« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Kas

2006

MATRUŞKA- Kurşun Adres Sormaz’dan

M. Metin KAPLAN 01 Ocak 1970

Abdullah ÇATLI Susurlukta öldürüldü!

-Balıkesir-Susurluk 3 Kasım 1996-

Bekir Gonca, Susurluk-Bursa karayolunun 28. kilometresindeki Çatalceviz Dinlenme Tesisleri'ne girdi, kamyonuyla. Hemen hemen 200 kilometreden beri direksiyon sallıyordu, hem yorulmuş, hem de acıkmıştı. Karnını doyuracak, çay kahve içip biraz istirahat edecek, sonra da yoluna devam edecekti. Niyeti, buydu.

37 yaşındaydı, Bekir Gonca Ankara'da ikamet ediyor olmasına karşın, uzun süredir Yalova'da çiçek üretip, dükkana teslim şeklinde pazarlayan özel bir firmada, teslimatçı şoför olarak çalışıyordu. Bursa, Balıkesir, Manisa ve İzmir'deki belli çiçekçiler telefonla firmayı arayıp, çiçek siparişlerini verirler, O da çiçek sepetlerini kamyona yükleyip, çiçekçilere götürür ve teslim ederdi. İşi, haftada iki gün kamyonla Yalova'dan İzmir'e kadar gidip-gelmekti, yani. O gün de, sipariş çiçekleri yüklemiş ve yola çıkmıştı. Bursa'da siparişleri teslim etmiş, gelip Çatalceviz Dinlenme Tesisleri'ne girmişti.

Tesis'te, iki kamyon ve bir Kartal otomobil vardı. Bekir Gonca da kamyonunu o iki kamyonun arasında durmuş olan, beyaz Kartal'ın yanına park etti. Üç kamyon bir otomobil, dört araç oldular. Direksiyondan indi. Elindeki çekiçle lastiklerinin durumunu kontrol etmeye başladı. O yana geçince, beyaz Kartal'da 4 kişinin oturmuş, sigara içmekte olduklarını farketti. Böyle bir havada, tesiste oturmak yerine, otomobilde oturmalarına bir anlam veremedi. "Adamlardaki zevke bak, inip, sıcak çay kahve içerek, sıcacık tesiste oturacakları yerde, arabada oturuyorlar, Yahu! Ne keyif ama!" diye düşündü, fakat daha fazla ilgilenmedi. İşine devam etti.

Lastik denetimini tamamlamış ve çekici şoför mahalline, tam koyuyordu ki, iki kamyon aynı anda gürültüyle çalıştırıldılar. "İkisi birlikte yolculuk ediyorlar, demek." diye düşünüyordu ki, her iki kamyonun da, park lambalarının yakılmadığını gördü. "Allah, Allah bunlar ne yapıyorlar, yahu! Kazaya sebep olacaklar. Bir garibin başını yakacaklar." dedi, kendi kendine. İki kamyon, peşpeşe karanlık yola çıkmaya başladılar, birincisi çıktı, ikincisi de çıkıyordu ki, bir gümbürtü koptu. Bekir Gonca, "Allah kahretsin! İşte, olan oldu. Kaza değil, resmen cinayet bu!" diyerek, kazanın olduğu yere koştu. Benzin istasyonunda çalışan, iki pompacı da ellerindeki işleri bırakarak, fırladılar, derhal kaza mahalline vardılar. Saat; 19,30.

Dev siyah bir Mercedes 600, Tesis'ten uçak yoluna çıkan, ikinci Ford kamyonun kasasının sağ arka çapraz yanına çarpmış ve adeta kamyonun altına girmişti. Mersedes öyle bir çarpmıştı ki, kamyon kasası yerinden kopmuş ve otomobilin kaputunun üstüne kaymıştı. Arabanın ön tarafı akerdedon gibi olmuş ve sanki ön cama bitişmişti. Ön cam, arka cam ve -sağ arka cam hariç- bütün yan camlar paramparça olmuştu, çarpmanın şiddetiyle. Tasviri imkansız dehşet bir durum, yani. Vaziyeti görünce, "Aman Tanrım! Bu otomobilden kimse sağ çıkamaz!" dedi, kendi kendine Bekir Gonca. "Ey, büyük Allah'ım, Sen bizleri her türlü kazadan ve beladan koru!"

