« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Şub

2019

TEPEDELENLİ ALİ PAŞA

Kemal Beydilli 01 Ocak 1970

Yanya valisi.

Kökeni gibi doğum tarihi de tartışmalı olup Yanya’nın kuzeybatısında yer alan Tepedelen’de muhtemelen 1740 veya 1744’te dünyaya geldi. Döneminde yazılmış bazı kaynaklarda tarihin 1750-1751 olarak gösterilmesi dikkat çekicidir (Holland, s. 109; De Beauchamp, s. 23). Atalarının XVII. yüzyılda Kütahya’dan göç etmiş Nazif isminde bir Mevlevî dervişine dayandığına (Ahmed Müfid, s. 32; Remérand, s. 9) veya Yıldırım Bayezid zamanındaki Arnavutluk seferine katılıp orada yerleşen Anadolu kökenli Türk fâtihlerinden geldiğine (Ibrahim Manzour Efendi, s. 4; De Beauchamp, s. 24) dair bilgilerin doğruluğunu araştırmak mümkün olmamakla beraber tevcih edilen üç tuğlu paşalık beratında kendisinden Anadolulu Ali diye bahsedilmektedir. 1805’te Mısır valiliğini elde eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa gibi bu dönemde devlet kuracak kadar güç kazanan âyanların böyle olmasa dahi köken bakımından Anadolu’dan göç etmiş ailelere mensup bulunduğunun vurgulanması ayrıca önemlidir. Aile kendini eski müslümanlardan saymaktaydı (De Beauchamp, s. 24). 1717’de Venedik savaşı esnasında Korfu seferinde şehid düştüğü belirtilen büyük babası Muhtar Bey ve babası Veli Paşa, Tepedelen mütesellimliğini ellerinde tutmuşlardır. Hayatı komşularıyla mücadele ile geçen Veli Paşa, 1753’te kırk beş yaşında öldüğünde Ali on üç-on dört (Ibrahim Manzour Efendi, s. 6; De Beauchamp, s. 27) veya on beş-on altı (Holland, s. 109) yaşlarındaydı. Annesi Esmihan Koniçe Arnavut beylerinden Zeynel’in kızıdır. Mütehakkim kişiliğiyle annesinin büyük ölçüde etkisinde kalan, onun kurnazlığını ve zekâsını, babasının sert mizacını tevarüs eden Ali’nin gençliği de akrabalarıyla mücadele içinde geçti. Bu sebeple aile 1770’te Tepedelen’den 18 mil uzaklıkta bulunan Gardiki’ye kaçmak zorunda kaldı. Ali önceleri derbendler başbuğu Kurt Ahmed Paşa’nın himayesine girdi, onunla bozuştuğunda Delvine mutasarrıfı Kaplan Paşa’ya intisap etti ve onun Ümmü Gülsün (Ahmed Müfid, s. 42) yahut Emine (Ibrahim Manzour Efendi, s. 9; De Beauchamp, s. 61) adındaki kızı ile evlendi (1768); ancak daha sonra Kaplan Paşa’nın aleyhinde ve idamına yol açan gelişmelerde rol oynadı. Delvine mutasarrıfı Mustafa Paşa’nın eşkıya tarafından katli üzerine mîr-i mîrânlıkla paşanın yerine getirildi (Şevval 1198/Ağustos 1784). Delvine ile birlikte Yanya’ya mutasarrıflık göreviyle ilk tayini 1199’da (1784-85) olduysa da eski mutasarrıfın yerinde bırakılması gerekli görüldüğünden tayin iptal edildi.

