KEÇECİZÂDE FUAD PAŞA (1815-1869)
Orhan F. Köprülü 01 Ocak 1970
Osmanlı sadrazamı.
Asıl adı Mehmed Fuad olup 5 Safer 1230’da (17 Ocak 1815) İstanbul’da doğdu. Babası ünlü şair Keçecizâde İzzet Molla’dır. Annesi Hibetullah Hanım’ın nesebi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya kadar uzanır. Önce ilmiye yolunda ilerlemek amacıyla Arapça ve Farsça öğrendi. Ancak babasının Sivas’a sürülmesi üzerine genç yaşta Mekteb-i Tıbbiyye’ye girmek zorunda kaldı; buradaki öğrenimin Fransızca olması sayesinde Fransızca’yı da öğrendi. Tıbbiyeden doktor yüzbaşı olarak mezuniyetinin ardından Vali Çengeloğlu Tâhir Paşa ile birlikte Trablusgarp’a gitti. Dönüşte Mustafa Reşid Paşa’nın teşvikiyle meslek değiştirerek Kasım 1837’de Bâbıâli tercüme kalemine girdi; 1839’da buranın mütercim-i evvelliğine yükseltildi. Mehmed Şekib Efendi (Paşa) Londra büyükelçiliğine tayin edilince sefâret başkâtibi olarak onunla birlikte Londra’ya gitti. Orada iki yıl Şekib Efendi’nin, bir yıl kadar da Âlî Efendi’nin (Paşa) maiyetinde çalıştı. Londra’da bir süre maslahatgüzarlık da yaptı.
Bilgisini ve görgüsünü arttırmış olarak yurda dönen Fuad Efendi, İspanya kraliçesi Elizabeth’e Abdülmecid’in cevabî mektubunu götürmek ve iki devlet arasındaki dostluğu kuvvetlendirmek için 1844’te Madrid’e gönderildi. Aynı zamanda kendisine Portekiz’e geçmesi ve genç Portekiz kraliçesine padişahın selâmlarını bildirmesi tâlimatı da verildi. Bir yıldan fazla İspanya ve Portekiz’de kalan Fuad Efendi Temmuz 1845’te Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına, 18 Şubat 1847’de rütbe-i ûlâ sınıf-ı evveli ile Dîvân-ı Hümâyun âmedciliğine tayin edildi. Macarlar’ın 1848’de Avusturya’ya karşı başlattıkları bağımsızlık hareketleri Eflak’a da sıçrayınca Bükreş’e gönderildi. Orada asayişi sağlamaya çalıştı. Avusturya’ya yardım eden Rusya’ya karşı Lehler de ayaklanmıştı. Bir kısım Macar ve Leh milliyetçisinin Osmanlı Devleti’ne sığınması üzerine Avusturya ve Rusya bunların iadesini istedi. Bâbıâli bunu reddedince savaş tehdidinde bulundular. Osmanlı hükümeti konuyu barış yoluyla halletmek için, Bükreş’te bulunan Fuad Efendi’yi fevkalâde murahhas büyükelçi sıfatıyla Rus çarı nezdine göndermeye karar verdi. Padişahın mektubunu götüren Fuad Efendi 5 Ekim 1849’da Petersburg’a vardı. Rus yetkililerle ve bizzat çarla görüşerek meseleyi barış yoluyla halletti. Bu başarısından dolayı 29 Kasım 1849’da bâlâ rütbesi verilerek sadâret müsteşarlığına getirildi.
11 Nisan 1850’de İstanbul’a dönen Fuad Efendi’ye imtiyaz nişanı verildi. İstanbul’da üç dört ay kaldıktan sonra romatizmasını tedavi ettirmek üzere Bursa’ya giderken Cevdet Efendi’yi de (Paşa) beraberinde götürdü. Burada kaldığı bir ay zarfında Cevdet Efendi ile birlikte Kavâid-i Osmâniyye’yi, ayrıca Şirket-i Hayriyye’nin nizamnâme lâyihasını kaleme aldı. Bursa’dan döndükten sonra 1850 yılı ortalarında teşkil edilen Encümen-i Dâniş’e sadâret müsteşarı sıfatıyla dâhilî âza tayin edildi.