Beyaz Kartal'da oturan, 4 kişi de arabadan inip, süratle kazanın başına geldiler. Onlar gayet soğukkanlıydılar, fakat. Üçü, kaza yapan araçları dikkatle gözleyerek, ellerindeki bloknotlara çizimler yapıp notlar yazarken, dördüncüsü, elyaf montlu olanı elinde bir fotoğraf makinası habire her açıdan resimliyordu, olayı. Önden, arkadan, sağdan, soldan her yönden fotoğraflar alıyor, resimler çekiyordu. Profesyonel olmalıydı, çok rahat ve bilinçli hareket ediyordu, çünkü. Sanki doğal manzara fotoğrafları alıyor gibi, sakindi de.

40 yaşlarında, siyah bıyıklı ve saçlı, bir haftalık sakallı, deri ceketli, kot pantolonlu ve 1,75 cm. boylarında bir adam, "Mahvolduk! Beni mahvettiler! Beni yaktılar!" diye, feryatlar ediyordu. Bekir Gonca, ne olduğunu anlamadı, ama "Sakin ol! Bir şey olmaz, sakin ol!" dedi, gene de. Birinci kamyon yoluna devam edip gitmişti, hiçbir şey olmamış gibi. "Herhalde, kazayı farketmedi." diye, düşünmüştü, Bekir Gonca. Ancak arkasından baktığında, birinci kamyonun park lambalarının şimdi artık, yakılmış olduğunu gördü. "Olan oldu, artık yaksan ne, yakmasan ne, lan!" dedi, öfkelenerek, kendi kendine.

Mersedes'in arka koltuğundan bir kadın; "Kurtarın! Kurtarın beni! Allahaşkına kurtarın, beni!" diye, yalvarıyordu, cılız bir sesle. Bekir Gonca, hemen sesin geldiği yere yöneldi, çarpmanın şiddetiyle açılmış olan bagaj kapağını hızla bastırdı, ama kapatamadı, kilidi bozulmuştu. Çaresiz, kapağın üstüne çıktı, kırık arka camdan uzandı, kadını koltukaltlarından tuttu, çekti fakat çıkaramadı, arabanın üstüne kayan kamyon kasası, kadının sıkışmasına sebep olmuştu. Levye aradılar, telaştan bulamadılar. Kamyonda bir demir boru buldular, alta takıp araladılar sıkışan yerleri, kadını tekrar koltukaltlarından tutup, diğer iki kişinin de yardımıyla çıkardılar. Kadının üstünde etek vardı, bacakları ile ayaklarında sıyrıklar oluşmuştu, onlar da galiba çıkarılırken cam kırıklarından meydana gelmişti, başka bir yarası görülmüyordu. Sırtüstü yere uzatıp, yatırdılar.

Otomobilin ön tarafından, bir ses duyar gibi oldular, kulak kesildiler, hep birlikte. Hafif bir ses, "Gazi! Gazi, silahım nerede? Silahımı verin! Gazi silahımı ver! Gazi!" diyordu. Mersedesin ön yanına yöneldiler, hemen ama, yaklaşmak ne mümkün? Şoför mahalli tamamen ezilmiş, tavanla taban birleşmiş, sanki. Üstelik, kamyon kasası da her türlü çalışmaya engel oluyordu. Kapılar ise ezilmişti, bütün gayretlerine karşın açılmıyordu. "Kamyonu ileri alalım!" dedi, biri. "Olmaz! Kasa tamamen arabanın üstüne düşer!" dedi, diğeri. Vazgeçtiler. Kazayı görüp duran insanların yardımlarıyla, Mersedesi geri geri çekip, kamyon kasasının altından kurtardılar. Ön sağ koltukta olan adamı, hava yastığının altından çekip, arabadan çıkardılar. O'nu da yere sırtüstü yatırdılar. O yaşıyordu, bunu sayıklamalarından anladı, Bekir Gonca. Arabadan aldığı lacivert ceketi üstüne örttü, "Bu yaşıyor! Üşümesin, bir de hasta olmasın, garip!" diyerek.

Bekir Gonca ve beraberindeki kişiler bunları yaparken, duran araçlardan inen, başka yardımsever insanlar da, arka koltuktan bir başka erkek yaralı çıkarıp, yere yatırmışlardı. O'ndan da önceleri "Allah! Allah! Lailaheillallah!" gibi sesler işitildiği halde, şimdi artık hiçbir ses duyulmuyordu. Ya ölmüştü, yahut durumu çok kritikti.



