Kendisine çocuk emanet edilemeyen dindarlık!
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Çok uzun süredir dindarlığın Türkiye'de nasıl değer kaybettiğine dair yazılar yazmaya çalışıyorum…
Yıllar önce 'İslâmcıya can sıkıcı sorular'da şu soruları sormuştum: "Dindarlığın baskı altında tutulduğu dönemleri biliyoruz... Ama Allah aşkına soralım 'dindarlık' kavramının bu kadar itibar kaybettiği dönem olmuş mudur?
'Dindar'la 'yolsuz' kavramları arasındaki makasın bu kadar daraldığı bir başka dönemi hatırlayan var mı?
Son yıllarda yaşanan tahribatın birinci derecedeki sorumluları, ellerindeki yetkiyi 'dindarlık' kavramını onlarca yılda düzeltilemeyecek tahribat doğrultusunda kullananlar değil midir?"
Durum aslında felaket ötesiydi ama karşımızda tuhaf bir kitle vardı; çıplak gözle gördüğüne değil de, Payitaht Abdülhamit seyreden, Lozan'ın gizli maddelerine inanan, 'o kadar büyüdük ki dünya bizi kıskanıyor' zanneden, sürekli yalan pompalayıcı televizyon kanallarıyla fikrî fotosentez yapan, kendi sefalet içindeyken bile lüksü ve şatafatı artık 'devletin itibarı' olarak görüp göğsü kabaran, ikaz edici her sesi 'düşmanlık' olarak niteleyen…
***
Seçimden birkaç gün önce MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat, bir televizyon programında şu çarpıcı örneği aktarıyor:
"Biz bir soru sorduk insanlara… Bu sorunun aynısını yıllar önce Özal zamanında bir araştırma firması da sormuş… 'Karı koca olarak aniden bir yere gitmek zorunda kalırsanız, çocuğunuzu aşağıdaki komşulardan hangisine teslim edersiniz?'
Meslek grupları sıralanmış… Doktor var, polis var, hakim var, vs… hangisine teslim edersiniz? Çok ilginçtir o yıllarda ilk sırada din görevlisine teslim ediyorlar, imam, müezzin veya Kur'an kursu hocasına…
Biz yaptık araştırmayı… İlk 10'da dinle anılan kimse yok… Niye biliyor musunuz? Toplumda dine, dindara güveni minimize ettik de ondan… Geldiğimiz nokta bu… Başarı nerede burada?"
***
Yıllar önce yaklaşan tehlikeyle ilgili ikaz etmeye çalışmıştım: "Yarın sadece suçlu 'dindarlar' değil, masum dindarlar da bedel ödeyecek... Uzunca bir süre 'dindar' kelimesiyle 'yönetici' kelimesi yan yana geldiğinde insanların midesi bulanabilecek...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın dindarlığın üzerine düşen bu ağır gölgeyle ilgili bir düşüncesi yok, 'mâlûm memuriyet' gereği olamaz da!.. Keşke bu ülkenin fikir namusunu koruyan ilahiyatçıları çıkıp, bağıra bağıra gelen bu erozyonla ilgili açık açık konuşup, nesilleri etkileyecek tehlikeye dikkat çekseler...
Havuz medyasında 'saray müftülüğü' yapan hocalardan ve 'sıcak savaş'ta kılıç sallamayı 'hakkı dillendirmek'ten daha değerli gören İslâmcı kalemlerden bunu idrak ve gereğini yerine getirmeyi bekleyemeyiz... Çünkü onlar bu ağır günahın en büyük ortakları... 'İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak' yerine, 'kötü' kendilerininse onu yüceltmeyi 'din' gibi sunarak, ancak 'fitne' literatürünü genişletmeyi tercih ediyorlar... "
***
Bugün maalesef artık o noktadayız artık… Doğal olarak şu sorumuz da anlamını yitirdi: "İslâm, 'tevazu', 'haddi aşmama', 'orta yol' ve 'israftan uzaklık' öğütlerken, sözde onu temsilen siyaset yapanların içine düştükleri, kibir, şatafat, lüks ve israfın hangi temelleri sarstığını kim tartışacak?"
"Bu bedeli dindarların hepsi ödeyecek" dediğimde, kızıp da "Sen hangi dindensin?" diye soranlar bile çıkmıştı… Cevaben "Merak etmeyin, sizin dinden değilim, Budist'im, Zerdüşt'üm veya ateistim vs." desem rahatlayacaklardı şüphesiz!.. Müslümanlığımız onlara uymuyordu ne yazık ki!..
İşte bugün 'kendisine çocuk emanet edilemeyen dindarlık' budur işte!.. Kastedilen 'bedel' budur!.. Maalesef 'sonuç' budur!..
***
Bu dediklerimize de kızacak olanlar çıkabilir… Ne diyelim, yokuş aşağı giderken beyni boşa almak iyidir!.. Az hücre yakar!..