Sadrazam Reşid Paşa tarafından hem Tanzimat’ın uygulanması hem de miras meselesini halletmek üzere Mısır’a gönderilen Fuad Efendi yine Cevdet Efendi’yi de yanına alarak 6 Nisan 1852’de Mısır’a vardı. Burada üç buçuk ay kadar kalarak Mısır’ın 60.000 kese olan yıllık vergisini Mısır Valisi Abbas Paşa ile anlaşarak 80.000 keseye çıkartmayı başardı. Bu hizmeti padişah tarafından takdir edilmiş olmalı ki Mısır’dan dönüşünde Âlî Paşa’nın sadârete geçişinden hemen sonra Hariciye Nâzırlığı’na getirildi (9 Ağustos 1852). Ancak bu sırada ortaya çıkan makamât-ı mübâreke meselesinde Fransızlar’a meyletmesi, Rusya’ya statükonun korunacağını bildirirken Fransız sefaretine gönderilen takrirde, Beytülahm Kilisesi’nin büyük kapısına ait anahtarın Latinler’e verileceğinin kaydedilmesi, ayrıca “La vérité sur la question des lieux-saints” adlı lâyihasında Rusya’da baş gösteren iç karışıklıkları açıkça belirtmesi, Rusya’da Fuad Efendi’ye karşı büyük bir tepkinin doğmasına sebep oldu. Görünüşte makamât-ı mübâreke meselesini halletmek, gerçekte ise Ortodoks Osmanlı tebaasının hukukunu korumak amacıyla bazı imtiyazlar sağlamak için fevkalâde büyükelçi sıfatıyla 28 Şubat 1853’te İstanbul’a gelen Prens Mençikof usule aykırı olarak Fuad Efendi’yi ziyaret etmedi. Bunun üzerine Fuad Efendi yedi aydan fazla süren ilk Hariciye Nazırlığı görevinden istifa etti. İstifa sebebi, bizzat kendisinin ifadesine göre Rus baskısı karşısında devleti zor durumda bırakmamak ve ileride meydana gelebilecek olayların sorumluluğundan kurtulmaktı. Nitekim Fuad Efendi görüşünde haklı çıktı ve Bâbıâli Mençikof’un isteklerini kabul etmeyerek 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilân etmek mecburiyetinde kaldı.
Fuad Efendi, Kırım Harbi sırasında Yunanlılar’ın sınır tecavüzüne kalkışarak Epir’de Yanya ve Tesalya bölgesinde Tırhala’yı tehdide başlamaları üzerine bu meselenin halli ile görevlendirildi. 1 Mart 1854’te İstanbul’dan ayrılarak önce Pita’daki isyan yuvasını temizleyip Yanya’yı kurtardığı gibi sınır boyuna çekilen âsileri de ortadan kaldırarak diplomatlığı kadar iyi bir kumandan olduğunu da ispat etti (1 Nisan 1854). Daha harekât sahasında iken yeni kurulan Meclis-i Âlî-i Tanzîmat’a üye tayin edildi. İstanbul’a dönünce bu meclisin başkanı oldu. Hariciye Nâzırı Âlî Paşa sadrazam olunca meclis başkanlığı da uhdesinde kalmak üzere vezâret rütbesiyle 2 Mayıs 1855’te ikinci defa Hariciye nâzırlığına getirildi. Fakat Hariciye işlerinin çokluğu dolayısıyla Zilkade 1271’de (Temmuz-Ağustos 1855) Meclis-i Âlî-i Tanzîmat reisliğinden çekildi. Kırım Harbi’ni sona erdiren Paris Antlaşması’nın imzalanmasından (30 Mart 1856) sonra Besarabya sınırının tesbiti sırasında İngiltere ile Fransa arasında anlaşmazlık çıktı. İngiliz sefiri Lord Stratford Canning, Fransız politikasını tutan Fuad Paşa’yı padişaha şikâyet ettiği gibi Âlî Paşa’yı azlederek Mustafa Reşid Paşa’yı tekrar sadârete getirmesini istedi. Bunun üzerine Âlî Paşa 1 Kasım 1856’da azledilince Fuad Paşa da istifa etti. Dokuz gün sonra Meclis-i Âlî’ye memur edilen Fuad Paşa, Ağustos 1857’de ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzîmat reisliğine getirildi.
