« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Kas

2006

TARİHİN SESSİZ TANIKLARI ANLATIYOR:

01 Ocak 1970

10 Kasım 1938, tüm Türkiye yas içinde...

"Tarihe 1000 Canlı Tanık" görüşmelerinde tarihin "önemli adamlar" tarafından anlatılan cephesine değil, sokaktaki insanın, o büyük çoğunluğun, geçmişe tanıklık eden öğrencinin, ev kadınının, işçinin, doktorun yaşam anlatılarına yer verdik. Bu kez bir yaşam anlatısının bütününü değil, bir kesiti, bir günü, 10 Kasım 1938 Perşembe günü ve sonrasını tanıklarıyla "onların, sokaktaki insanın" gözlemi ve yaşadıklarıyla sunuyoruz...

Tarihe 1000 canlı tanık / 39

Mustafa Kemal Atatürk, Ocak 1938'de çıktığı Bursa gezisinden sonra hastalanır ve bir süre sonra İstanbul'a döner. Sabiha Olça: "Mudanya'dayız, ilkokuldayım, beşinci sınıftayım. Atatürk Bursa'ya geçti, geçecek. Okulda gösterişli bir talebeydim, o zamanlar kurdelelerimiz, beyaz yakalarımız, siyah önlüklerimiz, beyaz çoraplarımız vardı. Bana bayrak tutturmak istedi öğretmen. Öğleden sonra vapur gelecek. Eve geldim, yemek yiyeceğiz. O zaman yemek lokantadan geliyordu bize. Annemle yemek yedik. O kupkuru havada, evden çıktım, mektebe gidiyorum. Nerede buldum ben o çamuru bilmiyorum ve çamura düştüm. Bütün üstüm çamur içinde kaldı, tabii ki bayrağı taşıyamadım. Atatürk'ü arkadan gördüm, en önde göreceğime. Bu bende öyle büyük bir üzüntü yaratmıştır. Zaten sondu, Bursa'dan sonra hasta yattı" Hekimler tarafından bir süre sonra siroz teşhisi konur. Artık yurtiçi gezilere çıkamayan Atatürk, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda dinlenmek zorundadır. Katılamadığı 29 Ekim 1938 günü Cumhuriyet Bayramı törenleri sönük geçer. Hatta 1 Kasım 1938'deki Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasını Başbakan Celâl Bayar okur.
Nesrin Altınova: "Atatürk hastalandı dediler, mektepte adeta hepimizin içine kor düştü emin olun. Yatılıyız, dışardan haber yok, artık iyice ağırlaştı hava. Birkaç ay önce Cumhuriyetin on beşinci yılında büyük tören yapıldı. Tören yapıldı ama yarım kaldı, Atatürk yoktu başında. İşte o zaman Harbiyeliler gemiyle Dolmabahçe Sarayı'nın önüne gelmişler, orada tezahüratta bulunmuşlar, Atatürk'ün de koltuğunu çekmişler pencereye kadar, oradan onları selamlamış. Çok istemişti o zaman, Ankara'ya dönüp son olarak törende bulunmayı ama izin vermemiş doktorlar."
Fatma Nevvare Erçin: "Bizimle aynı bahçe içinde bir Rum ailesi vardı. Madam Eliza mıydı neydi, piyano filan çalan bir hanımdı. Ve biz ondan ne zaman istesek memnuniyetle çalardı Fransızca şarkıları. Bir gün işte Atatürk'ün artık son günleri filan ve biz çocuğuz. 'N'olur çalsana' dedik; 'Atatürk orada, Atatürk hastayken çalamam' dedi... O kadar candan ve içten söyledi ki bunu, biz o zaman utandık yani, bunu niye biz düşünemedik diye."

