'ABD'nin İran adımları Çin'i hedef alıyor’
Ceyda Karan 01 Ocak 1970
İran’a yönelik ekonomik yaptırımları 2018’de aşamalı olarak devreye sokan Trump yönetimi son olarak sekiz ülkeye tanıdığı muafiyetlere son verdi. Türkiye, Japonya, Güney Kore, Tayvan, Hindistan, Yunanistan ve İtalya’nın da petrol alımına yönelik yararlandığı muafiyet 2 Mayıs’tan itibaren son buluyor. Washington’ın kararı özellikle Çin tarafından tepkiyle karşılanırken, petrol fiyatlarının artışa geçtiği bir aşamada küresel duruma etkileri tartışılıyor. Özellikle de İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma restini hayata geçirmesi halinde yaşanabilecekler merak konusu.
Gelişmeleri Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü'nden Bilgehan Alagöz ile konuştuk.
‘TRUMP’IN YENİ SEÇİM KAMPANYASI: İSRAİL SÖYLEMLERİ VE İRAN STRATEJİLERİ’
Doç. Bilgehan Alagöz, ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim döneminden itibaren İsrail’in güvenliği ve Çin’in etki alanını sınırlandırmak için çeşitli adımlar attığını anımsatırken, artık bu 2020 seçim kampanyası için de kullanılacağı görüşünü dile getirdi. Nükleer anlaşmadan çekilmenin ardından atılan söz konusu adımların, İran’ın Suriye’deki ağırlığını azaltma hamleleri, Devrim Muhafızları’nı ‘terör örgütü listesine’ almak olduğunu anımsatan Alagöz, bütün bunların Washington’ın Basra stratejisiyle de alakası bulunduğunu belirtti. Çin’in Basra Körfezi’ndeki petrollere en bağımlı ülke olduğuna dikkat çeken Alagöz, ABD’nin İran üzerinden Çin’in petrol akışını kesmeye yönelik adımlar atacağını ifade etti:
“Son yıllarda hiç olmadığı kadar İran dünya gündemine oturmuş durumda. Bu en önemli küresel güçlerden birisi olan ABD’nin bu konuyu bu denli yüksek perdeye çekmesiyle ilintili. Türkiye hem İran’ın komşusu olması hem de ABD’nin müttefiki olması sebebiyle bu konunun doğrudan odak noktası haline geliyor. Bu açıdan Trump’ın başkan olduğundan bu yanan genel dış politika eğiliminin ne olduğunu anlayarak değerlendirmede bulunabiliriz. Başkanlık seçim döneminden itibaren en önem verdiği konulardan bir tanesi İsrail’in güvenliği ve aynı zamanda dünyada yükselen güç olan Çin’in sınırlandırılması mevzusuydu. İran politikasını aslında bu her iki konuyla bağlantılı olarak değerlendirmek resmin genelini anlamamız açısından önemli. İsrail’in güvenliği ile kastedilen aslında İran’ın Suriye’de artan ağırlığı ve İsrail’in bunu doğrudan tehdit olarak algılaması. Dolasıyla İran’ın Suriye’deki askeri varlığının sınırlandırılması ABD’nin önceliklerinden biri. Bu bağlamda CENTCOM, YPG ile askeri iş birliği yapıyor ve İran’a orada bir cephe oluşturmaya çalışıyor. Ama bunu yaparken en önemli müttefiki Türkiye’yi karşısına almış oluyor. Global ölçekteki senaryoya bakarsak da Basra Körfezi petrollerine en bağımlı olan ülke Çin. ABD’nin artık böyle bir bağımlılığı kalmadı. Çin’in buradan elde ettiği petrol Çin ekonomisini ayakta tutan faktör. ABD aslında İran üzerinden Basra Körfezi’ndeki ağırlığını artırmak suretiyle Çin’i bir anlamda çevrelemiş olacak, böyle bir stratejisi var. Bugün baktığımızda niçin arka arkaya nükleer anlaşmadan çekilme kararı alındı ve sonrasında Devrim Muhafızları Ordusu niye terör listesine alındı, bunu daha rahat anlayabiliyoruz. Bu anlamda birtakım zaman baskıları da var ABD Başkanı’nın üzerinde. En önemli baskılardan biri