Âlî Paşa’nın üçüncü defa sadârete tayini üzerine Fuad Paşa 11 Ocak 1858’de tekrar Hariciye nâzırı oldu. Üçüncü Hariciye nâzırlığı sırasında ilk görevlerinden biri Eflak-Boğdan’ın yeni idaresiyle ilgiliydi. Bu meseleyi çözmek üzere toplanan Paris Kongresi’ne murahhas tayin edildi ve Nisan-Ekim 1858 tarihleri arasında Paris’te kaldı. Fransızlar başlangıçta kendi politikalarına yakın buldukları Fuad Paşa’nın tayininden memnun kaldılarsa da paşanın Eflak-Boğdan’ın birleştirilmesine karşı çıkması üzerine hayal kırıklığına uğradılar. Buna rağmen Fuad Paşa’yı büsbütün kaybetmemek için kendisine birinci dereceden Legion d’Honneur nişanı verdiler.
Fuad Paşa’nın nâzırlığı sırasında ele aldığı önemli konulardan biri de Lübnan meselesidir. Lübnan’da yaşayan Dürzîler’i İngilizler’in, Mârûnîler’i Fransızlar’ın kışkırtmaları sonucunda 27 Mayıs 1860’ta başlayan Lübnan olayları Avrupa’ya mübalağalı bir şekilde yansıtıldı. Bâbıâli, muhtemel bir Avrupa müdahalesini önlemek üzere fevkalâde murahhas sıfatıyla Fuad Paşa’yı Lübnan’a gönderdi. Hariciye nâzırlığı da uhdesinde bulunan paşa, geniş yetkilerle donatılmış olarak 3000 askerle birlikte 14 Temmuz 1860’ta Beyrut’a vardı. Burada, olayların Şam’a da sıçradığını ve 500 kadar hıristiyanın olaylar sırasında öldüğünü öğrendi. Fuad Paşa önce çözümlenmesi daha kolay görünen Şam meselesini ele aldı. Beyrut’tan Şam’a geçerek Şam olayı ile ilgili gördüğü 167 kişiyi idam ettirdi. Hatta bu kadarla da kalmayarak Fransızlar’ın işe karışmasına imkân vermemek için Şam Valisi Müşir Ahmed Paşa’yı ve maiyetindekileri kurşuna dizdirmekten kaçınmadı. Böylece tarafsızlığını ispat etmek istiyordu. Ancak bu durum hem Şam’da hem de İstanbul’da Fuad Paşa aleyhinde tepkilere yol açtı. Bu sıralarda Fransız Generali Beaufort paşanın bir an önce Dürzîler’e karşı harekete geçmesini istiyordu. Fuad Paşa ise vaktin erken olduğunu söyleyerek zaman kazanmaya çalışıyordu. Onun bütün korkusu Fransızlar’ın kuvvet kullanarak işe müdahale etmeleriydi. Suçlu Dürzî reislerinin beklenilmeyen bir zamanda teslim olmaları Fuad Paşa’nın işini kolaylaştırdı ve kendisine Dürzî reislerini tedip imkânını verdi. Böylece artık müzakere yolu açılmıştı. Fuad Paşa, İngilizler’in, Cebelilübnan’ı da içine alacak bir Suriye hidivliği kurularak hidivliğin de kendisine verilmesi teklifini, Cebelilübnan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına zemin teşkil edeceği düşüncesiyle reddetti. Uzun süren müzakerelerden sonra 9 Haziran 1861’de imzalanan anlaşma gereğince, İstanbul’da çalışmalarını bitiren komisyon Cebelilübnan’ı muhtar bir idareye kavuşturduğu sırada Fransızlar da Cebelilübnan’ı boşalttılar. Böylece Suriye yarım asır daha Osmanlı yönetiminde kalmış oldu.