Erkan Eray, kullandığı Mersedes otomobille Uçak Yolu'nun başına gelmişti. İlerde, uçak yolunun bitim noktasına yakın bir yerde, bazı araçların birikmiş ve bu arabaların flaşörlerinin yanmakta olduğunu gördü. O yolda kaza olacağına ihtimal vermedi, ama, nedir acaba diye yavaşladı, yaklaşınca baktı ki, gerçekten bir kaza vardı. Yol kapanmış, bütün arabalar durmuştu. Araçları sollayarak geçti. İyice yaklaştı, dikkatle bir daha baktı. Bagaj kapağı açık Mersedesi gördü. "Yahu, bizim araba olmasın!" dedi, ama sonra da "Bizim araba niye olsun!" diye, kendisini teskin etti. Fakat, çok geçmeden, arkadan Sadık Edep Bacak'ın elbise naylonunu gördü ve tanıdı. "Eyvah! Bu bizim araba!" dedi, hemen durdu. Hep birlikte, hızla otomobilden indiler. Kazanın başına koştular. Hakikaten de kazayı yapan araç, 06 AC 600 plakalı Sadık Edep Bacak'ın Mercedes 600'ü idi. Saat; 19,35.

Baktılar ki, Sadık Edep Bacak, Abdurrahman Çatal ve Gül Uz yere uzatılmışlar, sırtüstü yatıyorlar. Erkan Eray ve Gazi Karakaya, hemen Sadık Edep Bacak'ı kontrol ettiler, çok şükür yaşıyordu. Diğerlerine baktılar; Gül Uz pek bir yarası görünmemesine rağmen ölmüştü, Abdurrahman Çatal ise henüz yaşıyordu, ama durumu çok ağırdı, yaşama şansı yok gibiydi. Hüsnü Kocatepe ise ortada yoktu. "Hüsnü müdürüm yok! Müdürüm nerede?" diye, bağırmaya başladı, Erkan Eray. Ortalığı kolaçan etmeye başladılar, hep birlikte. Ama, Hüsnü Kocatepe hiçbir yerde yoktu. O sırada fotoğraf çeken kişiyi gördüler. Adamlar, kurtarma çalışmalarına yardım etmedikleri gibi, bir de durmuşlar, fotoğraf çekip notlar alıyorlardı. Olacak şey değildi! İnsanlık mıydı, bu? Kızdı, öfkelendi! Adamın, gırtlağını sıkma arzusuyla doldu.

"Sen ne yapıyorsun, lan?" diye bağırdı, Erkan Eray.
"Yok bir şey, kaza oldu resmini çekiyoruz. Biz görevimizi yapıyoruz." dedi, adam.

"Siktir git, lan! Orospu çocuğu, başlarım senin vazifenden!" Dört adam, hiçbir tepki göstermediler, yürüyüp, beyaz Kartal'a bindiler. Hızla, kaza(!) mahallinden uzaklaştılar.

Korumalar ve diğerleri direksiyonda sıkışmış olan, Hüsnü Kocatepe'nin adeta hurdaya dönmüş cesedini, hep birlikte çıkardılar. Hüsnü Kocatepe, feci şekilde can vermişti, kazada. Tanınacak halde değildi. Kazazedeler, araçlarla hızla Balıkesir devlet Hastahanesi'ne nakledildi, ama yapacak fazla bir şey yoktu. Abdurrahman Çatal, Hüsnü Kocatepe ve Gül Uz ölmüşlerdi, Sadık Edep Bacak ise mucize eseri kurtulmuştu.



Aynı akşam, Saat, 19,35.
Susurluk'taki "olay" vuku'bulalı sadece 5 dakika olmuştu. Ankara'daki bürosunda bulunan Mahmut Eylem, telefonla İstanbul'da bulunan araştırmacı-gazeteci Ufuk Davran'ı aradı. "Alo! Ufuk Davran." "Evet, benim."

"Ben, Mahmut Eylem. İyi akşamlar."
"Ooo, Mahmut ağabey. İyi akşamlar."

