Miralay Süleyman Fethi Bey
Şükrü Karaca 01 Ocak 1970
MİLLETLERİN kendi millî tarihleri içerisinde övündükleri şeref ve şan dolu sahifeleri olduğu gibi, devlet adamlarının vermiş oldukları yanlış ve hissî kararlarıyla yazılmış –en azından hicab uyandıracak hâtıraları ihtiva eden– insanlığı ayaklar altına alan sahifeler de vardır. Bugün âleme “medeniyet dersi” vermeye kalkan batının pek çok devleti, çok uzaklara gitmelerine lüzum kalmadan yakın tarihlerine bakacak olurlarsa, utanacakları pek çok sahifelerle karşılaşacaklardır. Bizim bu ifadelerimizi doğrulayan Madam SABLİN:
“Türkler, büyük ve asil bir millettirler. Cahil köylülerinde bile bu haslet elle tutulur hâldedir. Bir de, onlara bugün yukarıdan bakan şu Rum, Yahudi ve Ermenilere bakınız. İstanbul’daki Rum ve Ermenilerin serbestliğinde bile ıslâh kabul etmez bir kalabalık göze çarpmıyor mu? Bunların nezaketi bile yapmacıktır. Bunlar en zarif ve kibar göründüklerinde bile, insanı tahriş ederler. Çünkü, her hareketlerinde bile süflî bir menfaat hissi vardır. Haysiyet sahibi ve büyük bir medeniyetin varisi Türkleri bu nankör ekâlliyet için zulme düçar ederken, devlet adamlarımız nasıl bir gayeye hizmet ediyorlar, bilmiyorum!..” diyor. Batının aynı zihniyetteki devlet adamları var olduğu müddetçe, utanacakları bu “gaye”leri, tarih boyunca hem kendi vatandaşları tarafından, hem de insanlık tarafından sorulmaya devam edecektir.
Dün olduğu gibi bugünde içlerindeki “kin ve intikam” arzularını saklayan “tek dişi kalmış canavar” batı, I. Cihan Harbi sonunda, Türklüğü yoketmek için plânlayıp uyguladıkları “Mondros Antlaşması”nın o meş’um 7. maddesi (İngiliz Bahri Sefid Kuvayı Bahriye Kumandanı Amiral Sör Gugh Galtrob, hâtıralarında, bu maddeyi antlaşmaya kendisinin koydurttuğunu söyler) ne dayanarak 15 Mayıs 1919 günü sabahı, istilâ ettikleri yurdumuzun güzel İzmirine çıkarttıkları ezelî ve ebedî düşmanımız Yunanlılar, bir taraftan Türk askerî kışlasını teslim alırken, diğer taraftan da Yunan Efzun Alayını takdis eden ve daha sonra, bizzat Yörük Ali Efe tarafından pis kanı akıtılan Patrik Hrisostomos’un emriyle hareket eden kundakçı ve ırz düşmanları, masum milletimize ait evleri kundaklayıp, kadın ve kızlarımızın namusuna musallat olmuşlardı. İzmir ve çevresinde tam 3 yıl, 3 ay, 25 gün kalan Yu anlıların, yakıp yıkmadıkları Türk evi, ırzına geçmedikleri Türk kadın ve kızı kalmadı dersek yeri vardır. Milletlere medeniyet dersi vermeye ka
lkan batının sayesinde meydana gelen acı tabloyu, başta Yunanlılar ve İngilizler olmak üzere iftihar (!) ederek seyredebilirler. Ellerinin altında bulunan resmî raporları okuyarak şeref (!) duysunlar.