Fuad Paşa Suriye’de iken Sultan Abdülmecid vefat etmiş, yeni padişah Abdülaziz, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-yi Tanzîmat’ı birleştirerek reisliğini ona vermişti (14 Temmuz 1861). Bundan az sonra da onu dördüncü defa Hariciye nâzırlığına tayin etmiş, 22 Kasım’da ise sadrazamlığa getirmişti. Bunun üzerine Suriye’den İstanbul’a gelerek (21 Aralık) yeni görevine başlayan Fuad Paşa ilk iş olarak, büyük bir buhran içinde olan maliyenin düzeltilmesi için alınmasını gerekli gördüğü tedbirleri bir raporla padişaha bildirdi. Bu raporda, yedi yıldır devam eden ve 1277’de (1860-61) 344.000 keseyi bulan bütçe açığının kâğıt paranın kullanılmasına son verilerek ve israfa engel olunarak kapatılabileceğini, geliri arttırmak için de vergilerin yükseltilmesini, tuz ve tütüne vergi konulmasını, bu yolla gelirlerde bir yıl öncesine nisbetle yaklaşık 865.000 kese artış sağlanabileceğini ileri sürüyordu. Hazinenin kontrolünü bizzat üstlenen Fuad Paşa aldığı tedbirlerle gelirleri kısmen arttırdı. İngilizler’den yapılan istikrazla ve bazı şartlarla kâğıt para tedavülden kaldırıldı. Fakat 1278 (1861-62) bütçesinde masrafların artmasına karşılık gelirlerin arttırılamaması yüzünden dengeli bir bütçe kurulamadı. Bütün gayretine rağmen maliyeyi istediği şekilde düzeltememesi ve Rumeli’de gittikçe yayılan milliyetçi fikirlerin durumu daha da ağırlaştırması üzerine Fuad Paşa 2 Ocak 1863’te sadâretten ayrıldı; Âlî, Yûsuf Kâmil ve Rüşdü paşalar da onunla birlikte istifalarını verdiler. Böylece gerek Fuad Paşa’nın gerekse diğerlerinin, kendilerine daha geniş yetkiler verilmedikçe görev kabul etmeyeceklerini padişaha göstermek istedikleri anlaşılmaktadır. Ancak bu dört kişi sonuna kadar fikirlerinde sebat edememişlerdir. Fuad Paşa Abdülaziz’in ısrarıyla, istifasından bir hafta sonra Meclis-i Vâlâ-yi Ahkâm-ı Adliyye reisliğine getirilmiş, padişahın Mısır’a yapacağı seyahatte kendisine refakat etmesi uygun görülünce 14 Şubat 1863’te seraskerliğe nakledilmiştir.
Abdülaziz’in 3 Nisan 1863’ten 2 Mayıs’a kadar süren Mısır seyahatinde Fuad Paşa bir an bile yanından ayrılmadı. Dönüşte Sultan Abdülaziz’in İzmir’de okuduğu nutku da yine kendisi hazırlamıştı. İstanbul’da tertip ettirdiği merasimle de padişahı hayran bırakan Fuad Paşa, 10 Mayıs 1863’te Osmanlı tarihinde ilk defa olarak “yâver-i ekrem” unvanını aldı. 1 Haziran 1863’te de seraskerlik uhdesinde kalmak üzere ikinci defa sadrazam oldu. Başarılı geçen ve üç yıldan fazla süren bu sadâreti sırasında Mısır valilerinin hidiv unvanını almasına rızâ göstermesinden dolayı tenkit edilen Fuad Paşa’nın sadâretten azli, Abdülaziz’in Mısır Hidivi İsmâil Paşa’nın kızıyla evlenmesine muhalefet etmesi ve bu fikrini küçük bir kâğıt parçasına yazmasından ileri gelmiştir. Mâbeynci Ali Bey yanlışlıkla kâğıdı padişaha verince Abdülaziz onu görevden aldı (4-5 Haziran 1866). Kanlıca’daki yalısında sekiz aydan fazla bir mâzuliyet devri geçiren Fuad Paşa, Âlî Paşa’nın sadârete gelmesi üzerine (Şubat 1867) beşinci defa Hariciye nâzırlığına getirildi ve bu sıfatla Abdülaziz’in Fransa ve İngiltere’ye yaptığı seyahatte yanında bulundu (21 Haziran - 7 Ağustos 1867). Bu seyahat esasen kalbinden rahatsız olan Fuad Paşa’nın hastalığını daha da arttırdı. Memlekete dönüşünde bir süre Yakacık’ta istirahat etmesi sağlığını biraz düzelttiyse de Âlî Paşa’nın Ekim 1867’de Girit’e gitmesi üzerine Hariciye nâzırlığına ilâveten sadâret kaymakamlığını da yüklenmesi onu büsbütün yıprattı. Doktorların tavsiyesine uyarak 1868 kışını geçirmek üzere gittiği Nice şehrinde vefat etti (29 Şevval 1285 / 12 Şubat 1869). Hoca Tahsin Efendi tarafından hazırlanan cenazesi, Fransız hükümetinin tahsis ettiği bir savaş gemisiyle 28 Şubat 1869’da İstanbul’a getirildi ve Sultanahmet semtinde Peykhane caddesinde yaptırdığı caminin yanına defnedildi. Kabrinin üstüne daha sonra türbe yapılmıştır (bk. FUAD PAŞA CAMİİ ve TÜRBESİ).
