Bir kahramanın intiharı (Adülkerim Kırca)
Mustafa Önsel 01 Ocak 1970
Bir milletin kahramanları, göz önünde canından bezdirilip intihar edecek noktaya getiriliyorsa ve millet buna kayıtsız kalıyorsa, o millet intihar etmektedir.
19 Ocak 2009’da intihar etmişti Kerim Kırca. Olay yerine ilk gidenlerdendim. Abdülkerim Kırca; Binbaşıyken Antalya’ya, Toros Dağları’na kadar sızan PKK’ya karşı operasyon yapması için Ankara’dan görevlendirilmişti. Burada girdiği bir çatışma sonucu, omuriliğine aldığı mermi yüzünden belden aşağısı felç olmuştu. 11 yıldır tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşıyordu.
Ama 2007 sonrası yandaş medya diline dolamıştı onu. Yasadışı işler yapan bir örgüt olarak algılatılan JİTEM’de çalıştığını yazarak, yasadışı işler yaptığını ifade ediyorlardı. Dayandıkları kaynak Abdülkadir Aygan ismindeki eski bir itirafçıydı.
Bu eski terörist, İsveç’e yerleşmiş, kendisine çeşitli vaatlerde bulunanlarca, istenildiği gibi konuşturuluyordu. O konuşuyor; başta Taraf, Zaman ve Star gibi gazeteler, onun savurduğu iftiraları manşet yapıyorlardı.
İTİBAR İNFAZI
Kırca’nın intihar ettiği gün Star gazetesinin manşeti “Madalyanın arkasındaki korkunç sır” idi. Gazetenin iç sayfasında, haberin devamının başlığı ise, “Yanımda kafalarına sıktı” idi. Aygan, PKK’dan ayrılıp sözde JİTEM adına çalışan ve hemşire yüksekokulunda okuyan Serpil T. ile ilişkisi olduğu için, JİTEM tarafından cezalandırıldığı konusunda bazı şeyler duyduğunu ifade ediyordu. Sabah, gazeteyi okuyan bir arkadaşı Kırca’yı arayarak, söz konusu haberle ilgili kendisine bilgi verdi. Bu arada eşi, haberi yapan gazeteyi alıp gelmişti. Abdülkerim Kırca gazeteyi eline aldı, kendisiyle ilgili olan habere göz attı.
Onun gibi onurlu birinin bu başlığı ve devamında yazılanları kaldırması mümkün değildi. Çünkü gazetede eski bir terörist, kendisini faili meçhul cinayet, onun ötesinde ahlâksızlıkla suçluyor, devamında PKK tarafından değil, arkadaşları tarafından ahlâksızlık yaptığı gerekçesi ile vurulduğunu ifade ediyordu.
Amaç belliydi. “İtibar infazını” yargısız gerçekleştirmek isteyen çevreler, böyle “iftiracıları” buluyor, istediklerini söyletiyor, sonra da kontrol ettikleri basın yoluyla kamuoyu oluşturuyorlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu psikolojik savaş oldukça başarılı oldu. Onur için yapılan mücadele sonunda eğer siz itibarsızlaştırılma tehlikesi ile karşılaşabileceğinizi düşünüyorsanız, yeterince mücadele etmeniz, risk almanız düşünülemez. Çevremden biliyorum ki; bu olaylar yüzünden pek çok insanda, ‘Biz de Kırca gibi kelle koltukta risk alarak bir şeyler yapsak, bu uğurda gözümüzü, bacağımızı kaybetsek, bırakın kahraman muamelesini, hain, ahlâksız, infazcı diye kamuoyu nezdinde yargısız infaza tabi tutulabiliriz’ düşüncesi hâkim oldu. Bence istenen de buydu...
DERİN NEFES ALDI VE
Tekrar Kırca’nın intihar öncesine dönelim. Eşinin getirdiği çayı bitirdi, sonra da bir daha Star gazetesine baktı, hep yanında bulundurduğu tabancasını çıkardı, hazneye bir mermi sürdü, namluyu kafasına dayadı. Bir an bütün hayatı gözünün önünden geçti. Çekilen acılar, yorgunluklar, ayrılıklar... Bugünleri görmek için miydi bütün bunlar?
Eşini ve iki kızını düşündü. Acıdan başka ne yaşatmıştı onlara. Zaten eşine yük hissediyordu kendini. “Bir gün yüzü göstermedim ona” diye geçirdi içinden. “Bu tür iftiralara uğramak mıydı bunun karşılığı” dedi. Af etmesi için Allaha dua etti, sonra derin bir nefes aldı ve kafasına dayadığı tabancanın tetiğini çekti... Boğuk bir ses duyulmuştu. Sese koşan eşi yanına geldiğinde kan gölüne dönmüş odanın ortasında sevdiği adamın cansız bedeniyle karşılaştı ve yürek parçalayan bir çığlık attı...
Ben, o an için olaydan habersiz, Güvercinlik’te bulunan Eşref Bitlis Kışlası’ndaki görev yerindeydim. Telefonum acı acı çaldı. Arayan, “Kerim Abi ile ilgili bir şey duydun mu? İntihar ettiğini filan söylediler” dedi. Hemen lojmanlara telefon ettim. Haber doğruydu ve çok yeni olmuştu. Süratle olay yerine hareket ettim.
Kırca’yı henüz kaldırmamışlardı, olay yeri ekibi ilk incelemelerini yapıyordu. Olayın geçtiği odaya oldukça gergin girdim. O, heybetinden bir şey kaybetmemiş şekilde, koca bir çınar gibi tertemiz kanının içerisinde, masum masum yatıyordu. Yüzünü tarif edemeyeceğim bir nur kaplamıştı. Neler yaşadığını, neler çektiğini biliyordum. Çektikleri aklıma geldi. O görüntü ile duygular, düşünceler birbirine karıştı. “Erkekler böyle durumlarda ağlar” dedim ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Kahramanlar; 2005-2014 sürecinde siyasete hükmedenlerin desteğini alan CIA örgütlenmesi Fetullahçı çete marifetiyle yok edildiler. Kimi intihar etti, kimi cezaevlerine tıkıldı, bir kısmı da bu manzara karşısında artık fedakârlık yapmanın anlamsız olduğunu düşünerek köşelerine çekildi. Artık geriden gelenlerin önlerinde rol modelleri kalmadı.
Ama kahramanlığın sonu ile ilgili günümüzde pek çok model olay var. Bunun sonunda yaşanacaklardan ülkem adına korkarım. Çünkü gidebileceğimiz başka bir ülke yok. Herhalde bu ülke ile ilgili projeleri olanların ellerini ovuşturdukları bir dönemi yaşıyoruz.
Bir milletin kahramanları, o milletin gözünün önünde canından bezdirilip intihar edecek noktaya getiriliyorsa ve millet buna kayıtsız kalıyorsa, bilinsin ki aslında o millet intihar etmektedir.
Ne demek istediğim ileride daha da iyi anlaşılacaktır...
(Not: 2012 yılında cezaevinde iken yazdığım “Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu” kitabından derlenmiştir...)