İzmirimizi bugün dahi Helen toprağı olarak gören Yunanlılar, mevzubahis olan Mondros Antlaşması’na dayanarak İngiliz, Fransız ve İtalyan’ların sayesinde İzmir’e asker çıkartınca, “mandacılığı” ve hürriyetsizliği kabul etmeyen vatanseverlerin yer yer silâhsız direnişleriyle karşılaştılar. Bu millî kıyamın başında, yıllar sonra Atatürk’ün nikâhını da kıyacak olan o günkü İzmir Müftüsü Mehmet Rahmetullâh Çelebioğlu Efendi (Ö: 28-8-1944) ve Gümülcineli Esat İleri Hoca (Ö: 15-4-1957) da vardı. İşgalin hafta sonunda, askerî kışlamızı da teslim almak üzere giden Yunan Efzun Alayı’nın çapulcu ve ırz düşmanlarına, içimizde yaşayıp ekmeğimizle büyüyen bir hainin yol gösterip, tercümanlık yaptığı bilinmektedir. Kışlada teslim olan subaylar arasında “İzmir Ahz-ı Asker Kalem Dairesi (bugünkü mânâda Asker Alma ve Tedarik etme Dairesi, veya Askerlik Şubesi Başkanı)” olan Miralay Süleyman Fethi Beğ’de mevcuttur. Kılavuzluk yapan ve üzerine Yunan mülâzımı üniforması giydirilmiş olan Dr. İstelyanos’un oğlu Dimitri’nin vasıtasıyla tercüme edilip, kışlada teslim ve esir alınan Türk subaylarına:
“– Zito Venizelos!” diye bağırmaları emredilir. Kolordu kumandanımız olan, ancak ne var ki tarih boyunca Türk istiklâl ve hürriyetinin Türk vicdanında bıraktığı sese değil de, İngiliz kumandanının sesine uyan ve istikbâli göremeyen Nadir Paşa, bu emre itaat eder. Hemen arkasında tunçtan bir âbide gibi duran Fethi Beğ, ne kadar teslim alınırsa alınsınlar, ne kadar esir muamelesi bile görseler, Yunan kumandanının bu emri karşısında âdeta kan beynine sıçramışçasına, gözlerinden alev alev kin ateşi saçarak müfreze kumandanının mundar suratına bakar. Yunan kumandanı bu haysiyetli Türk subayının aksülamelini görerek, ikinci bir emir daha verir:
“– Çıkar kalpağını!..” Süleyman Fethi Beğ, duyduğu bu ikinci emire, hayatına mal olacak olan şu cevabı verir:
“– Benim ordumun ve milletimin şerefini temsil eden o kalpak, ancak başım boynumdan ayrıldıktan sonra çıkar!..” tercüme edilen bu sözleri duyunca kulaklarına inanamayan kudurmuş Yunan subayının:
“– Öldürün!” emriyle, üzerine üşüşen Yunan askerlerinin süngüleriyle mukaddes Türk toprağna yuvarlanan Miralay Süleyman Fethi Beğ’in ağzından artık, sadece: “– Allah!” kelamı çıkar. Bu şehadetleri diğerleri takip eder. Kısacası, Türk Kurtuluş Harbi’nde, bir meşale başka meşaleyi yakar.
Şehadetinden sonra, İzmir’in Muşatlık (veya, Temâşâlık) mahallesindeki 951.nci ile 954.ncü sokakların kesiştiği yerde bulunan “Emir Sultan Hazretleri Türbesi” haziresine defnedilir. Bir san’at eseri olan mezar taşları, 1988 yılında, şehidimizin kemikleri buradan alınıp Narlıdere Şehitliği’ne nakledilince, Ağora’ya taşınıp bırakılmış. Mezartaşındaki alâmet-i farika olan “kalpak” kırılıp kaybolmuş. Araştırmalarla bulduğumuz bu kopmuş kalpak alâmetinin bulunduğu mezartaşında, 15 satırlık şu ifadeler yer alır:
1. HÜVEL HAY EL BÂKÎ
2. ŞEHİDÎ AZÎM ERKÂN-I HARBİYE MİRALAYI
3. SÜLEYMAN FETHİ’NİN
4. MERHUM ECİLLEYİ RİCAL KADİRİDEN
5. AYDINOĞLU ŞERİFİNDEN
6. AZZEY EFENDİ HAZRETLERİNE
7. NECİBİYDİ. DÖRDÜNCÜ KOLORDUYU
8. HÜMÂYÛN AHZ-I ASKER DÂİRESİ REİSİ İKEN
9. YUNAN İŞGALİ ESNASINDA İZMİR’DE ŞEHİD DÜŞMÜŞTÜR
10. MÜŞARÜNİLEYHİN FEZAİL-İ ZATIYESİNE İNZİMAM EDEN
11. MENKIBEYİ ŞEHADETİ İTLÂKİNE HABER
12. BENAM-I GALİYESİ HATİRE PÎR EY CİVAN VE PÎR
13. LATEALÂ FATİHA
14. 1337 SENE, 1335 SENE
15. 23 REBİÜLEVVEL, 23 ŞABAN”
diğer mezartaşının üzerinde kabartma bir kılıç resmi bulunan Miralay Süleyman Fethi Beğ hakkında, “17.nci Kor. K. Ali NADİR” imzalı, “20 Mayıs 1335 (1919)” tarihinde kaleme alınarak, “Harbiye Nezaretine mevruf şifredir. 21-5-35 suretleri muamelât-ı zatıye’ye: Şûbe 2/2390” sayılı rapor da:
“... Ahz-ı asker heyeti reisi Miralay Süleyman Fethi Beğ... Mecruh (yaralı) olup..” denildiğine göre de, şehadetinden önce girdiği müsademede yaralanmış olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü, aynı yazıda, pek çok teğmen, yüzbaşı ve binbaşı için: “... Beyefendiler şehid”, “... Beyefendilerin hayat ve mematleri meçhul olduğu ve peyderpey alınacak malûmatın dahi ayrıca bildirileceği maruzdur”. denilmektedir.
