Bizim dünyada insan hakları
Mustafa Çağrıcı 01 Ocak 1970
İslam’ın hükümlerine göre bir memlekette bir Müslüman zarar görüyor, acı çekiyorsa bunu önlemek diğer Müslümanlara farz-ı kifâyedir, önlemezlerse hepsi günahkârdır. İslam ülkelerinin çoğunda az veya çok sayıda insan grupları hak ihlalleri, işsizlik, yoksulluk, siyasi baskı, terör, mezhep çatışmaları gibi sebeplerle acı çekmektedir. Bunların hepsi bu ülkelerdeki “insan”ı değersizleştiren zihniyetten kaynaklanmakta, üstelik bu anlayışı -haşa- İslam’la ilişkilendiren fetvalar verilmektedir.
Değerli bilim ve düşünce insanı Prof. Mehmet S. Aydın, 1998’deki “İnsan Hakları: Niçin İslamî Bir Yaklaşım?” başlıklı yazısında, “Şu ana kadar Müslümanların bu konuyla ilgili elde ettikleri birikim, Müslüman ülkelerde görülen insan hakları ihlallerinin rahatsız edici bir düzeyde seyretmesi, Batılı ülkelerin ve ilgili resmî veya gönüllü kuruluşların ciddi eleştirileri ve baskıları, İslâm dünyasında bu konuda yeni bir bilinç düzeyinin oluşmasına yardımcı oldu” diyordu.
Diğer Müslüman ülkelerde yirmi yılda arpa boyu ilerleme olmadı. Türkiye’de ise o günlerde 28 Şubatçıların baskısı altındaki dindar kesimlerin insan hakları ve özgürlüklerine ihtiyaçları vardı. İnsan hakları üzerine konuşup yazanlarımızın, paneller, sempozyumlar düzenleyenlerimizin haddi hesabı yoktu. Hatta bazı radikal İslamcılar ideolojik karşıtlarıyla “insan hakları” ortak paydasında kanka olmuşlardı. Ama o günleri aşıp muktedir olunca kardan adam eridi. Bu da doğaldı; çünkü “Müslümanların bu konuyla ilgili elde ettikleri birikim”, insan haklarına zarar verici duygular, çıkar hesapları, ideolojik saplantılar gibi etkenlere karşı direnecek kadar köklü ve zengin değildi.
***
Beğeniriz veya beğenmeyiz; ama Batı’da fikrî ve felsefî temeli yüzyıllar öncesine dayanan ortak bir insan hakları kültürü oluşmuş; 18. yüzyılın son çeyreğinde Amerika ve Fransa’da somut insan hakları metinleri ortaya çıkmış; sonraki zamanlarda insan hakları doktrini giderek anayasalara ve yasalara girmeye, uygulanmaya başlamıştı. Bu arada Nazizm ve faşizm denilen vahşi tecrübelerin ardından insan haklarının uluslararası düzeyde de güvence altına alınması yönünde çalışmalar yapıldı. Nihayet 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edildi. 1950’de ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalandı.
***
Çağdaş insan hakları fikriyatı ve doktrini Batı’da gelişti; BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ve diğer metinlere; çalışanlar, kadınlar, çocuklar gibi kesimlerin haklarını düzenleyen belgelere Batılılar öncülük ettiler. Onun için bunlardaki hükümler de genellikle Batı kültürü kaynaklıdır. Rusya, Japonya, Hindistan gibi Batı dışındaki bazı ülkeler Batılı doktrini büyük ölçüde benimsediler; Çin’in gidişi de o yöne doğru. Batı kaynaklı insan hakları sözleşmelerinin bazı hükümlerine en güçlü itiraz İslam ülkelerinden gelmektedir. Bunun elbette haklı ve anlaşılabilir sebepleri vardır. Kanaatime göre anlaşılamayan şudur:
a) İslam toplumları insan haklarının gelişmesine hiçbir entelektüel katkı vermemişler ama ortaya çıkan sonuca itiraz ediyorlar.
b) Müslümanlar, Batılıların yaptığı gibi kendi aralarında bir insan hakları doktrininde anlaşıp, ortaya yeni bir müşterek metin de koymadılar. Devletler olmasa bile tüm Müslüman ülkelerden entelektüeller, akademisyenler ve diğer ilgili çevreler böyle bir metin üzerinde anlaşamazlar mı?
El-cevap: Bu parçalanmış zihinlerle anlaşamazlar. Sebebi uzun, anlatması da mevcut sosyal psikoloji karşısında kolay değil. Şu kadarını söyleyeyim: Çünkü İslam devletlerinin ve toplumlarının modern dönemde -Batı’da olduğu gibi- bizatihi insanı ve onun haklarını merkeze alan ortak bir derdi; bu hususta bir hukuk, siyaset, ahlak meselesi olmadı. Milyonlarca Müslümanın Batı kapılarında ekmek ve güvenlik aramaları bile insan hakları diye bir derdi olmayan Müslümanlara ayıp ve günah olarak yeter.