Fuad Paşa Tanzimat devrinin üç önemli şahsiyetinden biridir. Genellikle Mustafa Reşid Paşa İngiliz taraftarı olarak tanınırken Âlî ve Fuad paşalar Fransız taraftarı olmakla şöhret kazanmışlardır. Aile yapıları birbirinden çok farklı olmasına rağmen Âlî Paşa ile Fuad Paşa iyi bir ikili oluşturmuşlardır. Kaderleri birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bulunan bu iki paşa, genellikle Fransız siyasetinin ağır bastığı zamanlarda iktidar mevkiine gelmişlerse de Fuad Paşa körükörüne Fransız taraftarı bir politika takip etmemiştir. Reşid Paşa’nın İngiliz, Âlî Paşa’nın Fransız siyasetine meyilli olmalarına karşılık Fuad Paşa ikisinin ortası bir yol seçmiştir. Meselâ 1858 Paris Kongresi’nde ve 1861 Şam meselesinde Fransa tarafını tutmadığı gibi İngiliz elçisinin makbulü olmadığı zamanlar da az değildir. İkinci sadâretinde Palmerston tarafından desteklenmişse de onun ölümünden sonra İngiliz politikası değişince bu desteği uzun süre muhafaza edememiştir. Fuad Paşa’nın en çok güvendiği devlet İngiltere idi. Bunu lâyihalarında açıkça kaydetmiştir. Bununla birlikte bir tarafa bağlanmadan tamamen devletin çıkarlarını ön planda tuttuğu da bir gerçektir. Hür fikirli bir insan olmasına rağmen devletin menfaati açısından milliyet fikirlerinin daima aleyhinde bulunmuştur. Çeşitli unsurlardan oluşan Osmanlı Devleti’nin bu fikirler yüzünden parçalanacağından korkmuş ve Avrupa’daki milliyet cereyanlarını çok yakından takip etmiştir. Bununla birlikte gayri müslim tebaaya eşit muamele edildiği takdirde bu fikirlerin önlenebileceğini savunmuştur. Ölümünden az önce Sultan Abdülaziz’e hitaben yazdığı ileri sürülen vasiyetnamesinde de Avrupa devletlerinin siyasetleri karşısında devletin bekasını temin için tutulması gereken yolu göstermiştir.
