Necip Fazıl’ın yalnızlığı
Mehmet Niyazi 01 Ocak 1970
Necip Fazıl Bey, yapayalnız bir adamdı. Kendisi ile yaşıt olmuş bir basın mensubunu evinde ve yazıhanesinde görmek mümkün değildi. Onu sadece üniversite gençleri, Anadolu insanları ziyaret ediyordu. Arkadaşlarla ziyaretine gittiğimiz vakitlerde onu seyrederken; benim gözümde kılıcını çekmiş yirminci yüzyılın bir Donkişot'u olarak görüyordum. Buradaki Donkişot, halkın anladığı manada uçtum akıllı değil, davası uğruna yalnız yürüyen bir adamdı. Gençliğe hitabında da bunu söylemiyor muydu?
Üstad, sonuna kadar inanmıştı. Üzerine gelen musibetlere aldırmıyor; şiirini, piyeslerini, yakın dönem tarihimizi, 'Çöle İnen Nur' misali İslami derinliklerini ortaya koyan kitaplarını yazıyor, Büyük Doğu dergisi ile kamuoyuna hitap ediyor, gençliğimizi ayağa kaldırıyordu. O dönem aydınımızdan çok az bir grup onu tanıyor, kıymetini biliyordu. Bunlar birkaç elin parmakları kadar azdı. Osman Yüksel Serdengeçti, Sezai Karakoç, Ömer Öztürkmen, İrfan Atagün gibi ağabeylerimiz Üstad'a sonuna kadar bağlıydı. Fakat, 'Necip Fazıl' deyince, bizim camiada aklımıza Hilmi Oflaz gelirdi. Mahmutpaşada işportacılık yapardı. Ancak Büyük Doğu'nun çıktığı günler bir kucak dolusu alır, tezgahında, giysilerin arasında satardı. Kadınlar gelir, havlusuna, çoraplarına bakarken, Hilmi Ağabey Üstad'ın propagandasını yapardı. Tabi kadınların hiçbirisinin bu dergiyi almaya niyeti yoktu. Ama Hilmi Oflaz ısrarla satmaya çalışırdı…
Üstad hapishaneye düştüğünde, Hilmi Oflaz Üstad'a kötü bir şey olur düşüncesi ile işporta tezgâhını satıp, gelip Toptaşı cezaevinin önünde beklemişti. Hilmi Oflaz'ın eli açıktı, fazla bir birikimi yoktu. Harçlığını çıkarmak için oradaki çeşmenin önüne zarf, kağıt, kibrit, sigara koyuyor, onları gelip geçene satıyordu. Yapmış olduğu bu fedakârlığı da hiç kimseye söylemiyordu.
Üstad'ın gözünde mal mülk değerli değildi. 'Kör olası hanede evladı iyal var' demedi. Onun tek gayesi kutsi emaneti milletin önüne çıkarmaktı. Evi bile başkalarına aitti. Kadıköy'de bahçeli, müstakil bir evde oturuyordu. Zannediyorum ki mülkü Kazım Nami Duru'ya aitti. Bir gün arkadaşlarımızdan biri damdan düşercesine şu soruyu sordu:
Evinize kaç lira kira ödüyorsunuz?
Üstad, ona hışımla bakıp şu cevabı verdi:
Necip Fazıl kiracısı oluyor, bu ona yetmiyor mu? Dedi.
Necip Fazıl Bey taşıdığı değeri biliyordu...
Bir konferansta ünlü akliyecimiz Prof. Dr. Ayhan Songar zekâların tasnifini yapmıştı:
Bazıları da vardır ki olağanüstü zekâsının kendisi de farkındadır. Mesela rahmetli Necip Fazıl Bey bu kategoridendir.
Ahmet Haşim de Üstad'a gençliğinde 'Bay Zeka' dermiş…
Yazı, 'zekânın fotoğrafıdır' sözü Üstad için söylenmiştir. Üstad'ın gençlik yıllarına gidildiğinde 'Kaldırımlar' adlı şiirinde olağanüstü güzelliklere rastlanır…
Biz üniversiteye geldiğimizde; duvarcı Salim, Marmara Kıraathanesi'ne gelip gidiyordu. Oradaki ağabeylerimiz şunu anlatırlardı: Duvarcı Salim, 'Üstad, milletimize, ümmetimize lazımdır' diye kendisini ona vakfetmişti. Evinin bir köşesinde kalır, ufak tefek işleri yapar, su, elektrik faturasını yatırır, evin ekmeğini alırdı…
Bir gün Necip Fazıl Bey, yazıhanesinin bulunduğu Avrupa yakasına geçmek için hazırlanırken, bahçedeki bir ağacın dallarının bitişiğindeki arsaya zarar verdiğini görmüştü. Duvarcı Salim'i çağırmış 'Bu dalları kes!' demiş, karşıya gitmişti. Daha sonra Salim baltayı eline almış, ağacın yanına gelmiş, pek çok dalın komşuya zarar verdiğini görmüş, dalları birer birer kesmektense ağacı kökünden kesmeyi tercih etmişti. Üstad, akşam eve gelince bakmıştı ki incir ağacının yerinde yeller esiyor… Bunun üzerine Duvarcı Salim'e bağırıp çağırmış, o da Üstad'a küsmüş ve evden ayrılmış. O günden sonra İslamcı olmayı bırakmış, komünist olmuştu! Üstad, Duvarcı Salim'in öfkesi geçer, geri gelir demişse de ne yazık ki gelmemiş.
Duvarcı Salim, Marmara Kıraathanesi'nde artık Marks'ın Engels'in kitaplarını okuyor, gelip gidene propagandasını yapıyordu…
Ramazan ayı gelmişti; Marmara Kıraathanesi müdavimlerinin büyük bir çoğunluğu oruç tutuyordu. Lakin Duvarcı Salim oruç tutmuyor, devamlı sigara içiyordu. Bir arkadaşımız ' Neden oruç tutmuyorsun?' dediğinde ise şu cevabı vermişti:
İslamiyet fakir fukaraya kırkta birini veriyor, Karl Marks ise hepsini veriyor, biz komünistiz; fakirden yanayız!
O arkadaşımız, bunun üzerine şöyle dedi:
Evet, Marks zenginden alıp, fakire veriyor; ikinci yıl zenginler de fakir olursa, kimden alıp kime dağıtacaksınız?
Duvarcı Salim gözlüklerini ve başındaki fötrü çıkartıp masanın üzerine koydu:
Bu dediklerin de doğru ya!