nükleer anlaşmanın içeriği ile ilgili. Buradaki önemli husus şu. Ekim 2020’den itibaren anlaşmanın yasakladığı İran’ın konvansiyonel silah alma kısıtlılığı ortadan kalkmış olacak. Dolasıyla ABD Başkanı bu süreden önce İran üzerindeki baskıyı en üst perdeye çekmek istiyor, bu açıdan bir yol alma stratejisi güdüyor. Bir başka baskı da ABD’de 2020’de başkanlık yarışları olacak. Buraya eli kuvvetli şekilde girmek istiyor. Tüm İsrail söylemlerinin gündeme gelmesi ve akabinde İran ile ilgili stratejilerde aslında Trump’ın yeni seçim kampanyasına bir yol haritası olmuş oluyor. Çünkü ilk dönemki seçim kampanyasını Obama eleştirisi ve ABD’nin dış politikasını gündeme taşıyarak yürütmüştü. Trump yeni döneme bu söylemlerin teker teker halledildiğini vadederek başlatmak istiyor. Trump, Çin ile de önemli bir ticaret anlaşması yapma arifesinde. Dolayısıyla da İran konusunu şu anda gündeme getirerek, belki petrol fiyatlarının biraz yukarıya çıkmasını vesile kılaraktan Çin’i bu anlamda baskılamak istiyor.”
‘İRAN, İRAN-IRAK SAVAŞI DÖNEMİNDE DAHİ HÜRMÜZ KOZUNU KULLANMADI’
Tahran’dan ABD’ye karşı koymak için dünya petrolünün çeyreğinin geçtiği Hürmüz Boğazı’nın kapatılması yönünde restler gelmişken, Alagöz bu Boğazın stratejik önemine dikkat çekti. Ancak Alagöz’e göre boğazı Irak’la savaş döneminde bile kapatmamış olan İran, ABD’nin ekonomik baskıları karşısında da böylesi bir adım atmayacak:
“Hürmüz Boğazı çok stratejik değeri yüksek bir coğrafi bölge ve buranın kontrolü İran’ın elinde. Dolayısıyla İran’ın en önemli kozu burayı kapatma tehdidini yapabilme gücü. Ancak son 40 yıla baktığımızda İran’ın hemen İslam devrimi sonrası 8 yıl süren İran-Irak savaşı döneminde dahi bu kozu hiçbir zaman kullanmadığını da görüyoruz. Dolayısıyla İran’ın bu seçeneği ben çok ön plana çıkaracağını düşünmüyorum. İranlılar aslında Trump yönetimi ile bir yeniden müzakere sürecine de yeşil ışık yakıyorlar. burada da bir farklılaştırma eğilimi var. Son zamanlarda İranlı diplomat ve siyasetçilerin vurguladığı bir tanım var, ‘B Takımı’ diye adlandırıyorlar. John Bolton, Binyamin Netanyahu, Kral Bin Selman gibi isminin içinde ‘b’ harfi geçen güçlü mekanizmayı aslında hedef tahtasına koyuyorlar ve Trump’ın dış politika davranışlarını bu takımın şekillendirdiğini, sanki Trump iyi çevresi kötü dercesine bir tutuma girdiklerini görüyoruz. Bu da bilinçli bir tavır. Çünkü aslında İran hem siyaseten hem ekonomik anlamda sıkışmış durumda. Bir ikili müzakere sürecinin başlaması artık ciddi gereklilik haline geldi. Yanılmıyorsam dün oldu, İran’daki Amerikalıların tutsakların takası ABD tarafından gündeme getirildi. Bu da ABD yönetiminin İran’ı bir ikili müzakere sürecine çekme girişimi oluyor. Çünkü Trump’ın zaten stratejisi bu. Bunu Kuzey Kore örneğinde gördük, şimdi Çin örneğinde görüyoruz. Karşısındaki partneri son noktaya kadar zorlamak, onu hem ekonomik hem de siyasi anlamda baskılamak ve karşı tarafın olabildiğince elini zayıflatmak, ondan sonra müzakere masasına oturtmak gibi bir stratejisi var. İran’a yönelik de böyle bir tavrı var. İran tarafı aslında buna bir ölçüde sıcak bakıyor. 2020’de ABD’deki seçimler öncesi mi sonrası mı olur tam kestiremiyorum, ama 2. dönem Trump eğer seçilirse o dönemde olurmuş gibi geliyor, İran ve ABD’yi bir ikili müzakere sürecinde görmek de büyük bir sürpriz olmaz bizler için.”