Safer 1200’de (Aralık 1785) Tırhala mutasarrıflığına getirildi ve aynı yılın nisan ayında buna ilâveten Kurt Ahmed Paşa’nın vefatıyla (1784) boşalan, Tesalya-Epir dağ geçitlerinin güvenliğiyle vazifeli derbendler başbuğluğuna tayin edildi. Ocak 1787’de eşkıyadan arındırma bahanesiyle kuvvet sevkettiği, otuz üç yıl idaresinde kalacak olan Yanya sancağını elde etti. Cemâziyelevvel 1202 (Şubat 1788) Avusturya savaşı sebebiyle iki tuğlu paşa olarak 4000 yaya ve atlı askeriyle mehter çaldırıp orduya katıldı (Zaîmzâde Mehmed Sâdık, s. 49). Güçlü bir konuma sahip olduğu, sadrazam tarafından Belgrad yörelerinde görevlendirilmek istendiğinde Rumeli Valisi Süleyman Feyzi Paşa’nın maiyetine girmeyi kabul etmediğini söylemesinden anlaşılmaktadır. Bu görevi daha sonra sadrazamın ricası ve ısrarı karşısında kabul ederek Ramazan 1202’de (Haziran 1788) yola çıktı (a.g.e., s. 54). Aynı yıl derbendler paşası tayin edildi (De Beauchamp, s. 47). Pançova (Pancevo) harekâtına katıldı, savaşın sonlarına doğru Maçin muharebesinde (1791) yararlılık gösterdi. Savaş esnasında Sırplar’ın isyan etmesini önlemekle beraber bölgede zorla hâkimiyet kurmak istemesi ve bu amaçla bazı tertipler içine girmesi hoşnutsuzluğa yol açtı.

Savaşın ardından büyük bir mesele halinde devleti yıllarca uğraştıracak olan dağlı eşkıyasının tenkilinde ve bunların içinde yer alan Arnavutlar’ın dağıtılmasında Ali Paşa’nın ve derbendler nâzırı tayin edilen oğlu Veliyyüddin Bey’in yardımları görüldü (1792-1794). Vidin’de isyan eden Pazvandoğlu’na karşı yapılan askerî harekâta (1798) 15.000 askerle katıldı. Bu münasebetle kendisine üç tuğlu paşalık (Holland, s. 107, 111) ve “sultanın aslanı” lakabı verildi (Ibrahim Manzour Efendi, s. 140; De Beauchamp, s. 90). Aynı dönemde devletin içinde bulunduğu zafiyet bölgedeki sancakların mahallî güçler tarafından âdeta yağmalanmasına ve bunların birbiriyle açık mücadele içine girmesine yol açmaktaydı (Özkaya, s. 57). Bu gelişmelerin neticesinde büyük oğlu Muhtar Bey’e Eğriboz ve Karlı-ili sancaklarının verilmesi, Veli’nin de mîr-i mîrân yapılması ile nüfuz sahası ve gücü büyük ölçüde arttı (Cevdet, VI, 306). Ali Paşa, Güney Arnavutluk-Epir dağlık kıyı bölgelerinde yaşayan hıristiyan Sulyotlar’a karşı bunların tamamen imhasıyla neticelenen kanlı bir mücadeleye girişti (1788-1800). Batı’da Ali Paşa’nın keyfî idaresine baş kaldıran kahramanlar diye takdim edilen Sulyotlar’ın, Adriyatik dağlık bölgelerinin denetim altında tutulmasıyla ilgili genel devlet politikası uyarınca kontrol altına alındıkları açıktır (Şakul, s. 120, 121, 316).

1791’de Rus-Avusturya-Osmanlı savaşı esnasında Rusya ile ilişkilere girdi ve Yanya’da bir Rus konsolosluğu açılmasına izin verdi. Haziran 1791’de savaş sonunda müstakil bir hükümdar olarak tanınması ve çarın koruması altında bulunması şartıyla Rusya’ya bir ittifak projesi teklif etti. Buna göre Rusya bölgedeki İslâm inancına saygı gösterecek, Ali Paşa’yı malî yönden destekleyecek ve çeşitli üslerde düzenli askerî birlikler yerleştirerek idaresi altındaki topraklarda hüküm sürmesine katkı sağlayacaktı. Ali Paşa da Grek-Ortodoks ahaliye Türk-müslüman halkla eşit muamelede bulunmayı, karışık askerî birlikler kurmayı tekeffül edip güvence olmak üzere oğullarından birini çarın sarayına rehine yollamayı kabul etmekteydi. İttifak gerçekleşme noktasına gelmemekle beraber Ali Paşa’nın, Rus ve Avusturya ile bu anlamda temasları olan İşkodralı Kara Mahmud Paşa gibi Bâbıâli’yi baskı altında tutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır (Bartl, s. 78-79).

