlar kitaba alınmıştır. Böylelikle, genel olarak edebiyatımızla ve özellikle yazarımızın edebî kişiliği ve görüşleriyle ilgilenenler için lüzumlu bir derleme meydana getirilmiştir.

YAĞMUR BEKLERKEN

Cumhuriyet döneminin muhtelif kesitlerini romanlarına konu yapan yazar, bu eserinde de Serbest Fırka dönemini ele alıyor ve aynı dönemde Türkiye'deki büyük kuraklıkla siyaset arasında parelellikler kurarak, yine bir Anadolu kasabasından, meseleleri ortaya koyuyor.

YALNIZLAR

İnsan ilişkilerinin romanıdır.





HAKKINDA YAZILANLAR

Tarık Buğra... Tam 20 yıl olmuş!
Beşir Ayvazoğlu yazdı:
Zaman 20 Şubat 2014

İki hafta önce bu köşede Refik Halid’den söz ederken Türkçesinin nefasetine değinmiş ve yazının sonunda “İnsan onun yazılarını okurken Ataç’ın ve Ataçgillerin bu Türkçeye nasıl kıydıklarına doğrusu akıl erdiremiyor.” demiştim.

Tarık Buğra, 1940’larda ve 50’lerde genç nesilden bir yazar sayılmasına rağmen, Nurullah Ataç’ın dil anlayışına kararlı bir şekilde karşı duranlardandı. Bu mücadeleye 1950 yılında Talat Tekin’le birlikte çıkardığı tek sayılık Zeytindalı dergisinde başlayan Buğra, hayatının sonuna kadar, asıl kıvamını Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Refik Halid, Reşat Nuri, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarların eserlerinde bulan Türkçe için savaşmış, özellikle 1966-1969 yılları arasında yazdığı Hisar’da, Mehmet Nâzım ve Süleyman Yücel imzalarını kullandığı yazılarında öztürkçecilerle sert tartışmalara girmişti. Öztürkçe taraftarlarını fena halde öfkelendiren bu yazılardan ikisini çok önemli bulurum. “Öztürkçe Masalı” başlığını taşıyan yazıdan kısa bir alıntı:

“Biz de biliyoruz, şehir yerine kent dersek kıyamet kopmaz; hatta bir köy evinden bir sıva parçası dahi dökülmez. Ama şehir kelimesini bir kere gömdük mü, Tanpınar’ın bir büyük eseri, yani Türk kültürünün o eşsiz Beş Şehir’i Varto yıkıntılarının altında kaybolup gitmişe benzer. Siz şimdi Hayal Şehir’den tutun da Şehir Kâhyası’ndan Eskişehir’e kadar neler yitireceğimizi düşünün. Viranşehir bile kalmaz elimizde. Üstelik ‘köylü kentli’ sözünde tutunan o kelime Türkçe bile değildir.”

Bu çarpıcı tespitten sonra, yazısına “Soruyorlar: Arapça ‘hakikat’ın yerine Türkçe ‘gerçek’ kullanılsa ne kaybederiz? Ah kurnaz bebek; ne mi kaybederiz? Hakikat’ı hakikat’ı!” diye devam eden Tarık Buğra’nın şu cümleleri ise öztürkçeciler için yenir yutulur cinsten değildi:

“Naziler kitap yakmışlardı. Komünistler aynı barbarlığı hâlâ yapıyorlar; üstelik daha yaygın, daha sistemli bir şekilde. Ama, inan olsun, öztürkçeci denilen ırkçılık sahtekârları onlara taş çıkartıyor; çünkü bunlar bütün Türk kütüphanelerini gömmek niyetindeler: Bir kelimeyi, ölümünü beklemeden fırına atmakla ne mi çıkar? O kelime ile kurulmuş onbinlerce Türk mısraından duygu ve düşüncesinden gelecek nesilleri mahrum bırakmak kastı çıkar.”

Tarık Buğra’nın Hisar’ın Nisan 1967 tarihli sayısında çıkan “TDK’nın Otopsisi” başlıklı yazısı da önemli tespitlerle doluydu. Bu iddiaları ve ağır ithamları Türk Dili dergisinde cevaplandırmaya çalışan öztürkçeci yazarlardan biri, Tarık Buğra’nın Tercüman’daki yazılarını, Hisar’da yazan Mehmet Nâzım’dan aşırdığını büyük bir keşif heyecanıyla ilân etmiş, iki yazı arasındaki benzerlikleri cümle cümle göstererek “sav”ın “kanıt”lamıştı.

