Ne ekersen onu biçersin
Sadi Somuncuoğlu 01 Ocak 1970
Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmeyen bir olay yaşandı
19 Nisan’da yürekleri yakan acı bir haber geldi. Irak sınırında bölücü teröristlerin saldırısına uğrayan 4 askerimiz şehit olmuş, 6 askerimiz yaralanmıştı. Hemen havalanan uçaklarımız teröristleri etkisizleştirmiş. Müdahale yine karadan değil de havadandı. Çünkü ABD ile anlaşma böyleydi. Terörle mücadele için de olsa Irak’a karadan girişimiz 2003’de ABD işgaliyle fiilin, 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush anlaşmasıyla hukuken mümkün değildi. PKK teröristleri için Barzani bölgesi güvenli bir sığınaktı.16 yıldır binlerce şehit veriyorduk. Bölücü terörün kökünün kazınamayışının birinci sebebi de buydu.
Medyamızda şehit haberleri maalesef sıradanlaştı. Allah rahmet eylesin, Türk Milletinin son şehitlerinden Yener Kırıkçı’nın cenaze namazı Çubuk ilçesi Akkuzulu köyünde kılındı. Ama ne cenaze namazı! Daha namaz bitmeden şiddetli protestolar başlamıştı. Zira CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşları da namazdaydı. Namaz biter bitmez Kılıçdaroğlu ve Parti yöneticisi milletvekillerine saldırı başladı. Hem de bazı Bakanların ve üst düzey kamu görevlileri ile güvenlik görevlilerinin gözleri önünde. Eskiden benzeri tepkiler Başbakan ve bakanlara da gösterilir, “akan kan ne zaman duracak” diye sorulurdu.
Protestolar namaz biter bitmez saldırıya dönüştü. Yaşananları, Türk Milleti ve bütün dünya seyretti. Televizyondaki görüntü tam bir “linç” ti. CHP milletvekilleri de hedefteydi, canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Her şey, Bakanlar, korumaları, Genel Kurmay Başkanı, 2. Başkanı, Jandarma Komutanı, az da olsa güvenlik güçlerinin gözleri önünde oluyordu. Müdahale edilmiyor, seyrediliyordu. Öfke ve kin doruktaydı. Kılıçdaroğlu, yarım saat süren çabadan sonra, korumaları ve arkadaşlarının desteğiyle bir eve sığınabildi. Sonra Milli Savunma Bakanı ortaya çıktı ve kalabalığın dağılması için konuştu. Ancak dağılan yoktu. Kılıçdaroğlu 1,5 saat kadar mahzur kaldıktan sonra zırhlı araçla, evin arkasından kaçırıldı. CHP’liler de kendi araçlarıyla taş yağmuru altında oradan uzaklaşabildi.
Buraya nasıl geldik?
Medya bilgileri özetle böyle. Asıl soru buraya nasıl ve neden geldik? Nereye gidiyoruz? AKP iktidarının 17 yılını bir tarafa bırakıp, 7 Haziran 2015 seçimlerindeki danışıklı dövüşü hatırlatarak 15 Temmuz kalkışmasından ve referandumdan başlayalım. “Hukuku, fiili duruma uyduralım” diyen Bahçeli, AKP ile kader birliği yaptı. Sonra bu birliğinin gerekçesi “beka” sorunu olarak değiştirildi. Referandum, malum partilerle değil, seçmenlerle ilgili bir konu. Buna rağmen AKP-MHP “beka” sorununa karşı “evet” denilmesini istedi. Evet ve hayır tercihinde “hayır” diyenler “PKK’lı, DAİŞ’li, FETÖ’cü, PYD’ci, TKP’ci,YPG’ci” oldular. Hayırcılara “vatan haini” diyenler oldu. Bir ve bütün olan Türk Milletinin yarısı “hain” suçlamasına maruz bırakıldı. Şaibeli referandumdan sonra, bu dil terk edilmedi. Bekacı’lar 24 Haziran 2018 seçimlerine “Cumhur İttifakı” adıyla girdi, ama siyasetin dili değişmedi, daha da keskinleşti. Buna karşı dört muhalefet partisi “Millet İttifakı” kurdu. Buna “İllet ittifakı” dediler. Zaten dillerinden olumlu bir sözcük düşmüyordu. Ayrıştırıcı, kamplaştırıcı, kin ve nefret dolu suçlamalar arttı. Bundan her muhalefet partisine bir pay düşüyordu, ama ağırlık CHP üzerinde toplandı. CHP’nin PKK ile işbirliği yapan, bölücü bir partiydi. Yerel seçimlere böylesine suçlama sağanağı altında girildi. Sonuçta Cumhur İttifakı Ankara ve İstanbul gibi şehirleri kaybedince, PKK’lı söylemleri arttıkça arttı. Kaba bir hesaba göre HDP oyları Doğu ve Güneydoğu’da AKP’ye, Batı’da CHP’ye kaymıştı. AKP’nin aldığı oyları görmezden gelip, CHP’ye kayan HDP oylarını delil gösterip, PKK ile işbirliğini ispatlamış oldular. Hatta İçişleri Bakanlığı valilere gönderdiği genelge ile şehitlerin cenaze namazında CHP’lilerin protokolde yer almamasını istedi. Bu korkunç bir tahrik etkisi yaptı. Zaten CHP için yıllardır bu kampanya yapılıyordu. Bu genelge tüy dikti. Kimsenin aklına, “madem ki CHP’liler Kandilden emir alıyor veya PKK’lı, bu konuda iktidarın elinde sağlam bilgiler var, neden onu ortaya koyup gereğini yapmıyor” demek gelmedi.
Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmeyen bu olayın gerçeğini anlayabilmek için şu soruların cevabının verilmesi gerekir.
1) Çubuk’ta “linç” olayına maruz kalan ana muhalefet Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve MHP Genel başkanı, şu ana kadar neden “geçmiş olsun” demedi?
2) AKP’nin tanınmış kişileri, kameraların karşısında yumrukçu eylemcinin önünde diz çöküp, elini öpmek için sıraya neden girdi?
4) Mahkeme, Türk Milletinin büyük bir bölümünün vicdanları sızlatan, dünyada itibarımızı zedeleyen bu eylemciyi alelacele, yeterince kovuşturma yapmadan tutuksuz yargılamak üzere neden serbest bıraktı?
5) Bir ülkede böylesine olaylar yaşanıyorsa, o ülkede hukukun, demokrasinin, insan haklarının, huzur, güvenlik ve istikrarın varlığından bahsedilebilir mi?
Aklıselim sahibi herkes bilir ki, bir millet ve devlet, emrinde olması gereken parti, ideoloji ve siyasetin tutsağı olursa, o, tükeninceye kadar kavga ve dağılma sürecine girmiş demektir.