Venedik’in ortadan kalkmasıyla (Ekim 1797) bölgede değişen siyasî durum Ali Paşa’nın konumunu önemli ölçüde güçlendirdi. Başta Korfu Fransa’nın eline geçen Venedik denizindeki adalara ve Adriyatik sahillerindeki bazı yerlere (Preveze, Butrinto, Voçina, Parga = Nevâhir-i Erbaa) göz dikti. Gerekli askerî önlemleri almaya ve bir deniz gücü oluşturmaya çalıştı. Osmanlı-Rus müttefik donanmasının adaların zaptına yönelmesi sırasında (1799) Nevâhir-i Erbaa’nın ele geçirilmesi işi Ali Paşa’ya havale edildi. Ali Paşa, Butrinto’yu zaptetti ve kendisine bu münasebetle vezâret rütbesi verildi. Yörenin Ali Paşa’nın eline geçmesi çevre halkını dehşete düşürdü (Şakul, s. 117 vd.). Zilkade 1216’da (Mart 1802) dağlı isyanıyla uğraşmak üzere Rumeli valiliğine getirildi ve dağlıların te’dibinde başarı kazandı (Özkaya, s. 80). Sert idaresi ve aleyhine oluşan muhalefet yüzünden ertesi yıl azledildi. Tırhala’nın da kendisine tevcih edilmesinden ötürü (Kasım 1803) etkinliği daha da artan Ali Paşa’nın karşısında Rumeli valiliğine İşkodra mutasarrıfı İbrâhim Paşa getirildi. Eylül 1807’de oğlu Veli’ye Mora valiliği verildi, derbendler başbuğluğu da kendisine havale edildi.

İmparatorluğun Adriyatik denizine açılan önemli bir bölgesini elinde tutan Ali Paşa dış siyasetin yarattığı fırsatlardan faydalanmaya çalıştı ve bağımsız bir prens gibi hüküm sürerek özellikle 1811’de gücünün doruk noktasına ulaştı. Yabancı devletlerle iş birliği yaptı, bu arada Napolyon Fransası ile ilişkilerini geliştirdi. 1806’da Yanya konsolosluğuna tayin edilen Ch. H. L. Pouqueville’in çalışmaları kendisinin silâh ve para ile desteklenmesini sağladı. Ali Paşa’nın bağımsız bir hükümdar edasıyla, adamlarından aslen bir İtalyan papazı olan mühtedi Mehmed Efendi’yi Tilsit’e çarla görüşmekte olan (1807) Napolyon’un nezdine elçi sıfatıyla göndermesi bu irtibatın boyutlarını gözler önüne serer. Bununla beraber Venedik adaları Fransa’ya bırakıldığından umulan yakınlık oluşmadı. Yine Yanya konsolosluğuna gönderilen William M. Leake vasıtasıyla İngiltere’nin de yardımını sağlamaya teşebbüs eden ve Londra’ya Seyyid Ahmed Efendi adında bir elçi yollayıp (1809) özellikle silâh satın almak için görüşmelerde bulunan Ali Paşa’nın (Ibrahim Manzour Efendi, s. 54) bu adaları ele geçirmeye çalışması iki taraf arasında düşmanlığa yol açtı. Osmanlı-Rus (1806-1812) ve İngiliz (1807-1809) savaşı esnasında Preveze ve Voçina’yı ele geçirdi. Parga İngilizler’e teslim oldu ve Ali Paşa’nın idaresine ancak 1819’da terkedildi.