Baba gitti
Atatürk 10 Kasım 1938'de, saat 9.05'te, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda, yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak hayata veda eder. Gazetelerin gün içinde yaptığı ikinci baskılar ve radyo programları ile haber Türkiye'ye duyurulur.
Zübeyde Ülgen: "Akşehir'deydim. Sabahleyin ajansı açtım, böyle televizyon yok, radyoyu açtım. Ayy, hasta olduğunu biliyoruz, öleceğini hiç düşünmedim, ben Ata'yı, yani ne bileyim herhalde babamdan çok severdim. Çünkü çok büyük işler yaptı. Yani bunları anlatmaya lüzum yok. Ben orada hüngür hüngür evde ağladım. Ve okula gitmem lazım, öğrenciler beni bekliyor, hüngür hüngür ağlayarak ben böyle okula doğru gidiyorum. Bağıra bağıra ağlıyorum. Karşıma müfettiş çıktı, müfettiş. 'Niye ağlıyorsunuz?' dedi. 'Biliyor musunuz, baba gitti' dedim. Ben yeniden başladım ağlamaya, adam okula gitti. İşte o gün acım çok büyüktü, onu kaybetmiştik."
Koco Elbistan: "Atatürk'ün öldüğü sene, hiç unutmam, Kırıkhan'dan geldik. Bize dediler ki 'Ağlayın'. 'Ya ne ağlayacağız?' diye sorduk. 'Babanız öldü' dediler. Geldik evimize anneme, ablalarıma falan dedim ki, 'Ağlayın, niye ağlamıyorsunuz, ağlayacaksınız hepiniz, yas tutun.' 'Ya olur mu, ne ağlaması?' diye sordular. 'Ya Atatürk öldü' dedim. Herkes üzüntülü bir vaziyette kaldı..."
Gökhan Önce: "Hatırlamaz mıyım? Aynen şöyle oldu. Gene Robert Kolej'deyiz. Bebek'ten yol çıkar yukarıya. Efendim orada terasımsı bir yer var, oturuyoruz yanımda da Romanyalı çocuk var. Onunla böyle yan yana duvarın üzerinde oturuyoruz. O arada zannederim gündemde Atatürk'ün hastalığı var ki tedirginiz. Efendim, derken bir ara gözüm Dolmabahçe Sarayı'nın üstüne ilişti, baktım bayrak inmeye başladı. İndi, indi, indi, tam ortada durdu. 'Atatürk öldü!' dedim ve fırladım, anlatabiliyor muyum? Hemen Teodoroshol'e koştum, kapıyı açtım, şey içeriye girdim, evela şeye müdüre böyle böyle dedim. 'A, bilmiyorum' falan dedi. Derken telefonlar melefonlar bir şeyler falan. Vefat ettiği kesinleşti, aman kardeşim bir çığlıklar koptu kolejde."
Nesrin Altınova: "O gün sabah geldi çocuklar, 'Alman konsolosu bayrağı yarıya indirmiş, onlar indirmişler ilk bayrağı' dediler, ondan sonra bir matemdir başladı mektepte, velhasıl epeyce duygulu zamanlar geçirdik. Çünkü Atatürk'ü böyle hikaye olarak değil biz, büsbütün tanıyarak, bilerek yetiştik. Sonra işte Dolmabahçe Sarayı'nda katafalk hazırlandı, ziyarete açtılar. Biraz orada tedbirsizlik oldu. Sarayın kapılarına insanlar birikmişler, açılınca, kalabalık hücum edince, öndeki üç beş kişi düştü, hatta ezilenler oldu. Sonra mektepler girdiler ziyarete, biz de gittik ziyarete. En üst rütbeli generaller, herkes katafalkın iki başında, iki ayağında, onlar nöbet tutuyorlardı, böyle ağlaşa ağlaşa. Bazen televizyonlar gösteriyor ya, hakikaten ağlayarak geçti herkes. Sonra cenaze uğurlandı. Kordiplomatik, arkadan işte bizim devlet büyükleri, şunlar, bunlar, biz böyle talebeler, hatta ben o kadar kendimi kaybetmişim, yola sarmışım, çıkmışım böyle, arkadan şefimiz beni tutup kaldırıma çekti. Sirkeci'den karşıya uğurladılar, öyle gitti. Ağlaşa, ağlaşa velhasıl gönderdik Atamızı."