'TÜRKİYE KRİTİK BİR ROL OYNUYOR, DİRENÇ GÖSTERMELİ'
Alagöz, İran krizinde Türkiye’nin kritik öneme sahip olduğu görüşünde. İran ve Rusya’nın petrol ithalatında ilk üçte yer aldığına dikkat çeken Alagöz, durumun ABD’nin yaptırım politikalarının içeriğine göre değişebileceği görüşünde. ABD’nin İran’la işbirliğini sürdüren ülkelerin merkez bankalarını hedef alan bir yaptırım siyaseti uygulaması halinde Ankara’nın işinin zor olacağını belirten Alagöz, Türkiye’nin teknik mekanizmaları devreye sokup, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in geçen haftaki ziyaretinde anılan yeni mekanizmadan da faydalanabileceğinin altını çizdi:
“Türkiye ekonomisinde bu doğrudan ilgilendiren bir konu. Şu an itibariyle İran petrol ithalatında üçüncü sırada yer alıyor. İlk sırada yüzde 24 ile Irak ve ikinci sırada yüzde 15 ile Rusya yer alıyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne baktığımızda oldukça alt sıralarda görüyoruz. Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki siyasi gerilimin de etkili olduğunu görüyoruz. İlk üç sırada Rusya ve İran’ın yer alması da siyaseten Türkiye’nin şu an hangi aktörlere yakın olduğunun bize göstergesi. Pompeo, biz yaptırım uygulanabilir davranışlara yaptırım uygulayacağız dedi. Bu muğlak bir ifade. Bunun kapsamına hangi davranışların yaptırıma tabi davranışlar olacağını henüz bilmiyoruz. Eğer bu ülkelerin merkez bankalarını hedef alan bir yaptırım siyasetine dönüşürse o zaman Türkiye’nin işi zor. Kaldı ki elimizde bir Hakan Atilla davası var. Türkiye bu açıdan çok çok hassas davranmak zorunda. Zarif’in son ziyaretinde gündeme gelen bir program oldu. Bu Avrupa Birliği ile de geliştirilmek istenen bir program. Burada tıpkı 90’larda Irak’a karşı gördüğümüz petrol karşılığı yiyecek programı gibi Türk mallarına karşı İran petrolü gibi bir programın devreye girmesi. Eğer bu mekanizma doğru işlerse Türkiye’nin hem İran hem de ABD ile ilişkileri açısından daha sağlıklı bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Türkiye finans çevrelerini de bu denli risk altına koymanın ciddi sıkıntıları çıkacaktır. Böylelikle de Türk ekonomisi canlılığını koruyacak ve karşılığında Türk malları satılmış olacak. Bu sıklıkla gündeme getiriliyor. Genelde bu tarz programlarda İran tarafından sıkıntı ortaya çıkıyor. Aslında nakit para arzusu içindeler. Fakat Türkiye’nin de İran ile yürüttüğü pazarlıklarda bunun ısrarcısı olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye, ABD ilişkilerine baktığımızda genelde asıl tıkanma noktası Suriye bağlamında olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkilerinin ABD ile olan ilişkiler üzerinde daha sert bir profil çizdiğini görüyoruz. İran konusunda bence teknik mekanizmalar devreye girecek ve Türkiye bu siyasi gerilimin odak noktası olmamak için direnç gösterecektir. Türkler burada kritik bir rol oynuyor."