Ali Paşa’nın Berat ve Avlonya’yı zaptederek (1810) aradaki hısımlığa rağmen İbrâhim Paşa’yı saf dışı bırakması, Berat idaresinin eski mutasarrıfına iadesi emrini, Ruslar’a karşı savaşmak için orduya iltihak etmesiyle ilgili emri dinlememesi ve Berat’ı kendiliğinden oğlu Muhtar Paşa’ya tevcih etmesi II. Mahmud’un derin infialine yol açmakla beraber sefere katkıda bulunabileceği beklentisiyle kendisine tahammül edilmekteydi. Mora valisi olan küçük oğlu Veli Paşa’nın kötü idaresi yoğun şikâyetlere yol açmaktaydı. Berat’ı ele geçirmesi İstanbul’da iyi karşılanmadıysa da dönemin fevkalâde şartları sebebiyle tasvip edildi (Cevdet, IX, 198; Tepedelenli Ali Paşa, trc. Ali Kemali Aksüt, s. 157).

II. Mahmud’un merkezî otoritenin sağlanması amacıyla mahallî güçleri ortadan kaldırmayı hedefleyen siyaseti, yarı müstakil bir tutum içinde her geçen gün bir tarafa saldırmakta ve yayılmakta olan Ali Paşa’nın ortadan kaldırılmasını kaçınılmaz duruma getirmekteydi. Merkezde önemli bir konumda bulunan, çeşitli hesap ve entrikalarıyla dengeleri değiştiren Nişancı Hâlet Efendi ile arasının açılması Ali Paşa’nın sonunu getirdi. Ali Paşa derbendler başbuğluğundan ve oğlu Veli Tırhala paşalığından azledildi (Mart 1820). Çeşitli yerlerde mevcut sayısız çiftliklerindeki askerlerini geri çekmek şartıyla Yanya Ali Paşa’nın uhdesinde bırakıldı; ancak buna uymayacağı beklendiğinden harekete geçmek için kuvvetler hazırlandı ve Mora valiliğine tayin edilen Hurşid Ahmed Paşa bu işle görevlendirildi. Ayaklanmaya hazırlanan ve Rumlar’ın desteğini alan Ali Paşa bunlarla Yanya’da bir toplantı düzenledi (23 Mayıs 1820), kendi idaresinde bir Rum eyaleti kurulmasına tevessül etti. Bu amaçla Rumlar’a para ve silâh yardımında bulundu (Ahmed Müfid, s. 156; İA, I, 346). Bunun üzerine vezâreti kaldırılarak Yanya valiliğinden azledildi ve oğullarıyla birlikte Tepedelen’de zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Bunu reddetmesiyle de fermanlı ilân edildi. Askerî harekât neticesinde Ali Paşa’nın hâkimiyeti altındaki yerler kısa zamanda ele geçirildi, kendisi de Yanya Kalesi’ne çekildi. Bu gelişme sonunda oğulları ve torunları teslim oldu. Ali Paşa’nın Yanya’da iki yıla yakın devam eden direnişi esnasında Rum isyanı genel bir yaygınlık kazandı. Hurşid Paşa kumandasındaki kuvvetler tarafından tamamen kıstırılan ve teslim olması halinde hayatına dokunulmayacağı sözü verilen Ali Paşa göl üzerindeki Pandeleimon Manastırı’na sığındı ve İstanbul’dan gelecek son kararı beklemeye başladı. Hurşid Paşa yaptığı teklifin kabul edilmemesi üzerine idamına dair düzmece bir ferman tertip etti (Cevdet, XII, 32, 200 vd.). 14 Şubat 1822’de odasına girilerek gereği yerine getirilmek istendiğinde Ali Paşa buna silâhla mukabele etti ve çıkan çatışmada öldürüldü. Başı 24 Şubat’ta İstanbul’a getirildi (a.g.e., XII, 33; De Beauchamp, s. 354-356). Suçlarını ifade eden bir yafta iliştirilmiş olarak (yafta metni ve resmi için bk. Walsh, Voyage en Turquie, s. 321-323; Andréossy, s. 212-213; Cazacu, s. 347) teşhir edildikten sonra daha önce aynı âkıbete uğrayan oğulları Veli, Muhtar, Sâlih ve torunu Mehmed paşaların kesik başlarıyla birlikte Silivrikapı dışındaki mezarlığa gömüldü ve mezarlarına birer kitâbe konuldu (kitâbe metinleri için bk. Walsh, Narrative, s. 56-57). Ali Paşa’nın başsız cesedi Yanya’da Fethiye Camii hazîresinde eşi Emine Hanım’ın yanına defnedildi. Devlet tarafından âsi ilân edilip kendisiyle uğraşılması yüzünden Mart 1821’de başlayan Yunan ayaklanmasının rahatça gelişme imkânı bulduğu, Ali Paşa’nın bu gelişmeyi kendi çıkarı için kullandığı, para ve silâh yardımlarında bulunarak isyanın çıkışını ve gelişmesini desteklediği idam yaftasında özellikle vurgulanmıştır. Ali Paşa devlete karşı Rumlar’la iş birliği içine girmekle beraber onun idamıyla, göz açtırmadığı ileri sürülen Rumlar’ın isyan fırsatını ele geçirdiği hakkındaki yaygın kanaatin doğru olmadığı açıktır.