Genelkurmay Başkanlığımıza gönderdiğim yazıma, genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı, Öğ.Kd.Bnb.A.Tufan YORGANCIOĞLU imzasıyla, göndermek nezaketinde ve lütfunda bulundukları belgede, Miralay (Kurmay Albay) Süleyman Fethi Beğ’in biyografisi şöyledir:
“Baba adı: Mehmet Azmi
Memleketi: Üsküdar
Alb.lığa nasbı: 14 Eylül 1915
Katıldığı savaşlar: Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstiklâl Savaşı.
Askeri görevleri: ..., 12 Nisan 1918, 4.ncü Kolordu Ahz-ı Asker Başkanlığına 23 Mayıs 1919 Yunanlıların İzmir’i işgali sırasıda şehit olmuştur.
Aldığı Mad. ve Niş: İftihar Madalyası, Üçüncü Rütbeden Osmanî Nişanı, İkinci Sın. Demir Salip Nişanı, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası, Harp Liyakat Madalyası, İkinci Sın. Kırmızı Kart Madalyası, Üçüncü Sın. Harp Alâmeti Liyakat Mad, İstiklâl Madalyası.”
Üsküdar Kaymakamlığı Nüfus Dairesi’ne gönderdiğim 25-03-2002 tarihli yazımda, Süleyman Fethi Beğ’in varislerine ait istediğim bilgiye: “BO5O NÜV 4348700 (2002) 6093 Sayı, 24-04-2002 tarih”li yazılarıyla: “Mehmet Azmioğlu Süleyman Fethi olarak aranmışsa da kaydı tespit edilememiştir.” denilirken; 9 Mayıs 2002 tarihiyle üsküdar Askerlik Şubesi’ne gönderdiğim yazıma da: “Kimliği yazılı yükümlünün kaydına rastlanılmamış” denilerek menfî cevaplar aldım. Bu mevzu ile alâkalı bilgi ve belgeye sahip olanların yardımına muhtacım; hususî surette, hele hele şehid miralayımız Süleyman Fethi Beğ’in evlâtlarını ve diğer yakınlarını tanıyanların alâkasına muhtaç olduğumu, millî değerlerimizin gün ışığına çıkması açısından bir kere daha ifade etmek isterim.
İzmir Narlıdere Şehitliğimize nakledilen bu aziz şehidimizin birer san’at eseri olan orijinal mezartaşları da, naaşlarıyla (kemikleriyle) beraber taşınarak, şehitliğin dikkat celbedici bir sahasına inşa edilmiş olsaydı, çok daha muazzam olurdu. Bugün, alâkasız ve nâdanlığımızdan dolayı parçalanmakta olan bu mezartaşları, Agora’dan kaldırılıp, Emir Sultan Türbesindeki yerine konması bile şehidimizin aziz ruhunu teskin edecektir.
Düşünür Goethe, şu sözünü, sanırım hürriyet ve istiklâlimizi borçlu olduğumuz şehitlerimizden Miralay Süleyman Fethi Beğ için söylemişti:
“Bir kâbiliyet sessizlik içinde, fakat bir karakter dünya ırmağının içinde teşekkül eder.”