Ölümünden birkaç ay sonra “Fuad Paşa’nın Siyasî Vasiyetnâmesi” adlı belge önce İstanbul’da İngilizce ve Fransızca olarak çıkan The Levant Herold gazetesinde yayımlandı. Gazeteye göre Fuad Paşa ölümünden birkaç gün önce yazdığı vasiyetnamesini Sultan Abdülaziz’e iletilmek üzere bir tanıdığına vermiş, fakat padişahın eline geçmeden açılarak yayımlanmıştır. Sultana hitaben yazıldığına göre Türkçe olması gereken belgenin bir İngilizce’si ve bir de Fransızca’sı bulunmaktaydı. Yayımlandığı sırada bunun Fuad Paşa’ya ait olup olmadığı gazetelerde tartışma konusu yapıldı. Fuad Paşa’nın yakın dostu olarak bilinen İngiliz asıllı J. Lewis Farley, 1875’te yayımladığı bir kitabına Fuad Paşa’nın torunu İzzet Bey’den aldığını iddia ettiği vasiyetnameyi de koymuştur. Vasiyetname daha sonra 1896’da La Revue de Paris’de de yayımlandı. Yayımcı, Türkçe’sinden çeviriyi Ârifî Paşa’nın yaptığını ve dergiye Fuad Paşa’nın torunu Mustafa Hikmet tarafından temin edildiğini belirtti. Vasiyetnâme 1897’de Ahmed Rızâ’nın Paris’te çıkardığı Meşveret gazetesinde de tefrika edildi. Mizancı Murad’ın “Mizan” yayınları arasında da ayrı basımı yapıldı. Bu sırada Melküm Han adlı İranlı bir diplomat, vasiyetnâmeyi kendisinin yazdığını ve Ârifî Paşa’nın tercüme ettiğini ileri sürdü. Bunun üzerine gazete Fuad Paşa’nın torunlarından Mustafa Hikmet Bey’e mektup yazarak durumu sordu. Hikmet Bey de verdiği cevapta vasiyetnâmenin aslının Türkçe olduğunu ve kendisinde bulunduğunu bildirdi. Daha sonra vasiyetnâmeyi Fransızca’dan çevirerek 1911’de yayımlayan Mehmed Galib de belgenin muhtevasının Fuad Paşa’nın görüşleriyle uyum içinde olduğunu kabul etmekle birlikte Melküm’ün yazmış olabileceği tezini tekrar ortaya attı, fakat bu tezini belgeleyemedi. Ahmed Rızâ Bey ile Mustafa Hikmet Bey arasında yapılan mektuplaşmalardan vasiyetnâmenin Fuad Paşa’ya ait olduğu, fakat yazarının tesbiti konusunda kesin bir hükme varılamayacağı kanaati doğmaktadır. Nitekim R. H. Davison, Fuad Paşa’nın Nice’e gitmek üzere İstanbul’dan ayrılışından ölümüne kadar geçen altı aylık sürede sırasıyla Roma, Floransa ve Nice’de bulunurken de devlet işleriyle ilgisini kesmediğini, 5 Ocak 1869’a kadar Âlî Paşa ve Paris sefiri Cemil Paşa ile yazışmaya devam ettiğini belirtmektedir. Bu durum karşısında Davison, 3 Ocak 1869 tarihini taşıyan vasiyetnâmenin Fuad Paşa tarafından dikte ettirilmiş olabileceğini mümkün görmektedir. Bütün bunlara rağmen vasiyetnâme hakkında kesin olarak söylenecek şey, Avrupa devletlerinin siyasetleri hakkında Osmanlı Devleti’nin nasıl bir yol tutması gerektiği hususundaki dirayetli tesbittir. Vasiyetnâme Farley’in İngilizce, La Revue de Paris’nin Fransızca ve Mehmed Galib’in Osmanlıca metinleri esas alınarak Engin Deniz Akarlı tarafından Türkçe olarak yayımlanmıştır (bk. bibl.).
Fuad Paşa’nın tarihsiz olmasına rağmen 1867 yılının ilk yarısında yazıldığı tahmin edilen, Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatinden az önce kaleme alarak sadârete takdim ettiği tezkiresi de dikkate değer bir belgedir. Bu tezkire, yakın tarihimiz hakkındaki bazı gerçekleri açıklığa kavuşturduğu gibi Osmanlı Devleti’nin bekası için o sıralarda alınması gereken birtakım tedbirlerle ilgili önemli tavsiyeleri de ihtiva etmektedir. Tezkire Abdülaziz’in Avrupa seyahatine çıkmasında büyük rol oynamıştır. Bu seyahat, şimdiye kadar sanıldığı gibi Fransa’da tertip edilen sergi için değil, padişahtan önce Paris’e gitmiş olan Rus Çarı II. Aleksandr’ın Osmanlı Devleti aleyhinde oluşturduğu kötü havayı devletin lehine çevirmek için düzenlenmiştir. Fuad Paşa, seyahate çıkmadan önce girişilecek bazı ıslahatla Rus çarına karşı iyi bir savunma yapılabileceği görüşünde idi. Ona göre Osmanlı Devleti’nin kurtulması için tutulacak tek yol bütün işlerin medenî devletlerin seviyesine çıkarılmasıydı. Bu arada yapılacak antlaşmalarla ancak zaman kazanılabilirdi. Avrupa’daki kamuoyunun Türkiye aleyhinde olduğunu göz önünde tutarak herkese meydan okuma yerine hiç olmazsa yeniden düşman kazanılmaması yoluna gidilmesini tavsiye etmekteydi.