"Ufuk! Susurluk'ta bir kaza oldu. Onu bir araştırın, bir şeyler çıkabilir."
"İyi olur, ama, ben şimdi bir kokteyldeyim. Buradan ayrılamam ki, ağabey!"

"Fakat Ufuk, bu çok önemli!"
"Mutlaka öyledir, ağabey ama, buradan ayrılmam imkansız. Hem nedir? Niçin bu kadar önemli?"

"Kazayı yapan, Abdurrahman Çatal dersem, yeter mi!"
"Aman Tanrım! Aman Tanrım!"

"Dur, heyecanlanma. Dahası da var. Sadık Edep Bacak ve Hüsnü Kocatepe de aynı arabada."
"Aman Tanrım! Bu, müthiş bir haber!"

"Evet evet, öyle. Devlet-Mafya-Polis bir arada!"
"Aman Tanrım! Müthiş, müthiş! Teşekkür ederim, Mahmut ağabey. Hemen ilgileneceğim."

"Bir şey değil. Biz görevimizi yaptık." Evet doğru! Gerçekten de MAT Kontr-Terör Daire Başkanı Mahmut Eylem vazifesini yapmıştı. Ali Can Elveren, Nazım Lazım Esmaeili, Asger Simitko ve Tarık Ümit'in intikamları alınmıştı. Ayrıca, "İki Mahmutlar Savaşında" Mahmut Eylem, Mahmut Kamil Ağırman'ın arkasına dolanarak, iki puan daha kapmıştı! Kale Planı deşifre edilmişti, ama önemli değildi, bu. Mahmut Eylem'in, Mahmut Kamil Ağırman'a üstünlük sağlaması daha mühimdi(!)

Telefon görüşmesinden sonra, Ufuk Davran kolları sıvadı, tüm hazırlık ve araştırmayı yaptı.Ve Ufuk Davran'ın başında bulunduğu özel televizyon kanalı, Susurluk Olayı'nı ilk veren medya organı oldu. Hem de 06 AC 600 plakalı Mercedes 600'ü, kamyonun altında-içinde olduğu halde gösteren fotoğrafı da neşrederek. Ve gene Ufuk Davran'ın kanalı, "olay"ı, Devlet-Mafya-Polis üçgeni olarak ilk ve en çok takdim eden, kitle iletişim aracı oldu. Büyük gazeteci, büyük araştırmacı Ufuk Davran şöhretine yeni ünler kattı, daha meşhur ve yüce oldu(!) Hiç kimse de kendisine, kaynağın nedir, kimdir ve o fotoğrafı nasıl ve kimden aldın, diye sormadı. Gazeteci, zaten kaynağını açıklamak zorunda değildir ki(!)




Aynı akşam, saat; 20,00.
Resmi görevi, Kocaeli Jandarma İl Alay Komutanı olan, JATEM Komutanı Veysel Kısa, Balıkesir Emniyet Müdürü Necdet Cordan'ı telefonla aradı. "Susurluk'taki kazada ölen Abdurrahman Çatal, bizim elemanımızdır. Tutanaklarda ismi geçmezse iyi olur." dedi.

"Komutanım, kaza Polis bölgesinde değil, Jandarma bölgesinde. Jandarmaya söylemek lazım. Ben bir şey yapamam."
"Jandarma Komutanı'nı aradım, ama yerinde yoktu. Jandarma Komutanı'na da, sen söyle. Ayrıca, Saim Hoşaf geliyor, cenazeyi de O'na verin."

"Olur, tamam. Elimden geleni yaparım." Necdet Cordan, gerçekten elinden gelen her şeyi yaptı, fakat, Balıkesir İl Jandarma Alay Komutanı talebi kabul etmedi, her iki isteği de geri çevirdi.

Ancak, bu telefon görüşmesi yazılı ve sözlü basına aksedince, Genelkurmay Başkanlığı'nın isteği üzerine, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman'ın emriyle, Turhan Bedirhan, Cahit Balcı ve Yaşar Ilık isimli, üç generalden teşkil edilen bir komisyon durumu inceledi. Veysel Kısa ve Necdet Cordan bu komisyona ifade de verdiler. Hatta, her iki şahıs da telefon görüşmesini doğruladılar. Fakat, "komisyon" görüşmenin suç teşkil etmediğine karar verdi.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 107085

ulkucudunya@ulkucudunya.com