Topu ata ata...
Altı gün sonra, Ata'nın naaşı 16 Kasım 1938'de sarayın büyük tören salonunda katafalka konulur. Üç gün, üç gece her yaştan İstanbullu katafalkı ziyaret eder. 19 Kasım günü kılınan sabah namazının ardından, sabah 08.30'da top arabasına konularak Sarayburnu'na getirilir. Tabut burada Zafer Torpidosu'na alınır, oradan da Moda açıklarında demirlemiş Yavuz zırhlısına taşınır.
Turan Aksu: "38'de asker idim Selimiye Kışlası'nda. İşte Atatürk'ün cenazesine vazifeli gönderdiler beni. Orada şey yaptım, nöbet bekledim. Sonra da Galata Köprüsü'ylen, Eminönü Camisi'ni bağa verdileridi, halk tepkiye düşmesin diye. Cenaze gelince her dövletten bir tahım asker geldi orıya, cenazeye. Şimdi Atatürk, bizim eratı, şeyi biliyosunuz, Galata Köprüsü, Galata Köprüsü'nden süvarisi geçti, motorlusu geçti, geçti, piyadeye gelince, piyade orda getti, Unkapanı'ndan, Aksaray'dan, Karaköy'den böyle dolandı. Rumlar demişler ki o sırada, 'Yahu Türkiye' demişler, 'on sekiz milyon diyolar, sırf burdan geçen asker vardı yirmi milyon' demişler, Bayağı böyük bi tören oldu. Eğer insan düşsün yere, kakamıyodu Atatürk'ün cenazesinde, çiğniyolarıdı, o kadar galabalığıdı. Düzeni sağlıyordum ben. Yani o, Unkapanı'na doğru şu, çıta çekmişler, halk orıya birikmiş, caddeden işte gedenlere mani oluyorduh biz. Atatürk'ün cenazesini de Yavuz'a bindirecekleridi, Sirkeci'ye doğru Yavuz yanaşamadı, bir Hamidiye Vapuru vardı, o yanaştı, Atatürk'ü oğa bindirdiler, ondan sonra Yavuz'a gotürdüler, Yavuz o İstanbul'u yıhtı, Yavuz'un her tarafında top var biliyon mu, Yavuz Vapuru'nun. Topu ata ata aldılar gotürdüler."
Kebuter Sezencan: "Kültür Sarayı'nın olduğu yerde Elektrik Umum Müdürlüğü binası vardı... Onun üstüne çıktık, bekliyoruz. Kalabalık her taraf, hıncahınç dolu, hıncahınç ama, yani nefes alacak yer yok. O sokaklardan gelen hıçkırık sesini anlatamam size, hâlâ kulağımdadır. Yürüdükçe, sokak başlarında durdukça yalnız hıçkırık sesini duyuyordunuz..."