Fuad Paşa’nın değişik zamanlarda gerçekleştirdiği bazı icraatı arasında eyalet teşkilâtı yerine geniş yetkili valilerle idare edilen vilâyet teşkilâtının kurulması, kagir binaların yapılması, İstanbul’da Divanyolu’nun genişletilmesi, Galatasaray Lisesi’nin ve Dârülfünun’un kurulması gibi hizmetler sayılabilir. Çok açık fikirli ve zamanının ilerisinde bir insan olan, Kanlıca’daki yalısının bahçesinde mermer heykeller bulunduran Fuad Paşa’yı yakından tanıyan Lady Brassey, onun tasarladığı reformlar arasında kadınlara hürriyet verilmesinin de bulunduğunu yazmaktadır (Sunshine and Storm, s. 107).
Fuad Paşa’nın edebî şahsiyetine gelince bazı gazellerine, birtakım kıtalarına, ciddi veya hezl-âmiz bazı nazîrelerine dağınık bir şekilde rastlandığı gibi onun irticâlen tarih düşürdüğü de görülmektedir. Kendisinin orta derecede bir şair olduğu söylenebilir. Öte yandan gerek özel ve resmî mektuplarından gerekse lâyihalarından Fuad Paşa’nın kuvvetli bir nâsir olduğu açıkça anlaşılmakta olup çağdaşları da bu görüştedirler. Fuad Paşa’nın çok ince ve nükte dolu fıkraları günümüzde de ağızdan ağıza dolaşmaktadır. Bu fıkraların bir kısmı doğrudan doğruya Fransızca söylenmiştir. Ancak kendisine izâfe edilen fıkraların hepsinin ona ait olmadığı da bir gerçektir.
Resmî hayatında çok dikkatli davranan Fuad Paşa özel mektuplarında bazan tarihleri bile yanlış atmıştır. Kendisi zeki, cüretkâr, lâubali ve çok açık sözlü idi. Ailesinden geçen kalp hastalığı onu olduğundan çok daha yaşlı gösteriyordu. Fuad Paşa da babası ve kayınvalidesi gibi Galata Mevlevîhânesi postnişini Kudretullah Efendi’ye, eşi ve ailesi ise Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Efendi’ye mensup idiler.
Fuad Paşa’nın yazlarını ve mâzuliyet zamanlarını geçirdiği Kanlıca’daki yalısını bazı yabancı yazarlar “muhteşem” sıfatı ile vasıflandırırlar. 1855’te Yunanistan ile yapılan Kanlıca Muahedesi burada imzalandığı gibi Abdülaziz de 1863 yılında bir akşam yemeğini bu yalıda yemişti (Lutfî, X, 95). Yalı, her üç oğlu kendi sağlığında öldüğü için paşanın vefatı üzerine karısı Emine Behiye Hanım’a geçti. Daha sonra da II. Abdülhamid tarafından vârislerden satın alınarak Küçük Said Paşa’ya verildi. Bir müddet sonra da çıkan bir yangınla yok oldu. Paşanın son zamanlarında Beyazıt’ta inşa edilmiş (1284 sonları / 1868) ve kendisinin hiç oturmadığı Fuad Paşa Konağı adıyla ün yapmış olan konak önce Maliye Dairesi, ardından da Askerî Tıbbiye olarak kullanıldı. Halen İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi bu binada bulunmaktadır.