Ali Paşa, dönemindeki birçok benzeri gibi devlet kurma yeteneğine sahip mahallî güçlerin en önde gelenlerinden biridir ve çok geniş bir bölgeyi idaresi altına almayı başarmıştır. İstanbul’da “kapı çuhadarı” adı altında bulundurduğu adamları vasıtasıyla başşehirden haber almakta, gönderdiği zengin hediye ve dağıttığı yüklü paralarla konumunu güçlü tutmaktaydı (Tepedelenli Ali Paşa, trc. Ali Kemali Aksüt, s. 151). Eğitim durumu hakkında bir bilgiye rastlanmamakla beraber olayların içinde kendini yetiştirdiği bilinmektedir. Arnavutça dışında Rumca bilmekteydi (Holland, s. 126). Ancak 1787’de orduya geldiğinde Türkçe konuşamadığı ve bildiği kadarını da unuttuğu ortaya çıkmıştır (Zaîmzâde Mehmed Sâdık, s. 53). İdamı tarihinde oğulları Muhtar elli dört, Veli kırk dokuz, Sâlih yirmi iki; torunları Muhtar’ın oğulları olan Hüseyin yirmi altı, Mahmud on bir; Veli’nin oğulları olan Mehmed yirmi beş, Selim yirmi bir ve İsmâil on iki yaşındaydı (Ibrahim Manzour Efendi, s. 231; Pouqueville, III, 433). Elli üç yaşındaki ikinci karısı Vasilissa 19 Mart’ta İstanbul’a gelmiş ve patrikhânede saklanmaya çalışmıştır (Walsh, Narrative, s. 57). Daha sonra kendisine ve hazinedarına bir miktar maaş bağlanmış ve Bursa’da zorunlu ikamete tâbi tutulmuştur (BA, HH, nr. 502/24621). Veli ve Muhtar’ı nüfuzlu bir Arnavut ailesine mensup olan Berat paşası İbrâhim’in kızlarıyla evlendirmiştir (De Beauchamp, s. 61). Babasının siyahî hareminden Yûsuf (Paşa) adında bir kardeşi vardı (a.g.e., s. 275). Türk, Arnavut, Berberî askerleri, Türk zâbitleriyle vekilleri, Rum-yahudi sekreterleri, Rum tüccarları, Tatar ulakları, mükellef sarayında iç oğlanları ve köleleriyle kendisine misafir olan Lord Byron’ın da yazdığı üzere tam bir hükümdar gibi yaşamaktaydı (Holland, s. 123). Tepedelen’deki zengin döşenmiş sarayı 1818’de yanmakla beraber yerine yenisini yaptırmıştır (De Beauchamp, s. 285; Pouqueville, s. 362-370).