Gözlerimiz kan çanağı
Aynı günün gecesi, İzmit'e getirilen Atatürk'ün cenazesi özel bir trenle Ankara'ya doğru yola çıkarılır.
Saim Işıldak: "Bizim mahallede olay duyulduğu zaman, insanlarda büyük bir teessür meydana geldiğini hissettim. İnsanlar konuşurlardı 'Eyvah Atatürk ölmüş, biz ne yapacağız' diye. Yani genel bir matem havası vardı, üzüntü vardı, bu üzüntümüz ta Etnoğrafya Müzesi'ne nakledilinceye kadar devam etti..."
Aycan Dirim: "O günü çok iyi hatırlıyorum, çok iyi... Ben Atatürk'ün öldüğünü mektepte duydum. Ben ağlamadım, ama ağlayan çoktu tabii, kızlar bilhassa başladılar ağlamaya. Ondan sonra mektepte topladılar bizi, bütün İzmir mektepleri Buca Ortaokulu dahil, ben orta ikideydim çünkü o sırada, topladılar, Atatürk heykeline getirdiler, işte 'Yolundan dönmeyeceğiz' diye yemin ettik ve ihtiram duruşunda bulunduk. Radyoda Falih Rıfkı'nın konuşmasını hatırlıyorum. Dinledim, sesi hâlâ kulağımdadır. 'Kuru lafı bırakalım, Atatürk öldü' diye. Ondan sonra İbrahim Alaettin Gövsa'nın şiirini "Bir milletin melalini söyler, derin derin derya çırpınarak Dolmabahçe'de'. Bunları dinlediğimi hatırlıyorum."
Cahide Eren: "İzmir'deyiz, lojmanda oturuyorduk. Şimdi, 'Atatürk hasta' dediler. Komşumuzun kızı vardı, o geldi, 'Cahide abla, Atatürk hastaymış' dedi. Ondan sonra 'Sahi mi?' dedim. 'Valla' dedi, 'bugün' dedi 'okulda müdür demeç verdi.' Ay biz nasıl ağlamaya başladık biliyor musunuz? Zafer gazetesi vardı, Ülkü gazetesi vardı. Amcan (eşim) koymuş gazeteleri, bana hamalla göndermiş. Ölüm haberinin hem resimleri var hem de yazıları. Sabahleyin amcan giderken dedi ki bana 'Cahide bugün patatesli, etli bir kapama yap' dedi. Ben de güvecin içine onları koydum, işte ağzını da hamurla böyle sıvadım. Maltızın üstüne koydum. O gazeteler gelince ben aldım, böyle hem okuyorum hem ağlıyorum. Derken güveç bir patladı. İkiye bölündü, ne eti kaldı, ne patatesi kaldı. Yani Atatürk'ün ölümü böyleydi, ondan sonra artık on gün, on beş gün böyle şey, o lojmana opörlörler koydular, işte Kemer İstasyonu'na yakın, artık on gün, on beş gün sonra Atatürk'ün bütün hayatını anlattı. Ve yani biz ona çok çok ağlamıştık. Sonra Melek Sineması vardı Basmane'de. Orada bu Atatürk'ün işte, Dolmabahçe'den Ankara'ya gidişi, filme aldılar ya onu. İşte o zaman o filmi seyretmeye sinemaya gittik. Böyle gözlerimiz kan çanağı gibi olmuştu." 20 Kasım günü Atatürk'ün cenazesi Ankara Garı'nda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından karşılanır, TBMM'de yapılan törenin ardından 21 Kasım günü saat 10.00'da başlayan resmi törenle Ankara Etnoğrafya Müzesi'ne nakledilir.
Engin Tonguç: "10 kasım 1938 günü ya ikinci, ya üçüncü sınıftaydık. Birisi geldi, öğretmene bir şey söyledi. Öğretmen ağlamaya başladı. Okulu tatil ettiler, 'Herkes evine gitsin' dediler. Daha sonra Atatürk'ün önünden geçtik ailece, Meclis'in önünde işte o katafalka konduğu zaman. Ertesi gün de cenaze törenine gittik, töreni seyrettik. Yağmurlu, pis bir gündü. Herkes ağlamaklı bir şekilde katafalkın önünden geçti. Çok kalabalıktı. Babam resmi görevlilerle katılmış olsa gerek, ben annemle gittim. Annem yukarı kaldırdı beni, tam önümüzden geçerken göreyim diye cenaze alayını. Onları gayet iyi hatırlıyorum."
Nebahat Arıca: "Etnoğrafya Müzesi'ne bıraktılar. İsteyen her gün Etnoğrafya Müzesi'nde ziyaret ederdi onu. En sonunda kaçta, '53'te galiba Anıtkabir'e naklettiler. Aman o zamanlar neler söylediler, efendim 'Onu toprak bile kabul etmedi, dini kaldırdı da, mermerde yatıyor falan' diye. Halbuki o aşağıda toprağa gömülmüş, zannediyorlar ki, o şeyin, katafalkın içinde yatıyor. İzah edersiniz, anlatmaya çalışırsınız, hiç dinlemezler."
Atatürk'ün cenazesi, Anıtkabir yapılıp bitinceye yani 10 Kasım 1953'e kadar müzede kalır.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 106526

ulkucudunya@ulkucudunya.com