Mehmet Çınarlı, “İki imzanın aynı şahsa ait olması ihtimalini hiç düşünmeyip çok değerli eserler vermiş, edebiyat tarihine mal olmuş koskoca Tarık Buğra’nın, Mehmet Nâzım gibi hiç duyulmamış bir imzadan cümle aşırabileceğini kabul eden bu parlak (!) zekâya oyuncak kediler bile, bir kere daha, kahkahayla gülmüşlerdi” diyor.

Hakikaten, Türk Dili’nde yazan, yani dil meseleleriyle uğraşan bir yazarın, Tarık Buğra ve Mehmet Nâzım imzalarıyla yayımlanan yazılardaki dil ve üslûp birliğini fark edememiş olması şaşırtıcıdır.

TRT Televizyonu’nda yapılan bir açık oturumda, TDK’nın önde gelen isimlerinden Ömer Asım Aksoy, “Sayın Buğra,” demişti, “Türkçe’yi sizin gibi güzel konuşan ve yazan biri nasıl olur da bize karşı çıkar?” Aldığı cevap susturucuydu: “Bu söylediğiniz rasgele bir iltifat, bir nezaket cümlesi değilse, işte ondan!”

Tarık Buğra ve onun gibi düşünenlerin endişelerinde ne kadar haklı oldukları, Türkçenin bugünkü içler acısı halinden anlaşılıyor. Orhan Veli’nin şiirlerinde bile bilmedikleri yığınla kelimeyle karşılaşan ve mânâlarını öğrenmek için hiç gayret göstermeyen, hatta böyle bir gayreti lüzumsuz gören bir gençlik kitlesiyle karşı karşıyayız. Ne demek istediğimi lise ve üniversite hocalarının çok iyi anladıklarından eminim.

Her neyse... Tarık Buğra hakkında bir şeyler yazmak için masamın başına geçmiştim. 26 Şubat 2014, bu büyük yazarın vefatının 20. yılıdır. Bu önemli yıldönümü, edebiyat dünyası ve yıllarca hem yönetici, hem yazar olarak hizmet ettiği basın tarafından umarım fark edilir. Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, büyük bir kadirşinaslık örneği göstererek, bir dersliğe onun ismini verdi. Akşehir Belediyesi aziz hemşehrisini bir panelle anıyor. 26 Şubat’ta, Prof. Dr. Alim Gür’ün yöneteceği panelde Prof. Dr. Fatih Andı’yla birlikte bu büyük Akşehirli hakkında konuşacağız.

Tarık Buğra’yı önemli hiçbir üniversitenin de ihmal etmeyeceğine inanıyorum.





HABER

Küçük Ağa’nın büyük yazarı Tarık Buğra unutulmuyor

Cumhuriyet devri Türk edebiyatının önemli romancılarından Tarık Buğra, vefatının 20. yılında düzenlenen bir programda yâd edilecek.

ESKADER tarafından düzenlenen program, Timaş Kitapkahve’de 27 Şubat 2014 Perşembe günü saat 18.00’de başlayacak.

Küçük Ağa'nın Büyük Yazarı Tarık Buğra, vefatının 20. yılında Cağaloğlu’nda dostları, sevenleri ve okuyucuları tarafından yâd ediliyor. Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin Bâbıâli Sohbetleri'nde anılacak olan Buğra’yı romancı yazar Sevinç Çokum, gazeteci yazar Gürbüz Azak ve gazeteci Ünal Bolat anlatacak. Toplantıyı edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım yönetecek.






HABER

Tarık Buğra Anma programı
5 Ağustos 2014

Cumhuriyet devri Türk edebiyatının önemli yazarlarından, Küçük Ağa ve bir çok önemli romanın yazarı olan Tarık Buğra, vefatının 20. yılı dolayısıyla Çemberlitaş’ta Basın Müzesi’nde anılacak. Basın İlan Kurumu ve ESKADER’in birlikte düzenlediği anma programı, Basın Müzesi’nde 5 Ağustos Salı günü saat 15.00’te başlayacak. Her iki kuruluşun müşterek olarak düzenlediği “Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler” programının konuşmacısı, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü mensuplarından Yard. Doç. Dr. Ramazan Topdemir.

Tarık Buğra hakkında önemli araştırmaları ve çalışmaları bulunan Topdemir, romancının hayatını, fikirlerini anlatacak, edebiyatımızdaki yeri üzerinde duracak. Anma toplantısını edebiyatçı yazar İlyas Dirin takdim edecek.


Ziyaret -> Toplam : 125,32 M - Bugn : 81298

ulkucudunya@ulkucudunya.com