Ali Paşa güçlü bir askerî kuvvet oluşturmuştur. 7000’i dâimî olmak üzere ordusundaki asker sayısı 30-40.000’e ulaşmaktaydı. Ayrıca küçük bir donanma kurmuştur. Yönetimi altındaki bölgelerde nüfus 1,5-2 milyon tahmin edilmekte olup yıllık geliri 4-5 milyon kuruş tutmaktaydı (Holland, s. 114-117). Kendisinin dışında üç oğlunun 1817 yılı hesabıyla toplam gelirleri 7 milyon kuruşu (600.000 sterlin) bulmaktaydı (De Beauchamp, s. 270 vd.). İdaresi altındaki bölgelerde Rumca resmî dil gibi geçmekte, Arnavutça günlük konuşma dili olarak kullanılmaktaydı; ancak bu dilin yazılı olarak da öğrenilmesini istemiştir. Yönetimde bir divan kendisine yardım etmekte, onayı olmadan hemen hiçbir şey gerçekleşmemekteydi. Eğitilmiş insanların varlığını siyasî ihtirasları için gerekli görmüş, çocuklarının eğitimiyle ilgilenmiş, özellikle halefi Sâlih’in Türkçe ve Yunanca öğrenmesine dikkat etmiştir. İtalya’ya talebe göndermiştir. Zosimca Rum Lisesi’nde 300 talebesi okumaktaydı. İncil’in Gega ve Toska lehçelerine çevrilmesiyle kilisenin Arnavutça kullanımı yasağına karşı gelmiştir. Yanya’da iki medrese ile Arapça ve Türkçe öğretilen on dokuz sınıflı bir mektep açmıştır. Bu okullar yanında Bonila’da bir askerî okul bulunmaktaydı. Ordu masrafları 6 milyon kuruş (500.000 sterlin) tahmin edilmektedir. Çeşitli kalelerde 200 top ve askerî birlikler yerleştirilmişti. İdaresi altındaki bölgelerde güvenlik önde gelirdi; yaygın ve modern bir polis teşkilâtı bunu sağlamaktaydı. Kendisi genelde hiçbir şey yazmaz, okumaz, ancak hiçbir şeyi unutmaz ve gözünden hiçbir şey kaçmazdı.

Vermesini bilmeyen, hep alan bir şahsiyet olarak tavsif edilmesi mübalağa değildir (a.g.e., s. 273, 280). Ali Paşa’nın idamından sonra müsadere edilen, genelde pek temiz sayılmayan yollardan elde ettiği, Güney Arnavutluk, Kuzey Yunanistan ve Makedonya’nın bir kısmını kaplayacak şekilde geniş bir bölgede yaygınlık arzeden, feodal mülkiyete çevirdiği, arazinin verimliliğine göre genişlikleri 80-130 dönüm arasında değişen çiftliklerinin sayısı 950’den fazladır. İdamının ardından düzenlenen defterlerden zimmetindeki nakit para varlığının 2,5 milyon kuruşu aştığı anlaşılmıştır (BA, Defter, nr. 9761; HH, nr. 21024-A; ayrıca bk. Uzun, LXV/244 [2001], s. 1054 vd.). 1275’te (1858-59) yaşanan malî sıkıntı esnasında kendisine ait emlâk içinde vaktiyle padişah adına zaptedilmiş olan Yenişehir çiftliklerinin satılmasına karar verilmesi bunların bir kısmının daha sonraki tarihlere kadar ayakta kaldığına işaret etmektedir. Yapılan bu satıştan 200 kese gelir sağlanacağı tahmin edilmekteydi (Hayreddin, II, 48). Modern Arnavut tarihçileri Ali Paşa’yı İskender Bey ile karşılaştırarak yüceltmekte ve bağımsız bir Arnavutluk kurulmasının öncüsü diye göstermektedir. Zamanında Avrupa’da “Yanya aslanı” sıfatıyla tanınmış, ismi etrafında efsaneler doğmuş, ölümünün ardından hakkında pek çok eser kaleme alınmış, bölgeye dair yazılan kitaplarda (Hughes, s. 108-329) veya genel Osmanlı tarihlerinde (Zinkeisen, VII, 253-289) kendisine geniş yer verilmiştir. 1824’te Albert Lortzing onun hayatını “Yanyalı Ali Paşa” adıyla yazdığı ilk operasında ebedîleştirmiştir (Bartl, s. 80). Kendisi ve çocuklarıyla ilgili önemli bir evrak birikimi dört ciltlik bir külliyat halinde yayımlanmıştır (bk. Arkheio Ali Paşa).

Ziyaret -> Toplam : 125,37 M - Bugn : 136135

ulkucudunya@ulkucudunya.com